YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/22356
KARAR NO : 2014/15501
KARAR TARİHİ : 13.10.2014
MAHKEMESİ : TOSYA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 25/04/2013
NUMARASI : 2009/128-2013/57
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar ve davalı Gülşen vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
Mahkemece, 250 ada 14 parselin ölünceye kadar bakma akdi ile davalı Gülşen’e devredildiği ve adı geçenin murise baktığı gerekçesiyle bu parsel yönünden davanın reddine, 250 ada 15 parsel yönünden ise muvazaa iddiasının kanıtlandığı gerekçeyle bu taşınmaz bakımından davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların mirasbırakanı İbrahim’in dava konusu 250 ada 14 ve 15 parsel sayılı taşınmazların geldisi olan 250 ada 9 parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını 28.12.1995 tarihinde kızı olan davalı Gülşen’e satış suretiyle devrettiği, 250 ada 9 parselin ifrazı ile oluşan 250 ada 14 ve 15 parsel sayılı taşınmazlarda muris ve davalı Gülşen’in 1/2’şer oranda paydaş oldukları, murisin 250 ada 14 parseldeki payını 26.06.1997 tarihinde Gülşen’e satış suretiyle temlik ettiği, Gülşen’in parselde tam malik olduktan sonra 20.09.2005 tarih ve 2014 yevmiye sayılı resmi senetle taşınmazı tekrar satış suretiyle murise devrettiği, yine aynı gün murisin bu kez 2015 yevmiye sayılı resmi senet ile 14 sayılı parsel ölünceye kadar bakma akdi ile davalı Gülşen’e temlik ettiği, davacıların anılan devirlerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları, murisin 19.02.2006 tarihinde öldüğü ve geride mirasçı olarak davacı çocukları Ş. M.ve E. ile davalı çocukları G.G.ve Şü. kaldığı, Şü..ın da 30.07.2012 tarihinde ölümü ile mirasçısı olarak çocukları E. .ve M. kaldığı anlaşılmaktadır.
.Bilindiği üzere; Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince, davada ileri sürülen ehliyesizlik iddiası ile ilgili yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
. Hal böyle olunca, öncelikle eyliyetsiz olduğu iddia edilen muris İbrahim’e ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film, grafiler vs. toplanarak Adli Tıp Kurumundan rapor alınması, ehliyetli olduğunun saptanması halinde diğer istek üzerinde durulması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.