Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/745 E. 2014/7040 K. 03.04.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/745
KARAR NO : 2014/7040
KARAR TARİHİ : 03.04.2014

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.11.2013 Cuma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı N.. T.. geldi davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen asilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, kayden maliki olduğu 1670 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 payını davalının eşinden aldığı 10.000,00 $ borcun teminatı olarak ipotek tesis işlemi yapmak isterken hile sonucunda davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, satış bedeli almadığını, 2000 yılında eşinin böbrek kanseri olması, kendisinin de Parkinson hastalığının bulunması nedeniyle Ankara’ya taşındıklarını, hastalıkların yoğun olduğu dönemde 2005 yılında paraya ihtiyaçları olduğunu, bu nedenle dava konusu taşınmazdaki 2 dairesini daha önce davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, parasını o zaman davalının eşi olan Selahattin Karaalp’ten aldığını, 2007 yılında ise davalının eşinden bu sefer borç para alıp karşılığında senet verdiğini, davalının eşinin senede itimat etmeyip teminat olması bakımından taşınmazın tapu kaydına ipotek tesis edilmesini istediği için tapu dairesinde daha önce hazırlanan işlemlere inanç ve güvene dayalı imza attığını, 3. kat daireyi satış iradesinin olmadığını, taşınmazı dava tarihine kadar itirazsız kullandığını, borcunu ödemek istediğinde davalının eşinin kendisine “borcun yok” dediğinde satışı öğrendiğini, Cumhuriyet Savcılığına davalıyı şikayet ettikten sonra hakkında kira bedeli için icra takibi yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Davalı, dava konusu taşınmazı 1/3’er paylı olarak üç defada bedelini ödeyerek satın aldığını, satışların davacının istek ve iradesi ile yapıldığını, hile iddialarının asılsız olduğunu, davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, satıştan sonra davacının taşınmazı kiracı olarak kullanmaya devam ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmaz payının davalıya temlikinin hile sonucu gerçekleştiği iddiasının ispat edilemediği, davacının 1670 parselin 1/3 payını gerçek satışla davalıya temlik ettiği, daha sonra kiracı sıfatıyla bu yerde oturmaya devam ettiği, kira sözleşmesi altındaki imzanın davacının eli ürünü olduğunun Adli Tıp Kurumu raporu ile belirlendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının çekişme konusu 1670 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 payını 22.08.2007 tarihli akitle satış suretiyle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. Borçlar Kanunu’nun 28/l. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 36/1.) maddesinde açıklandığı üzere, taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Gerçekten de, davacının çekişme konusu taşınmazda daha önce 22.07.2005 ve 09.09.2005 tarihli akitlerle 1/3’er paylarını davalıya satış suretiyle temlik ettiği, üzerinde üç katlı bina bulunan taşınmazın birinci ve ikinci kat dairelerini davalıya teslim ettiği, üçüncü kat daireyi ise Ankara’dan yazları Amasra’ya gittiğinde kendisinin kullandığı, 13.10.2009 tarihinde davalı tarafı Amasra Cumhuriyet Savcılığına dolandırıcılık suçundan şikayet ettikten sonra 21.10.2009 tarihinde davalı tarafın davacı aleyhine 01.09.2007 tarihli kira sözleşmesine dayalı olarak birikmiş kira alacağı için takip başlattığı, dava tarihine kadar da dava konusu pay karşılığı olan daireyi davacının kullandığı görülmektedir.
Öte yandan; Amasra İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/21 esas sayılı dosyasında davacı ile davalı arasında dava konusu yere ilişkin olarak yapıldığı iddia olunan 01.09.2007 tarihli kira sözleşmesi altındaki imzanın davacının eli ürünü olduğu, yazıların ise davacının eli ürünü olmadığının Adli Tıp Kurumu, Fizik İhtisas Dairesinin 01.08.2012 tarihli raporu ile belirlendiği açıktır.
Yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda somut olaya bakıldığında, tarafların daha önceden aynı taşınmaz bakımından alım satım işlemleri yaptıkları, aynı binada komşu oldukları, davacının ve eşinin hasta olup tedavi için Ankara’ya taşındıkları, davacının üçüncü kat daireye ilişkin olan dava konusu taşınmazı kullanmaya devam ettiği, Cumhuriyet Savcılığına şikayet tarihine kadar davalı tarafın davacıdan kira bedeli talep etmediği, davacı tanık beyanları ile davacının dava konusu daireyi malik sıfatıyla kullandığı, bu daire bakımından satışın ve kiracılığın duyulmadığı, davacının daha önce satış işlemi yaptığı ve komşusu olan davalı ve eşine güvenerek tapuda işlem yapmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu, akitteki satış bedelinin düşük olup, davalı tarafın taşınmaz payı karşılığı olacak bedeli davacıya ödediğini ispat edemediği, davacının ipotek tesis etmek isterken hile sonucu taşınmaz payını davalıya devrettiği, alınan borcun teminatı olarak senet tanzim etmek isterken de boş halde kira sözleşmesine imza attığı sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değer-lendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.