Emsal Mahkeme Kararı Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi 2020/686 E. 2021/10 K. 08.01.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. TRABZON BAM 1. HUKUK DAİRESİ
T.C.
TRABZON
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2020/686
KARAR NO : 2021/10

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : …
ÜYE : …
ÜYE : …
KATİP : …

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : TRABZON ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/03/2020
NUMARASI : 2016/535 Esas – 2020/164 Karar
DAVACI :
VEKİLİ : AV. …,
İSTİNAF KANUN YOLUNA
BAŞVURAN DAVALI :
VEKİLİ : AV. …,
DAVANIN KONUSU : TAPU İPTALİ VE TESCİL
KARAR TARİHİ : 08/01/2021
KARARIN YAZ. TARİH : 08/01/2021

Taraflar arasındaki davada mahkemece yapılan yargılama sonucunda verilen hüküm aleyhine süresi içerisinde istinaf kanun yolu başvurusunda bulunulmuş olmakla, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; tarafları ile davalı arasında 22/11/2013 tarihli beton satışı sözleşmesi imzalandığını, davalı şirketin sözleşme şartlarını yerine getirmediğini, davalı şirketin 2014 yılı alacaklarından 75.289,50.-TL, 2015 yılı alacaklarından 14.217,60.-TL kesinti yaptığını, davalının tüm betonu firmalarından temin ederek inşaatlarını tamamladığını, davalı şirketin haksız ve kötü niyetli olarak sözleşme şartlarını yerine getirmediğini belirterek, sözleşmeye konu adreste bulunan Trabzon … A Blok Kuzey Batı, 9. Kat, 27 nolu dairenin firmaları adına tapuya tescilini, bunun mümkün olmaması durumunda dairenin değerinin tespiti ile dairenin değerinin sözleşme ile belirlenen 220.000,00.-TL bedelin düşülerek bakiye bedele karşılık olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000,00.-TL’nin davalı tarafından kendilerine ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı ile beton satışı konusunda 22/11/2013 tarihli sözleşme imzaladıklarını, davacının dava dilekçesinde inşaatların tüm beton ihtiyaçlarının kendisi tarafından karşılandığının belirtildiğini, ancak bunun doğru olmadığını, davacının sözleşme gereğini yerine getirmediğinden beton alımının durdurulduğunu, beton ihtiyaçlarını başka şirketler tarafından karşılandığını, inşaatlar bittikten sonra davacının beton ihtiyacının kendisinin karşıladığını iddia ettiğini, beton alımının durdurulmasından sonra davacıdan beton alımı yapılmadığını, davacıya bildirilmesine rağmen betonları zamanında teslim etmediğini, betonlara piyasadan fazla zam uyguladığını, davacının sözleşmeyi fırsata çevirmek için hesap yaptığını, davacının aksatmalarından dolayı işlerinin de aksadığını, bu nedenle satışlarının da aksadığını, başka şirketlerden beton almaya başladıktan sonra işlerinin ilerlediğini, davacının tüm beton üzerinden değil, sadece kendisinin temin ettiği beton üzerinden talepte bulunabileceğini, ancak bunun da sözleşme şartlarına uymadığı için mümkün olamayacağını, davacının sözleşme başlayalı iki ay olmadan beton fiyatına zam uyguladığını, hiçbir sebep yokken zamlar yaptığını, davacı şirketin fahiş oranda fiyat artırması üzerine, 2015 yılının Mart ayında yapılan sözleşmede fiyatları düzeltmesi istenildiğini ancak davacının buna yaklaşmadığını, bu nedenle aralarındaki ticareti sonlandırdıklarını, daire karşılığı tenzil tutarın da davacının banka hesabına yatırıldığını, davacının sözleşmeye aykırı hareket etmesi nedeni ile sözleşmenin feshedildiğini, bu nedenlerle davacının herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmasının mümkün olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece; “Dosya içerisinde bulunan tüm kanıt ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde; dava konusu uyuşmazlığın; taraflar arasındaki sözleşmeden dolayı davacının zararı mevcut olup olmadığı, mevcut ise öncelikle tapu iptal tescil talepli mahkeme aksi kanaatte ise miktarının ne olduğunun tespitine ilişkin olduğu, dinlenen tanık beyanları ve gelen müzekkere cevapları sonrası bir inşaat mühendisi bir SMM oluşan bilirkişi heyeti aracılığıyla inceleme yaptırılmış ve rapor hazırlaması istenilmiş olup, bilirkişi tarafından hazırlanan rapora tarafların itiraz etmesi üzerine bir hesap uzmanı da eklenerek ek rapor hazırlanmak üzere tekrar rapor düzenleyen bilirkişilere tevdii olunmuş, tüm dosya kapsamı ve alınan hükme esas alınan bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde taraflar arasında düzenlenen sözleşmeye göre davalının sözleşmeyi feshetmekte hasız olduğuna kanaat getirilmiş ve sözleşmede kararlaştırılan 200.000.-TL bedelindeki daire için davacı tarafından davalıya ödenen ve daha sonra davalı tarafından davacıya iade edilen 89.507,10.-TL’nin oranlamasının dairenin dava tarihi itibariyle değerine oranlanması sonucu davacının zarar miktarını oluşturduğu, yapılan keşif sonucu bir inşaat Mühendisi ve bir harita mühendisinden alınan 07/01/2020 havale tarihli bilirkişi heyeti raporuna göre taşınmazın değerinin 369.000,00.-TL olduğu, davacı tarafından ödenen 89.507,10.-TL’nin dava tarihine güncellenmesine ile 100.685,56.-TL hesap edildiği, birinci bilirkişi heyeti raporunda belirtilen %40,68 oran da dikkate alındığında dava tarihine göre hesaplanan daire bedeli karşılandığına 150.109,20.-TL’ye isabet ettiği, mahsuben verilen paranın düşülmesi neticesinde davalının davacıya 49.423,64.-TL ödemesi gerektiği beyan edilmiş açık, anlaşılır, gerekçeli aktüer bilirkişi raporunun hükme esas alındığı, ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesi ile “Davacının davasının ıslah talebi de dikkate alınarak KABULÜ ile, 49.423,64.-TL’nin karar tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ” karar verilmiştir.
Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; dosyayı aydınlatmaya yeterli olmayan ve usulüne uygun olarak hazırlanmayan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, davacı tarafın sözleşmeye aykırı olarak zam yapmasını gerektirir bir durum olmamasına rağmen hazır betona fahiş miktarda zam yaptığını, bunun karşısında müvekkil şirketin yapılan zammın sözleşme şartlarına uymaması nedeniyle zammı kabul etmeyerek davacı taraftan beton alımını durdurarak, başkaca şirketlerden beton alımı yaptığını, dosya içerisinde fiyatlar konusunda görüşme yapıldığına dair tanık beyanı olmasına rağmen dosyaya rapor sunan bilirkişi heyetinin müvekkil firmanın fiyatlara itiraz etmediği yönünde tespitte bulunduğunu, çimento ve motorine gelen zamların tespit edilerek hazır beton maliyet hesabının yapılması ve davacı tarafın yaptığı zamların sözleşmeye uygun olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini, çimentonun tonuna gelen zammın bir bütün olarak hazır betonun metreküpüne yansıtılmasının mümkün olmadığını, hazır beton metreküpünde ne kadar maliyet artışı olduğu hususunda detaylı bilirkişi incelemesi yapılmasının gerekli olduğunu, ek raporun farklı bilirkişiden alınması gerektiğini belirterek, yerel mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle istinaf kanunyolu başvurusunda bulunmuştur.
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesine cevap dilekçesinde özetle; müvekkil şirketin haksız yere fiyat yükselttiği iddiasının asılsız olduğunu, yapılan zammın sözleşmeye uygun olduğunu, sözleşmede %3’e kadar yapılan zamların fiyatlara yansıtılamayacağı hususunun hayatın olağan akışı gözönünde bulundurularak mümkün olmadığını, ayrıca davalının sözleşme şartlarına uymak istememesinin sebebinin müvekkile vermesi gereken dairenin çok değer kazanması ve daireyi yüksek fiyattan başkasına satmış olması durumu olduğunu belirterek, davalı tarafın istinaf başvurusunun reddine karar verilmesini istemiştir.
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme gereğince, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı yönü gözetilerek inceleme yapılmıştır.
Dava, tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın 111. maddesinde “Davacı, aynı davalıya karşı birden fazla talebini, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak suretiyle, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, talepler arasında hukuki veya ekonomik bir bağlantının bulunması şarttır.
(2) Mahkeme, davacının asli talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini inceleyemez ve hükme bağlayamaz.” hükmü bulunmaktadır.
“…Terditli (kademeli) davalarda (6100 sayılı HMK mad. 111.), davacı aynı davalıya karşı aralarında hukuki veya ekonomik bağlantı bulunan birden fazla talebini aralarında aslilik ve fer’ilik ilişkisi kurarak aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Terditli davalardaki taleplerden biri asıl taleptir; ikincisi fer’i taleptir. Davacı, ilk önce asıl talep hakkında karar verilmesini ister, yardımcı talebini ise asıl talebin reddedilmesi ihtimali için yapar. Mahkeme de, davacının asıl talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’i talebi inceleyemez ve karara bağlayamaz…”(Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2019/5590 Esas 2019/9914 Karar sayılı 05/11/2019 tarihli ilamı)
“Bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkemede, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını, ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye, vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasanın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK.nun 297. (Mülga HUMK.nun 388.) maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yine HMK.nun 27.maddesinin (HUMK.nun 73.m) 2. bendi “c” bölümünde de hukuki dinlenilme hakkının “Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini” de içerdiği açıklanarak bu husus vurgulanmıştır.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yine,HMK’nın 297. maddesinde ise, mahkeme kararında taraflara yükletilen görev ve verilen hakların şüphe ve tereddüdü gerektirmeyecek biçimde açık olarak yazılması öngörülmüştür. Hüküm fıkrası, kararın esası olup, açık ve infazı mümkün olmalıdır. Şarta bağlı ve terditli olarak hüküm kurulamaz. Davanın açıldığı tarihteki duruma göre hüküm fıkrasında, asıl talep ile yardımcı talepler hakkında, şüphe ve tereddüdü gerektirmeyecek biçimde, açık olarak karar verilmelidir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2018/1683 Esas 2018/11313 Karar sayılı 12/11/2018 tarihli ilamı)
Anayasa’nın 141/3. maddesinde “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmü bulunmaktadır. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c. maddesi, bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur. İstinaf incelemesi yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hüküm bulunması gerektiği açıktır.
6100 sayılı HMK’nın 297/2. maddesinde “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” hükmü bulunmaktadır.
Somut olayda; davacı asıl talep olarak dava konusu taşınmazın davacı adına teslim ve tescil, mümkün olmaması durumunda ise tazminat talebinde bulunmuştur.
İlk derece mahkemesince gerekçeli kararda davacının asıl talebi olan tapu iptal ve tescil talebi hakkında herhangi bir gerekçe belirtilmeden ve bu talep hakkında herhangi bir hüküm kurulmadan terditli talep olan tazminat isteği hakkında hüküm kurulmuştur. Bu durum yukarıda belirtilen yasal mevzuata ve yargısal içtihatlara aykırı olduğu gibi, hükmün gerekçeli olması hususu kamu düzenine ilişkin olup re’sen dikkate alınması gerekmektedir.
Bu itibarla, davalı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun yukarıda belirtilen kamu düzenine ilişkin nedenlerle kabulü ile; 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince esası incelenmeksizin ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak dosyanın kararı veren yerel mahkemeye gönderilmesine, sair istinaf itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun kamu düzenine ilişkin ve yukarıda belirtilen nedenlerle KABULÜ İLE, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a.6 maddesi gereğince esası incelenmeksizin istinaf incelemesine konu yerel mahkeme KARARININ KALDIRILMASINA ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine, sair istinaf itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
2-Peşin alınan istinaf karar harcının talep halinde yatıran tarafa iadesine,
3-İstinaf gider avansından arta kalan tutarın yatıran tarafa iadesine,
4-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5-6100 sayılı HMK’nın 359/3. maddesi gereğince işbu kararın yerel mahkemece tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 08/01/2021

Başkan … Üye … Üye … Katip …
¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır