Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2013/18998 E. 2014/5977 K. 19.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/18998
KARAR NO : 2014/5977
KARAR TARİHİ : 19.03.2014

MAHKEMESİ : ÇAYCUMA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/01/2013
NUMARASI : 2011/432-2013/23

Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..’nın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-
Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; dava konusu tarla niteliğindeki 56 parsel sayılı taşınmazda 1/6 payın davacı, 5/6 payın ise davalı şirket adına kayıtlı olduğu görülmektedir.
Davacı, paydaşı olduğu 56 parsel sayılı taşınmaza davalı şirketin ağaç dikmek suretiyle taşınmazın tamamını kullandığını, kendi payını kullanmasına engel olunduğunu ileri sürerek payına yönelik elatmanın önlenmesi isteği ile eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini her zaman isteyebilir. Hatta elbirliği mülkiyetinde dahi paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine elatmanın önlenilmesi davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı elatmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre, payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya ortaklığın satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.
Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir.
4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237, Tapu Kanununun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Ne var ki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş yada fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak (fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya ortaklığın satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, “ahde vefa” kuralının yanında TMK’nin 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pek çok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır.
O halde, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planın olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, TMK’nin müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir.
Somut olaya gelince; mahkemece yapılan keşif sonucu çekişme konusu taşınmazında içinde olduğu komşu parselleride kapsayacak şekilde etrafının beton direk ve tel çit ile çevrildiği, 56 parsel içine düzenli olarak dikilmiş ve bakımı yapılmış 60 adet 7-8 yaşlarında meyve ağaçlarının bulunduğu, ağaçların M. G. tarafından dikildiği mahalli bilirkişi, tanık anlatımları ve bilirkişi raporlarından anlaşılmaktadır.
Öte yandan, dava dilekçesinde husumetin davalı şirketi temsilen M. G.’e yöneltildiği, dosya içinde bulunan ve 22.2.2011 tarihinde noterlikten alınan belge ve diğer kayıtlara göre de davalı şirketi temsile yetkili olanlardan birisininde M. G. olduğu ve aynı zamanda şirketin yönetim kurulu başkanı bulunduğuda sabittir.
Bu durumda, davanın şirket aleyhine açılıp şirketi temsile yetkili M. G.’in şirket adına çekişme konusu taşınmazı kullandığı kuşkusuzdur.
O halde; paydaşlar arasında fiili kullanma biçiminin oluşmadığı harici bir taksimin de yapılmadığı, davacının kullanabileceği başkaca bir yerde bulunmadığına göre davacı bakımından intifadan men koşulunun gerçekleştiği gözetilerek davacının payı oranında davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.