Yargıtay Kararı 1. Hukuk Dairesi 2011/12849 E. 2012/2390 K. 06.03.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/12849
KARAR NO : 2012/2390
KARAR TARİHİ : 06.03.2012

MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/07/2011
NUMARASI : 2008/336-2011/240
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, miras bırakanın .. ada ..parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan bir daireyi eşi E..’ye, bir adet dubleks dairenin tamamı ile işyerinin ½ payını diğer davalı M..’ya satış suretiyle temlik ettiğini, M..’nın ise diğer davalıya danışıklı olarak devrettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptali ile muris adına tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, iddiaların yerinde olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, miras bırakanın yapmış olduğu temliklerin mirasını paylaştıma amaçlı olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili ile davalılar M..a ve E.. vekilince tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 06.03.2012 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat N.. C.. geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz edenler vekili Avukat ile temyiz edilen vekili Avukat gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakanın, üzerinde bina olan ancak kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurulmamış arsa nitelikli 13 parselde 131/872 payını davalı M..’ya, 36/872 payını ise diğer davalı E..’ye 21.12.2006 tarihli resmi akitle satış suretiyle temlik ettiği, 6.10.2008 tarihinde ise davalı M..’nın payını diğer davalı M..’e aynı şekilde tapuda devrettiği, murisin mirasçı olarak davalı eşi E.. ile birlikte müşterek çocukları davacı kızı ve davalı M..’nın kaldığı anlaşılmaktadır.
Davacı, miras bırakanın yapmış olduğu temkliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmış; mahkemkece, murisin temlikteki iradesinin mirasçıları arasında denkleştirme olduğu mal kaçırma olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l–4–1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, miras bırakan tarafından sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; her ne kadar miras bırakanın dava dışı ..parselde 1 nolu dükkan nitelikli taşınmazı 1991 yılında satış suretiyle ve .. parselde 17 nolu mesken nitelikli taşınmazı 1982 yılında bağış suretiyle davacıya temlik etmiş ise de, dosyada bulunan adi yazılı belge ve bir kısım tanık beyanlarından, 6368 parseldeki 1 nolu dükkan nitelikli taşınmazın davacının eşinin sermaye koyarak muris ile birlikte inşaat işi yaptıkları ve bu ortak iş karşılığında anılan taşınmazın davacıya tapuda devredildiği anlaşılmaktadır. Davacıya bağışlanan .. parseldeki 17 nolu meskenin değeri ile davalılara devredilen payların değeri arasında aşırı oranda fark olduğuda keşfen saptanmıştır. Diğer taraftan, çekişmeli taşınmazdaki paylar haricinde murisin davalı Mustafa’ya dava dışı başka taşınmazlarıda temlik ettiği kayden sabittir.
O halde; dosyada toplanan delillere, yukarıda değinilen ilkeler ışığında bakıldığında, miras bırakan tarafından davacı kız çocuğuna yapmış olduğu temlikler ile davalı eşi ve erkek çocuğuna yapılan temliklerin miktarları ve değerleri birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın gerçek iradesinin sağlığında hak dengesini gözeterek, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmak olmadığı, asıl amacının davalılar E.. ve M..’nın terekeden daha fazla yararlanmasını sağlama, yani mal kaçırma iradesi bulunduğu sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda, davalı M..’nın diğer davalı M..’e yaptığı temlikin geçerli olup olmadığı önem arzetmektedir.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca; davalı E..’ye yapılan temlik nedeniyle açılan davanın kabulüne, ikinci el konumundaki davalı M.. yönünden ise değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru olmadığı gibi, kabule göre de; yargılama sırasında harcı tamamlanan değer üzerinden davalılar lehine nispi avukatlık ücreti tayin ve takdir edilmesi gerekirken eksik vekalet ücretine hükmedilmesi ayrıca davalıların yaptıklarını ileri sürdükleri giderler konusunda bir karar verilmemesi de isabetli değildir.
Davacı ile davalı E.. ve M.. A..’ın temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.12.2011 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davacı vekili için 900.00.-TL. duruşma avukatlık parasının yine temyiz eden duruşmaya katılmayan davalılardan alınmasına, 06.03.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.