Emsal Mahkeme Kararı Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi 2021/765 E. 2022/106 K. 21.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. SAKARYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 7. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: 2021/765 – 2022/106
T.C.
SAKARYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
7. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/765
KARAR NO : 2022/106

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : ….
ÜYE : ….
ÜYE : …
KATİP : ….

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KOCAELİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 03/11/2020
NUMARASI : 2018/636 Esas – 2020/446 Karar

DAVACI : ….
VEKİLİ : Av. ….
DAVALI :….
VEKİLİ : Av. ….

DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 13/11/2018

KARAR TARİHİ : 21/01/2022
KR. YAZIM TARİHİ : 08/02/2022

İstinaf incelemesi için dairemize gönderilen dosyanın ilk incelemesi tamamlanmış olmakla HMK’nın 353. ve 356. maddeleri gereğince; dosya içeriğine ve kararın niteliğine göre sonuca etkili olmadığından duruşma yapılmasına gerek görülmeden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekilinin dava dilekçesinde özetle; davalı tarafından, davacı aleyhine Kocaeli 8. İcra Müdürlüğü’nün 2018/23422 esas sayılı dosyası ile toplam 161.635,23 TL’nin ferileriyle birlikte tahsili amacıyla takip yapıldığını, ancak ödeme emrinin davacının işlettiği ……….’ te çalışmayan birisine tebliğ edildiğini, bu kişinin kim olduğunun davacı tarafından bilinmediğini, bu nedenle davacının takipten haberdar olmadığını, ayrıca ödeme emrine ek olarak sunulan senedin davacıdan zorla tehdit ve silah zoruyla alındığını, bu hususta Kocaeli CBS’ye suç duyurusunda bulundulduğunu belirterek; takibin iptali ile senedin geçersizliğinin tespitini ve yargılama sonuçlanıncaya kadar icra takibinin durdurulmasını, alacaklı tarafından haksız ve kötü niyetli icra takibinden dolayı %20’sinden az olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ:
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
” … 1-Davanın REDDİNE … ” karar verilmiştir.
Bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemece kararda göz önünde bulundurulmayan tanık beyanları açık olduğunu; icra dosyasına konu senet zorla/tehdit ve silah zoruyla alınmış bir senet olup bu nedenle hukuki geçerliliği bulunmadığını; yerel mahkemece tanık beyanları, davalının kabarık suç dosyası ve lehlerine olan deliller de gözetilmemiş, yapılan eksik inceleme sonucu verilen ret kararı hukuka uygun olmadığını beyan ile; yerel mahkeme kararının kaldırılmasına, karar verilmesini talep ederek, istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Davalı tarafça, davacı vekilinin istinaf dilekçesine karşı cevap dilekçesi verilmemiştir.
DELİLLER: Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03/11/2020 Tarih – 2018/636 Esas – 2020/446 Karar sayılı kararı ve tüm dosya kapsamı.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
DAVA; menfi tespit istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ile sınırlı olarak ve kamu düzeni yönünden yapılmıştır.
Dosyanın incelemesinde; davalının, düzenleyeni davacı …, lehtarı davalı, düzenleme tarihi 22/08/2017, vade tarihi 15/12/2017 olan 236.000,00 TL bedelli, bonoya dayalı olarak 156.000,00 TL asıl alacak 468,00 TL komisyon, 5.167,23 TL işlemiş faiz olmak üzere 161.635,23 TL alacak için Kocaeli 8. İcra Müdürlüğü’nün 2018/23422 esas sayılı icra takibi ile kambiyo senetlerine mahsus ödeme emrine göre icra takibi başlattığı, davalının bononun korkutma yoluyla kendisinden alındığını belirterek borçlu olmadığının tespitini istediği, davalının davanın reddini istediği, mahkemece Kocaeli CBS’nın 17/07/2020 tarih 2018/33179 sor. 2019/11251 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonuçlanan soruşturma dosyasını getirttiği, bir kısım tanıkları dinlediği ve davanın reddine karar verildiği, karara karşı davacı vekilinin istinaf kanun yoluna başvurduğu anlaşılmıştır.
Uyuşmazlık, dava konusu bononun düzenlenmesi anındaki iradenin korkutma ile fesada uğratılıp uğratılmadığı, davacının bonodan dolayı borçlu olup olmadığı noktalarındadır.
İrade bozukluğu hallerinden korkutma; 6098 sayılı TBK’nın 37. maddesinde ” Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir.
Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür.” şeklinde, korkutmanın irade bozukluğu hallerinden sayılması için gereken koşullar da, 6098 sayılı TBK’nın 38. maddesinde; “Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır.
Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması halinde, korkutmanın varlığı kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
6098 sayılı TBK’nın 39. maddesinde; “Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.
Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz.” hükmü ile irade bozukluğu hali nedeniyle sözleşmeden dönme süresi düzenlenmiştir.
Yargıtay HGK’nın 18.03.2021 tarih, 2017/ 1-1212 E., 2021/304 K. sayılı kararında irade bozukluğu hallerinden korkutmayı ve korkutmanın koşullarını; “Korkutma (ikrah); bir kişinin yapmak istemediği bir hukuki işlemi, yapmadığı takdirde kendisinin veya yakınlarından birinin zarara uğratılacağı tehdidiyle yapması hâlinde ortaya çıkar. Böyle bir durumda kişinin gerçek iradesi ile korkutma sonucunda açıkladığı iradesi birbiriyle uyumlu değildir. Korkutma hâlinde bozukluk iradenin beyanında değil, iradenin oluşumundadır.
TBK’nın 37-(1) (BK m. 29/1.) maddesine göre taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir. Ancak bir sözleşmenin korkutma ile sakatlanabilmesi, diğer bir anlatımla korkutmanın hukuken dikkate alınabilmesi için bazı şartların varlığı aranır.
Bu şartlar, somut olayda iptal istemine konu temlikin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın “İkrahın şartları” başlığını taşıyan 30. maddesinde; “İkrah olunan taraf, hal ve mevkiine nazaran kendisinin yahut yakın akrabasından birinin hayat veya şahıs veya namus yahut malları ağır ve derhal vukubulacak bir tehlikeye maruz olduğuna kanaat getirdiği takdirde ikrah, muteber addolunur.
Bir hakkın veya kanuni salahiyetin isteneceği ve kullanılacağı tehdidi ile müzayakaya düçar olan kimsenin yaptığı akit, tehdit eden için fahiş menfaatler temin etmiyorsa; bu tehdit, ikrahı muteber addolunmaz. Fakat fahiş menfaatler istihsali için tehdit olunan tarafın müzayaka halinde bulunmasından istifade olunmuş olursa bu korku nazara alınır” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
Bu maddeye göre öncelikle diğer tarafın belirli bir hukuki işlemi yapması için onu korkutmaya yönelik bir eylemin bulunması ve bu eylemin hukuka aykırı olması gerekir. Bu eylem, korkutulan kişinin irade ve kararına etki etme amacıyla gerçekleştirilmelidir. Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı tehdidi ile (dava açılacağı, icra takibi yapılacağı, şikayet hakkının kullanılacağı gibi) sözleşme yapıldığında ise bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması hâlinde, korkutmanın varlığı kabul edilir. Bu hükümle kişilerin hak ve yetkilerini kanunun öngördüğü amaç ve sınırın dışına çıkarak, bir sözleşmenin yapılmasında tehdit unsuru olarak kötüye kullanılması engellenmek istenmiştir.
İkinci olarak eylemin karşı tarafta esaslı bir korku uyandırmış olması, yani karşı tarafın kendisine veya yakınlarına yönelmiş ağır bir tehlike söz konusu olmalıdır. Bu tehlike, onların hayat ya da kişilik haklarına yönelik olabileceği gibi namus yahut mal varlığına yönelik de olabilir. Belirtilmelidir ki tehdidin yöneldiği hayat, kişilik hakları, namus gibi olgular Kanun’da sınırlayıcı olarak sayılmamıştır. Yine tehdit karşı tarafın kendisine ya da yakın akrabalarından birine yönelmiş olabilir. Ancak “yakın akraba” deyiminden kişinin sadece kan bağı ile bağlı olduğu akrabaları değil, kendilerine bağlı olduğu yakın çevresini oluşturan kişiler anlaşılmalıdır. Nitekim 6098 sayılı TBK’nın 38. maddesinde “yakın akraba” ibaresi yerine, “yakınlarından biri” ibaresi kullanılmıştır. Tehdidin esaslı olup olmadığı ise korkutulan kişinin hâl ve mevkiine yani tehdide maruz kalan kişinin sübjektif durumuna (kadın veya erkek oluşu, yaşı, kültürü, yetişme tarzı, mesleği, eğitim ve ekonomik durumu vb.) göre belirlenmelidir. Bu belirlemenin her somut olayın kendi özelliklerine göre yapılacağı kuşkusuzdur. Tüm bu açıklamalar karşısında her türlü tehdit eyleminin değil de ancak Kanun’un aradığı ağırlıktaki korkutmanın karşı tarafın karar verme serbestisini ortadan kaldırarak iradeyi sakatlayacağı açıktır. Bunun için de kişinin yapılan korkutma eylemi sonucunda kendisi veya yakınlarından birinin zarara uğrayacağı endişesini ciddi olarak taşıması gerekir.
Üçüncü şart ise tehdidin derhal vuku bulacak bir tehlikeye ilişkin olmasıdır. Diğer bir anlatımla tehlike yakın olmalıdır. Kanun, tehlikenin hem ağır hem de yakın olmasını aramaktadır. Bu hükümden her tehdidin değil de sadece “ağır ve derhal vuku bulacak bir tehlike” oluşturan eylemlerin iptal nedeni oluşturacağı sonucu çıkmaktadır. Yakın tehlike ise tehdit edilen kişiye tehlikeyi önlemek için gerekli tedbirlere başvurma imkânı bırakmayan tehlikedir. Tehlikeyi önleme olanağı mevcut ise yakın bir tehlikenin varlığından bahsedilemez. Korkutmanın açıklanan bu koşulları 6098 sayılı TBK’nın 38-(1) maddesinde; “Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır” şeklinde ifade edilmiştir.
Son şart ise korkutma eylemi ile yapılan sözleşme arasında illiyet bağının bulunmasıdır. İlliyet bağının bulunması için de korkutmanın, korkutulan kişinin işlem yapma iradesi üzerinde doğrudan etki etmesi ve hukuki işlem ya da sözleşmenin ikrahın etkisiyle yapılmış olması gerekir. Sebep sonuç bağının varlığını kabul için korkutma konusu tehlikenin gerçekleşme ihtimalinin sözleşmenin kurulduğu anda mevcut olup, devam etmesi gerekir.
Korkutma (ikrah) ile beden üzerinde fiziki kuvvet kullanmanın (zorlamanın) farklı şeyler olduğunu da belirtmek gerekir. Zorlama maddi ve manevi olabilir. TBK’nın 37 ile 38. maddelerinde düzenlenen korkutma manevi zorlama durumunda söz konusu olur. Korkutma, korkutulanın zihince istenilen şekilde karar vermeye zorlayıp yönelten bir eylemdir. Kişinin bedeni üzerinde kullanılan kuvvet (maddi zor) hâlinde ise kişinin hiçbir şekilde sözleşme yapma iradesi bulunmadığından sözleşmenin kurulduğundan söz edilemez.
Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu; 4721 sayılı TMK’nın 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde düzenlendiği gibi usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Bu hükümler uyarınca ispat yükü, korkutma (ikrah) nedeniyle iradesinin sakatlandığını ileri süren davacı tarafa aittir. Davacının ikrahın varlığını yukarıda açıklanan koşullar kapsamında ispat etmesi gerekir.
Ayrıca, hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, HMK’nın 203-(1)-ç) maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi TMK’nın “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, korkutma (ikrah) olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.” şeklinde açıklamıştır.
Davacının, bononun korkutma yoluyla düzenlendiğini belirterek davalıdan şikayetçi olduğu, yapılan soruşturma sonucunda Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17/07/2019 tarih, 2018/33179 Sor. 2019/11251 K. sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, karara itiraz üzerine Kocaeli 2. Sulh Ceza Hakimliği’nin 05/09/2019 tarih, 2019/4717 Değ. İş. sayılı kararı ile itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.
Bu noktada, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle; ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 74’de düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
6098 sayılı TBK’nın 74. maddesinde; “ Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz” hükmü yer almaktadır.

Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 tarihli, 1971/T-406 E. ve 1975/1 K; 23.1.1985 tarihli, 1983/10-372 E. ve 1985/21 K.; 27.04.2011 tarihli, 2011/17-50 E. ve 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli, 2012/19-873 E.,2013/433 K. sayılı kararları).
Açıklanan nedenlerle; eldeki dava yönünden savcılık tarafından verilen kavuşturmaya yer olmadığına dair karar hukuk hakimini bağlayıcı değildir.
Tüm bu açıklamalara göre eldeki uyuşmazlık incelendiğinde; davacı ile davalının iş ilişkilerinin olduğu, dava konusu bononun bu ilişki kapsamına düzenlendiğinin savunulduğu, davacının ise bononun tehdit (korkutma) ile düzenlendiğini ileri sürdüğü görülmektedir. Gerek soruşturma aşamasında, gerekse yargılama aşamasında dinlenen tanıklar …, … ile…’in tanık ifadeleri uyuşmazlığın çözümü için önem taşımaktadır. Tanık… 28/09/2018 tarihli kolluk ifadesi ile 26/11/2019 tarihli ifadesinde, davacı ile davalı arasındaki iş ilişkilerini anlattıktan sonra, davacı ile birlikte davalının yanına gittiklerini, kendisini arabadan indirdikten sonra tarafların araba içinde hararetli bir şekilde konuştuklarını, kolluk ifadesinde davalının davacıya “tabancaya benzer bir cisim”, duruşmadaki ifadesinde de “silah” doğrulttuğunu gördüğünü beyan ettiği, tanık … ise ifadelerinde davalı ile telefondaki koşuşmasında davalının “silahla korkutarak senet aldığını” söylediğini belirtmiştir.
Bu iki tanığın yeminli ifadelerinde davalının davacıdan senedi silahla aldığını beyan etmeleri karşısında, korkutma irade bozukluğu halinin yukarıda sayılı koşulları incelendiğinde; davalı tarafından doğrudan davacının vücut bütünlüğünün hedef alan bir eylemin var olduğu, bu eylemin davacıda esaslı bir korku uyandırdığı, tehdidin derhal vuku bulacak bir tehlikeye ilişkin olduğu ve bononun korkutma eylemi sonucunda düzenlendiği, bu hali ile korkutmaya ilişkin tüm koşulların var olduğu görülmektedir.
6098 sayılı TBK’nın 39. maddesinde; korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Eldeki uyuşmazlıkta bononun düzenleme tarihi 22/08/2017, davacının kolluğa şikayet tarihi 27/09/2018, dava tarihi ise 13/11/2018 tarihi ise de; tanık beyanlarına yansıdığı üzere, davalının davacıdan daha sonra bir kısım ödeme karşılığın bonoyu iade edeceğini belirtmesi, davacının tanıklar aracılığı ile davalıya 80.000,00 TL göndermesi (davalı takibe geçerken bu bedeli mahsup ederek bakiye bedel üzerinden takip başlatmıştır), daha sonra icra takibine geçmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacının korkutmanın etkisi ile bir kısım ödeme yaparak bonoyu geri almaya çalıştığı, korkutmanın etkisinin bononun düzenleme tarihinden hemen sonra geçmediği ve uzun bir süre daha devam ettiği kanaatine varılmakla eldeki davanın (1) yıllık süre içerisinde açıldığının kabulü gerekmiştir.
Sonuç olarak; gerek soruşturma aşamasında gerekse mahkemede ifadeleri alınan tanıklar…, …, …’nın özellikle duruşmadaki yeminli beyanlarına göre, dava konusu bononun taraflar arasındaki önceye dayalı alacak borç ilişkisi kapsamında ancak tehditle alındığı, tehdit eyleminin iradeyi sakatlayan hallerden 6098 sayılı TBK’nın 37. vd. (kortkutma) maddeleri kapsamında olduğu, bu nedenle davacının bonodan sorumlu olmadığı kanaatine varılmakla kararın kaldırılması ve davanın kabulüne, davalı icra takibi başlatmakta haksız ve kötüniyetli olduğundan davacı lehine kötüniyet tazminatına karar verilmesi gerekmiştir.
Gerekçeli karar başlığında; davalı vekilinin adresinin yazılmaması 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesine aykırı ise de, bu eksiklik mahallinde her zaman düzeltilebileceğinden eleştirilmekle yetinilmiştir.
Açıklanan bu nedenlerle; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, dosyada toplanacak başkaca delil bulunmadığı anlaşıldığından ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirir bir hususta bulunmadığından; dairemizce davanın esası hakkında HMK’nın 353-(1)-b)-2) madde gereğince hüküm kurulmasına karar verilmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

Davacının İSTİNAF BAŞVURUSUNUN KABULÜNE;
1-)Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03/11/2020 Tarih – 2018/636 Esas – 2020/446 Karar Sayılı kararının KALDIRILMASINA, HMK’nın 353-(1)-b)-2) maddesi gereğince YENİDEN HÜKÜM KURULMASINA,
a-Davanın KABULÜ ile, davacının, Kocaeli 8. İcra Müdürlüğü’nün 2018/23422 Esas sayılı dosyasında davalıya borçlu olmadığının tespitine,
İİK’nın 72-(5) maddesi uyarınca dava değerinin %20’i oranında hesaplanan 32.327,05 TL kötüniyet tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
b-Alınması gerekli 11.041,30-TL karar ve ilam harcından peşin yatırılan 2.760,33-TL harcın mahsubu ile bakiye 8.280,97-TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
c-Davacının yaptığı toplam 143,60-TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
d-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
e-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. uyarınca hesaplanan 19.305,35-TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
f-Kullanılmayan gider avansının karar keşinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
2-)İstinaf incelemesi yönünden harç ve yargılama masrafları;
a-İstinaf Kanun Yoluna Başvuru harcının hazineye irad kaydına,
b-İstinaf Karar Harcının talep halinde ilk derece mahkemesince davacıya iadesine,
c-Davacı tarafından yapılan 162,10-TL İstinaf Kanun yolu masrafı ile 124,40-TL posta masrafı olmak üzere toplam 286,50-TL’nin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
d-İstinaf incelemesi duruşmalı yapılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
e-Davacının yatırdığı istinaf gider avansından kullanılmayan kısmının HMK’nın 333. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesince davacıya iadesine,
f-Kararın 6100 sayılı HMK’nın’nın 359-(4) maddesi uyarınca temyizi kabil kararın Dairemizce taraflara tebliğine,
İlişkin; dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, 6100 sayılı HMK’nın 361. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren (2) hafta içerisinde Yargıtay İlgili Hukuk Dairesi’ne TEMYİZ yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.21/01/2022


Başkan …
¸e-imzalıdır.
….
Üye….
¸e-imzalıdır.
….
Üye ….
¸e-imzalıdır.
….
Katip …
¸e-imzalıdır.

* Bu belge, 5070 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak elektronik imza ile imzalanmıştır.*