Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/14284 E. 2020/67 K. 08.01.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/14284
KARAR NO : 2020/67
KARAR TARİHİ : 08.01.2020

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan …’ın, … parseldeki payını oğlu olan davalı …’e satış suretiyle temlik ettiğini, işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kaydının miras payı oranında iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, mirasbırakanın uzun yıllar bakım ve gözetimi altında bulunduğunu, tüm hastalık ve rahatsızlığıyla kendisinin ilgilendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, mirasbırakanın emek ve hizmeti karşılığında davalıya taşınmazı devretmediği, o tarihte maddi durumu iyi olmayan davalıya ev yapması için bağışladığı ve diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının mevcut olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1926 doğumlu mirasbırakanın 19.06.2010 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızı …, davalı oğlu … ile dava dışı çocukları … ile …’i bıraktığı, mirasbırakanın … parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını 01.10.1985 tarihinde davalı oğlu …’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile Türk Medeni Kanununun (TMK) 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.
Somut olaya gelince; taraf beyanları ve dosya içerisindeki Yenice Köyü Muhtarlığı’nın, 04.12.2012 tarihli yazısına göre dava konusu taşınmaz üzerine davalı … ve dava dışı paydaş tarafından 1983 yılında ev yapıldığı, davalı tanığı Sakine’nin beyanına göre mirasbırakan ile birlikte oturan davalının, ev yaptıktan sonra da mirasbırakan ile oturmaya devam ettiği, davalı tanığı Mehmet’in de 1988-1992 yıllarında davacının kiracısı olduğu, bu dönemde davacının Almanya’da çalıştığı, bütün bakımı ile davalının ilgilendiği yönünde beyanda bulunduğu, mirasbırakanın bunların karşılığı ve minnet duygusu ile anılan temliki gerçekleştirdiği, her ne kadar davacı tanıkları mirasbırakana tüm kardeşlerin dönüşümlü olarak baktığını beyan etmişler ise de; bu anlatım temlik tarihi olan 01.10.1985 tarihine değil, mirasbırakanın son zamanlarına ilişkin olup, mirasçılar ile husumeti bulunmayan mirasbırakanın gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı kanaatine varılmaktadır.
Her ne kadar davacı, mirasbırakan ile husumetinin olduğunu, annesi aleyhine dava ikâme ettiğini, uzun süredir konuşmadıklarını savunmuş ise de, davacının mirasbırakan ile davalı aleyhine 20.02.1997 tarihinde Almanya’da çalışırken davalıların kendisinden on bin DM borç aldıklarını ancak geri ödemediklerini belirterek tazminat davası açtığı, bir kimsenin husumet yaşadığı annesine borç para vermesinin hayatın olağan akışına aykırı olup, en azından temlik tarihi 01.10.1985 itibari ile (iddia edilen borç verme bu tarihten sonra olduğundan) mirasbırakan ile davacı arasında husumetin olmadığı kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.01.2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
– KARŞI OY –
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.
Mahkemece murisin davalıya yaptığı temlikin mal kaçırma amacıyla yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Dosya içeriği ve toplanan deliller yukardaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; mirasbırakanın tek mal varlığı olan dava konusu taşınmazın bedelsiz olarak muris tarafından davalıya satış suretiyle temlik edildiği, davalının önce bakım karşılığı temlik aldığı savunmasını 29.09.2015 tarihli celsede “hem bakım yaptım hem bedel ödedim” şeklinde genişlettiği, muris ile davacının uzun yıllardır küs oldukları anlaşılmaktadır. Mahkemenin verdiği kabul kararı doğrudur. Hüküm onanmalıdır. Çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.