Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2022/634 E. 2023/2188 K. 08.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM 6. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA . ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/11/2019
NUMARASI : Esas Karar

DAVACI :
VEKİLLERİ : Av.

İSTİNAF EDEN DAVALI : 1-
VEKİLLERİ : Av.

DAVALI : 2-
TASFİYE MEMURU :
DAVA : Alacak

İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ : 08/11/2023
YAZIM TARİHİ : 10/11/2023
Davacı tarafından, davalılar aleyhine Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyası ile açılan alacak davasında 15/11/2019 tarihinde tesis edilen karara karşı davalı şirketin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, üye hakimin görüşleri alındıktan sonra dosya incelendi;
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı şirketin başta Almanya olmak üzere birçok ülkede yüksek faiz garantisi ve paraların her an geri çekileceği sözü verilerek binlerce Türk Vatandaşından para topladığını, söz konusu tahsilatların şirket adına çalışan ve şirket temsilcilerince yürütülen faaliyetler sonucunda toplandığını, bu tahsilatların bireylerin yurt özlemi ve dini duyguları sömürülerek parasını her an geri alabileceği ve yükse oranda kar getireceğinden bahisle belge karşılığı yapıldığını ve daha sonra bu belgelerin geri toplandığını, hiçbir şekilde ortaklık durum belgesi, hisse senedi vs. adında derhal istendiği an bununla yatırdıkları paraları yüksek faiziyle geri alabileceğinden bahisle belgeler verildiğini, bireylerin paralarını geri istediğinde ise, bu taleplerin reddedildiğini ve şirketlere verdiği paraların hiçbir şekilde tahsil edilemediğini, bununla beraber şirketlere para yatıran bireylerin hisselerini SPK’na aykırı olarak izinsiz olarak halka arz ettiklerini, şirketlerin para toplama işini yasa dışı kurye ve kargolarla yaptığını, şirket ve yöneticileri hakkında cürüm işlemek amacıyla çete oluşturmak vs. suçlarından birçok ceza davaları açıldığını, bir çok devlet kuruluşunca davalı tarafın denetlendiği ve bir çok rapor düzenlendiğini, davalı şirketin bu şekilde para toplamasının Bankalar Kanunu, TTK, TBK ve diğer kanunların hükmüne aykırı olduğunu, hisse senetlerinin izinsiz olarak halka arzının da SPK’na aykırı ve yasa dışı olduğunun resmi raporlarla ifade edildiğini, bu şekilde davalı şirketin hukuka ve yasaya aykırı olarak 89.404,88 DM (45.712,00 Euro) topladığını, müvekkilinin yıllarca bu parasını geri istemesine rağmen davalı şirketin hiçbir şekilde geri iade etmediğini, müvekkilinin yatırdığı para davalı şirketin muhasebe kayıtlarına yansıtılmadığını, davalı şirketlerce ikincil bir muhasebe kaydı tutulduğunu, bu nedenlerle taraflar arasında ortaklık ilişkisinin olmadığının ve müvekkili tarafından davalı şirketlere verilen tüm paraların tespitine, fazlaya ilişkin dava, faiz ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 30.000,00 Euro’nun fiili ödeme günündeki rayici üzerinden dava tarihinden başlamak üzere devlet bankalarının vadeli döviz mevduatına ödedikleri en yüksek faiz ile birlikte müşterek ve müteselsil sorumlu davalılardan alınarak müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı taraf 04/09/2019 tarihli dilekçesiyle talep miktarını 998,00 Euro artırarak 30.998,00 Euro’ya çıkarmıştır.
CEVAP: Davalı …. Holding A.Ş. Vekili cevap dilekçesinde özetle; dava dilekçesine ekli olarak sunulan belgeleri kabul etmediklerini, davalı yönünden belgelerin bağlayıcı olmadığını, TTK nun 329 ve 405. maddeleri gereğince şirket ortaklarının hisse bedellerini şirketten geri istemesinin ve şirketin kendi paylarını geri almasının mümkün olmadığını, davacı tarafın müvekkili şirkete veya şirketlere her an geri alabileceği garantisi ile para verdiğine ilişkin iddianın gerçek olmadığını, müvekkili şirket veya şirketlerin davacı taraftan para almadığını, müvekkili şirketin bankacılık mevzuatına dayanarak herhangi bir mevduat toplamadığı gibi bunun da mümkün olmadığını, aynı şekilde müvekkilinin SPK, TTK ve BK hükümlerini de ihlal etmediğini, hakdüşürücü süre ve zamanaşımı sürelerinin geçtiğini, davacının Türkiye’de mutad meskeni olmadığını, teminat yatırılması gerektiğini beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI ÖZETİ: İlk derece mahkemesince “…Bilirkişi raporunda açıklandığı üzere; Davacının borsaya kote olduğu tarih itibariyle toplam 1.422 adet hissenin 2.844 payı temsil ettiği, 23.05.2013 tarihi itibariyle borsa kapanış değerinin 10,70 TL olduğu bununda (2.844×10,70 TL)=30.430,80 TL değerinde olduğu, kote tarihi itibariyle Merkez Bankası efektif satış kuruna göre 1 EURO=2.3542 TL olduğu (30.430,80 TL/2.3542)= 12.926,17 EURO’nun davacı tarafından davalı taraftan tahsil edildiğinin kabulünün gerektiği ve bu miktar yönünden davalının savunmasını ispatladığı, Neticede; davacının davalıya 48.441,00 Euro yatırdığı, davalı tarafından davacıya 17.295,17 Euro ödendiği, Dava tarihi itibariyle davacının davalı şirketten; (48.441,00 Euro – 17.295,17 Euro )=31.145,83 Euro bakiye alacağının bulunduğu,
Temerrüdün; Muaccel bir borcun ifa tarihinin taraflarca kararlaştırıldığı hallerde bu tarihte böyle bir tarihin taraflarca kararlaştırılmaması halinde alacaklının ihtarıyla gerçekleşeceği, davacı tarafın, dava dilekçesinde ödeme tarihinden itibaren faizi işletilmesini talep ettiği, ancak davacı tarafın davalıya yatırılan paranın istendiği an geri alınabileceğin inancı ile para yatırdığı, gerek 818 sayılı BK’nun 101. Maddesi ve gerekse dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nun 117. Maddesinde belirtilen şekilde dava açmadan önce davalıyı temerrüde düşürdüğünü ispat edemediğinden temerrüdün dava tarihinde gerçekleştiği,
Faiz türünün; Davacının döviz faizi uygulanmasını talep ettiği, alacağını döviz cinsinden talep ettiğinden 3095 sayılı Kanunun 4/A maddesi gereğince T.C. Devlet Bankalarının bir yıl vadeli Euro cinsindeki dövize uyguladıkları en yüksek mevduat faizinin uygulanması gerektiği,
Davacının kalan alacağının Euro cinsinden hesap edilmesine rağmen, 6098 sayılı. TBK.nin 99. maddesi gereğince tercihini fiil ödeme tarihindeki rayiç değeri üzerinden kullanıp, alacağının fiili ödeme tarihindeki rayici üzerinden TL karşılığını istemesi karşısında,
Davacının davalı şirketten dava tarihi itibariyle 31.145,83 EURO alacağı bulunduğu ancak davacı tarafın ıslah dilekçesi ile 30.998,00 Euro talepte bulunduğu, taleple bağlılık ilkesi dikkate alınarak, hüküm döviz üzerinden kurulduğundan (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 20/04/2016 tarih ve 2015/9645 Es.2016/4426 Kar.,Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 22/11/2018 tarih ve 2016/13870 Es.2018/7291 Kar. Sayılı ilamları ile de kabul edildiği gibi) harç, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin dava tarihindeki Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Efektif Satış Kuru 1 Euro=5,4912 TL esas alınarak belirlenen dava değeri üzerinden kabul ve red oranları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmakla davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir….” gerekçesiyle davanın kabulü ile; davacı ile davalı şirket arasında geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, 30.998,00 EURO’nun 30.000,00 Euro’sunun dava tarihi olan 04/07/2018 tarihinden, bakiyesinin ıslah tarihi olan 03/09/2019 tarihinden itibaren işletilecek 3095 Sayılı Kanun’un 4/A maddesi gereğince T.C. Devlet Bankalarının bir yıl vadeli Euro cinsindeki dövize uyguladıkları en yüksek mevduat faizi ile birlikte fiili ödeme tarihindeki TCMB efektif satış kuru üzerinden TL karşılığının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine şeklinde karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı …. Holding A.Ş. vekili istinaf dilekçesinde özetle; dosya kapsamındaki belgelere ve SPK listelerine göre müvekkilinin, şirket ortağı olduğunu, bu nedenle ihtilaf 7194 sayılı Yasanın 41.madde kapsamına girdiğinden, Resmi Gazetede 07.12.2019 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 7194 SK’nun 41.maddesi uyarınca yerel mahkeme kararının kaldırılarak davada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini aksi takdirde davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, zamanaşımı ve hak düşürücü itirazlarının reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığını, yerel mahkemenin davacının ıslah talebini kabul etmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, davacının yedinde bulunduğu iddia edilen hisse senetlerinin davalı şirkete iadesine karar verilmemesinin de hukuka aykırı olduğunu, mahkemece yemin delilini kullanma hakları engellendiği gibi isticvap istemlerinin de usul ve yasaya aykırı şekilde reddine karar verildiğini, yerel mahkemece dava tarihindeki yabancı paranın değeri üzerinden zarar hesabı yapılmasının hatalı olduğunu beyanla kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; davalı şirkete ortak olmadığının tespiti, kar payı alınması maksadıyla verilen paranın iadesi istemine ilişkindir.
İstinaf incelemesi; Kamu düzenini ilgilendiren konularda resen, diğer yönlerden HMK’nın 355.maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Davacının ve davalılardan …….’ın İlk Derece Mahkemesi kararına karşı süresinde istinaf başvurusunda bulunmadığı bu sebeple davalı ……. hakkında verilen İlk Derece Mahkemesi kararının kesinleştiği anlaşılmakla, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvuran davalı …. Holding A.Ş yönünden istinaf incelemesi yapılmıştır.
7194 sayılı Kanun’un 41 inci maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 18.05.2023 tarih, 2020/11 E. ve 2023/98 K. sayılı iptal kararı ile Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiği, bu kararın 12/09/2023 tarihli Resmi Gazetede yayınlandığı anlaşılmıştır.
Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 10/07/2023 tarih 2023/2519 Esas 2023/4253 Karar sayılı ilamında “….4. Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkanının kalmaması veya kanunda öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmaması zamanaşımı kurumunu ifade etmektedir (Türk Hukuk Kurumu: Türk Hukuk Lügatı, C. I, Ankara 2021, s. 1244). Zamanaşımı, borçluya borcunu ödememe imkanını veren ayrıca alacaklıyı alacağını zamanında istemeye teşvik eden bir kurumdur. Başka bir deyişle zamanaşımı kurumu hukuki güvenlik ilkesinin bir sonucu olarak alacaklıyı alacağını zamanında ileri sürmeye zorlamaktadır. Zira alacaklının alacağını kanunda öngörülen süre içerisinde ileri sürmeyip hareketsiz kalması, alacağın tahsili için ciddi bir iradeye sahip olunmadığı hususunda borçluda bir güven uyandırır.
5. Zamanaşımı bir maddi hukuk kurumu olmadığından borcu sona erdiren değil, var olan bir hakkın talep edilmesini engelleyen bir savunma aracıdır. Bu niteliği itibarıyla da zamanaşımı alacağın varlığını değil, talep edilebilirliğini ortadan kaldırır. Başka bir deyişle kanunun öngördüğü zamanaşımı süresinin dolması, hakkın varlığını sona erdirmemekte fakat dava yoluyla hakkın ileri sürülmesi durumunda borçlunun bir karşı hakka (defi hakkına) dayanarak ileri sürülen hakkı sürekli olarak engellemesi söz konusu olmaktadır. Borçlu, zamanaşımı defini ileri sürerek alacak hakkı zamanaşımına uğradığı için edimi ifa etme zorunda olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte eğer davalı zamanaşımı defini ileri sürmezse hakim bu durumu resen nazara alamayacak ve şartlar mevcutsa alacağa hükmedebilecektir. Ancak zamanaşımı defini ileri süren tarafın bu hakkını dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde kullanmaması gerekir. Aksi halde hakkın kötüye kullanılması sözkonusu olur. Başka bir deyişle borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olmadığı sürece hakkın kötüye kullanılması yasağı gündeme gelmez (Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006, s. 65).
6. Zamanaşımı süreleri genel olarak yalnızca alacak hakları için öngörülmüş olup bu hakların zamanaşımı sürelerine tabi tutulmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Özellikle uzun yıllar boyunca talep edilmemiş olan alacak hakkının ya elde edilmiş ya da ifa dışındaki bir nedenle sona ermiş olması, uzun yıllar boyu ifanın kanıtı olan belgeleri saklamasının borçludan beklenemeyecek olması, ifa talebiyle karşılaşan borçlunun borcunu ifa etmiş olsa bile ifayı ispat etmesinin neredeyse olanaksız olması ve bu durumda borçlunun hukuken korunmasının gerekmesi, hukuk düzeninin istikrar kazanmış durum ve ilişkilere dokunmak istememesi, hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişte kalan olaylardan dolayı uyuşmazlığın sürdürülmesinde kamu yararı bulunmaması bu nedenler arasında yer almaktadır (Erdem, Mehmet: Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul 2010. s. 16.)
7. 818 sayılı Kanun, 11.01.2011 tarihinde kabul edilen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 647 nci maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, 6098 sayılı Kanun ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrası; “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanım hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden haşlayarak Türk Borçlar Kanununda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur” hükmünü haizdir. Buna göre 818 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Haksız fiilden doğan tazminat davasının tabi olduğu zamanaşımı süreleri ve başlangıçları 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde genel zamanaşımı hükümlerinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Zamanaşımı sürelerinin ve başlangıçlarının düzenlendiği 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ilk iki fıkrası; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazam olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” şeklinde düzenleme içermektedir.
8. Görüldüğü üzere 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde haksız fiillerle ilgili olarak üç farklı zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Bunlardan ilki zarar görenin zararı ve faili (sorumlu kişiyi) öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık zamanaşımı süresidir. Bir yıllık sürenin işlemeye başlaması açısından “öğrenme” ölçütü esas alınmış, bu ölçüt hem  zarar hem de fail açısından aranmıştır. Bu nedenle bir yıllık zamanaşımı süresi bu iki  husustan hangisi daha sonra öğrenilmişse o hususun öğrenilme tarihinden itibaren işlemeye başlar. Başka bir deyişle bu iki hususun birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup sadece birinin öğrenilmesi zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için yeterli olmamaktadır. Bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı öğrenme gibi subjektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “nispi zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan bir yıllık sürenin başlaması bakımından zararın öğrenilmiş sayılması için zararın varlığını, niteliğini ve temel unsurlarını belirleyecek bilgilerin dava açacak derecede öğrenilmiş olması yeterlidir.
9. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden ikincisi ise bir yıllık nispi zamanaşımı süresini, herhalde zarar verici fiilin gerçekleştiği (vuku bulduğu) tarihten itibaren on yıl ile sınırlandıran on yıllık zamanaşımı süresidir. On yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı objektif nitelikte olan zarar verici fiilin gerçekleştiği tarihtir. Bununla birlikte eğer zarar verici fiil süregelen bir nitelik taşıyorsa on yıllık zamanaşımı süresinin de fiilin tamamlandığı tarihten itibaren işlemeye başlaması gerekir. On yıllık zamanaşımı sürenin başlangıcı haksız fiilin gerçekleştiği (veya tamamlandığı) tarih gibi objektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “mutlak zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. On yıl içinde zarar ve sorumlu kişi öğrenilemediği için bir yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamamış olsa dahi haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl geçmişse tazminat davası açma hakkı zamanaşımına uğrar. Buna karşılık on yıllık süre içinde zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık süre dolmuşsa artık azami nitelikteki on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin bir önemi kalmaz, bir yıllık süre dolduğunda zamanaşımı gerçekleşmiş olur. (Havutçu, Ayşe: Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, C.12, s. 58.)
10. Görüldüğü üzere bir yıllık zamanaşımı süresi ile on yıllık zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark sürelerin başlama anlarıdır. Bir yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlarken on yıllık zamanaşımı süresi zararın ve  failin öğrenilip öğrenilmediğine bakılmaksızın haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Zararın sonradan meydana gelmesi de sürenin işlemeye başladığı anı değiştirmemektedir.
11. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden bir diğeri ise ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre cezayı gerektiren haksız fiiller bakımından ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse tazminat talepleri için de bu zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Ancak haksız fiillere ceza kanunlarındaki zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız fiilin cezalandırılabilir olması ve bu fiil için ceza kanunlarında öngörülen zamanaşımının haksız fiillere uygulanan nispi veya mutlak zamanaşımından uzun olması gerekmektedir. Buradaki ceza kanunlarındaki zamanaşımı ifadesinden anlaşılması gereken ise ceza kanunlarındaki dava zamanaşımıdır. Zira 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasının düzenlenme amacı, ceza yargılaması yapılabildiği sürece aynı fiilden kaynaklanan zararların tazmininin istenebilmesidir. Bir fiilin ceza yargılamasına konu olup olmamasında belirleyici olan süre ise dava zamanaşımı süresidir.
12. Haksız fiil olarak nitelendirilen davranışlar içerdikleri hukuka aykırılık ve kusur unsurlarına bağlı olarak ceza kanunlarına göre de suç teşkil edebilirler. Dolayısıyla aynı davranış hem ceza yargılamasının hem de tazminat davasının konusunu oluşturabilir. 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile fail, hukuka aykırı bir fiilinden dolayı ceza kanunlarına göre cezalandırılabildiği sürece bu fiil nedeniyle uğranılan zararın telafisi de failden istenebilir. Gerçekten de fail için daha ağır sonuçlar doğuran ceza yargılamasına izin verilirken aynı fiil nedeniyle faile karşı tazminat davası açılamaması yerinde olmayacaktır.
13. Ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için tazminat sorumluluğuna neden olan fiilin ceza kanunlarına göre suç oluşturması ve cezayı gerektirmesi yeterli olup ayrıca haksız fiilin faili hakkında ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş olması, hatta soruşturma yapılması gerekli değildir. Bu nedenle tazminat davasına bakan hakim zamanaşımı defi ile karşılaştığında, davanın esasına girmeden önce fiilin cezayı gerektirir bir fiil olup olmadığını ceza hukuku ilkelerine göre kendisi değerlendirecek, fiilin suç niteliğinde olduğu kanaatine ulaşırsa ceza zamanaşımını dikkate alacaktır (Tekinay, S. Sulhi/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Haluk/Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 723.)
14. Hemen belirtilmelidir ki ceza davası zamanaşımı süresinin başlangıcı 818 sayılı Kanun hükümlerine göre değil, ceza kanunu hükümlerine göre belirlenir. Buna göre ceza davası zamanaşımının uygulandığı durumlarda zamanaşımı süresi, zararın ve failin öğrenildiği  tarihten itibaren değil, suç teşkil eden fiilin işlendiği (veya fiilin tamamlandığı) tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Ceza kanunu hükümleri, sadece ceza davasının zamanaşımının süresi ve başlangıç noktası bakımından uygulanacak olup zamanaşımın durması ve kesilmesine ilişkin nedenler ve sonuçları hakkında 818 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır (Antalya, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. II, İstanbul 2017, s. 515).
15. Ceza davası zamanaşımı süresinin amacı gözetildiğinde, daha uzun olmak şartıyla bu sürenin hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresi hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresi açısından uygulanması gerekir. On yıldan fazla ceza davası zamanaşımı süresinin söz konusu olduğu bir durumda artık nispi ve mutlak zamanaşımı süresi dikkate alınmayacaktır. Bu durumda ceza davası zamanaşımı süresi hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresinin hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin yerini alacak, tazminat davası en geç bu sürenin sonuna kadar açılabilecektir. Öte yandan ceza davası zamanaşımı süresi bir yıllık nispi zamanaşımı süresinden uzun ancak on yıllık mutlak zamanaşımı süresinden kısa ise bu durumda sadece nispi zamanaşımı süresinin yerine uygulanma imkanına sahip olacaktır. (Tekinay/Akman Burcuoğlu/Altop, s. 725.). Zarar gören, zarar ve faili ne zaman öğrenmiş olursa olsun on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin geçmemiş olması şartıyla ceza davası zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir. Bununla birlikte ceza davası zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi zarar gören on yıllık mutlak zamanaşımı süresi içerisinde zarar ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık nispi zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir….” hususunun belirtildiği,
Davalıların eylemlerinin haksız fiil niteliğinde olduğu, davalı …. Holding A.Ş’nin süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğu, işbu davada zamanaşımı yönünden davacı lehine usuli kazanılmış hak bulunmadığı, davacının 07/02/1997 ve 04/02/1998 tarihlerinde şirkete para yatırdığı buna karşın eldeki davanın 04/07/2018 tarihinde zamanaşımı süreleri geçtikten sonra açıldığı, bu nedenle davalı …. Holding A.Ş. hakkındaki davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmadığından davalı …. Holding A.Ş.’nin istinaf başvuru talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının …. Holding A.Ş. yönünden kaldırılmasına, HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince; bu davalı yönünden açılan davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine, davalı ……. ile ilgili ilk derece mahkemesince verilen karar kesinleşmiş olduğundan bu davalıya yönelik açılan dava ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına ilişkin yeniden hüküm kurulması gerektiği sonuç ve kanaatiyle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
A) Davalı …. Holding A.Ş. istinaf başvuru talebinin KABULÜ ile; Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15/11/2019 tarih …Esas ….Karar sayılı kararının davalı …. Holding A.Ş yönünden KALDIRILMASINA,
1-İstinaf başvurusunda bulunan davalı …. Holding A.Ş. tarafından yatırılan 2.906,87 TL istinaf karar harcının talep halinde bu davalıya iadesine,
2-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından taraflara ücreti vekalet taktirine yer olmadığına,
3-İstinaf başvurusunda bulunan davalı …. Holding A.Ş. tarafından yatırılan 220,70 TL istinaf yoluna başvuru harcı ile 5,50 TL tebligat gideri olmak üzere toplam 226,20 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak bu davalıya verilmesine,
B) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b.2 maddesi gereğince davacının …. Holding A.Ş’ye yönelik talebi ile ilgili YENİDEN HÜKÜM KURULMASINA,
1-Davalı …. Holding A.Ş. yönünden açılan davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle REDDİNE,
2-Davalı …. Holding A.Ş. davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T gereğince belirlenen 27.234,59 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak bu davalıya verilmesine,
3-Davacının münhasıran …. Holding A.Ş. için yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı …. Holding A.Ş tarafından yapılan 11,00 TL tebligat giderinin davacıdan alınarak bu davalıya verilmesine,
5-HMK’nın 333 ve HMKGAT’nin 5/1. maddeleri gereğince yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının yatıran taraflara iadesine,
6-İlk derece mahkemesince davalılar …. Holding A.Ş. ve …….’dan tahsiline karar verilen bakiye karar harcı ile ilgili düzenlenen 22/04/2022 tarihli harç tahsil müzekkeresinin bila infaz iadesinin istenmesine, iade işleminin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
C) Davalı ……. ile ilgili ilk derece mahkemesince verilen karar kesinleşmiş olduğundan bu davalıya yönelik açılan dava ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına,
D) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 359/4.maddesi gereğince kararın dairemiz tarafından tebliğe çıkarılmasına,
E) Kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi halinde dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda verilen kararın HMK’nın 361/1 maddesi gereğince taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Dairemize, temyiz edenin bulunduğu yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine veya İlk Derece Mahkemesine verilecek dilekçe ile temyiz kanun yoluna başvurma talebinde bulunulabileceğine 08/11/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Başkan
e-imzalıdır

Üye
e-imzalıdır

Üye
e-imzalıdır

Katip
e-imzalıdır