Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/14774 E. 2020/1925 K. 17.03.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/14774
KARAR NO : 2020/1925
KARAR TARİHİ : 17.03.2020

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı … vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 17.03.2020 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı … vekili Avukat … ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat …, davalı … vekili Avukat Şener Özkan geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan babaları …dan miras kalan taşınmazların intikal işlemlerinin yapılabilmesi için kardeşleri olan …’nın isteği üzerine davalı yeğenleri …i (…oğlu ) Batman 1. Noterliği’nin 26.07.1991 tarihli vekaletnamesi ile vekil tayin ettiklerini, davalı …’in de vekalet görevini kötüye kullanarak muristen kalan kök 16 ( yeni 110 ada 3 ), 22 ( yeni 115 ada 1, 116 ada 1 ve 117 ada 3 ) ve 26 ( yeni 122 ada 1 ) parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını 04.08.1992 tarihinde kardeşi olan diğer davalı ..’a (… oğlu ) satış yoluyla devrettiğini, yapılan devrin muvazaalı olduğunu, devir nedeniyle herhangi bir bedel almadıklarını, davalıların el ve işbirliği içerisinde kendilerini zararlandırdıklarını ileri sürerek, davalı Osman adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalılar, iddiaların haksız ve yersiz olduğunu, davacıların dava konusu taşınmazlardaki miras paylarından babaları İbrahim lehine feragat ettiğini, yapılan devirleri de bildiklerini, taşınmazların değerlenmesi ile uzun yıllar sonra dürüstlük kurallarına aykırı olarak dava açıldığını bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı … yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine, diğer davalı … yönünden ise, iddiaların kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …nın 13.07.1974 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak dava dışı eşi …’yı, dava dışı çocukları … ve …yı, davacı çocukları …, … ve … ile 2000 yılında ölen oğlu İbrahim Onatlı’nın çocukları davalılar … ve …’yı bıraktığı, dava konusu taşınmazların geldileri kök 16, 22 ve 26 parsel sayılı taşınmazların 1/3’er payları mirasbırakan …’lı adına kayıtlı iken, ölümü ile tüm mirasçılarına miras payları oranında 04.08.1992 tarih ve 1445 yevmiye no’lu işlemle intikal ettiği, intikal işlemini vekaleten davalı …’ın gerçekleştirdiği, intikal sonrası 16, 22 ve 26 sayılı parsellerin 6/72 pay…, 3’erden toplam 18/72 payı …, …, … …, …… ve … adına kayıtlı iken, anılan kişilere vekaleten ( Batman Noterliği’nin 25.07.1991 tarih ve 9260 yevmiye no’lu vekaletnamesi ) …’nın taşınmazlardaki anılan payları …’ya 04.08.1992 tarih ve 1446 yevmiye no’lu işlemle satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mirasbırakan Abdulhamit Onatlı’nın tüm mirasçılarına vekaleten davalı …’in dava konusu kök 16, 22 ve 26 parsel sayılı taşınmazlardaki 1/3’er payların intikal işlemlerini yaptırdıktan sonra aynı gün tüm mirasçıların paylarını diğer davalı …’a devrettiği, devir sonrası iradelerine aykırı davranıldığı iddiasında bulunan davacıların herhangi bir azil işlemi yapmadığı, davacıların da kabulünde olduğu üzere vekalet ilişkisinin kardeşleri İbrahim’in ölümüne kadar 23 yıl devam ettiği, davacı tanık beyanlarına göre mirasbırakan Abdulhamit’in ölümünden sonra dava konusu taşınmazları davalı … veya babası İbrahim’in kullandığı, uzun süre davacıların bu taşınmazlarda hak iddia etmediği, kullanıma ses çıkarmadıkları, davalı tanık beyanlarına göre 1992 yılında yapılan satış işleminden davacıların haberlerinin olduğu, satış işlemine itiraz etmedikleri, 07.03.2013 tarihinde yapılan toplulaştırma işlemi ile 16 sayılı parselin 110 ada 3, 22 sayılı parselin 115 ada 1, 117 ada 3 ve 116 ada 1, 26 sayılı parselin ise 122 ada 1 sayılı parsellere gittiği, eldeki davanın 25.03.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır.
4721 sayılı TMK’nin 6. ve 6100 sayılı HMK’nin 190. maddeleri uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir.
Eldeki davada davacılar, 1992 yılında yapılan satış işleminin iradelerine aykırı ve kendilerini zararlandırma kastı ile yapıldığını kanıtlamak zorundadır. Ne var ki, toplatılan deliller ile iddialar kanıtlanabilmiş değildir.
O halde, yukarıda yer verilen somut olgular ve ilkeler birlikte değerlendirildiğinde; çekişmeye konu satış işleminin davacıların iradelerine uygun olduğu, aksinin kanıtlanamadığı, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, davalı … yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalı … vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.540.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17/03/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davalıların 14.05.2015 tarihli cevap dilekçelerinde ” dava konusu yerlerle ilgili olarak davacılar tüm haklarını İbrahim Onatlı’ya (davalılar murisine) devretmişler, bu yönde haklarından feragat etmişlerdir” savunmalarını ispatlayamadıkları, yapılan işlemin bedelsiz olduğu, kök muris Abdülhamit’ten kalan taşınmazların onun ölümünden itibaren erkek çocuk ve erkek torunların kullanımında olduğu davalıların zaman zaman davacılara kira ödedikleri, aradan zaman geçmesinin satışa rıza gösterildiği anlamına gelmediği, dolayısıyla vekaleten satış işleminin davacıların iradesine aykırı ve zararlandırma kastı ile yapıldığı belirlenerek verilen hüküm onanmalıdır. Çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.