Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/20689 E. 2017/2880 K. 24.05.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/20689
KARAR NO : 2017/2880
KARAR TARİHİ : 24.05.2017

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayanan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan babaları …’ın kayden maliki olduğu 4627 parsel sayılı taşınmazı davalı oğlu … ’a satış suretiyle temlik ettiğini, devrin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile mirasçılar adına tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı …, satışın gerçek olduğunu, mirasbırakanın geliri olmadığını, bedelin ödendiğini, terekeden belli miktarda para çıktığını, davalı … ise kendisine herhangi bir devir yapılmadığını, husumet yöneltilemeyeceğini, kendi payının davalı kardeşi … ‘da kalmasını istediğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, mirasbırakanın yaşlı olup, geliri ve maaşının bulunmadığı, çekişme konusu taşınmazı satarak geçimini temin ettiği, murisin ölümünden sonra terekesinden para çıktığı, defin giderlerinin karşılanmasından sonra mirasçılarına 400′ er TL para kaldığı, taşınmazları satın alan davalı …’ın da alım gücünün bulunduğu, taraflar arasında muvazaalı bir satış meydana gelmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’ın 12.09.2006 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları … ve … ’ı bıraktığı, davacıların murisin kız çocukları, davalıların ise erkek çocukları olduğu, davaya konu 4627 parsel sayılı 450m2 avlulu kargir ev nitelikli taşınmazın 21.12.1987 tarihli kadastro işlemi ile mirasbırakan … adına kayıtlı iken, 16.09.2002 tarihli akitle oğlu davalı …’a temlik ettiği, anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706., Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; mirasbırakanın kardeşi olan tanık Havva’nın beyanlarından, …’ın hasta olduğu, ölümünden iki gün önce yaptığı görüşmede “dava konusu evi … ’a verdiğini, evin karşılında … ’dan herhangi bir para almadığını, … ’ın kendisine bakmadığını, kovaladığını, ölmezzse evi geri alacağını söylediğini” beyan ettiği, zabıta araştırmasında mirasbırakanın tek başına yaşadığı, oturduğu evi dışında başkaca malvarlığı bulunmadığı, bir işte çalışmadığı, Sosyal Güvenlik Kurumu yazı cevabında, mirasbırakanın 01.04.2000 yılından itibaren ölümüne kadar yaşlılık aylığı aldığı, Kaymakamlık yazısında ise 30.03.2000 tarihinden sonra muhtaç aylığı aldığı, her ne kadar davalının alım gücü bulundu dosya kapsamıyla anlaşılmakta ise de mirasbırakanın davalı … dışında geride başka çocuklarının da bulunduğu ve temlike konu edilen taşınmazın mirasbırakanın tek malvarlığı olup, bir kimsenin ikamet ettiği ve tüm malvarlığını teşkil eden taşınmazını elden çıkarmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğünü söyleyebilme olanağı yoktur.
Açıklanan somut bulgular ve olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanın taşınmazı temlikteki gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan; davalı … 09.04.2013 tarihli cevap dilekçesine, davaya konu taşınmazla bir ilgisinin bulunmadığını, kendisine yapılan herhangi bir temlik olmadığını, davacıların kendilerini davalı olarak gösterilmesinin yersiz olduğunu, muris muvazaası bulunması halinde dahi üzerine intikal edecek payın diğer davalı üzerinde bırakılmasını belirttiği, bu davalı yönünden herhangi bir temlik bulunmadığından husumetten ret kararı verilmesi gerektiği açıktır.
Hâl böyle olunca, öncelikle 16.09.2002 tarihli satış akdinin merciinden temini davalı …’ün yargılama sırasındaki beyanı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi, gerekirken delillerin taktirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.
Davacılar vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.