Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2022/788 E. 2023/1985 K. 13.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 6. HUKUK DAİRESİ
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/03/2022
NUMARASI : Esas Karar

İSTİNAF EDEN DAVACI : … – (T.C Kimlik No: … )
VEKİLİ : Av. … –

DAVALI : … – (T.C Kimlik No: … )
VEKİLİ : Av. … –
DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)

İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ : 13/10/2023
YAZIM TARİHİ : 13/10/2023
Davacı tarafından davalı aleyhine Konya . Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyası ile açılan menfi tespit davasında 22/03/2022 tarihinde tesis edilen karara karşı davacının istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, üye hakimin görüşleri alındıktan sonra dosya incelendiğinde;
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacı …’un, uzun yıllardır mülkiyeti abisine veyahut oğluna ait olan kepçelerin kısa dönem ve uzun dönem kiraya verilmesi, kepçelerin teslim edilmesi ve teslim alınması işi ile uğraşmakta olduğunu, farklı kiracılar ile kimi zaman yazılı kimi zaman da sözlü olarak anlaşmalar yaptığını, dava dışı lehtar … .’ nın, 2012 yılında davacıdan kepçe kiralama talebinde bulunduğunu, kiraladığı kepçeyi bir dönem kullanmış olduğunu, bu aşamada aralarında yazılı herhangi bir sözleşme yapılmadığını, kiralama dönemi içerisinde davacının evde olduğu bir akşam kendisinin acele şekilde aşağı inmesi istemiş olduğunu ve bu yolla davacıya hile ile senet imzalatmış olduğunu, bu imzanın davacının iradesinin sakatlanması sonucunda atılmış olduğunu, davacının iç iradesini yansıtmadığını, karşı yan tarafından davacının iradesi hile ve ikrah unsuru ile açıkça sakatlandığını, davacının böyle bir borcunun bulunmadığını, davacının senet düzenleme iradesi dahi bulunmadığını, senedin hükümsüz olduğu noktasında bir tereddüt bulunmadığını, zira davacının … ile aralarındaki ilişkide borçlu değil; alacaklı olduğunu, bilindiği üzere kira sözleşmeleri, her iki tarafa da borç yükleyen sözleşmelerden olduğunu, söz konusu kira sözleşmesinde müvekkilinin para ödeme yükümlüsü olan taraf olmadığını, yalnızca teslim yükümlüsü olan taraf olduğunu, söz konusu kira ilişkisinde davacı kepçeyi kiraya veren, …’ in ise kiracı pozisyonunda olduğunu, söz konusu kira ilişkisinin olağan akışı gereği senet keşide etmesi gereken tarafın davacı değil davalı olduğunu, hile ve tehdit neticesinde davacı tarafından senedin imzalanmasını başaran …, senedi iyi niyetli gibi gözüken fakat aslında iyi niyetli olmayan üçüncü kişi olan diğer davalı …’ na cirolanmış olduğunu, işbu cironun, kötü niyetli olduğunu, davalı …, kötü niyet sonucu senedin zilyedi olduğunu, iktisabın kötü niyet neticesinde gerçekleştiğini, davalı …, diğer davalı …’a senedi cirolandığını, senedin hamilinin iyi niyetli gibi gözüken …. olması sağlanmaya çalışıldığını, takip alacaklısı hamil, senedi Konya .. İcra Müdürlüğü’nün …. E. sayılı dosyası aracılığıyla kambiyo senetlerine özgü yol ile icra takibine konu ettiğini ve davacıdan senet bedelini tahsil etmeye çalıştığını, hile ve tehdit neticesinde imzalatılan senet, Konya .. İcra Müdürlüğü’nün …. E. sayılı dosyası aracılığıyla kambiyo senetlerine özgü icra takibine konu edildiğini, akabinde davacıya ödeme emri tebliğ edildiğini ve davacı tarafından Konya .. İcra Hukuk Mahkemesi’nin ….E. sayılı dosyası aracılığıyla imzaya itiraz davası ikame olduğunu, davacının kendisine senet imzalatıldığından bihaber olduğunu, kendisinin senede imza atma ihtimalini asla değerlendirmediğini, hiçbir senet imzalamadığını düşünerek borca değil imzaya itiraz etmiş olduğunu, Konya .. İcra Hukuk Mahkemesi’nin ….E. Sayılı dosyasında yapılan yargılamada Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nden ve İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’ndan rapor alındığını, atılan imzanın davacının el ürünü olduğunu, yapılan yargılama neticesinde senetteki imzanın davacıya ait olduğunun kesinleştiğini ve bu durum davacı tarafından da şaşkınlık ile karşılandığını, söz konusu … E. ve …. K. sayılı kararın kesinleşmesi neticesinde; müvekkilinin o akşam evinin altında imzalatılan kâğıtlardan birisinin senede dönüştürüldüğünü anlaşılmış olduğunu, davacının bir senede imza attığını anlaması bu şekilde olduğunu, hiçbir şekilde senet tanzim etme niyeti olmadığını, fakat karşı yan ile tek imza münasebeti o gece olduğundan; senetteki imzanın o geceye ait olduğunu anladığını, zira davacı ile karşı yanın senet imzalanacak başka herhangi bir teması da olmadığını, bilindiği üzere menfi tespit davalarında kanunda herhangi bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süre öngörülmediğini, davacının ödeme emrini tebliğ aldıktan sonra yasal süresi içerisinde imzanın kendisine ait olmadığı düşüncesi ile imzaya itiraz etiğini ve imzanın kendisine ait olduğu karar 18/04/2014 tarihinde kesinleşmiş olduğunu, bu tarihten sonra davacı, imzanın kendisinden hile ile alındığını defaatle dermeyan ettiğini, icra dosyasından ötürü davacının hiçbir borcu olmadığını beyan ederek söz konusu icra dosyasından dolayı müvekklinin borçlu olmadığının tespitine, senedin müvekkiline iadesine, alacağın %20’sinden az olmamak üzere karşı tarafın kötü niyet tazminatı ödemeye mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davalı …’nın iyiniyetli 3. kişi olup, bir önceki muhatap … .. ile davacı arasındaki ilişkinin … açısından bir önem arz etmediği gibi eldeki davada da bir önemi olmadığını, kambiyo senetlerinin menfi tespit davasında, iddianın dinlenebilmesi için öncelikle yazılı delil olması gerektiğini, kanuni düzenlemelerde senede karşı ancak ve ancak senetle ispat zorunluluğunun bulunduğunun açıkça belirtildiğini, bir an için yazılı delil olduğunu varsayılsa bile (ki dava dosyasında herhangi bir yazılı delil yoktur) …’nın iyiniyetli üçüncü kişi olması sebebiyle …’ na karşı ileri sürülemeyeceğini, ayrıca … . ile ilgili bir takım iddialar ortaya atıldığını ve bu iddialar uzun uzadıya anlatıldığını, ancak bu kişinin davacı tarafından tanık gösterildiğini beyan ederek davanın reddi ile davacı aleyhine %20’den aşağı olmamak üzere tazminata, Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; “….Taraflar arasındaki uyuşmazlık konularının; davacının hata(yanılma), hile(aldatma) ve ikrah(korkutma) nedeniyle irade bozukluğuna uğratılıp uğratılmadığı, uğratılmış ise Konya .. İcra Müdürlüğü …. E. sayılı dosyaya konu bono yönünden davacının davalıya borçlu olup olmadığı hususları olduğu anlaşılmıştır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir.
Kural olarak, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” (TMK m. 6 m.).
İleri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin, iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. (HMK m.190)
İspat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle ortadan kalktığını ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkâr ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle sona erdiğini ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.
Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır.
Her ne kadar menfî tespit davalarında kural olarak ispat yükü davalı (alacaklı) tarafa ait ise de, davaya konu bonoda davacının keşideci, davalının ise yetkili son hamil konumunda oldukları, taraflar arasında sadece kambiyo ilişkisi bulunduğu, 6102 sayılı TTK m. 687 ” Poliçeden dolayı kendisine başvurulan kişi, düzenleyen veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya var olan ilişkilere dayanan def’ilerini başvuran hamile karşı ileri süremez; meğerki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.” hükmü gereğince davacı keşidecinin, lehdar ile arasındaki temel ilişkiden kaynaklanan şahsi defileri davalı takip alacaklısına karşı ileri sürebilmesi için, bu davalının bonoyu iktisap ederken bile bile borçlunun (davacı keşidecinin) zararına hareket ettiğinin, yani kötüniyetli olduğunun kanıtlanması gerektiği, bu hususta ispat yükünün davacıda olduğu anlaşılmaktadır.
Yargılama devam ederken davacı vekili mahkememize sunduğu 01.02.2022 tarihli dilekçe ile HMK 176. Maddede yer alan “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.” hükmüne göre ıslah kurumuna başvurmuştur. Dilekçesinde ” müvekkilin imzaladığı evrakların senede dönüştürülüp dönüştürülmediği veyahut müvekkilin imzasının taklit edilerek yeni bir senet oluşturup oluşturulmadığının incelenmesi için davayı ıslah ederek imza incelemesi yaptırılması için dosyanın bilirkişi heyetine tevdiini talep ediyoruz. Yine malum olunduğu üzere taraflar ıslah müessesesi ile yeni bir delil veyahut yeni bir vakıa ortaya sürebilirler. Hali hazırda dava dilekçemizde de bilirkişi deliline dayanmış bulunmaktayız. Müvekkilin imzalamış olduğu kağıtlardaki imza örnekleri taklit edilerek bir senet oluşturulduğu iddiasını öne sürerek davada ıslah yoluna başvurmaktayız.” denilerek davasını ıslah etmiştir.
Islah kelime olarak bir şeyi iyileştirme, düzeltme anlamını içerse de, yargılama hukuku bakımından bundan daha özel ve teknik bir anlama sahiptir (Pekcamtez, Pekcamtez Usûl, s. 1486). Islah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (Kuru, s.3965). Islah müessesesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkândır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapılabilmektedir (S., Üstündağ: Medeni Yargılama Hukuk, C.I-II, B.5, İstanbul 1989, s.454). Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, bir davada, davacı veya davalı iddia veya savunma sebeplerinin hepsini usul işlemlerinde yapılan bir hata ya da unutma nedeni ile mahkemeye sunmamış olabilir. Yargılama sırasında ortaya çıkan bazı gelişmeler de yeni iddia veya savunma sebeplerinin ileri sürülmesini gerektirebilir. İşte bu eksiklikler HUMK’nm yürürlükte olduğu dönemde diğer tarafın açık veya zımni muvafakati ile giderilebilmekteydi. HMK`nın yürürlüğe girmesi ile birlikte zımni muvafakat ile eksikliklerin giderilebilmesi kaldırılmış ve sadece diğer tarafın açık muvafakati ile eksikliklerin giderilebileceği kabul edilmiştir. Taraflardan birinin iddiasını veya savunmasını değiştirmek veya genişletmek istemesi hâlinde, karşı taraf buna açık bir şekilde rıza göstermezse; iddiasını veya savunmasını değiştirmek veya genişletmek isteyen tarafın ıslaha başvurmaktan başka çaresi yoktur. Şu hâlde ıslah hem iddianın hem de savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasaklarının istisnalarından birini oluşturur. Sözü edilen yasakların işlerlik kazandığı andan itibaren, iddiasını ya da savunmasını genişletmek ya da değiştirmek isteyen tarafın, karşı tarafın buna açık muvafakat vermemesi halinde müracaat edeceği kurum, ıslah kurumudur (Tanrıver, 729).
Islahın amacı, yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarım ortadan kaldırmak olup ıslah, tahkikat aşamasında yapılmış olan hatalı bazı taraf usul işlemlerini bir defaya mahsus olmak üzere düzeltme hakkı veren hukukî bir çaredir. Sonuç olarak, ıslah dava sebebinin veya savunmanın değiştirilmesi, delillerin ileri sürülmesi ve davaya dâhil edilmemiş vakıaların davaya dâhil edilmesi amaçlarına hizmet eden hukuki bir müessesedir.
Ancak HMK Madde 179 “(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur. (2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz.(3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır.” hükmünü içermektedir.
Kanun’da açıkça (HMK 179/2) sayılmış olmaları nedeni ile, ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz.
HMK Madde 188 İkrar başlığını taşımakla “(1) Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez. (2) Maddi bir hatadan kaynaklanmadıkça ikrardan dönülemez. (3) Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları bağlamaz.” hükmünü havidir.
6100 sayılı HMK’nın 187. maddesinde; ispatın konusunun, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalardan oluştuğu ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilebileceği, herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıaların çekişmeli sayılmadığı hükme bağlanmıştır.
Yukarıda belirtilen tüm açıklamalar gereğince mevcut dosya incelendiğinde; Konya .. Asliye Hukuk Mahkemesi …. Esas sayılı dosyada görülen davacısının dosyamız davalısı, davalısının ise dosyamız davacısı olan tasarrufun iptali davasında, gerek davacı asil …’ un gerekse davacı vekilinin iş bu dosyaya sundukları beyan ve cevap dilekçelerinde imzanın davacı … tarafından atıldığı İKRAR edilmiştir. Örneğin Konya .. Asliye Hukuk Mahkemesi …. Esas sayılı dosyaya sunulan 21.11.2017 tarihli davacının cevap dilekçesinde aynen ” Konya .. İcra Müdürlüğünün …. Esas sayılı dosyada mevcut olması gereken, takip dosyasına konu olan SENET, bono vasfında olamayacağından, hile ile imzalatıldığından, gerçek alacaklılık borçluluk ilişkisini de yansıtamaz. Bu konuda müvekkilin saflığından, hulus ve saffetinden bilgisizlik ve tecrübesizliğinden faydalanılıp vesair benzer sebeplerle, bir nevi birkaç sözleşme örnekleri kağıt tomarlarının arasına konularak, müvekkil okumadan ve incelemesine dahi fırsat verilmeden imzalattırılmış, bilmeyerek imzalamış bulunduğu bir kağıdın sonradan doldurularak tedavüle çıkarılması….”, yine 17.04.2019 tarihli dilekçede ” isbu davanın temelini teşkil eden bono müvekkilden hile ile beyaz kağıda imzası hile ile alınarak sonradan senet haline getirilmiş olup…..” yine 06.06.2014 tarihli davacı asil imzalı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığa gönderilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılığına başlıklı dilekçede ” Konya .. İcra Müdürlüğünün …. Esas sayılı dosyasından gönderilen ödeme emri 11.12.2012 tarihinde tarafıma tebliğ edildiğinde böyle bir evrak imzalamadığımdan imzaya itirazda bulundum. İmzanın bana ait olduğu anlaşılınca ,19.10.2012 tarihinde bana iş makinası kiralama sözleşmesi başlıklı 8 yada 10 sayfadan ibaret, imzalattırılan evraklar arasında senet imzalattırıldığını …… Anladım.” şeklinde beyanlar dosyada mevcuttur.
Hal böyle iken gerek davacının kendisinin gerekse de vekilinin Konya .. Asliye Hukuk Mahkemesi …. Esas sayılı dosyaya verdikleri dilekçelerde hile ile bonoya imza attırıldığını ileri sürmelerine hatta dava dilekçesinin bu minvalde oluşturulmasına rağmen, ıslah ile imzanın kendilerine ait olmadığı yönünde beyanda bulunmaları ve inceleme talep etmeleri HMK 179/2 de belirtilen İKRAR ıslah ile geçersiz kılınamayacağından, davalının kötü niyetli olarak davacıyı icraya verdiği ve davacının davalıya hiç bir şekilde borcu bulunmadığı iddiasıyla menfi tespit davası açılmış ise de; yukarıda izah edilen sebepler ile davacının davasını ispat edemediğine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
Davalının tazminat talebinın ise; İİK 72. Madde “Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.” hükmü gereğince mahkememizce verilen tedbir kararı uygulandığından ve tedbir nedeniyle takibin durduğundan, davalının alacağını geç almış bulunacağı ve zarara uğrayacağı anlaşılmakla kabulüne karar verilmesini gerekmiştir. ” gerekçesiyle davacının davasının reddine, hüküm altına alınan 200.000,00 TL üzerinden % 20 oranında hesaplanan 40.000,00 TL kötüniyet tazminatının davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; icra mahkemelerinde alınan rapor genel mahkemelerde kesin delil teşkil etmeyeceğinden; mahkemenin yeniden imza incelemesi yaptırması gerektiğini, mahkeme ikrar sebebi ile bilirkişi incelemesi yapılmaksızın karar verdiğini, lakin müvekkilin hiçbir zaman herhangi bir senet imzaladığı ya da senet borcu olduğu yönünde bir ikrarı asla olmadığını, müvekkili çalıştığı iş yerine karşı sorumluluğundan ötürü kepçelerin geri gelmeyeceği korkusuyla evrakları doğru düzgün okuyamadan gece karanlığında korku ve panik ile imzaladığını, imzalama anına müvekkilinin ailesi ve diğer tanıklar da bizzat şahıs olduğunu ancak yargılama esnasında tanıkların dinlenmediğini, müvekkilinin imzası taklit edilerek senede imza atılmış veyahut imzalatılan evraklardan birisi üstüne ekleme yapılarak senede dönüştürüldüğünü, bunun tespiti için senedin aslı üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinin esas olduğunu, eğer ki imza müvekkilinin el ürünü ise tanıklarının dinlenmesini talep ettiklerini, müvekkilinin hiçbir zaman senet borçlusu olduğunu ikrar etmediğini, zira böyle bir ikrar söz konusu olsa huzurdaki menfi tespit davasından önce icra mahkemesinde imzaya itiraz davası ikame edilemeyeceğini, müvekkili en başından beri kendisine zorla evrak imzalatıldığını, senet borcu olmadığını, hiçbir zaman bu kişilerden para almadığını, imzalanan evrakların senede dönüştürülmüş olabileceğini veya kendisinin imzasının taklit edilmiş olabileceğini öne sürdüğünü, mahkemenin eksik incelemeye hatta inceleme dahi yapılmamasına sebebiyet verdiğini, bu sebeple davanın reddi kararının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu beyanla ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılarak davalarının kabulünü talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; menfi tespit istemine ilişkindir.
İstinaf incelemesi HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle ve resen kamu düzenine aykırılık yönünden sınırlı olarak yapılmıştır.
Dosya kapsamına göre davalı tarafından davacı aleyhine 20/08/2012 tanzim, 10/10/2012 vade tarihli 200.000,00 TL bedelli bonoya dayalı olarak Konya ..İcra Müdürlüğü’nün …. Esas sayılı dosyası ile toplam 205.572,60 TL alacak üzerinden kambiyo senetlerine mahsus yolla icra takibi başlatıldığı, bono keşidecisinin davacı, lehtarının dava dışı … …, bono hamilinin de davalı olduğu anlaşılmıştır.
Davacının daha önce icra hukuk mahkemesinde bonodaki imzasına itiraz ettiği, icra hukuk mahkemesince Adli Tıp Kurumu’ndan alınan raporda bonodaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun belirtildiği, icra hukuk mahkemesince de rapor esas alınarak davacının imzaya itirazının reddine karar verildiği ve kararın temyiz edilmeyerek 18/04/2014 tarihinde kesinleştiği, davacının eldeki davada önce dava dışı lehtar … ..’nın bonoyu hile ile kendisine imzalattırdığını iddia ederek menfi tespit talebinde bulunduğu, daha sonra ise ıslah dilekçesiyle ayrıca imzaladığı evrakların senede dönüştürülüp dönüştürülmediği veyahut imzasının taklit edilerek yeni bir senet oluşturulup oluşturulmadığının incelenmesi için imza incelemesi yaptırılmasını istediği anlaşılmıştır.
Davacı ıslah dilekçesiyle imza incelemesi de yapılmasını talep etmiş ise de davada takibe konu bononun dava dışı lehtar … .. tarafından kendisine hile ile evraklar arasında imzalatıldığını, bono düzenleme iradesi olmadığını, hile suretiyle iradesinin fesada uğratıldığını iddia etmiş olup, daha sonra ıslah dilekçesiyle imzanın da kendisine ait olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmesi çelişkili davranma yasağı kapsamındadır. Bu sebeple davacının hile iddiası ile ilgili değerlendirme yapılması gerekir.
Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hatada yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunu’nun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Bir yıllık hak düşürücü süre hileye maruz kalan kimsenin bunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Öğrenme tarihi işlem tarihi olabileceği gibi, somut olayın özelliğine göre işlem tarihinden ileri bir tarihin de olabilecektir. Bir başka ifadeyle işlem tarihinde fark edilemeyen bir hilenin çeşitli nedenlerle sonraki bir tarihte öğrenilebileceği açıktır. Bu durumda, hak düşürücü sürenin hesabında davacının öğrenme tarihi olarak ileri sürdüğü tarihin esas alınması gerekir. Diğer tarafın, öğrenmenin hileye maruz kalanın beyan ettiği tarihten önce olduğunu iddia etmesi durumunda, bu iddiasını ispat etmesi gerekir. (Yargıtay 1. HD 2021/6599 Esas, 2021/7978 Karar sayılı kararı)
Somut olayda, davacının hile iddiasıyla ilgili hileyi yaptığını iddia ettiği kişi olan lehtar … .’ya karşı bononun hileyle düzenlendiğine ilişkin bir davasının olmadığı, üstelik bu kişiyi davada tanık olarak gösterdiği, davalının söz konusu iddia karşısında 3.kişi konumunda olduğu, bu sebeple davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik olmadığı anlaşıldığından davacının istinaf başvuru talebinin HMK’nın 353/1.b.1 maddesi gereğince esastan reddine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının istinaf başvuru talebinin ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 269,85 TL harçtan peşin alınan 80,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 189,15 TL karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,
3-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından ücret-i vekalet ile ilgili hüküm kurulmasına yer olmadığına,
4-İstinafa başvuran davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 359/4. maddesi gereğince; kararın tebliği işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yapılmasına,
6-Dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 13/10/2023 tarihinde oybirliği ile HMK’nın 362/1.a maddesi gereğince kesin olarak karar verildi.

Başkan …
e-imzalıdır

Üye …
e-imzalıdır

Üye …
e-imzalıdır

Katip …
e-imzalıdır

A.Ç