Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2015/18933 E. 2018/14548 K. 15.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/18933
KARAR NO : 2018/14548
KARAR TARİHİ : 15.11.2018

MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL – TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili ve davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Dilek Arzuhan Yeşil’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava hile (aldatma) hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakanları Yusuf’un maliki olduğu 2231 ve 2233 parsel sayılı taşınmazların bulunduğu alanda yapılacak baraj inşaatı için lisans sahibi davalı şirketin dava konusu taşınmazların baraj suyu altında kalacağını, kamulaştırma bedellerinin düşük olacağını belirtmek suretiyle bilgisiz ve tecrübesiz olan mirasbırakanlarının iradesini sakatlayarak dava konusu taşınmazların düşük bedellerle devrini sağladığını bu durumun dava dışı taşınmazlarla ilgili açılan kamulaştırma bedellerinin tespiti davasında belirlenen rayiç bedellerle ilgili kararların Yargıtayca onanması ile öğrendiklerini ileri sürerek taşınmazın kendilerine iadesine, bu olmadığı takdirde zararlarının karşılanmasını, emsal değerlerle karşılaştırılarak satış tarihindeki gerçek değerinden satışta ödenen 20.200,00 TL nin düşülerek gerçek bedelinin satış tarihi olan 24.08.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı Vekili, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, EPDK tarafından kamulaştırma işlemlerine başlamadan önce davacıların murisi ile bazı arazi sahiplerinin davalı şirkete müracaat ederek arazilerini satmak istediklerini beyan ettiklerini, taşınmazların rayiç değerin biraz üzerinden satın alma işlemlerinin yapıldığını, bu satışların tamamı arazi sahiplerinin isteği doğrultusunda ve özgür iradeleri ile olduğunu, hata ve hilenin unsurlarının oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İhbar Olunan EPDK vekili, dava konusu olayda EPDK’nın hiç bir şekilde taraf olmadığını, yapılan satışların davacı ile lisans sahibi firma arasında kamulaştırma kararı öncesi rızai satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İhbar Olunan … T.A.Ş. vekili, Davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılması gerektiğini ancak açılmadığını, davalı …’ın bankadan kredi kullandığını ve karşılığında da dava konusu taşınmaz kaydına ipotek tesis edildiğini, bankanın tapu kayıtlarına güvenen iyi niyetli 3.kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacıların taşınmazları rızaen davalı şirkete sattıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların mirasbırakanı…’un maliki olduğu çekişme konusu 2231 ve 2233 parsel sayılı taşınmazları 24.08.2009 tarihinde davalı …. Enerji Elektrik Ür. A.Ş’ye satış suretiyle temlik ettiği, taşınmazlarda 09.05.2011 tarihinde davalı … T.A.Ş. adına 70.000.000,00 EUR bedelli ipotek tesis edildiği, taşınmazların halen davalı …. Enerji Elektrik Ür. A.Ş’nin malik olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, aldatma (hile) genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun(TBK) 36/1. (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun(BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı gibi; taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse, yanılma(hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Diğer taraftan, sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda(TBK) tıpkı 818 sayılı Borçlar Kanunu(BK) gibi esaslı hatanın (yanılmanın) tanımı yapılmamış, 31 ve 32. maddelerde sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca, iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın(yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf yönünden(sübjektif unsur) hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK’nin 35. (BK’nin 25.) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın.
Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK’nin 35. (BK’nin 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, yanılma (hata) ve aldatma (hile) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir.
Somut olaya gelince; yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda davacı iddialarının ispatı açısından tanık dinlenmesi mümkün olduğu halde, yanılgılı değerlendirme ile tanık dinletme talebinin reddine karar verilmiş ve taraf delilleri toplanmadan sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca, iddia ve savunmalar doğrultusunda tarafların gösterdiği tüm delillerin toplanması, davanın hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığının saptanması, hak düşürücü süre içinde açılmış olduğu takdirde toplanan ve toplanacak tüm delillerin sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacılar vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı vekilinin temyiz itirazının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.