Emsal Mahkeme Kararı Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi 2021/2371 E. 2022/840 K. 20.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. TRABZON BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ
Esas-Karar No: 2021/2371 – 2022/840
T.C.
TRABZON
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/2371
KARAR NO : 2022/840

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : TRABZON ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/10/2021
NUMARASI : 2021/319 – 2021/461 E.K.

DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI : 1 –
VEKİLLERİ :
DAVALI : 2 –
DAVALI : 3 –
VEKİLLERİ :

Birleşen Trabzon Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/148 E.2017/144 K. Sayılı dosyası
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :

DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan
Tazminat)
KARAR TARİHİ : 20/05/2022
KARAR YAZIM TARİHİ : 20/05/2022

Taraflar arasında görülen davanın yapılan yargılaması sonucunda verilen karara karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine HMK’nun 353. maddesi uyarınca dosya incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :
Davacı vekili asıl dava dosyasına ibraz ettiği dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 26/09/2014 tarihinde halsizlik ve hafif karın ağrısı şikayeti ile Trabzon Kanuni Hastanesine müracaat ettiğini, yapılan tetkik ve muayeneler sonucu Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine gittiğini, dava dışı Doç. Dr…… ile Dr….’ın Trabzon Kanuni Hastanesi ve Trabzon Çukurçayır Sağlık Ocağında yapılan tahlilleri inceleyerek ve kendileri tahlil yapmadan davacının kalbinde kitle olduğu ve kalp ameliyatı olması gerektiğine karar verdiklerini, reşit davacının ameliyat olmak istememesi üzerine davacının babasını hastaneye çağırdıklarını ve davacının ameliyat olmaz ise öleceğini söyleyerek ameliyat izni aldıklarını, davacının izni olmadan vücut bütünlüğüne yapılan müdahalenin hukuka aykırı olduğunu, ameliyattan sonra davacının 12-13 saat uyanmaması üzerine yapılan tetkiklerde davacının beyninin anadamarında pıhtı attığının tespit edildiğini, davacının yaşanan olaylar nedeniyle 1 yıl fizik tedavi gördüğünü sonrasında mahkemece kısıtlanarak vesayet altına alındığını, davacının bitkisel hayatta olmasının ve %100 sakat kalmasının ameliyat sonucu olduğunu, hastanede ameliyat ve tedaviler için alınan izinlerin hiçbirinin davacıya ait olmadığını, davacıyı ameliyat eden dava dışı doktorların davalı sigorta şirketleri tarafından Tıbbi Kötü Uygulama Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ile sigortalandıklarını beyan ederek davacı için 400.000 TL manevi tazminat, 5.000 TL geçici – sürekli sakatlık – işgörememezlik zararı tazminatı ve 5.000 TL refakatçi – bakıcı giderinin – zararı tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı sigorta şirketlerinden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili birleşen dava dosyasına sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; Davalı ……. A.Ş.’nin müvekkili ……’ün 26/09/2014 tarihli ameliyatta sakat kalmasına sebebiyet veren Dr……u’na 08/08/2016 başlangıç 08/08/2017 bitiş tarihli tıbbı kötü uygulamaya ilişkin ZMMS yapan sigorta şirketi olduğunu, reşit olan davacının ilkokul mezunu olan babasının ameliyat olmazsa öleceği beyanı ile ikna edilerek ameliyat izin ve rıza belgesi aldıklarını, ameliyat sonrası davacının beyin ana damarının pıhtı attığını ve hayat boyu bitkisel hayatta kalabileceğinin öğrenildiğini, bu nedenlerle davacı için 300.000,00 TL manevi tazminatın, 5.000,00 TL geçici sürekli sakatlık iş göremezlik zararının tazminatının ve 5.000,00 TL refakatçi-bakıcı giderinin zararının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesinin dava ve talep edildiği görülmüştür.
CEVAP :
Davalı … vekili asıl dava dosyasına sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; dava dışı ….’ın 04/08/2014 – 04/08/2015 tarihleri arasında Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile sigortalı olduğunu, dava dışı sigortalının tıbbın gerektirdiği azami beceriyi gösterdiğini ve yapılabilecek en iyi tedaviyi yaptığını, aksini davacının kanıtlaması gerektiğini, davacı tarafın tazminat taleplerinin dayanaksız ve fahiş olduğunu, tazminat hakkının doğabilmesi için hukuka aykırı eylem, bu eylem sonucu ortaya çıkmış zarar, illiyet bağı ve kusur unsurlarının bir arada bulunması gerektiğini, manevi tazminat talebinin zenginleşme aracı olarak kullanılmaması gerektiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
Davalı ……a A.Ş. Vekili asıl ve birleşen dava dosyasına ibraz ettiği cevap dilekçesinde özetle; dava dışı Dr. …..’ın dava konusu olay tarihi olan 26/09/2014 tarihi itibariyle müvekkili şirketin sigortalısı olmadığını, sigorta süresi dışında yapılan tıbbi müdahalenin poliçe kapsamı dışında olduğunu, dava dışı Dr. ……’ın dava konusu olay tarihinde bir prim ödemesi bulunmadığını, dava konusu olayda davacıda meydana gelen sonuç ile dava dışı doktorun tıbbi uygulaması arasında bir illiyet kurulamadığını, dava dilekçesinde talep edilen tutarların fahiş olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; “davacının ameliyatını yapan hekimlerin dava konusu cerrahi operasyonu modern tıp bilimi kapsamında tam ve doğru bir şekilde icra ettikleri, yapılan operasyon için gerekli bilgilendirme ve rıza alımının davacı davacı ………’e imzası mukabilinde yapıldığı, davacının maluliyetine sebebiyet veren, beyne pıhtı atmasında operasyonu yapan hekimlerin kusurunun bulunmadığı” gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların reddine karar verildiği görülmüştür.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacının rızası alınmadan, ameliyat ve riskleri hakkında yeterli bilgilendirme yapılmadan ameliyata alınması sonucunda beynine pıhtı atarak ömür boyu sakat kaldığını, anestezi formunda bulunan imzanın sahte olduğu ve davacıya ait olmadığını, bu kapsamda yapılan işlemlerin tamamen hukuka aykırı olduğunu, onay formlarında bulunan imzaların sahte olduğuna dair grafoloji ve sahtecilik uzmanından rapor alındığını, ancak raporda bir çok imzada hataya düşülmüş olması nedeniyle ATK’dan imza incelemesine dair yeniden rapor aldırılması talep edilmiş ancak mahkemece bu taleplerinin reddine karar verildiğini, mahkemece bu dava dosyası ile hiçbir bağlantısı bulunmayan Trabzon İdare Mahkemesinin 2016/212 Esas sayılı dosyasından verilen ret kararını gerekçe alarak davanın reddine karar verdiğini, mahkemece yapılan yargılamada davacının vücuduna yapılan müdahalenin hukuka uygun olup olmadığı hususunda inceleme ve değerlendirme yapmaksızın sadece yapılan müdahale sonucunda ortaya çıkan komplikasyonlar hakkında yargılama yaparak karar vermesinin hukuk aykırı ve hatalı olduğunu beyan ederek istinaf başvurusunda bulunduğu görülmüştür.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
Dava, tıbbi kötü uygulamadan kaynaklı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.
Tıbbi müdahale sonucu meydana gelen zararın sebebi malpraktis (tıbbi kötü uygulama) veya komplikasyon (izin verilen risk) olabilir. Bunun tespiti de teknik bilgiyi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesi ile mümkündür.
Zararın sebebi malpraktis olduğu takdirde hekim meydana gelen zarardan sorumludur. Buna karşın zararın sebebinin komplikasyon olması halinde hekimin sorumluluğu ancak hastanın aydınlatılmış rızasının alınmaması halinde gündeme gelir.
Dosya arasına aldırılan Trabzon İdare Mahkemesi’nin 2016/212 Esas sayılı dosyasında (UYAP üzerinden yapılan sorgulamada bu kararın 28/04/2020 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla) aldırılan bilirkişi raporunda zararın komplikasyondan kaynaklandığı ortaya konulmuş olup, bu hususta rapor somut olayla uyumlu ve denetime elverişlidir. Bu durumda meydana gelen zararda hekimlerin eylemlerinin malpraktis kapsamında olmadığı anlaşılmaktadır.
Zararlı sonucun komplikasyon olması, hekimlerin bu sonucun ortaya çıkmasını engelleyemeyecek olması, hastanın aydınlatılmış rızasının (onamının) alındığı birlikte değerlendirildiğinde davalı hekimlerin (ve dolayısıyla sigortacılarının) meydana gelen zarardan sorumlu tutulması mümkün olmadığından mahkemece asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.
Yapılan değerlendirmeler neticesinde ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık görülmediği anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusun HMK’nın 353/1-b-1 hükmü gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin Trabzon Asliye Ticaret Mahkemesinin 14/10/2021 tarih ve 2021/319 Esas, 2021/461 Karar sayılı kararına yönelik istinaf kanun yolu başvurularının HMK’nun 353/(1)-b-1. maddesi gereğince ayrı ayrı ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf kanun yolu başvurusu sırasında peşin alınan harcın mahsubuyla bakiye 21,40-TL harcın davacıdan alınarak HAZİNEYE İRAT KAYDINA,
3-İstinaf kanun yolu başvuruları nedeniyle yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde BIRAKILMASINA,
4-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf kanun yoluna başvuran davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesine YER OLMADIĞINA,
5-Kararın kesinleştirme, gider/delil avansı iadesine ilişkin işlemlerin mahal mahkemesince yerine GETİRİLMESİNE,
6-Gerekçeli kararın Dairemizce TARAFLARA TEBLİĞİNE,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde davacı yönünden HMK’nun 361. ve 362. maddeleri uyarınca gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık yasal süresi zarfında Yargıtay’a TEMYİZ YOLU AÇIK, davalılar yönünden kesin olmak üzere 20/05/2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

Başkan
e-imzalı

Üye
e-imzalı

Üye
e-imzalı

Katip
e-imzalı

MUHALEFET ŞERHİ

Dava, tıbbi müdahaleden kaynaklı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Somut Olay
Davacının, dava dışı Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp ve Damar Cerahhisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 26/09/2014 tarihinde yapılan ameliyat sonrası engelli hale geldiği, tıbbi müdahaleyi yapan hekimlerin İve u, asıl ve birleşen davalardaki davalı sigorta şirketlerinin hekimlerin ZMSS sigortacısı olduğu, hatalı tedavi yapıldığı gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talep ettiği anlaşılmaktadır.
Somut Olayın Nitelemesi
Davacının iddiası, kamu görevlisi hekimlerin tedaviyi tıbbın gereklerine göre yapmadığı ve bu şekilde zararın meydana geldiği yönündedir.
Ancak, eylemin hekimin idari hizmeti yerine getirdiği esnada olması ve görevi ile ilişkili olması karşısında aynı zamanda idarenin hizmet kusuru iddiasına vücut verdiği de açıktır. Zira hizmet kusuru içtihat ve doktrinde, idarenin ifa ile mükellef olduğu herhangi bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya teşkilatında, bünyesinde, personelinde yahut işleyişinde birtakım aksaklık, hukuka aykırılık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik, sakatlık veya ihmalin ortaya çıkması, şeklinde tanımlanmaktadır (Yargıtay HGK 2017/4-1688 E, 2019/1374 K; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2018/2032 E, 2019/2929 K). Buradan da kamu görevlisinin görevi esnasında ve görevi ile ilgili olmak şartıyla gerçekleştirdiği tıbbi müdahalenin bağlı olduğu idare bakımından hizmet kusuru oluşturduğu sonucuna varılmaktadır.
Bu değerlendirmeler karşısında dava konusu eylemin ve iddianın tıbbi müdahaleden kaynaklı olduğu ve hizmet kusuruna vücut verdiği anlaşılmaktadır. Zira davacı da Trabzon İdare Mahkemesi’nin 2016/212 Esas sayılı dosyasından da anlaşıldığı üzere hizmet kusuru iddiasıyla dava dışı Sağlık Bakanlığı’na yönelik maddi ve manevi tazminat davası açarak bu hususu ortaya koymuştur.
Hizmet Kusurundan Sorumluluk
Anayasa’nın 40/3 hükmüne göre “Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
Anayasa’nın 129/5 hükmüne göre “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13/1 hükmüne göre “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.”
Bu düzenlemeler karşısında, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği anlaşılmaktadır (Yargıtay HGK 2017/4-1322 E, 2020/11 K).
Değerlendirme
Dava dışı hekimin kamu görevlisi olduğu, dava konusu eylemin de hizmet kusuru olduğu dikkate alındığında gerek Anayasa’nın 40/3, 129/5 hükümleri, gerek 657 sayılı DMK’nın 13/1 hükmü, gerek Yargıtay ve Danıştay içtihatları, gerekse doktrindeki görüşler karşısında, eldeki dosyada dava dışı hekimin eylemi sebebiyle ancak idare aleyhine dava açılabileceği anlaşılmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1478. maddesi gereğince sorumluluk sigortalarında zarar görenin doğrudan sigortacıya dava açması mümkündür. Bu hüküm karşısında kamu görevlisi hekimin hizmet kusuruna vücut veren eylemi sebebiyle doğrudan sigortacıya dava açılabileceği düşünülebilir. Ne var ki Anayasa’nın 40/3 ve 129/5 hükümleri hizmetin gerçek sahibi olan idareyi asli ve birinci dereceden sorumlu kabul etmiş, müteselsil sorumluluğa yer vermemiştir. Dolayısıyla TTK’nın 1478. maddesinin Anayasa’nın 40/3 ve 129/5 hükümlerini bertaraf edecek şekilde uygulanması mümkün değildir.
Aksi durumda idari yargılama usullerine tabi bir davanın adli yargı usullerine göre görülmesine yol açılacaktır. Somut olayda olduğu gibi idari yargı başvurusu esastan reddedilen kişilerin, adli yargıda sigortacıya başvurması kabul edilmiş olacaktır. Bu da sigortalıyı himaye etmesi düşünülen sigortacıyı, asıl sorumlu kişinin tabi olduğu sorumluluk rejiminden daha ağır bir sorumluluk rejimine tabi tutulması anlamına gelecektir. Böyle bir uygulamanın hukuk devleti ilkesi ile bağdaştığı söylenemez.
Ayrıca Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası’nın düzenlendiği 1219 sayılı kanunun Ek 12. maddesi “Kamu sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar, tıbbi kötü uygulama nedeniyle kendilerinden talep edilebilecek zararlar ile kurumlarınca kendilerine yapılacak rüculara karşı sigorta yaptırmak zorundadır.” düzenlemesi ile rücu taleplerini de himaye kapsamına dahil etmiştir. Bu düzenleme ile kamu görevlisi hekimler yönünden sigorta himayesinin rücu ile sınırlı olmak üzere kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Sonuç
Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası’nda riziko hekime yönelen tazminat ve rücu talepleridir. Bu sigorta idari eylemleri değil de hekime yönelecek tazminat taleplerini himaye etmektedir. Zarar gören, hekime başvurma olanağı olmadıkça sigortacıya da başvuramaz. Somut olayda davacının idari yargı yoluna başvurduğu ve bu yolu tükettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda hekime yöneltilebilecek bir tazminat (rücu) talebi bulunmamaktadır. Hekime yönelik bir rizikonun bulunmaması halinde sigorta himayesinden de bahsedilemez.
Öte yandan kamu görevlisi hekimlerin hizmet kusuru kapsamında kalacak eylemleri sebebiyle zarar gören, Anayasa’nın 40/3 ve 129/5 hükümleri gereğince ancak idareye karşı idari yargı yolunda dava açabilir. İdare dışında hekime doğrudan dava açılamayacağı gibi hekimin sigortacısına da dava açılamaz. Sigortacının bu ihtimaldeki himayesi hekime yönelecek rücu taleplerini kapsamaktadır. Dolayısıyla TTK’nın 1478. maddesi rücu halinde işlerlik kazanabilir. Hizmet kusuru sebebiyle zarar talepleri ancak idareye yöneltilebilecektir. TTK’nın 1478. maddesinin Anayasa’nın 40/3 ve 129/5 hükümlerini bertaraf edecek şekilde yorumlanması mümkün değildir.
Bu açıklamalar sonucu, somut olayda hizmet kusuru sebebiyle hizmeti gerçekleştiren hekimin sigortacısına doğrudan dava açılamayacağı, bu sebeple davalı sigortacılara karşı açılan asıl ve birleşen davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiği görüşü ile sayın çoğunluğa katılmamaktayım.

Üye
E-imzalı