Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2013/11340 E. 2014/12686 K. 01.07.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/11340
KARAR NO : 2014/12686
KARAR TARİHİ : 01.07.2014

MAHKEMESİ : BİSMİL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/04/2013
NUMARASI : 2010/726-2013/325

Taraflar arasında görülen tapu iptal tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 1.7.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat M.E. A. ile temyiz edilen vekili Avukat S.R. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi . tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazlardaki pay temliklerinin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan Şaban’ın 04.06.2010 tarihinde öldüğü, davacının mirasbırakanın kızı, davalının oğlu ve gelini olduğu, 07.04.2010 tarihli resmi akit ile, mirasbırakana vekaleten dava dışı Şaban Özbek’in dava konusu 22,25,26,27 ve 29 parsel sayılı taşınmazlardaki murisin paylarını davalılara eşit paylarla satış suretiyle temlik ettiği, davacıların anılan temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Her ne kadar mahkemece temliklerin mal kaçırma amaçlı olduğu ve muvazaalı kabul edilerek iptal ve tescile karar verilmiş ise de, Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmüne, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmüne yer verilmiş olup, davacının iddiasını ispatla mükellef olduğu kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; davacı taraf dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olup, mahkemece 28.01.2011 tarihli celsede bu yönde süre verilmiş, ancak davacı tarafça tanık bildirilmemiş, mahkemecede bu hususta kesin süre verilmemiştir. Davacı tanık dinletmekten de vazgeçmiş değildir. Mevcut haliyle muvazaa iddiasının kanıtlanabildiğini söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, muvazaa ididasının yukardaki ilkeler uyarınca incelenmesi, davacıya tanık dinletme olanağının tanınması, tanık bildirdiği takdirde yöntemine uygun olarak dinlenmesi, temliklerin 07.04.2010 tarihinde yapıldığının, mirasbırakanın 04.06.2010 tarihinde öldüğünün gözetilmesi, satış nedeniyle terekeye para girip girmediğinin, girmişse nereye harcandığının açıklığa kavuşturulması ve varılacak sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Kabule göre de, 22 parsel sayılı taşınmazda 39/960 pay yerine, 78/960 payın iptal ve tesciline karar verilmiş olmasıda isabetsizdir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 1.7.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.