Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2016/14086 E. 2019/6166 K. 02.12.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/14086
KARAR NO : 2019/6166
KARAR TARİHİ : 02.12.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, bedel isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Davacı, davalı …’in ölen eşinin ve kendisinin aile dostları olduğunu, adına kayıtlı dava konusu 135 ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki 4 nolu bağımsız bölümü ipotek gösterip bankadan kredi kullanabilmesi amacıyla davalı …’e vekaletname verdiğini, ancak adı geçen davalının kendisinin hukuki bilgiden yoksun olmasını fırsat bilerek taşınmazın satış yetkisini içeren vekaletname aldığını ve vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazı diğer davalı … A.Ş’ye satış yoluyla devrettiğini, şirket yetkililerinin taşınmazın davalıya ait olmadığını bilmelerine rağmen, kötüniyetli olarak taşınmazı iktisap ettiğini, taşınmazların muvazaalı olarak ve vekalet görevinin kötüye kullanılması sonucu iradesi dışında satıldığını, herhangi bir satış bedeli de ödenmediğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescilini, mümkün olmazsa tespit edilecek bedelin davalılardan tahsilini istemiştir.
Davalı … Sanayi Ticaret A.Ş, davacı ile diğer davalı … arasındaki iç ilişkiyi bilemeyeceğini, taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını, iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalı vekil …davaya cevap vermemiş, 22.04.2015 tarihli celsedeki beyanında, davalı şirketin bayiliğini yaptığını ve nakite ihtiyacı olduğu dönemde bankadan kredi kullanabilmek amacıyla dava konusu taşınmazı ipotek göstermek için vekaletname aldığını, ancak davalı şirketin ipoteteğin kabul edilmeyeceğini taşınmazın adına devredilmesi gerektiğini istemesi üzerine taşınmazı devrettiğini, ancak şirket tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığını, davacının sunduğu sözleşme altındaki imzanın kendisine ait olduğunu belirtmiştir.
Mahkemece, kayıt maliki olan davalı şirketin vekil …ile el ve işbirliği içerisinde olduğunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteğinin reddine, vekil…’in ise vekalet görevini kötüye kullandığının ispatlandığı gerekçesiyle tazminat isteğinin kabulü ile 134.189,37 TL’nin davalı …’ten tahsiline karar verilmiştir.
Davacı …’nin dava konusu 135 ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki 4 nolu bağımsız bölümü dilediği bedelde dilediği kişiye satma ve satış bedellerini alma yetkilerini de içeren 27.09.2011 tarihli vekâletname ile davalı …’i vekil tayin ettiği, çekişme konusu taşınmaz davacı adına kayıtlı iken vekil…’in taşınmazı 04.10.2011 tarihinde diğer davalı … Sanayi Ticaret A.Ş’ye satış yoluyla temlik ettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde bir araştırma ve değerlendirme yapılmış değildir. Şöyle ki dava konusu taşınmazın akitteki bedeli 70.200,00 TL olup, temlik tarihindeki gerçek değer keşfen 134.189,37 TL olarak saptanmış, ancak gerçek bedelin davalı şirket tarafından ödenip ödenmediği üzerinde durulmadığı gibi, davacı … ve davalı vekil …arasında düzenlenen ve vekil …tarafından içeriği kabul edilen 27.09.2011 tarihli “Sözleşme” başlıklı belge de değerlendirilmemiş, davalı şirketin anılan sözleşme hakkında bilgisinin olup olmadığı, davacı ile vekil …arasındaki ilişkiyi şirketin bilip bilmediği şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit edilmemiştir.
Hâl böyle olunca, davalı şirketin defterleri üzerinde inceleme yapılarak gerçek bedelin davalı şirketçe ödenip ödenmediğinin açıklığa kavuşturulması, vekil …ile davalı şirket arasındaki ilişkinin belirlenmesi, yine davacı … ile vekil …arasındaki ilişkiyi şirketin bilip bilmediğinin, vekil ile alıcının el ve işbirliği içinde davacıyı zararlandırıp zararlandırmadıklarının açıklığa kavuşturulması, yukarıda değinilen ilkeler ve olgular doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02/12/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.