Yargıtay Kararı 1. Ceza Dairesi 2022/1153 E. 2022/4489 K. 06.06.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 1. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2022/1153
KARAR NO : 2022/4489
KARAR TARİHİ : 06.06.2022

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
HÜKÜMLER : İstinaf başvurusunun esastan reddi kararı
TEMYİZ EDENLER : Sanık müdafileri, katılanlar vekili
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

Her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim olunan, 01.02.2022 tarihli ve 2021/158024 sayılı Tebliğname ile sanık … hakkında, katılan sanık …’a karşı kasten yaralama suçundan İlk Derece Mahkemesince verilen karara karşı istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen karara yönelik temyiz talebinin reddine karar verilmesi yönünde görüş açıklanmış ise de katılan sanık … müdafilerinin istinaf başvuru dilekçe içeriklerinden açıkça anlaşıldığı üzere sanık … hakkında …’e karşı İlk Derece Mahkemesince verilen beraat kararı aleyhine istinaf yoluna başvurdukları; ancak, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından istinaf incelemesinin sanık … hakkında kasten öldürme suçuna münhasır yapıldığı, … müdafilerinin, katılan sıfatıyla sanık … hakkında verilen karara yönelik istinaf taleplerinin incelenmediği belirlenmiş ise de Bölge Adliye Mahkemesince bu hususta her zaman bir karar verilmesinin mümkün olduğu kabul edilmekle, temyiz incelemesi, sanık … hakkında kasten öldürme suçundan verilen karara münhasır kılınmıştır.

İlk Derece Mahkemesince sanık hakkında kasten öldürme suçundan kurulan hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenlerin hükmü temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçelerinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.

Sanık müdafileri ve katılanlar vekilinin duruşmalı inceleme taleplerinin, 7079 sayılı Kanun’un 94 üncü maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanun’un 299 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği takdîren reddine karar verilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesinin, 08.07.2021 tarihli ve 2020/254 Esas, 2021/219 Karar sayılı kararıyla sanık hakkında, kasten öldürme suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 81 inci maddesinin birinci fıkrası, 62 nci maddesinin birinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci fıkrası ve 63 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına ve mahsuba karar verilmiştir.

2. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin, 11.11.2021 tarihli ve 2021/1463 Esas, 2021/1518 Karar sayılı kararıyla sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik katılanlar vekili ve sanık müdafilerinin istinaf başvurularının, 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.

3. Dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim olunan, 01.02.2022 tarihli ve 2021/158024 sayılı, sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği haksız tahrik hükmü uyarınca alt sınırdan indirim uygulanmasının uygun olacağı düşüncesiyle bozma görüşlü Tebliğname ile Daireye tevdi edilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
A. Katılanlar Vekilinin Temyiz Sebepleri
Sanığın eylemini, 5237 sayılı Kanun’un 82 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında tasarlayarak işlediğine, bu itibarla suç vasfının hatalı belirlendiğine ilişkindir.
B. Sanık Müdafilerinin Temyiz Sebepleri
Sanık müdafiilerinin, hükmün hukukî yönüne ilişen temyiz sebepleri;
1. Sanığın eyleminin, 5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında meşru savunma ya da 27 nci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru savunmada sınırın aşılması sınırlarında kaldığına,
2. Sanığın kastının öldürmeye yönelik olmaması sebebiyle eyleminin, 5237 sayılı Kanun’un 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası gereği kasten yaralama neticesinde ölüme sebebiyet verme ya da aynı Kanun’un 85 inci maddesinin birinci fıkrası gereği taksirle öldürme suçunun kanunî unsurlarını taşıdığına,
3. Sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği haksız tahrik hükmünün uygulanması gerektiğine,İlişkindir.
III. OLAY VE OLGULAR
Temyizin kapsamına göre;
A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
1. Sanık ile maktulün aynı mahallede ikamet ettikleri ve birbirlerine komşu oldukları, olay günü araç park edilmesi meselesi sebebiyle tartışmaya başladıkları, sanığın önce aynı mahallede ikamet eden tanık Ş.A. ile tartıştığı ve ona küfür ettiği, sanığın mahallede hakaret içerikli cümleler sarf etmeye devam ettiği, küfür etmemesi için uyarıldığı, ancak sanığın uyarıları dikkate almayarak küfür ve hakaretlerine devam ettiği, daha sonra olaya maktulün müdahil olduğu, maktul ile sanığın tartışmaya başladıkları, sanığın, maktul ve temyiz dışı sanık …’a ve mahalle sakinlerine sinkaflı küfürler ettiği, ardından maktulün elinde sopayla geldiği, tarafların birbirlerini darp etmeye başladıkları, sanığın elindeki bıçak ile maktulün göğüs bölgesine saldırdığı ve onu kalbinde yaralanma meydana gelecek şekilde bıçakladığı, maktulün aldığı darbe neticesinde sendeleyerek yere düştüğü, bu sırada sanık ile temyiz dışı sanık …’ın kavgaya tutuştukları ve birbirlerini darp ettikleri, daha sonra olay yerine ambulansın geldiği, ambulans ile hastaneye kaldırılan maktulün aynı gün hayatını kaybettiği belirlenmiştir.
2. Sanığın her aşamada üzerine atılı suçlamayı ikrar ettiği belirlenmiştir.
3. Görgü tanıkları Ş.A., S.O., F.Ş., S.Ö. ve Ş.A.’nın beyanları dava dosyasında mevcuttur.
4. Maktulün kesin ölüm sebebine ilişkin olarak Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi tarafından tanzim olunan, 22.10.2020 tarihli otopsi raporunda;”6a) Dış Muayene:
1-Sol meme başının 1 cm. altında ve hemen iç hizasında 2 cm.’lik üzeri metal süture yara olup süturlar açıldığında oblik seyirli iç açısı dar, dış açısı geniş, iç açısına 0,3 cm. mesafede çentik bulunan 1.5 cm.’lik kesici delici alet yarası olduğu,
Kalp yüzeylerinde septumda apeksin 3 cm. proksimalinde 2×1.5 cm.’lik içerisinde tıbbi materyal bulunan süture alan olup süturlar açıldığında sol ventrikülde hemen septumun yanında ventrikül ile iştiraklı 2 cm.’lik kesici delici alet yarası olduğu, sağ ventrikül ön yüzde 3 adet, dış yüzde 1 adet 0,5 cm.’lik üzeri ip süture alanlar ve süturlar açıldığında epikardda sınırlı kesiler olduğu görüldü. Aortta yer yer hafif seviye yapan aterom plakları görüldü. Sağ koroner arterde hafif seviye yapan aterom plakları izlendi. Sol ana koroner arter, sol ön inen koroner arter ve sol dönen koroner arterler açık bulundu. Sol ventrikül duvar kalınlığı 1,5 cm., sağ ventrikül duvar kalınlığı 0,5 cm. ölçüldü. Aort kapak çevresi 6,5 cm., pulmoner kapak çevresi 6,5 cm., mitral kapak çevresi 8,5 cm., triküspit kapak çevresi 12,3 cm. ölçüldü. Kalp kapaklarında makroskopik patolojik özellik görülmedi. Kalp boşluklarının incelenmesinde sol ventrikül septumda aort kapağa doğru oblik şekilde uzanan 6 cm.’lik kesici delici alet yaralanması olduğu görüldü. Myokard kesitlerinde ön papiller kasta minimal kanama ve septumda kesici delici alet yaralanması boyunca kanama izlendi.
Dış muayenede 1 numarada tarif edilen yarayı oluşturan kesici delici aletin önden arkaya, hafif soldan sağa seyir ile sol 4. interkostal aralıkta ve 5. kostada kesi oluşturarak sol göğüs boşluğuna girdiği, perikardda kesi oluşturarak perikard boşluğuna geçtiği, kalpte yaralanma oluşturarak trasesini sonlandırdığı görüldü.
SONUÇ:
Kişinin ölümünün kesici delici alet yaralanmasına bağlı kot kesisi ile birlikte iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu
…”Görüşünün açıklandığı belirlenmiştir.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
İlk Derece Mahkemesince kabul edilen olay ve olgularda, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bir isabetsizlik bulunmadığı belirlenmiştir.
IV. GEREKÇE
A. Katılanlar Vekilinin Temyiz Sebepleri
1. Katılanlar vekili, sanığın eylemini 5237 sayılı Kanun’un 81 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında tasarlayarak işlediğine, bu itibarla suç vasfının hatalı belirlendiğine ilişkin temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Kasten öldürme suçu 5237 sayılı Kanun’un 81 inci maddesinde; “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş,
“Nitelikli hâller” başlıklı 82 nci maddesinde;
“(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak,
İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
Şeklindeki düzenleme ile tasarlayarak öldürme, kasten öldürme suçunun nitelikli hâlleri arasında sayılmıştır.
3. Gerek madde metninde, gerekse gerekçesinde tasarlama kavramının tanımına yer verilmemiş, bu konunun açıklığa kavuşturulması, öğreti ve yargısal kararlara bırakılmıştır. Öğretide tasarlamayı açıklama bakımından “soğukkanlılık” ve “planlama teorisi” olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Soğukkanlılık teorisine göre, tasarlayarak öldüren şahısta bir soğukkanlılık gözlenmektedir. Bu kişinin başkasını öldürürken hiç heyecan duymamış olması, ondaki ruhsal kötülüğü göstermektedir. Ayrıca fail, öldürme kararını önceden almış olmasına, araya zaman girmiş olmasına karşın, soğukkanlılığını korumuş ve bu karardan vazgeçmemiştir. Planlama teorisine göre ise tasarlama ile işlenen öldürme suçlarında, suç, önceden kararlaştırılmış, hazırlanmış ve planlanmıştır. Bu hazırlık, pusu kurmak, mağduru ya da maktulü bulmak, hile ile öldüreceği yere getirmek şeklinde olabilecektir. Burada fail, önceden aldığı suç işleme kararını gerçekleştirmek için suçta kullanacağı araçları seçip, temin etmekte ve bu suçu nasıl işleyeceği konusunda plan yapmaktadır.
4. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı Kanun) yürürlükte olduğu dönemde, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 09.07.2002 tarihli ve 2002/138 Esas, 2002/301 Karar sayılı kararı ile 03.12.2002 tarihli ve 2002/247 Esas, 2002/414 sayılı kararlarında; “Failin bir kimseye karşı bir suçu işlemeye sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi, suçu işlemeden önce soğukkanlı bir şekilde düşündükten sonra ulaştığı ruhsal sükûnete rağmen kararından vazgeçmeyip ısrarla ve bu akış içerisinde fiilini icraya başlaması hâlinde tasarlamadan söz edilebilir. Tasarlama hâlinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte, ancak tasarladığı suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi fakat bir başka nedenle ve ani bir kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının ne zaman alındığı ve eylemin ne zaman işlendiği mevcut kanıtlarla saptanmalı, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı araştırılmalıdır.” sonucuna ulaşılmıştır.
5. Yerleşik yargısal kararlarda kabul edildiği ve tereddütsüz bir şekilde uygulandığı üzere, tasarlamadan söz edilebilmesi için failin, bir kimsenin vücut bütünlüğü veya yaşam hakkına karşı eylemde bulunmaya sebatla ve koşulsuz olarak karar vermiş olması, düşünüp planladığı suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûnete rağmen bu kararından vazgeçmeyip sebat ve ısrarla fiilini icraya başlaması ve gerçekleştirmeyi planladığı fiili, belirlenmiş kurgu dâhilinde icra etmesi gerekmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.04.2013 tarihli ve 2013/3 Esas, 2013/144 Karar sayılı kararı, 26.06.2012 tarihli ve 2012/67 Esas, 2012/258 Karar sayılı kararı, 12.06.2012 tarihli ve 2012/560 Esas, 2012/227 Karar sayılı kararı, 25.01.2011 tarihli ve 2011/122 Esas, 2011/7 Karar sayılı kararı, 16.02.2010 tarihli ve 2010/251 Esas, 2010/25 Karar sayılı kararı, 02.02.2010 tarihli ve 2010/239 Esas, 2010/14 Karar sayılı kararı, 15.12.2009 tarihli ve 2009/200 Esas, 2009/290 Karar sayılı kararı, 03.10.2006 tarihli ve 2006/30 Esas, 2006/210 Karar sayılı kararı, 13.11.2001 tarihli ve 2001/239 Esas, 2001/247 Karar sayılı kararı ile 28.04.1998 tarihli ve 1998/117 Esas, 1998/155 Karar sayılı kararı da bu doğrultudadır.
6. Tasarlama hâlinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında sükûnetle düşünebilmeye yetecek kadar bir süre geçmektedir. Fail bu süre içinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte ve suçu işlemekten vazgeçmemektedir. Failin suçu işlemekten vazgeçmesi ve fakat bir başka nedenle ve bir başka ani kararla fiili işlemesinde tasarlamadan söz edilemez. Suç işleme kararının hangi düzeydeki eylem için ve ne zaman alındığı ile eylemin şarta bağlı olmayan bu kararlılıktan ne kadar zaman geçtikten sonra işlendiği mevcut delillerle belirlenmeli, suç kararıyla eylem arasında geçen zaman dilimi içerisinde ruhi sükûnete ulaşılıp ulaşılamayacağı değerlendirme konusu yapılmalıdır.
7. Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ani gelişen olayda sanığın maktulü öldürme kararını önceden verdiğine, bu kararı verdikten sonra aradan soğukkanlılığa kavuşacak kadar makul bir süre geçmesine rağmen öldürme kararında sebat ettiğine ilişkin dava dosyasına yansıyan bir durumun bulunmadığı anlaşılmakla, Mahkemece sanığın eyleminin, 5237 sayılı Kanun’un 81 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kabul edilmesinde hukuka aykırılık bulunmamıştır.
B. Sanık Müdafilerinin Temyiz Sebepleri
1. Meşru Savunma ve Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
1. Sanık müdafilerinin, sanığın meşru savunma koşulları altında kendini koruma saikiyle hareket ettiğine yönelen temyiz sebebinin incelenmesinde öncelikle, 5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında yer verilen meşru savunma ve aynı Kanun’un 27 nci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında sınırın aşılması hukukî müesseselerinin sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir.
2. Meşru savunma, 5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrasında;
“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
Şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
Bahse konu hüküm gereği meşru savunma kurumunun uygulanabilirliği için saldırının, korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması yeterlidir. (5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin gerekçesi: “Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir. … Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.” açıklamalarına yer verilmiştir.)
Öğretide; “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, 3. Bası, …, 2006, s.364.); “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2014, s.307.); “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (… Yaşar, … Tahsin Gökcan,… Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2. Bası, …, 2014, s.697.) şeklinde ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında; “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eş zamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.
Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere;
5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
a) Saldırıya ilişkin şartlar:
i) Bir saldırı bulunmalıdır.
ii) Bu saldırı haksız olmalıdır.
iii) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
iv) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.
b) Savunmaya ilişkin şartlar:
i) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
ii) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
iii) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Olayın meşru savunma içerisinde gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için saldırıya ilişkin şartların yanında savunmaya ilişkin de şartların oluşması gerekmektedir. Savunmada zorunluluk bulunsa da savunmanın saldırı ile orantılı olması gerekir. Bu orantılılık belirlenirken saldırının yer ve zamanı, saldıran kişinin o anki durumu savunmada bulunan buna uygun bir tepki verip vermediği değerlendirilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; sanığın önce tanık Ş.A.’ya hitaben küfürlü sözler sarf ettiği, akabinde mahalle sakinlerini rahatsız edecek şekilde küfürlü sözcükler sarf ettiği, küfür etmemesi konusunda uyarıldığı hâlde bu hareketlerine devam ettiği, maktulün elinde bulunan sopa ile dışarı çıktığı, tanık anlatımlarına göre maktul tarafından sanığa yönelik herhangi bir davranış gerçekleştirilmeden sanığın atik davranarak maktulü sol göğüs kısmından yaraladığı, sanığın eylemi neticesinde maktulün kalbinden yaralandığı, sanığın bu şekilde gerçekleştirdiği eylemi nazara alındığında, suçta kullanılan aletin kullanılış biçiminin ve ölçüsünün saldırı tehdidini sona erdirip tehlikeyi uzaklaştırmaya yeter düzeyde kaldığının kabulü mümkün görülmemektedir. Henüz saldırıya uğramamış olan sanığın, saldırı tehlikesine karşı ölçüsüz bir biçimde savunmada bulunduğu, karşı karşıya kaldığı saldırı tehlikesine kıyasla çok ağır bir sonuca yol açacak şekilde karşılık verdiği, bu şekilde gerçekleştirdiği eylem ile ceza sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
3. 5237 sayılı Kanun’un 27 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, savunma ile orantılılık ilkesinin ihlâl edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, sınırın aşılması söz konusu olabilmektedir. Sanığın eyleminin, bu yönüyle de değerlendirilmesi gerekir.
Somut olayda; maktulün de aralarında bulunduğu mahalle sakinini, yüksek sesle küfür ederek rahatsız eden ve bu konuda uyarılmasına rağmen eylemine devam eden sanık ile maktul arasında herhangi bir sözlü diyalog geçmeden maktulün elindeki sopa ile dışarı çıktığı, yine aralarında herhangi bir konuşma geçmeden sanığın, elindeki bıçak ile maktulün kalbine isabet edecek şekilde yaraladığı ve maktulün, kaldırıldığı hastanede, sanığın eylemi neticesinde meydana gelen kalp kesisi nedeniyle hayatını kaybettiği, sanığın, suçta kullandığı bıçağı kullanış biçimi açısından bakıldığında, maktulü kalbine isabet edecek şekilde sol göğüs bölgesinden yaralamak dışında da haksız saldırı tehlikesini defedebilecek durumda olmasına rağmen orantısız biçimde hareket etmesi nedeniyle sanığın eyleminin, 5237 sayılı Kanun’un 27 nci maddesinin ikinci fıkrasının koşullarını aştığı belirlenmekle, hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.
2. Sanığın Kastının Öldürmeye Yönelik Olmadığı
Maktul hakkında tanzim olunan ve Olay ve Olgular başlığı altında (A-4) başlığı altında ayrıntılarına yer verilen otopsi raporunda ifade edildiği üzere sanığın, tek bıçak darbesinin maktulün sol göğsüne isabet ettiği ve maktulün kalbinden yaralandığı, kaldırıldığı buna bağlı olarak hastanede hayatını kaybettiği anlaşılmakla, Dairemizin yerleşik ve süreklilik gösteren içtihatlarında kabul edildiği üzere (Yargıtay 1. Ceza Dairesinin; 01.04.2021 tarihli ve 2021/5408 Esas, 2021/5795 Karar sayılı kararı; 25.02.2019 tarihli ve 2028/9757 Esas, 2019/3712 Karar sayılı kararı; 19.04.2017 tarihli ve 2016/11844 Esas, 2017/5004 Karar sayılı kararı; 29.04.2014 tarihli ve 2013/31158 Esas, 2014/16649 Karar sayılı kararı) insan vücudunun en hayati bölgesine isabet eden yaralama eylemlerinin öldürmeye teşebbüs ve bu eylem neticesinde meydana gelen ölüm neticesinin de kasten öldürme olarak kabul edilmesi karşısında, sanığın kastının öldürmeye yönelik olduğunun kabulü ile buna göre uygulama yapılmasında bir isabetsizlik görülmediğinden, hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.
3. Haksız Tahrik
1. Haksız tahrik kurumunun, 5237 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinin birinci fıkrasında;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”
Şeklindeki düzenleme ile ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.
2. Bu durumda haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade eder. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
3. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları (Örn: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 21.12.2021 tarihli ve 2021/1-262 Esas, 2021/660 Karar sayılı kararı; 09.12.2021 tarihli ve 2020/1-266 Esas, 2021/621 Karar sayılı kararı; 24.09.2020 tarihli ve 2020/1-5 Esas, 2020/376 Karar sayılı kararı; 17.10.2019 tarihli ve 2019/1-20 Esas, 2019/607 Karar sayılı kararı; 20.03.2018 tarihli ve 2016/1-625 Esas, 2018/109 Karar sayılı kararı) ile öğretide de kabul gören görüşler incelendiğinde, doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sâdır olmalıdır.
4. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’da, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer verilen “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmedileceği, süreli hapis cezalarında ise maddede gösterilen iki sınır (¼ – ¾) arasında belirlenen oranda cezadan makul bir indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
5. Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlemediğinin belirlenmesi önemlidir. Mağdurdan gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
6. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; olayın başlangıcına, sanığın, maktulün de aralarında bulunduğu mahalle sakinlerini rahatsız edecek şekilde küfürlü sözler sarf etmek ve uyarılmasına rağmen bu eylemine devam etmek şeklindeki kendi haksız hareketinin neden olduğu, ilk haksız hareketin sanık tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmakla, sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinin birinci fıkrası kapsamında haksız tahrik hükmünün uygulanmasını gerektirir koşulların oluşmadığı gözetildiğinde, Tebliğname’nin bu yöndeki görüşüne de iştirak olunmamakla birlikte hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır.
V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin, 11.11.2021 tarihli ve 2021/1463 Esas, 2021/1518 Karar sayılı kararında katılanlar vekili ve sanık müdafilerince öne sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanun’un 289 uncu maddesinin birinci fıkrası ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle TEMYİZ İSTEMLERİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA, hükmolunan ceza miktarı ve tutuklulukta geçen süre göz önüne alındığında, sanık müdafilerinin tahliye taleplerinin REDDİNE,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 06.06.2022 tarihinde karar verildi.