Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/5559 E. 2015/8354 K. 04.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/5559
KARAR NO : 2015/8354
KARAR TARİHİ : 04.06.2015

MAHKEMESİ : BURSA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 18/11/2013
NUMARASI : 2012/186-2013/495

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve pay oranında tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan babaları H..B..’e ait olan ….. ada 21 parsel sayılı taşınmazın davalı Remziye’ye verilen vekaletname kullanılmak suretiyle ile davalıya devredildiğini, vekaletnamenin düzenlendiği tarihte murisin şuurunun yerinde olmadığını, davalıların danışıklı hareket ettiklerini ve satış işleminin mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürerek tapu iptali ve miras payları oranında tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Asli Müdahil, temlikin muvazaalı olduğu iddiasıyla payı oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, işlemin gerçek satış olduğunu, davacıların murisle ilgilenmediklerini bildirip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu …. ada 21 parsel sayılı taşınmaz davacılar ile davalı Remziye’nin mirasbırakanı H… B..’e ait iken, Bursa 19. Noterliğince düzenlenen 2.2.2012 tarih, …… yevmiye sayılı vekaletname ile vekil tayin edilen davalı Remziye tarafından 9.2.2012 tarihinde 40.000,00-TL bedelle davalı Ramazan’a satış suretiyle temlik edildiği, murisin 27.2.2012 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacılar, davalı Remziye, asli müdahil Ali ile davaya dahil olunan N.. B..’in kaldıkları, yargılama sırasında mirasçı A.. B..’in, asli müdahale talebinde bulunarak miras payı yönünden de iptal ve tescile karar verilmesini istediği, davaya dahil olunan Necdet’in ise satış işleminin gerçek olduğunu ve davaya dahil olmak istemediğini bildirdiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 65. maddesi ve yerleşik yargıtay içtihatlarında, açılan bir davada dava konusu edilen şey hakkında tarafların dışında hak iddia ederek o şeyin kendisine ait olduğunu ileri süren ve harcını yatırmak suretiyle davaya dahil olan kimse, asli müdahil olarak nitelendirilmektedir. Değinildiği üzere, asli müdahalede dava edilen müddeabih esastır. Anılan müddeabihin dışına çıkılarak dava konusu edilmeyen hususta asli müdahale yoluyla hak talebinde bulunulmasına yasal olanak bulunmamaktadır. Bir başka ifade ile asli müdahale, dava konusuyla bağlantılı olarak tarafların dışında müstakil hak arama durumudur.
Somut olaya gelince, davacıların miras paylarına yönelik açtıkları davada, mirasçı A.. B..’in miras payına yönelik asli müdahale talebinin dinlenemeyeceği dikkate alınmadan karar verilmiş olması doğru değildir. Zira davacıların miras paylarına hasren açtıkları eldeki davanın konusu ile bu mirasçının miras payına yönelik açacağı davanın konusunun diğer bir deyişle müddeabihlerini birbirinden farklı olduğu gözetildiğinde, eldeki davada asli müdahilin talebinin dinlenmesine olanak bulunmamaktadır.
Öte yandan, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Türk Medeni Kanunu’nun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur.
Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu’nun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olayda ise, davacılar murisin işlem tarihinde ağır hasta olduğunu ve şuurunun yerinde olmadığını da iddia etmişler, dinlenen tanıklar da murisin beyin ameliyatı geçirdiğini, bu ameliyattan sonra toparlanamadığını, ziyaretine gidenleri tanımadığını, anlamsız konuşmalar yaptığını beyan etmişlerdir. Oysa mahkemece, ehliyetsizlik iddiası yönünden herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan sonuca gidilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca; öncelikle asli müdahilin talebi müstakil bir dava olarak düşünülüp eldeki davadan tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydının yapılması, eldeki davada hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu, ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenmesi gereğinin ortadan kalkacağı gözetilerek ehliyetsizlik iddiasının öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa mirasbırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, (2659 sayılı Yasanın 7. ve 16. maddesi gereğince) vekaletnamenin düzenlendiği tarihte ve akit tarihinde mirasbırakanın fiil ehliyetine sahip olup olmadığı yönünde rapor alınması, mirasbırakanın ehliyetsiz olduğunun saptanması halinde bir kısım mirasçılar tarafından pay oranında açılan tapu iptal ve tescil davasının dinlenemeyeceğinin gözetilmesi; ehliyetli olduğunun saptanması halinde, murisin bu temlikten haberi olup olmadığının, mal kaçırmayı amaçlayıp amaçlamadığının l.4.1974 tarihli, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca araştırılması, tanık beyanlarının bu doğrultuda değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davalılar vekilinin bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.