Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/7709 E. 2015/8203 K. 03.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/7709
KARAR NO : 2015/8203
KARAR TARİHİ : 03.06.2015

MAHKEMESİ : NEVŞEHİR 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 23/12/2013
NUMARASI : 2011/349-2013/762

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, yurtdışında çalıştığını, ortak mirasbırakan babası Muharrem’in ölümü üzerine miras işlemlerini gerçekleştirmesi için vekil tayin ettiği annesi davalı Döndü’nün, üzerinde üç daire bulunan dava konusu ….. ada 3 parsel sayılı taşınmazdaki 3/8 miras payını, kendi payı ile birlikte davalı Bektaş’a satış suretiyle temlik ettiğini işlemin muvazaalı olduğunu, payının satışına muvafakatı olmadığını ileri sürerek, öncelikle 3/8 miras payına ilişkin satış işleminin muvazaa nedeniyle iptali ile adına tesciline, olmazsa vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 37.500,00 TL’nin yasal faizi ile birlikte davalı Döndü’den alınarak kendisine ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Döndü, davacının, dava konusu yeri daha önceden diğer davalı Bektaş’a devretmek istediğini fakat tapuda işlemlerin yarım kaldığını, davacı yurt dışına çıktığı için önceden verdiği vekaletname ile tarafından satış işleminin yapıldığını davalı Bektaş, davacı, 2003 yılında Türkiye’de iken devir yapmak üzere tapu müdürlüğüne müracaat ettiklerini, işlemlerin tamamlanıp imza aşamasına gelindiğinde taşınmazın halen arsa olarak görünmesinden dolayı işlem yapılamadığını, davacının akabinde yurt dışına gittiğini, 2005 yılında vekaleten satış işleminin gerçekleştirildiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı tanığı Bektaş’ın, 2003 yılında davacının ve davalıların işlem yapmak için Nevşehir Tapu Sicil Müdürlüğüne geldiklerini, yine davalı tanığı N.. Y..’ın tarafların murisinin ölmeden önce taşınmazları paylaştırdığını davacı ve davalıyı anlaştırdığını beyan ettiği, bu beyanlar doğrultusunda davacının dava konusu taşınmaz üzerinde hak iddia edemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Tarafların ortak murisleri Muharrem’den intikal eden dava konusu ….. ada, 3 parsel sayılı arsa vasfındaki taşınmazda, davalı Döndü’nün, kendisine aseleten davacıya vekaleten miras paylarını 02/09/2005 tarihinde davalı Bektaş’a satış yoluyla temlik ettiği kayden sabittir.
Hemen belertilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara,hukuki nitelendirmeyi yaparak olaya uygulanacak yasa hükümlerini tespit ve tayin etmek mahkemeye aittir.
Somut olayda, dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davacı tarafından vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasıyla eldeki davanın açıldığı görülmektedir.
Ne var ki; Mahkemece, hukuki nitelendirme yapılmaksızın karar verilmiştir. Bilindiği üzere, Türk Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hâl böyle olunca, davada dayanılan vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası yönünden, yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerini toplanması, vekaletin, davacının iradesine aykırı olarak ve zararlandırma kastıyla kullanılıp kullanılmadığının açıklığa kavuşturulması, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki niteleme yapılmaksızın noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacı vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.