Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2015/1547 E. 2015/4576 K. 01.04.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1547
KARAR NO : 2015/4576
KARAR TARİHİ : 01.04.2015

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapudaki zilyetlik şerhinin ihyası olmazsa maddi ve manevi tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapudaki zilyetlik şerhinin ihyası olmazsa maddi ve manevi tazminat isteklerine ilişkindir.
Davacılar, … Mahkemesinin ilamı ile .. parsel sayılı taşınmazın Hazine adına tesciline ve “kanun koyucu tarafından yeni bir kanunla Hazinenin mülkiyet hakkının zilyet yararına kısıtlanma süresi belli edilinceye kadar taşınmazı ihya eden M. K.’nın zilyetliğinin ihlal olunamayacağı ve Hazine tarafından başkasına temliki tasarrufta bulunulamayacağına” dair kütüğün beyanlar hanesine şerh verildiğini, mirasbırakanlarının bu yeri önalım hakkı nedeniyle satın almak ve ihalenin kendisinde kalması durumunda şerhin kısmen terkini amacıyla davalı Ramazan’a vekaletname verdiğini, ancak vekilin bu vekaletnameyi kullanarak tescil istem belgesi ile hazine tarafından temliki tasarrufta bulunulamayacağı kısmının terkinini sağladığını, anılan parselin imar işlemi neticesinde . ada 1 ve .. ada .. parsel olarak tescil edildiğini, .. ada .. parsel sayılı taşınmaz üzerinde davalı şirket lehine 49 yıllığına üst hakkı tesis edildiğini, tüm davalıların ortak hareket ettiği gibi mirasbırakanlarının yaşı nedeniyle temyiz kudretine haiz olmadığını ileri sürerek tapudaki terkin işleminin iptali ile şerhin yeniden ihyasına olmazsa 10.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini istemişler; yargılama sırasında ise ara kararı doğrultusunda .. ada .. parsel sayılı taşınmazın kayıt maliki olan Hazine davaya dahil edilmiştir.
Davalı … ve şirket, husumet itirazında bulunarak, davanın esastan da reddini savunmuşlardır.
Davalı …,vekaletnamedeki yetkisi çerçevesinde işlem yaptığını, mirasbırakanın kendisinin de anılan şerhin terkin isteğine ilişkin dilekçe verdiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, terkin edilen zilyetlik şerhinin davacılara herhangi bir hak sağlamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği,toplanan deliller ve eksiğin tamamlanması suretiyle getirtilen belgelerden;1917 doğumlu mirasbırakan …’nın 19.03.2006 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları davacılar ile davalı …’in kaldığı, … Tapulama Mahkemesinin 21.12.1984 tarih 1972/31 E.,1984/391 K. sayılı ilamı ile .. parsel sayılı taşınmazın Hazine adına tesciline bu yerin davacıların ve davalı …’in babaları olan ….’nın imar ve ihya ettiği anlaşıldığından hazinenin tasarrufunun 766 sayılı Yasanın 37/1 ve 2. maddesi hükmünce kısıtlanmasına ilişkin “kanun koyucu tarafından yeni bir kanunla Hazinenin mülkiyet hakkının zilyet yararına kısıtlanma süresi belli edilinceye kadar taşınmazı ihya eden…’nın zilyetliğinin ihlal olunamayacağı ve Hazine tarafından başkasına temliki tasarrufta bulunulamayacağına” dair kütüğün beyanlar hanesine şerh verildiği ve bu şerhin 07.06.1988 tarihinde kütüğe işlendiği,mirasbırakanın avukat olan davalı..’a 03.07.2002 tarihli vekaletname verdiği,vekilin bu vekaletnameyi kullanarak 05.02.2004 tarihli tescil istem belgesi ile zilyetlik şerhinin tapu kütüğünde mevcudiyetinin korunması suretiyle hazine tarafından temliki tasarrufta bulunulamayacağı kısmının terkinini sağladığı, anılan parselin imar işlemi neticesinde . ada 1 ve .. ada ..parsel olarak 17.09.2004 tarihinde dahili davalı Hazine adına tescil edildiği, .. ada 1 parselin dava tarihinden önce 22.01.2008 tarihinde trampa ile dava dışı … Vakfı adına kayıtlandığı,karar tarihinden sonra 10.11.2014 tarihli tevhit-ifraz ve taksim işlemi ile .. ada .. parsel olarak dava dışı … Vakfı adına tescil edildiği, .. ada .. parsel sayılı taşınmaz üzerinde davalı şirket lehine 13.11.2006 tarihinde başlamak üzere 49 yıllığına üst hakkı tesis edilerek 06.02.2007 tarihinde tapu kütüğüne işlendiği, davacılar tarafından tahsis işleminin iptali için idari yargı yerinde 2007 yılında açılan davanın ret ile sonuçlanıp derecattan geçmek suretiyle 22.06.2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; tapu iptal ve tescil davalarında olduğu gibi zilyetlik şerhinin ihyası davaları da kayıt malikine karşı açılır. Oysa çekişme konusu 180 ada 1 (tevhit-ifraz ve taksim ile 7) parsel yönünden adına sicil kaydı tesis edilen…Vakfı’na husumet yöneltilmemiş,böylece davada … Vakfına yer verilmemiştir. Ayrıca, yargılama devam ederken ara kararı doğrultusunda çekişme konusu .. ada . parsel sayılı taşınmaz maliki hazine’nin davaya dahil edildiği görülmektedir.Ne var ki,davaya dahil etmek (dahili dava) suretiyle taraf sıfatı verilemez. Bu nedenle .. ada . parsel sayılı taşınmazın kayıt maliki aleyhine usulüne uygun olarak açılmış bir dava olduğunu söyleyebilme olanağı da bulunmamaktadır.
Öte yandan; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. (HUMK 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir. Ayrıca, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Eldeki davada, dava dilekçesinin içeriğinden davacıların, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayandığı anlaşılmaktadır.
Hukuki sebeplerden bir tanesinin öteki hukuki nedenin incelenmesine olanak verir nitelikte bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim, yargısal uygulama bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Öyle ise, dava dilekçesinde ileri sürülen ve kamu düzeni ile ilgili bulunan ehliyetsizlik iddiasının öncelikle araştırılması gereklidir.
Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu’nun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu’nun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Diğer taraftan; mirasbırakanın ehliyeti olduğunun tespit edilmesi halinde vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının incelenmesi de zorunludur.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir…” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece ileri sürülen hukuki ihtilafın çözümüne yönelik, değinilen ilkeler çevrçevesinde bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Hâl böyle olunca,öncelikle hazine ve … Vakfı aleyhine zilyetlik şerhinin ihyası davası açmak üzere davacılara süre verilmesi, açılması halinde eldeki dava ile birleştirilmesi,ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeleri karşılar nitelikte soruşturmanın tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ve yanılgılı değerlendirilme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Davacılar vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenlerle yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.04.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.