Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2015/127 E. 2015/9558 K. 29.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/127
KARAR NO : 2015/9558
KARAR TARİHİ : 29.06.2015

MAHKEMESİ : BAKIRKÖY (KAPATILAN) 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 03/06/2010
NUMARASI : 2007/369-2010/191
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne, birleştirilen Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/139 esas sayılı davanın HUMK’un 409/son maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …………….’nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl ve birleşen davalar, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil ya da tazminat isteğine ilişkindir.
Davacılar asıl ve birleşen davada, 21 parseldeki 6 nolu dairenin mirasbırakan ……….’ye ait olup davalılardan …………’yi elbirliği halindeki mülkiyetten müşterek mülkiyete çevrilmesi için vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazdaki paylarını önce kayınbiraderi ………..’e, ondan tekrar kendi adına, en sonunda davalı ……..’ye devrettiğini ileri sürerek, payları oranında tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminata karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı, ancak son kayıt malikinin iyiniyetli olduğu gerekçesi ile tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne, birleştirilen Bakırköy 10. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/139 esas sayılı davanın HUMK’nın 409/son maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; noterde düzenlenen 28.5.2003 ve 25.6.2004 tarihli vekaletnameler ile davacılar Musa ve İhsan tarafından davalı ……’in vekil tayin edildiği, çekişme konusu 21 parsel sayılı taşınmazdaki muris ……….’e ait 167/2400 payın ………’in ölümü üzerine 8.9.2005 tarihinde mirasçıları adına intikâl ettirildiği, aynı tarih ve aynı akitle davacıların taşınmazdaki paylarının vekil tarafından diğer davalı …….’e, 29.11.2005 de ……..’den davalı vekile, 18.5.2006 tarihinde ise vekil …….’den davalı ……’ye satış suretiyle temlik edildiği birleşen davanın 25.7.2006, 17.1.2007 ve 5.12.2007 tarihli oturumlarında davacı vekilinin mazeret bildirmeksizin hazır olmaması nedeniyle mahkemece anılan tarihlerde HUMK’nın 409. maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırıldığı, davacı vekilinin 10.12.2007 tarihli dilekçesi ile dosyanın son işlemden kaldırılma tarihi olan 5.12.2007 tarihini de kapsar şekilde 29.11.2007 tarihinden itibaren 10 gün istirahatli olduğunu belirten doktor raporunu ibraz ederek 1086 sayılı HUMK’nın 168. (HMK madde 95) maddesi uyarınca eski hale getirme isteminde bulunduğu, mahkemece sağlık raporu hakkında ilgili sağlık kuruluşundan araştırma yapılarak resmi kayıtlar ile rapor bilgilerinin doğrulandığı anlaşılmaktadır..
Bilindiği üzere; 1086 sayılı HUMK’un 166 ve devam eden maddeleri ile benzer hükümler getiren 6100 sayılı HMK’nın 95/1. madesinde ” Elde olmayan sebeplerle, kanunda belirtilen veya hakimin kesin olarak belirlediği süre içinde bir işlemi yapamayan kimse, eski hale getirme talebinde bulunabilir.” şeklinde, yine aynı yasanın 96/1. maddesinde ise “Eski hale getirme, işlemin süresinde yapılmamasına sebep olan engelin ortadan kalkmasından itibaren iki hafta içinde talep edilebilir” şeklinde düzenlemeler getirilmiştir.
Ne var ki; mahkemece, davacı vekilinin eski hale getirme istemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden yargılamaya devam edilerek son oturumda, birleşenen dava yönünden HUMK’un 409/son maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Diğer taraftan; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. .
Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince; son kayıt maliki Döndü’nün çekişme konusu payları ediniminde iyiniyetli olmadığı iddia edilmiş ve bu konuda delil olarak tanıklar ile bazı dava dosyaları bildirilmiş ise de mahkemece anılan deliller toplanmadan ve tanıklar dinlenmeden sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca; öncelikle birleşen davada, 1086 sayılı HUMK’nın 166 vd ( 6100 sayılı HMK’nın 95 ve 96) maddeleri uyarınca davacı vekilinin eski hale getirme isteminin kabul edilerek işin esasının incelenmesi, her iki davada son kayıt maliki ……….’nün TMK’nın 1023. maddesi uyarınca iyiniyetli olup olmadığı yönünden yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak tarafların delillerinin eksiksiz toplanması, tanıkların dinlenmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Asıl ve birleşen davada davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.