Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/1661 E. 2018/15004 K. 28.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/1661
KARAR NO : 2018/15004
KARAR TARİHİ : 28.11.2018

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar dahili davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Asıl ve birleşen dava; ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Asıl ve birleşen davada davacı, maliki olduğu 986 parsel sayılı taşınmazın satışı hususunda davalı … ile anlaştığını ancak yaşlı ve unutkan oluşundan faydalanılarak taşınmazın birleştirilen davada davalı …’na devredildiğini, davalı …’ın da taşınmazı davalı …’a, …’ın da davalı …’a temlik ettiğini, ancak satış bedelinin ödenmediğini, … 5. İcra Müdürlüğünün 2008/13386 Esas sayılı takip dosyası ile davalı … hakkında takip başlattığını ve taşınmazın bu şekilde diğer davalılara devredildiğini öğrendiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, aşamada ölümü üzerine mirasçıları davaya dahil edilmişlerdir.
Davalı …, kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, taşımazın devri için komisyon karşılığında aracı olduğunu; davalı …, yazılı belgenin aksinin yine yazılı belge ile ispatlanması gerektiğini, hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek davanın reddini savunmuş diğer davalılar herhangi bir savunma getirmemişlerdir.
Mahkemece, …hakkındaki davanın feragat nedeniyle, … bakımından husumet yokluğu, diğer davalılar bakımından ise iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar Dairece ‘’…Hal böyle olunca; öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmalı, davacının ehliyetli olduğunun saptanması halinde hile iddiası irdelenmeli ve her iki olasılıkta ilk temlikten sonraki temellük edenler yönünden olayı bilen ya da bilmesi gereken konumunda olup- olmadıkları diğer bir deyişle TMK’nun 2. maddesi anlamında iyiniyetli sayılıp- sayılmayacakları ve bunun sonucu olarak TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp- yararlanmayacakları saptanmalı ve hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik tahkikatla yetinilerek yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi isabetli değildir. Kabule göre de birleşen dava hakkında hüküm kurulmamış olması da doğru değildir.’’ gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde işlem tarihinde davacının ehliyetli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, bozmaya uyulmuş olmakla bozma gereklerinin aynen yerine getirilmesi zorunlu olup, bu durum usuli kazanılmış hakkın bir gereğidir.
Ne var ki, anılan bozma ilamında da belirtildiği üzere dava ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı olarak açılmış olmasına ve mahkemece bozma kararına uyulmasına karşın sadece ehliyetsizlik iddiası yönünden inceleme yapılarak sonuca gidilmiş, birleşen dava hakında da hüküm kurulmamıştır.
Bilindiği üzere; hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 sayılı Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Diğer taraftan, dava açıldıktan sonrada sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş, 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesinde dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, iki taraftan biri dava konusunu (müddeabihi) bir başkasına temlik ettiği takdirde diğer taraf seçim hakkını kullanmakta dilerse temlik eden ile olan davasını takipten vazgeçerek davayı devralan kişiye yöneltmekte, dilerse davasına temlik eden kişi hakkında tazminat davası olarak devam edebilmektedir.
Bu usul kuralının kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi gerektiği de açıktır.
Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmaz yargılama sırasında 12.04.2012 tarihinde dava dış…..’e, …. tarafından da 03.05.2012 tarihinde dava dışı …’e satış suretiyle temlik edilmiştir.
Hâl böyle olunca, dava konusu taşınmazın dava dışı üçüncü kişiye temlik edilmesi nedeniyle 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi hükmü uyarınca, davacı tarafa seçimlik hakkı hatırlatılarak davayı ne şekilde sürdüreceğinin sorulması ve bu yöndeki usulü eksiklik giderildikten sonra işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken değinilen yön üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru olmadığı gibi aralarında bağlantı olması nedeniyle davalar birleştirilse dahi, her davanın ayrı olma özelliğini koruduğu gözetilerek birleştirilen dava bakımından olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi de isabetsizdir.
Kabule göre de, hile iddiası yönünden yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda inceleme ve değerlendirme yapılması, devrin hile ile gerçekleştirildiğinin saptanması halinde ilk temlikten sonra temellük edenler yönünden olayı bilen ya da bilmesi gereken konumunda olup olmadıkları, diğer bir deyişle TMK’nun 2. maddesi anlamında iyiniyetli sayılıp sayılmayacakları ve bunun sonucu olarak TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacakları belirelenerek hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yetinilerek yanılgılı değerlendirme ile hüküm kurulması da doğru değildir.
Dahili davacıların değinilen yönlere ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.