Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2013/21946 E. 2014/12673 K. 01.07.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/21946
KARAR NO : 2014/12673
KARAR TARİHİ : 01.07.2014

MAHKEMESİ :. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

K A R A R
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve mirasbırakan adına tescil; mümkün olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, mirasbırakan … tarafından …. 10.Noterliğinin 21.01.2010 tarihli ölünceye kadar bakma akdiyle çekişme konusu461 ada 34 parsel sayılı bahçeli kargir ev niteliğindeki taşınmazın davalıya temlik edildiği ve 27.01.2010 tarihinde davalı adına tapuda tescil edildiği, 30.05.2012 tarihinde ölen mirasbırakanın geride mirasçı olarak çocukları olan davanın taraflarının kaldığı, davacıların, temliki işlemin muvazaalı ve mal kaçırma amaçlı olup, bakım yükümlülüğünün yerine getirilmediği ve ayrıca mirasbırakanın akli melekelerinin yerinde olmadığı iddiasıyla tapu iptali ve mirasbırakan adına tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulundukları, mahkemece, temlikin ivazlı akitlerden sayılan ölünceye kadar bakma akdine dayalı olup, davalının bakım yükümlülüğünü yerine getirdiği, muvazaa olgusunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) bildirmekle yükümlüdür (6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 119/1-e). Aynı Kanunun 25, 26 ve 31. maddelerinin buyurucu nitelikteki hükümlerinde belirtildiği üzere Hakim Medeni Kanunda açıklanan ayrıcalıklar dışında, davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağlı olup, bunlar dışına çıkamaz ve inceleme yapıp karar veremez. Ancak, davada ileri sürülen olaylar belirsiz (müphem) veya çelişkili ise, belirsiz veya çelişkili gördüğü iddia veya sebepler (vakıalar) hakkında açıklama isteyebilir.
Hemen belirtmek gerekir ki, hakim yukarıda değinildiği gibi davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, HMK’nin 33.maddesi uyarınca ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgulara göre hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.
Öte yandan, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim Yargıtay içtihatları bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Bu halde mahkemece önem sırası dikkate alınmak suretiyle herbir hukuki sebep yönünden araştırma yapılması zorunludur.
Ehliyetsizlik iddiası kamu düzeni ile ilgilidir. Davada, murisin temlik tarihinde ehliyetsizliği iddia edildiğine göre ehliyetsizlik iddiasının re’sen dikkate alınması ve incelenmesi gerekir. Yapılacak inceleme sonunda kayıt malikinin ehliyetli olduğunun saptanması halinde ise, davada dayanılan diğer sebepler yönünden gerekli araştırma yapılması gerekeceği kuşkusuzdur. Mahkemece, ehliyetsizlik iddiası bakımından araştırma yapılmaksızın muvazaa bakımından hüküm kurulması yoluna gidilmiştir.
Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde ehliyetsizlik yönünden bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip murisin hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde diğer iddia üzerinde durularak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacılar vekilinin açıklanan yönler itibariyle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.