Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2015/12789 E. 2015/13514 K. 24.11.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/12789
KARAR NO : 2015/13514
KARAR TARİHİ : 24.11.2015

MAHKEMESİ : SAKARYA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/03/2014
NUMARASI : 2013/298-2014/122

Sakarya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2014 tarihli ve 2013/298-2014/122 sayılı davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı T.. G..’in temyizi üzerine, Dairece 11.06.2015 tarihli ve 2014/8607-2015/8737 sayılı karar ile bozulup dosyanın mahkemesine iadesi üzerine verilen kararda maddi hata bulunduğundan bahisle dosya Daireye gönderilmiş olmakla Dairenin 2014/8606 Esasında kayıtlı Sakarya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.02.2014 tarihli ve 2013/492-2014/77 sayılı kararı ve her iki dosyaya ait tetkik hâkimi raporları ile birlikte incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Davalı T.. G.. tarafından temyiz edilen Sakarya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2014 tarihli ve 2013/298-2014/122 sayılı kararının Dairece 06.03.2014 tarihli ve 2014/8607-2015/8737 sayılı karar ile sonuçlandırıldığı ve yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği; ancak karar yazılırken yanlışlıkla Sakarya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.02.2014 tarihli ve 2013/492-2014/77 sayılı dosyasındaki kararın eklendiği anlaşıldığından Dairenin 2014/8607 Esas sayılı dosyasında verilen karardan;
“Dava; yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı dava dilekçesinde; davalı şirketin 20/07/2011 tarih, 3530 yevmiye nolu, 400,000,00TL. borç içerir ipotek senedine dayanarak, kayden maliki olduğu 605 ada, 193 parsel sayılı taşınmazına ipotek tesis ettirdiğini, 400.000,00 TL asıl borç üzerinden ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlattığı icra takibinin kesinleşmesi üzerine taşınmazın 22/05/2013 tarihinde yapılan açık artırma sonucu alacağa mahsuben ipotek alacaklısı davalı şirkete temlik edildiğini ve adına sicil kaydının oluştuğunu, gerçekte alacak/ borç ilişkisinin bulunmadığını, tescilin yolsuz olduğunu, mülkiyet hakkına dayalı olarak tahliye istendiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tesciline, borçlu olmadığının tespitine olmadığı taktirde istirdatına, taşınmaz üzerindeki ipoteğin fekkine icra inkâr tazminatına, tahliye işlemlerinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı; davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığını, tahliyeyi geciktirmek amacıyla eldeki davayı açtığını, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan takipte ödeme emrine itiraz edilmediğinden kesinleştiğini, satış işlemleri için yapılan kıymet taktirine itiraz ettiğini, Sakarya Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde açtığı menfi tespit davasından vazgeçtiğinden feragat beyanı nedeniyle davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın kesinleştiğini belirterek kesin hüküm nedeniyle davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacı tarafından Bursa 16. İcra Dairesince yapılan icra takibinin dayanağı 650 ada, 193 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki ipotekle teminat alınan borcun, gerçek olmadığının tespiti isteği ile Sakarya Asliye 3. Hukuk Mahkemesinde açılan 2012/580 Esas ve 2013/1 karar sayılı, menfi tespit davasının feragat nedeniyle reddedildiği ve temyiz edilmeksizin 19/12/2013 tarihinde kesinleştiği, anılan menfi tespit davası ile eldeki iptal ve tescil davasının tarafları ve konusunun aynı olduğu, kesinleşen menfi tespit davasında verilen kararın kesin hüküm niteliğinde olup eldeki dava bakımından bağlayıcı olacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; Bursa 16. İcra Müdürlüğünün 2011/16097 Esas sayılı dosyası üzerinden borçlusunun davacı A. D., alacaklısının A. Ç. Petrol Taşımacılık Tekstil İnşaat Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi olduğu, davalı şirketin 400.000,00 TL. alacağa ilişkin ipoteğe dayanarak, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yaptığı icra takibinin, Bursa 16. İcra Müdürlüğünün 2011/16097 Esas sayılı dosyası ile kesinleştiği, Sakarya 5. İcra Müdürlüğünün 2012/71 sayılı talimatı üzerine davaya konu taşınmazın 22/05/2013 tarihinde yapılan açık artırma yolu ile ipotek takibinin alacaklısı olan davalı şirkete alacağına mahsuben satıldığı, kesinleşen ihale sonucunda dava konusu taşınmazın davalı şirket adına tapuya tescil edildiği ve davalı şirketin mülkiyet hakkına dayalı olarak tahliye talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Hukuk Usulü Muhakmeleri Kanunu’nun 303. maddesinde; “…. Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması ” gerektiği düzenlenmiştir.
Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada yolsuz tescil hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Hemen belirtmek gerekir ki; Borçlu taraf İcra İflas Kanunu’nun 72. maddesi hükmü çerçevesinde; icra takibi öncesinde ve icra takibi sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Ancak borçlunun menfi tespit davası açması, ihale sonucu edinilen mülkiyete dayalı tescilin yolsuz olduğu iddiasıyla tapu iptal ve tescil davası açmasına engel olacağı söylenemez.
Hâl böyle olunca, işin esasına girilerek tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delillerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacının, temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,” bölümünün çıkartılmasına ve karara,

“Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, ortak mirasbırakanları anneleri A.. G..’in kayden maliki olduğu 48 parsel sayılı taşınmazdaki 32/128 payını tapuda satış gibi göstermek suretiyle oğlu olan davalıya temlik ettiğini, işlemin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, satış nedeniyle murisin mamelekinde artış olmadığı gibi terekesinden para da çıkmadığını ileri sürerek miras payları oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, mirasbırakanlarının sağlığında alınan bir tarla için maddi katkıda bulunduğunu, bu borca karşılık çekişmeli taşınmazdaki payın devredildiğini, bedelsiz temlik yapılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, temliki işlemde muvazaa olgusunun gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Tarafların ortak mirasbırakanı 1926 doğumlu, A.. G..’in 03/07/2012 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları davacılar ile davalıyı bıraktığı, mirasbırakanın 48 parseldeki, 32/128 payını 12/07/2011 tarihli satış akdi ile oğlu olan davalıya temlik ettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere; Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706., Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; davacı tanıkları, murisin ölünceye dek eşiyle birlikte davacılardan oğlu N.. G..’le birlikte ikamet ettiklerini, murisin ölümünden sonra eşinin oğlu Nuri ile birlikte yaşamaya devam ettiğini, ölümünden 2-3 ay öncesinde kanser teşhisi konulduğunu, sağlık güvencesinin davalı tarafından karşılandığını Nuri’nin ekonomik durumunun iyi olduğunu, babasının 50 dönüm arazisini diğer mirasçıların rızası ile ekip biçtiğini, annesinin de bakım ve gözetimi ile ilgilendiğini, davalının İstanbul’da ikamet ettiğini, anneleri olan

A.nin mal satmaya ihtiyacının olmadığını, A.’nin ölümüne yakın 2 ay kadar yatalak kaldığını, bakıma ihtiyaç duyduğunu beyan ederlerken, davalı tanıklarından F.. G.. “..murisin köyde tarla alırken düğününde takılan 6 bilezik (80 gram), beşibirlik, dört sarı liradan ibaret ziynet eşyasını kayınpederine borç verdiğini, ancak borcun ödenmediğini, ölüm döşeğinde yatarken, eşi olan murisi A.’ye “..borcumu ödeyemedim, sen sana isabet eden miras payından öde dediğini” kayınvalidesinin de tüm çocuklarına babalarının son isteğini ilettiğini, “..ben geline borçluyum, mal bana aittir ben de geline vereceğim ” dediğini, davalının eşi F.’nin bu beyanının diğer tanıklar tarafından da teyit edildiği anlaşılmaktadır.
Değinilen somut olgular yukarda açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın mal kaçırma amacı ile hareket etmediği dolayısı ile temlikin muvazaalı olmadığı sonucuna varılmaktadır. Ve bu amaçla temlikin gerçekleştirilmediği kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,” bölümünün eklenmesine,
Dairece verilen 06.03.2014 tarihli ve 2014/8607-2015/8737 sayılı karardaki MADDİ HATANIN BU ŞEKİLDE DÜZELTİLMESİNE, düzeltme kararının Dairedeki kararada eklenmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu 24.11.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.