Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/7636 E. 2015/8336 K. 04.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/7636
KARAR NO : 2015/8336
KARAR TARİHİ : 04.06.2015

MAHKEMESİ : EDİRNE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/01/2014
NUMARASI : 2011/238-2014/23

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil, olmadığı taktirde tenkis isteğine ilişkin olup, mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar, yaşlı ve beyin travması sonucu felç geçiren mirasbırakanları R.. Ş..’in maliki olduğu 1271 parsel sayılı taşınmazını kızı davalı Şaziye’ye bağış suretiyle temlik ettiğini, onun da taşınmazı düşük bedelle diğer davalılara satış suretiyle devrettiğini, murisin tedavisi ile davacı Mustafa ilgilenmekte iken kısa bir süre murisi yanına alan davalı Şaziye’nin bu dönemde devri sağladığını, okuma yazması olmayan murisin bağış iradesinin bulunmadığını, davalı Onur’un da köylüleri olup, bağışın geçerli olmadığını bilen kişi olduğunu, saklı paylarının ihlal edildiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmadığı taktirde tenkisine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı Şaziye; dava konusu taşınmazı geçerli bir işlemle devraldığını, hibe tarihinde murisin ehliyetinin doktor raporu ile belirlendiğini, iddiaların doğru olmadığını, murisin başka taşınmazları da olup saklı payın ihlal edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Onur, dava konusu taşınmazı davalı Şaziye’den bedelini ödeyerek satın aldığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, murisin ehliyetsiz olduğu iddiasının ispat edilemediği, tenkis hesabı yapılması bakımından verilen kesin süre içinde davacıların gider avansını karşılamadıkları, tenkis davası açılması bakımından yasal sürenin de geçtiği, duyuma dayalı tanık beyanına da itibar edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; mirasbırakan R.. Ş..’in 1921 doğumlu olduğu, çekişme konusu 1271 parsel sayılı taşınmazını 08.09.2004 tarihli akitle şartsız ve bedelsiz olarak hibe suretiyle kızı davalı Şaziye’ye temlik ettiği, murisin 01.11.2005 tarihinde ölümünden sonra davalı Şaziye’nin 11.07.2011 tarihli akitle taşınmazı satış suretiyle diğer davalıya devrettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir.
Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21).
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, 6100 sayılı HMK’nin 282. maddesi gereğince temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca somut olaya bakıldığında, mahkemece murisin sağlığında tedavi gördüğü hastanelerden tıbbi belgelerin temini amacıyla müzekkereler yazıldığı, ardından Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan hibe tarihinde ehliyetli olup olmadığına dair rapor alındığı, anılan adli tıp kurumu raporunda; “taraf tanıklarının beyanları dışında murisin akli durumunu gösteren tıbbi bir belgeye rastlanmadığı, tanık beyanlarına dayalı bilimsel değerde bir karar verilemeyeceği, bu duruma göre, R.. Ş..’in dava konusu devir işleminin gerçekleştiği 08.09.2004 tarihinde hukuki işlem ehliyetine sahip olup olmadığı konusunda tıbbi bir kanaat belirtemeyeceği” nin mütalaa olunduğu görülmektedir.
Öte yandan; mahkemece tıbbı belgelerin temini aşamasında, Özel Trakya Hastanesinin 31.10.2012 tarihli yazısında; R.. Ş..’in rahatsızlığı nedeniyle hastane acil polikliniğine müracaat ettiği, rahatsızlığının acil bölüm doktoru tarafından beyin travması olarak öngörülmesi ve hastanede ‘Nöroşirürji ve Beyin Cerrahisi’ bölümü bulunmadığından her hangi bir kayıt yapılmadan bu bölümlere sahip bir kuruma gitmesinin tavsiye edildiğinin bildirildiği, ayrıca, Edirne Devlet Hastanesinin 22.11.2011 tarihli yazısında, R.. Ş.. adında birden fazla kayıt açıldığı, doğru kayıt için muayene tarihi ve hekim bilgisi gerektiğinin bildirildiği, davacının uzman Doktor M..Y.. bakımından hastaneye yazı yazılması talebinin ise süresinde delil bildirilmediği gerekçesiyle reddedildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, mahkemece, tıbbi belge ve delillerin temini bakımından gerekli hassasiyetin gösterildiğini, araştırma ve incelemenin eksiksiz yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Hâl böyle olunca; muris R.. Ş..’in açık nüfus bilgileri yazılmak suretiyle hastanelere doğru şekilde müzekkere yazılması, murise ait tedavi evraklarının temin edilmeye çalışılması, hangi tarihte beyin travması geçirdiğinin tespit edilmesi, tıbbi belgelerin belirlenebilmesi halinde 2659 sayılı yasanının 7 ve 16. maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan murisin davalı kızına bağış yaptığı 08.09.2004 tarihinde ve ölüm gününde fiil ehliyetine sahip olup olmadığı yönünde rapor alınması, tarafların tüm delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ile yapılacak araştırma neticesinde mirasbırakana ait tedavi evrakları ya da tıbbi belge temin edilemezse de toplanan ve toplanacak deliller ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.