Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. KONYA BAM 6. HUKUK DAİRESİ
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO :
KARAR NO :
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 07/09/2022
NUMARASI : Esas – Karar
İSTİNAF EDEN DAVACI : …
VEKİLLERİ : Av. … & Av. …
DAVALI : …
VEKİLİ : Av. … –
DAVA : Alacak
İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ : 08/11/2023
YAZIM TARİHİ : 13/11/2023
Davacı tarafından, davalı aleyhine Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyası ile açılan alacak davasında 07/09/2022 tarihinde tesis edilen karara karşı davacının istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, üye hakimin görüşleri alındıktan sonra dosya incelendi;
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle; davalı şirket tarafından yatırılan paraların istendiği an geri çekilebileceği ve bu paralar karşılığında yüksek faiz verileceği vaatleri ile binlerce kişiden para toplandığını, müvekkilinden de 01/01/2001 tarih …. sayılı tahsilat makbuzu karşılığı 18.324,00 DM para tahsil edildiğini, müvekkiline bir kısım hisse senetleri verildiğini, davalının Bankalar Kanununun 10. maddesine aykırı olarak mevduat topladığını, davalının Sermaye Piyasası Kanunu 30 ve 31. maddelerine aykırı olarak SPK dan her hangi bir izin olmadan ve izin belgeleri olmadan izinsiz aracılık faaliyetinde bulunduğunu, davalının tacir olup basiretli bir iş adamı gibi davranmadığını, davalının eski TTK ve eski Borçlar Kanunu hükümlerini ihlal ettiğini, davalının şirket hisse senetlerini SPK kaydına aldırmaksızın halka arz ettiklerini, davalının SPK mevzuatına uymayarak küçük yatırımcıları zarara uğrattığını, SPK mevzuatının amacının küçük yatırımcıların zarar görmelerinin engellenmesi olduğunu, SPK tarafından yapılan denetlemelerde şirket hisse senetlerinin izinsiz bir şekilde halka arz edildiğinin ortaya konulduğunu, davalıca şirket sermayesinin tamamı ödenmediği halde hamiline yazılı hisse senetleri çıkarıldığını, şirket yönetim kurulu üyeleri ve çalışanları hakkında yasalara aykırı bu tip faaliyetleri nedeniyle haklarında bir çok ceza soruşturması yapılarak kamu davaları açıldığını, davalının mal varlığı üzerine dava değerince karar kesinleşinceye kadar ihtiyati tedbir konulmasına, müvekkili ile davalı arasında eski TTK, BK, SPK ve sair mevzuata aykırı olarak kurulan ilişkinin hükümsüzlüğünün tespitine, fazlaya ilişkin talep ve hakları saklı kalmak kaydı ile müvekkilinden tahsil edilen 9.368,91 Euro’nun tahsil tarihinden itibaren 3095 sayılı kanunun 4/a maddesi gereğince devlet bankalarının yabancı parayla açılmış bir vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı şirket vekili cevap dilekçesi ile özetle; iş bu davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, gerçeğe aykırı ve iyi niyetle bağdaşmayan iddia ve isnatlar içerdiğini, davacının elinde bulundurduğu hamiline hisse senetlerine dayanılarak …’un 11/11/2006 ve 16/12/2006 tarihli genel kurula katıldığını ve asaleten oy kullanıldığını, bu durumda davaya konu hisse senetlerinin dava dışı şahıslara devir edildiğinin kabulü gerektiğini, yani davacının dava tarihi itibariyle davalı şirketten aldığı hisse senedi söz konusu olmadığını, davacının tüm iddialarının zamanaşımına uğradığını, davacı da dahil olmak üzere hiçbir üçüncü şahısa davalı şirketin hisse senedi satışı yapmadığını, davacının sunduğu tahsilat belgesinde ismi geçen …. isimli şahsın müvekkili şirketin yetkilisi veya çalışanı olmadığını, şirket kayıtlarında davacının para ödediğine dair herhangi bir kayıt gözükmediğini, SPK denetim raporlarının resmi kayıt- resmi belge niteliğinde olmadığını, neticeden açılan davanın öncelikle zamanaşımı sebebiyle bilahare esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk derece mahkemesince; “…Davacının sunduğu…. Holding A.Ş. başlıklı 01/01/2001 tarih ….. sıra numaralı tahsilat makbuzunda teslim eden bölümünde davacının ad ve soyadı ve imzası ile tahsil eden bölümünde ismi okunamayan …. soy ismi ve imzası vardır. Ancak ne var ki davalı vekili bu belgeyi ve içeriğini kabul etmediği gibi ismi okunamayan …. soy isimli kişinin müvekkiliyle bir ilgisinin olmadığını beyan etmektedir. Davacı, tahsilat makbuzundaki 18.324 DM yi davalıya verdiğini ispatlamalıdır. Tahsilat makbuzunda davalı şirket yetkilisi ve görevlisinin imzası yoktur. Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesinin …. Esas sayılı dosyasından Uyap’tan dosyamıza aktarılan Ticaret Sicilinden ve SGK dan gelen yazı cevaplarına göre tahsilat makbuzunda tahsil eden bölümünde isim ve imzası bulunan ismi okunamayan …. soy isimli kişinin davalı ….. ile bir ilgisinin olduğu ortaya konulamamıştır. Davacı, tahsilat makbuzunda ismi geçen … soy isimli kişinin davalı şirketle ilgisini ve özellikle davalı adına şirket hisse senedi satmaya veya para tahsiline yetkisinin olduğuna ilişkin başkaca bir delil ve belge sunamamıştır.
Davalı şirketin şirket defter ve belgelerini inceleyen bilirkişilerin gerekçeli, denetlemeye ve hükme el verişli raporlarında da belirttikleri gibi; davalı şirketin yöneticilerinin veya çalışanlarının veya yetkililerinin haklarında ceza mahkemelerince verilmiş her hangi bir mahkumiyet kararının olmaması, mahkumiyet kararı olsa bile o mahkumiyet kararının içeriğinin ve taraflarının ne olduğunun ayrı bir tartışmanın konusu olması, davacının sunduğu belgelerde davalı şirketin veya yetkililerinin imzalarının olmaması, davacının şirkete para verdiğine ilişkin davalı … bağlayan bir belgesinin olmaması, davalı şirketin ticari defter ve belgelerinde davacıdan para tahsil edildiğine ilişkin bir kaydın olmaması, böyle bir kayıt olmayınca ticari defterlerin noter açılış ve kapanış tasdiklerinin olup olmamasının sonuca etkisinin olmaması, böylelikle davalı şirketin ticari defterlerinin kendisi aleyhine delil oluşturacak bir durumunun olmaması, davacının şirket pay sahipleri defterinde de isminin bulunmaması nedenleriyle davacı davalı şirkete dava konusu ettiği 18.324,00 DM yi verdiğini ispatlayamadığından, bilirkişi kurulunun düzenlediği rapor ve şirket kayıtları ve SPK listeleri karşısında: davacının, davalı şirkete herhangi bir para verdiğinin ispatlayamadığı, ayrıca davacı vekilince dosyaya sunulan hisse senetlerinin (söz konusu hisse senetlerinin numaraları tahsilat makbuzu adlı belge de yer almaktadır) 11/11/2006 ve 16/12/2006 tarihli hazirun cetvellerinde yer alan bilgilere göre … tarafından kullanıldığı, ancak davacı tarafından dava dosyasına sunulan…. Holding AŞ Tahsilat Makbuzu başlıklı belgede 01/01/2001 tarihine yer verildiği, bu durumda söz konusu hisse senetlerinin davadan önce davacı tarafça 3. kişiye devir edildiğinin veya 3. kişiye devir edilip, dava açılmadan önce 3. kişi …’tan geri teslim alındığının kabulü gerektiği kanaatine varılmıştır.
HMK nun İSPAT YÜKÜ başlıklı 190. maddesi;”(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” hükmünü amirdir.
TMK nın İSPAT YÜKÜ başlıklı 6. maddesi; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmünü amirdir. Davada HMK 190. ve MK 6. maddelerine göre ispat yükü davalı şirkete para verdiğini iddia eden davacı taraftadır, HMK hükümlerine göre davacı iddialarını senet veya belgeyle ispatlamak zorundadır. Davacı taraf bu davada yemin deliline de dayanmamıştır….” gerekçesiyle ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemenin müvekkilinin hisseleri davalı yana bir ödeme yapmaksızın devren iktisap ettiği yönündeki tespitinin geçersiz olduğunu, davalı şirketin ileri sürdüğü, yerel mahkemenin beyanlara itibar ederek vermiş olduğu hükmün hatalı olduğunu, müvekkilin 3.kişilerden hisse aldığı ve hatta sonra bir kısmını da 3. kişilere hissesini devrettiği yönündeki afaki iddiaların gerçeği yansıtmadığını, dosyaya mübrez tahsilat makbuzunu dikkate almayıp makbuzda imzası bulunan …..’ın davalı şirket ile ilgisinin bulunup bulunmadığının, davalı şirket adına para toplama faliyetinde bulunup bulunmadığının dahi araştırılmadığını, müvekkili kâr payı vaadi ile kandırarak parasını tahsil eden davalının usul ve yasaya aykırı şekilde kurulmuş olan hüküm neticesinde gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlerinin neticesine katlanmamasının gerek hukuka gerekse hakkaniyete açıkça aykırı olduğunu, söz konusu raporlarda yer alan tespitler davalı şirketlerle müvekkille arasındaki ilişkinin ortaklık ilişkisi olmadığını vaad edilen yüksek kâr payının bir sonraki yatırımcıdan elde edilen parayla sağlandığı hileli bir yatırım sözleşmesi olduğunu gösterdiğini, SPK Denetleme Dairesinin …….. XX-16/6-2 sayılı 30.05.2005 tarihli raporunun 134.sayfasında ise şirket tarafından yasal olmayan kayıtlarda tutulan iş çizelgesine göre paraların nasıl kayıt altına alındığı, hisse senetlerinin nasıl satıldığı, nasıl aracılık yapıldığı, nasıl açığa satış yapıldığının anlatıldığını, davalıların bir ortaklıktan çok bir finans şirketi gibi çalıştığı gerçeğini ortaya koyduğunu, yüksek faiz garantisi ve parasını istediği zaman geri alabileceği vaadi ile müvekkile güven telkin ederek para tahsilatı yapan davalının, zamanaşımı nedeni ile sorumluluktan kurtulma çabası hukuka ve hakkaniyete aykırı olup “Kötüniyet”in korunmaması ilkesi ile bağdaşmadığını, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 2013/10351 Esas 2014/48 Karar sayılı ilamında da davalı yanın hileli davranışı neticesinde para yatırmış olup, hileli eylemi gerçekleştiren davalının zamanaşımından faydalanmasının mümkün olmadığının belirtildiğini, yerel mahkemenin eksik ve hatalı değerlendirmeleri neticesinde vermiş olduğu kararın ortadan kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkindir.
İstinaf incelemesi; Kamu düzenini ilgilendiren konularda resen, diğer yönlerden HMK’nın 355.maddesi gereğince istinaf sebepleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 10/07/2023 tarih 2023/2519 Esas 2023/4253 Karar sayılı ilamında “….4. Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkanının kalmaması veya kanunda öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmaması zamanaşımı kurumunu ifade etmektedir (Türk Hukuk Kurumu: Türk Hukuk Lügatı, C. I, Ankara 2021, s. 1244). Zamanaşımı, borçluya borcunu ödememe imkanını veren ayrıca alacaklıyı alacağını zamanında istemeye teşvik eden bir kurumdur. Başka bir deyişle zamanaşımı kurumu hukuki güvenlik ilkesinin bir sonucu olarak alacaklıyı alacağını zamanında ileri sürmeye zorlamaktadır. Zira alacaklının alacağını kanunda öngörülen süre içerisinde ileri sürmeyip hareketsiz kalması, alacağın tahsili için ciddi bir iradeye sahip olunmadığı hususunda borçluda bir güven uyandırır.
5. Zamanaşımı bir maddi hukuk kurumu olmadığından borcu sona erdiren değil, var olan bir hakkın talep edilmesini engelleyen bir savunma aracıdır. Bu niteliği itibarıyla da zamanaşımı alacağın varlığını değil, talep edilebilirliğini ortadan kaldırır. Başka bir deyişle kanunun öngördüğü zamanaşımı süresinin dolması, hakkın varlığını sona erdirmemekte fakat dava yoluyla hakkın ileri sürülmesi durumunda borçlunun bir karşı hakka (defi hakkına) dayanarak ileri sürülen hakkı sürekli olarak engellemesi söz konusu olmaktadır. Borçlu, zamanaşımı defini ileri sürerek alacak hakkı zamanaşımına uğradığı için edimi ifa etme zorunda olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte eğer davalı zamanaşımı defini ileri sürmezse hakim bu durumu resen nazara alamayacak ve şartlar mevcutsa alacağa hükmedebilecektir. Ancak zamanaşımı defini ileri süren tarafın bu hakkını dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde kullanmaması gerekir. Aksi halde hakkın kötüye kullanılması sözkonusu olur. Başka bir deyişle borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olmadığı sürece hakkın kötüye kullanılması yasağı gündeme gelmez (Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006, s. 65).
6. Zamanaşımı süreleri genel olarak yalnızca alacak hakları için öngörülmüş olup bu hakların zamanaşımı sürelerine tabi tutulmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Özellikle uzun yıllar boyunca talep edilmemiş olan alacak hakkının ya elde edilmiş ya da ifa dışındaki bir nedenle sona ermiş olması, uzun yıllar boyu ifanın kanıtı olan belgeleri saklamasının borçludan beklenemeyecek olması, ifa talebiyle karşılaşan borçlunun borcunu ifa etmiş olsa bile ifayı ispat etmesinin neredeyse olanaksız olması ve bu durumda borçlunun hukuken korunmasının gerekmesi, hukuk düzeninin istikrar kazanmış durum ve ilişkilere dokunmak istememesi, hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişte kalan olaylardan dolayı uyuşmazlığın sürdürülmesinde kamu yararı bulunmaması bu nedenler arasında yer almaktadır (Erdem, Mehmet: Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul 2010. s. 16.)
7. 818 sayılı Kanun, 11.01.2011 tarihinde kabul edilen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 647 nci maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, 6098 sayılı Kanun ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrası; “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanım hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden haşlayarak Türk Borçlar Kanununda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur” hükmünü haizdir. Buna göre 818 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Haksız fiilden doğan tazminat davasının tabi olduğu zamanaşımı süreleri ve başlangıçları 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde genel zamanaşımı hükümlerinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Zamanaşımı sürelerinin ve başlangıçlarının düzenlendiği 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ilk iki fıkrası; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazam olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” şeklinde düzenleme içermektedir.
8. Görüldüğü üzere 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde haksız fiillerle ilgili olarak üç farklı zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Bunlardan ilki zarar görenin zararı ve faili (sorumlu kişiyi) öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık zamanaşımı süresidir. Bir yıllık sürenin işlemeye başlaması açısından “öğrenme” ölçütü esas alınmış, bu ölçüt hem zarar hem de fail açısından aranmıştır. Bu nedenle bir yıllık zamanaşımı süresi bu iki husustan hangisi daha sonra öğrenilmişse o hususun öğrenilme tarihinden itibaren işlemeye başlar. Başka bir deyişle bu iki hususun birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup sadece birinin öğrenilmesi zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için yeterli olmamaktadır. Bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı öğrenme gibi subjektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “nispi zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan bir yıllık sürenin başlaması bakımından zararın öğrenilmiş sayılması için zararın varlığını, niteliğini ve temel unsurlarını belirleyecek bilgilerin dava açacak derecede öğrenilmiş olması yeterlidir.
9. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden ikincisi ise bir yıllık nispi zamanaşımı süresini, herhalde zarar verici fiilin gerçekleştiği (vuku bulduğu) tarihten itibaren on yıl ile sınırlandıran on yıllık zamanaşımı süresidir. On yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı objektif nitelikte olan zarar verici fiilin gerçekleştiği tarihtir. Bununla birlikte eğer zarar verici fiil süregelen bir nitelik taşıyorsa on yıllık zamanaşımı süresinin de fiilin tamamlandığı tarihten itibaren işlemeye başlaması gerekir. On yıllık zamanaşımı sürenin başlangıcı haksız fiilin gerçekleştiği (veya tamamlandığı) tarih gibi objektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “mutlak zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. On yıl içinde zarar ve sorumlu kişi öğrenilemediği için bir yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamamış olsa dahi haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl geçmişse tazminat davası açma hakkı zamanaşımına uğrar. Buna karşılık on yıllık süre içinde zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık süre dolmuşsa artık azami nitelikteki on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin bir önemi kalmaz, bir yıllık süre dolduğunda zamanaşımı gerçekleşmiş olur. (Havutçu, Ayşe: Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, C.12, s. 58.)
10. Görüldüğü üzere bir yıllık zamanaşımı süresi ile on yıllık zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark sürelerin başlama anlarıdır. Bir yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlarken on yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenilip öğrenilmediğine bakılmaksızın haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Zararın sonradan meydana gelmesi de sürenin işlemeye başladığı anı değiştirmemektedir.
11. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden bir diğeri ise ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre cezayı gerektiren haksız fiiller bakımından ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse tazminat talepleri için de bu zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Ancak haksız fiillere ceza kanunlarındaki zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız fiilin cezalandırılabilir olması ve bu fiil için ceza kanunlarında öngörülen zamanaşımının haksız fiillere uygulanan nispi veya mutlak zamanaşımından uzun olması gerekmektedir. Buradaki ceza kanunlarındaki zamanaşımı ifadesinden anlaşılması gereken ise ceza kanunlarındaki dava zamanaşımıdır. Zira 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasının düzenlenme amacı, ceza yargılaması yapılabildiği sürece aynı fiilden kaynaklanan zararların tazmininin istenebilmesidir. Bir fiilin ceza yargılamasına konu olup olmamasında belirleyici olan süre ise dava zamanaşımı süresidir.
12. Haksız fiil olarak nitelendirilen davranışlar içerdikleri hukuka aykırılık ve kusur unsurlarına bağlı olarak ceza kanunlarına göre de suç teşkil edebilirler. Dolayısıyla aynı davranış hem ceza yargılamasının hem de tazminat davasının konusunu oluşturabilir. 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile fail, hukuka aykırı bir fiilinden dolayı ceza kanunlarına göre cezalandırılabildiği sürece bu fiil nedeniyle uğranılan zararın telafisi de failden istenebilir. Gerçekten de fail için daha ağır sonuçlar doğuran ceza yargılamasına izin verilirken aynı fiil nedeniyle faile karşı tazminat davası açılamaması yerinde olmayacaktır.
13. Ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için tazminat sorumluluğuna neden olan fiilin ceza kanunlarına göre suç oluşturması ve cezayı gerektirmesi yeterli olup ayrıca haksız fiilin faili hakkında ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş olması, hatta soruşturma yapılması gerekli değildir. Bu nedenle tazminat davasına bakan hakim zamanaşımı defi ile karşılaştığında, davanın esasına girmeden önce fiilin cezayı gerektirir bir fiil olup olmadığını ceza hukuku ilkelerine göre kendisi değerlendirecek, fiilin suç niteliğinde olduğu kanaatine ulaşırsa ceza zamanaşımını dikkate alacaktır (Tekinay, S. Sulhi/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Haluk/Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 723.)
14. Hemen belirtilmelidir ki ceza davası zamanaşımı süresinin başlangıcı 818 sayılı Kanun hükümlerine göre değil, ceza kanunu hükümlerine göre belirlenir. Buna göre ceza davası zamanaşımının uygulandığı durumlarda zamanaşımı süresi, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren değil, suç teşkil eden fiilin işlendiği (veya fiilin tamamlandığı) tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Ceza kanunu hükümleri, sadece ceza davasının zamanaşımının süresi ve başlangıç noktası bakımından uygulanacak olup zamanaşımın durması ve kesilmesine ilişkin nedenler ve sonuçları hakkında 818 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır (Antalya, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. II, İstanbul 2017, s. 515).
15. Ceza davası zamanaşımı süresinin amacı gözetildiğinde, daha uzun olmak şartıyla bu sürenin hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresi hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresi açısından uygulanması gerekir. On yıldan fazla ceza davası zamanaşımı süresinin söz konusu olduğu bir durumda artık nispi ve mutlak zamanaşımı süresi dikkate alınmayacaktır. Bu durumda ceza davası zamanaşımı süresi hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresinin hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin yerini alacak, tazminat davası en geç bu sürenin sonuna kadar açılabilecektir. Öte yandan ceza davası zamanaşımı süresi bir yıllık nispi zamanaşımı süresinden uzun ancak on yıllık mutlak zamanaşımı süresinden kısa ise bu durumda sadece nispi zamanaşımı süresinin yerine uygulanma imkanına sahip olacaktır. (Tekinay/Akman Burcuoğlu/Altop, s. 725.). Zarar gören, zarar ve faili ne zaman öğrenmiş olursa olsun on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin geçmemiş olması şartıyla ceza davası zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir. Bununla birlikte ceza davası zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi zarar gören on yıllık mutlak zamanaşımı süresi içerisinde zarar ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık nispi zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir….” hususunun belirtildiği,
Davalının eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu, davalının süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğu, işbu davada zamanaşımı yönünden davacı lehine usuli kazanılmış hak bulunmadığı, davacının 01/01/2001 tarihinde şirkete para yatırdığını iddia ettiği, buna karşın eldeki davanın 24/12/2018 tarihinde zamanaşımı süreleri geçtikten sonra açıldığı, bu nedenle davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken değişik gerekçe ile reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmadığından davacının istinaf başvuru talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince; davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine ilişkin yeniden hüküm kurulması gerektiği sonuç ve kanaatiyle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının istinaf başvuru talebinin KABULÜ ile; Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 07/09/2022 tarih … Esas …. Karar sayılı ilamının KALDIRILMASINA,
1-İstinaf başvurusunda bulunan davacı tarafından yatırılan 80,70 TL istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine,
2-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından taraflara ücreti vekalet taktirine yer olmadığına,
3-İstinaf başvurusunda bulunan davacı tarafından yatırılan 220,70 TL istinaf yoluna başvuru harcının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
B) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b.2 maddesi gereğince davacının talebi ile ilgili YENİDEN HÜKÜM KURULMASINA,
1-Davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle REDDİNE,
2-Davacı tarafından dava açılırken yatırılan 968,66 TL peşin harçtan alınması gereken 269,85 TL harcın mahsubu ile fazla yatırıldığı anlaşılan 698,81 TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davalı davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T gereğince belirlenen 17.900,00 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacının yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan yargılama gideri bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-HMK’nın 333 ve HMKGAT’nin 5/1. maddeleri gereğince yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının yatıran taraflara iadesine,
C) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 359/4.maddesi gereğince kararın dairemiz tarafından tebliğe çıkarılmasına,
D) Kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi halinde dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda verilen kararın HMK’nın 361/1 maddesi gereğince taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Dairemize, temyiz edenin bulunduğu yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine veya İlk Derece Mahkemesine verilecek dilekçe ile temyiz kanun yoluna başvurma talebinde bulunulabileceğine 08/11/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır