Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2015/15100 E. 2018/14396 K. 13.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/15100
KARAR NO : 2018/14396
KARAR TARİHİ : 13.11.2018

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 13.11.2018 Salı günü saat 09.25 de daireye gelmeleri için taraf vekillerine tebligat yapıldığı halde gelmedikleri anlaşıldı, incelemenin dosya üzerinde yapılmasına, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi … raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar, ortak mirasbırakan …’nun maliki olduğu 151 ada 10 parsel sayılı taşınmazını davalıların mirasbırakanı olan oğlu …’ya satış suretiyle devrettiğini, anılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, ayrıca mirasbırakanın akit tarihinden 2 yıl önce parkinson ve alzheimer hastalığına yakalandığını, işlem sırasında da hukuki ehliyetinin bulunmadığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline olmadığı takdirde tazminata karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, satışın gerçek olduğunu, ayrıca miras taksiminin diğer mirasçılara dava konusu taşınmaza tekabül eden kısımlar isabet edecek şekilde yapıldığını, kalan taşınmazların ise eşit olarak paylaşıldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, ehliyetsizlik iddiasının ispatlanamadığı ancak muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1938 doğumlu miras bırakan …’nun 16.07.2013 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı çocukları …, …, 2010 tarihinde ölen oğlu …’ın mirasçıları olan davalılar …, …, …., … ile dava dışı kızı …’yı bıraktığı, miras bırakanın 151 ada 10 parsel sayılı taşınmazını 06.01.2010 tarihinde satış suretiyle davalıların miras bırakanı olan oğlu …’a temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada, muris muvazaası hukuki sebebi yanında, ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı görülmektedir.
Ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeniyle ilgili olması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde diğer nedenlerin incelenmesine gerek kalmayacağı hususları gözetildiğinde, anılan isteğin öncelikle ele alınması gerekir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. Maddesi, şahsın hak elde edebilmesini, borç (yükümlülük) altına girebilmesini, fiil ehliyetine bağlanmış, 10. maddesi de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterdikleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye, eylem ve işleme göre değişmesi nedeniyle bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle … Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası bakımından bir araştırma yapılmış değildir.
Hâl böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, temlik tarihinde mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde … Kurumu’ndan rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun saptanması halinde davanın kabulüne karar verilmesi; ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durularak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13/11/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

– KARŞI OY-

Dava, hukuki ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuki nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil istemlerine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakanlarının 10 parsel sayılı taşınmazını hukuki işlem ehliyetinin bulunmadığı sırada davalıların mirasbırakanına temlik ettiği, aynı zamanda işlemin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuşlar, davalılar davanın reddini savunmuşlar, mahkemece hukuki ehliyetsizlik nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasının, mirasbırakanın işlem tarihinde hukuki ehliyeti bulunduğu gerekçesiyle reddine, muris muvazaası nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasının ise işlemin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarihli 1990/1-152 Esas, 1990/236 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere maddi olaylar yönünden birden fazla hukuki nedenin bir arada gösterilmesi mümkündür. Nitekim somut olayda da davacılar, ehliyetsizlik hukuki nedeni yanında muris muvazaası hukuki nedenine dayanmışlar, mahkemece hukuki ehliyetsizlik maddi olgusu yönünden yeterli araştırma yapılmadığı gerekçesiyle sayın çoğunluk tarafından karar bozulmuştur.
Aleyhe bozma yasağı, taleple bağlılık ilkesinin doğal sonuçlarındandır. Yargıtay temyiz incelemesi yaparken tarafların temyiz sebepleri ile bağlıdır. Ancak yasal düzenleme bulunmayan aleyhe bozma yasağının istisnasının “kamu düzeni” olduğu tartışmasızdır. Bu husus istikrarlı bir uygulama olarak hukuk sistemimize yerleşmiş ve devam etmektedir. Bir kimsenin hukuki ehliyetinin bulunmaması hali kamu düzeniyle doğrudan ilgilidir. Zira ehliyetsiz kişi ve karşı taraf arasındaki hukuki işlemi kesin hükümsüzlük nedeniyle batıl olacağından hukuki işlem güvenliğinin korunmasında sağlar arası işlemler kapsamında kalması halinde güncel ve acil yarar bulunmaktadır. Hukuki ehliyeti bulunmayan kişilerin ölümünden sonra güncel ve acil yarar kavramı öne sürülemeyeceği için buna yalnızca kesin hükümsüzlük sonucu bağlamak gerekli ve yeterli olacaktır.
Somut olayda, mirasbırakanın yaptığı hukuki işlem ile ilgili ehliyetsizlik iddiası ileri sürüldüğü için, sağlar arası işlemlerde ortaya çıkabilecek olumsuzluklar “kamu düzeni” kavramına dahil edilmemelidir. Böyle bir durumda, hukuki ehliyetsizlik iddiası yeterince araştırılmayan ve bu yöndeki davası reddedilen davacının temyizi bulunmadığından davalıların temyizi üzerine hukuki ehliyetsizliğin yöntemince araştırılarak öncelikle incelenmesi yönünde bozma kararı verilmesi aleyhe bozma yasağı kapsamında kalmaktadır. Davalıların temyiz nedenleri muris muvazaası yönündeki kabule ilişkindir. Bu yönüyle mahkemenin kabulü toplanan delillere uygun düştüğünden, temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanması gerektiği kanaatinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun bozma yönündeki kararına katılmıyoruz.