Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2014/1946 E. 2015/60 K. 12.01.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/1946
KARAR NO : 2015/60
KARAR TARİHİ : 12.01.2015

MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 2099 ada, 11 parsel sayılı taşınmaza inşaat yaptırması, yola veya yeşil sahaya terk gerektiğinde takrir verebilmesi için kardeşi olan davalıyı vekil tayin ettiğini davalının vekâlet görevini kötüye kullanarak dava konusu taşınmazı 24.06.2008 tarihinde dava dışı karısı Senem’e devrettiğini, 22.12.2008 tarihinde ise üzerine aldığını, herhangi bir bedel ödenmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, satış işleminin usulüne uygun olarak düzenlenen vekaletnameye istinaden gerçekleştirildiğini ve bedeli davacıya ödediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ………….’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Davacı kayden maliki olduğu 2099 ada 11 parsel sayılı taşınmaza inşaat yaptırması, yola ve yeşil sahaya terk gerektiğinde takrir verebilmesi için kardeşi olan davalıyı vekil tayin ettiğini, davalının vekalet görevini kötüye kullanmak suretiyle dava konusu taşınmazı önce 24.06.2008 tarihinde karısı ………..’e devrettiğini, daha sonra 22.12.2008 tarihinde satış suretiyle kendi üzerine devraldığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı taşınmazı parasını ödemek suretiyle satın aldığını, yapılan satışın gerçek satış olduğunu, vekâlet görevinin kötüye kullanılmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Dava vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine dayanan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalı taşınmaz bedelini ödediğini ileri sürdüğüne göre savunmasını HMK’nun 200.maddesi uyarınca ancak yazılı belge ile yada aynı kanunun 202.maddesi kapsamında delil başlangıcı var ise tanıkla ispat edebilecektir.
Dosya içeriği ve tüm dosya kapsamından, davalının muhtelif tarihlerde EFT yoluyla davacıya toplam 50.160.-TL para gönderdiği, mahkemece yapılan keşif sonrasında alınan bilirkişi raporunda belirlenen arsa bedeli ile gönderilen paranın uyum sağladığı, bu hususun mahkemeninde kabulünde olduğu, bunun aksininde aynı kuvvette bir delille kanıtlanamadığına göre mahkemece davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmediğinden reddi ile usule ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 3.40.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 12.01.2015 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
-KARŞI OY-
Davacı, davalı kardeşini Bursadaki 11 nolu parseline inşaat yapması ve bu işle ilgili işlemleri gerçekleştirmesi için vekil tayin ettiğini ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazı önce eşine temlik edip bilahare satın alma yolu ile adına tescil ettirdiğini ileri sürüp iptal tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı cevap dilekçesinde usulüne uygun vekaletname ile taşınmazı eşine sattığını, davacının ancak satış bedelini isteyebileceğini kaldı ki bedeli de davacıya ödediğini bildirip davanın reddini savunmuş, bilahare taşınmazı kendi parası ile satın aldığı halde Maliyeye olan borcu nedeniyle davacı adına tescil ettirdiğini binayı da kendi parası ile yaptırdığını bu nedenle vekaletnameyi kullanarak taşınmazı adına tescil ettirdiğini bildirmiştir.
Davacının 24.3.2005 tarihinde Bursa 7. noterliğinde düzenlenen vekaletname ile maliki olduğu 11 sayılı parselle inşaat yaptırması, bununla ilgili işlemleri gerçekleştirmesi için satış yetkisi de içerir biçimde davalıyı vekil tayin ettiği, davalının taşınmazı vekâletten 24.6.2007 tarihinde eşi Senem’e 16.500 lira bedelle satış suretiyle temlik ettiği, Senemin de 22.12.2008 tarihinde yine 16500 lira bedelle davalıya aktardığı kayden sabittir.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; “Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Her ne kadar davalı taşınmazı satın alıp davacı adına tescil ettirdiğini savunmuş ise de, bu savunmanın 05.02.1947 gün 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanabileceği kuşkusuzdur. Öte yandan aslolan arz olup, binanın bütünleyici parça ve arzın mülkiyetine tabi olduğu kuralı karşısında davalı ancak binanın yapımından dolayı harcadığı paraları isteyebilecektedir.
Bir başka hususta çekişmeli taşınmazın temlikinde kullanılan vekaletnamenin geçerli olduğu açıktır. Ancak temlikin doğru ve sağlıklı olduğunun kabul edilebilmesi için vekâletnamenin geçerli olması yanında taşınmazın gerçek yada gerçeğe yakın bir bedelle temlik edilmesi asıldır. Çok düşük, sembolik bedelle yapılan intikalde malikin zararlandırıldığı kabul edilmelidir.
Somut olayda her iki temlikte gösterilen bedel de 16.500 lira olup, mahkemece taşınmazın vekâletname verildiği tarihteki ve dava tarihindeki bedelleri belirlenmiş, akit tarihlerindeki bedelleri belirlenmemiştir.
Hâl böyle olunca, binanın arzın bütünleyici parçası olduğu gözetilerek üzerindeki bina ile birlikte akit tarihlerindeki değerinin belirlenmesi davalı tarafından değişik tarihlerde davacıya 50.160 liranın satış bedeli olarak mı yoksa davacı tarafından hayvan alınması için mi gönderildiğinin tanıklardan yeniden sorulması, satış bedeli olduğunun belirlenmesi halinde saptanacak bedelle kıyaslanarak davacının zararlandırılıp zararlandırılmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi için kararın bozulması düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılamıyoruz.