Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/3953 E. 2015/3138 K. 03.03.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/3953
KARAR NO : 2015/3138
KARAR TARİHİ : 03.03.2015

Taraflar arasında görülen tapu iptali-tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakiminın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakanın maliki olduğu 20,44,54 ve 93 parsel sayılı taşınmazlarını davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı bedelsiz ve muvazaalı olduğunu, aynı zamanda akit tarihinde hukuki işlem ehliyetinin bulunmadığını ileri sürerek miras payları oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, satış bedelini murise ödediğini belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddiaların kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; mirasbırakanın maliki olduğu çekişme konusu 20,44,54 ve 93 parsel sayılı taşınmazlarını ve dava konusu yapılmayan iki adet taşınmazı ile birlikte 6.5.2011 tarihli resmi akitle davalıya satış suretiyle temlik ettiği, 9.1.2012 tarihinde ölümü üzerine geride mirasçı olarak çocukları davanın tarafları ile dava dışı bir kızı ve iki torununun kaldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, İstanbul Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınan rapora göre mirasbırakanın akit tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğu belirlenerek ehliyetsizlik iddiası bakımından davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;
Bilinmelidir ki; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706. Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; yapılan araştırma ve uygulama sonucu çekişme konusu taşınmazların resmi akitte gösterilen değeri ile o tarihteki gerçek değerleri arasında açık nispetsizlik bulunduğu, murisin ekonomik sıkıntısı ve mal satma ihtiyacının olmadığı, aynı zamanda Bağ-Kurdan emekli olup sosyal güvencesininde bulunduğu, dava konusu taşınmazlarını temlik etmesinin makul ve zorunlu bir sebebinin bulunduğunun tesbit edilemediği, ölümünden sonrada terekesinde başka taşınmaz kaldığına dair bir delil bulunamadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan; her ne kadar temlikten dört gün sanra 10.5.2011 tarihinde murisin Ziraat Bankası şubesindeki hesabına davalı tarafından tarla alım bedeli olarak toplam 8.000,00 TL yatırılmış isede, bu paranın 12.5.2011 tarihinde muris tarafından banka hesabından çekildiği dosya içeriğindeki belgelerle sabittir.
O halde; belirlenen bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde dava konusu taşınmazların mirasbırakan tarafından davalıya temlikinin bedelsiz, muvazaalı ve mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olduğu, murisin bankadaki hesabına paranın yatırılması ve kısa sürede çekilmesinin muvazaalı işlemi gizlemeye ve yasal zemin hazırlamaya yönelik olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle, (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.