Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2021/1116 E. 2021/1500 K. 25.06.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 6. HUKUK DAİRESİ
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :
TARİHİ :
NUMARASI :

İSTİNAF EDEN DAVACI :
VEKİLİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVA : Menfi Tespit

İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ :25/06/2021
YAZIM TARİHİ : 05/07/2021
Davacı tarafından davalı aleyhine Konya Asliye … Ticaret Mahkemesi’nin …Esas sayılı dosyası ile açılan menfi tespit davasında 11/03/2021 tarihinde tesis edilen karara karşı davacının istinaf kanun yoluna başvurması üzerine üye hakimin görüşleri alındıktan sonra dosya incelendiğinde;
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin dava dışı …. Şti. ile 16/10/2017 tarihinde taşınmazı satış vaadi sözleşmesi akdetmiş olduğunu, dava dışı inşaat firmasına 100.000,00 TL nakit ödeme yapmış olduğunu, dava dışı inşaat firmasının yönlendirmesi ile davalı ve sair kimseler lehine toplam 170.000,00 TL bedelli muhtelif tutar ve vadelerde kambiyo senetlerini düzenleyerek vermiş olduğunu, davaya konu 15.000,00 TL. bedelli 10.06/02018 düzenleme tarihli 01/01/2019 vade tarihli kambiyo senedinin, dava dışı inşaat firmasının yönlendirmesi ile dava dışı inşaat firmasında çalışan davalı lehine düzenlenerek teslim edildiğini, dava dışı inşaat firmasının sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmediğini ve müvekkiline iflas ettiğini şifaen bildirdiğini, edimlerini yerine getirmeyen dava dışı inşaat firmasına karşı müvekkilinin ödeme yapma yükümlülüğünün de ortadan kalkmış olduğunu, davaya konu kambiyo senedi hükümsüz hale geldiğini, ayrıca müvekkili ile davalı arasında da herhangi bir alım satım ilişkisi olmadığından yine müvekkilinin senet bedelini ödeme yükümlülüğünün de bulunmadığını beyan ederek, fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla, öncelikle ihtiyati tedbir talebinin kabulü ile davaya konu bono hakkında herhangi bir icra takibi derdest edilmediği gözetilerek mahkemece takdir edilecek teminat miktarının mahkeme veznesine depo edilmesi karşılığında icra takibinin durdurulması için ihtiyati tedbir kararı verilmesini, müvekkilinin davalı lehine düzenlenen davaya konu 15.000,00 TL bedelli, 10/06/2018 düzenleme, 01/01/2019 vade tarihli bono için müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine, yargılama gideri ve vekalet ücretinin de davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; senette yer alan hak ile bu hakkın oluşumuna neden olan temel borç ilişkisi arasındaki bağın ortadan kalktığını, senedin temel borç ilişkisinden soyutlanmış olduğunu, bağımsız bir varlık kazandığını, senet düzenleyenin düzenlediği senet borçlanmasının doğal sonucu olan temel borç ilişkisindeki sakatlığı ileri sürememe halinin yani soyutluk ilkesinin, yalnıza kıymetli evrakta mevcut olduğunu, davacı (kabul etmemekle birlikte) taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden verdiğini iddia ettiği senetlerden ne hikmetse sadece 15.000,00 TL. bedelli olanına karşı sözleşmenin geçersiz olduğu gerekçesini ileri süremeyeceğini, bono ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bağımsız borç ikrarını içerir bonoda kural olarak ispat yükünün senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa ait olduğunu, davacının taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapmış olduğu inşaat firmasının, davacıya kendisine malen vermiş olduğu senetlere karış zaten tapuda devir işlemi yaptığını, müvekkiline verilen ve iş bu dava konusu edilen senet de inşaat firmasının müvekkiline olan borcuna binaen verilmiş bir senet olup iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olan müvekkilini senedin verilme sebebinin hukuken mücerretlik ve soyutlu ilkeleri gereğince de bağlanmadığını beyan ederek davanın reddine, masraf ve vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; ”…Davacı tarafça dava açarken arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemediği gibi Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının da anlaşılamaması nedeniyle, Mahkememizin 10/12/2020 tarihli duruşmasının 2 nolu ara kararı gereğince davacı vekiline arabuluculuk tutanağının aslının sunulmadığı, fotokopisindeki tarihinin ise davanın açıldıktan sonra düzenlenmiş olduğu anlaşıldığından davacı tarafa 15 günlük kesin süre verilerek söz konusu durumu izah etmesi ile beraber arabulucuk tutanağının aslının sunması sunması için süre verildiği, aksi takdirde arabuluculuk dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddedileceğinin kendisine ihtar edildiği, davacı tarafça, dava tarihinden sonra arabuluculuk şartını yerine getirdiğine dair 22/12/2020 havale tarihli dilekçesiyle arabuluculuk son tutanağını Mahkememize sunduğu ancak, dava tarihinden sonra arabuluculuğa başvurduğu anlaşılmakla, davanın HMK’nun 115. ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-2. maddesi gereğince dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermek gerekmiştir” gerekçesiyle davacının davasının dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; eldeki yargılamada görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, dava dışı şirketin iflas etmesi ile müvekkilin satışı vaat edilen taşınmaza istinaden boş yere çekmiş olduğu kredi ve diğer teminatsız kambiyo senetler ödenmekte olduğu gibi “malen” kayıtlı olup artık sebebini yitirmiş bono nedeniyle de icra tehdidi altında olmasından ötürü yaşamakta olduğu mağduriyet gün geçtikçe artmakta olduğunu, davanın esasına ilişkin tüm bu izahlarının ışığında ve dosyanın bütünü kapsamında; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden doğduğunu, tarafların tacir olmadığını, eldeki bononun herhangi bir ticari işletmenin faaliyetinden kaynaklanmadığını, taraflar arasında ticari bir ilişki olmadığı, bono her ne kadar bir kambiyo senedi olarak TTK’da düzenlenmiş olsa da “malen” kaydıyla artık illiyetten mücerretliğini yitirdiğinin izahtan vareste olup görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemeleri olduğu saptaması hukuki yanılgıdan ibaret olduğunu, zira mevcut koşullar kapsamında görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, bilindiği üzere görevli mahkemenin tespiti kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın tüm safhalarında gerek taraflarca ileri sürülebilecek gerekse hakimce re’sen nazara alınabileceğini, dolayısıyla istinaf aşamasında ileri sürülmüş de olsa gelinen an itibariyle kamu düzeni gözetilerek görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğu gözetilmesi gerektiğini, aksinin kabulü halinde dahi güncel Yargıtay İlamıyla görevsizlik kararı akabinde arabuluculuğa başvurabileceğinin kabulü sayesinde uygulamadaki ihtilaf giderilmiş olduğunu, ayrıca uygulamada Bölge Adliye Mahkemeleri arasında görevsizlik kararı akabinde davanın görevli mahkemeye gönderilmesinden önce arabulucuya başvurulmasının hukuken ve usulen mümkün olup olmayacağına ilişkin ihtilaf bulunsa da; Yargıtay’ın 04/02/2021 tarihli güncel ilamıyla uygulamadaki bu çelişkinin giderildiğini ve görevsizlikten sonra arabuluculuk faaliyetlerine başlanmasının hukuken mümkün hale geldiğini, menfi tespit davalarının niteliği gereğince dava şartı olan arabuluculuğa tabi olmadığını, bu takdirde eldeki davanın ticari bir dava olduğunun kabulü ve her halükarda dava tarihinden önce arabuluculuğa başvurulması gerektiğinin kabulü halinde dahi; Yargıtay’ın içtihadı birleştirme ilamı doğrultusunda menfi tespit davasının mahiyeti ve niteliği gereğince dava şartı olan arabulucuğa tabi olmadığının kabulü gerekeceğini, bu nedenlerle ilk derece mahkemesinin dava tarihinden önce arabuluculuğa başvurulmadığı gerekçesiyle vermiş olduğu usulden ret hükmünün kaldırılmasını, dosyanın görevli asliye hukuk mahkemelerine gönderilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava; kambiyo senedinden kaynaklanan menfi tespit istemine ilişkindir.
İstinaf incelemesi HMK 355. madde gereğince istinaf dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle ve resen kamu düzenine aykırılık yönünden sınırlı olarak yapılmıştır.
Dosya incelendiğinde davacının davalı aleyhine unsurları tamam olan 50.000,00 TL bedelli bonodan dolayı borçlu olmadığının tespiti talepli olarak işbu davayı Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı, Konya …Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 06/12/2019 tarih,… Esas-… Karar sayılı kararı ile Asliye Ticaret Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verildiği,kararın istinaf edilmeksizin kesinleşmesi ve davacı vekilinin talep etmesi üzerine dosyanın Asliye Ticaret Mahkemesine gönderildiği ve Konya …Asliye Ticaret Mahkemesi’nin …Esas numarasını aldığı,e Konya ….Asliye Ticaret Mahkemesi’nce davacının dava açmadan önce arabulucuya başvurmadığı gerekçesiyle davacının davasının dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verildiği görülmüştür.
Davacı vekili her ne kadar davada Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğunu iddia etmiş ise de, bono, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda unsurları ile birlikte düzenlenmiş olup aynı Kanunun 4/1-a maddesi hükmü uyarınca bonoya dayalı işbu uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi olduğundan davacının görev konusundaki itirazı yerinde değildir.
Resmi Gazete’de 18/12/2018 tarihinde yayımlanan 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) eklenen dava şartı olarak arabuluculuk başlıklı 5/A maddesinde; “(1) Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” düzenlemesi ile, TTK’nın geçici 12. maddesinde; “(1) Bu Kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği (01/01/2019) tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay’da görülmekte olan davalar hakkında uygulanmaz” düzenlemesi getirilmiştir.
Bunun yanında, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na (HUAK) dava şartı olarak arabuluculuk başlıklı 18/A maddesi eklenmiştir. HUAK’ın 18/A-2 maddesinde, “Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Menfi tespit davasında arabulucuya başvurunun zorunlu olup olmamasının incelenmesinde; öncelikle menfi tespit davasıyla ilgili genel bir açıklama yapılmasına ve ilgili yasa düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
Menfi tespit davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nın 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitidir. Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi icra takibinden sonra da ileri sürülebilir. Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır. Borçlu belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi dayanaksız kalır ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki bu da istirdat davasıdır. (Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 02/05/2019 tarih 2017/7853 Esas- 2019/4067 Karar sayılı ilamı).
Daha önceden dairemiz yukarıda yapılan tespit ve açıklamalar gereğince; ticari davalarda, alacaklıya istirdat talebinde bulunması halinde arabulucuya başvurma zorunluluğu kabul edildiğine göre, menfi tespit davasında da öncelikli olarak bir alacağın varlığı tartışıldığı gözönünde bulundurularak, menfi tespit davalarında da arabulucuya başvurma dava şartının yerine getirilmiş olması gerektiği, aksi taktirde hak arama konusunda eşitlik kuralı ihlal edilmiş olacağı gerekçeleriyle, konusu bir miktar para olan alacak ve tazminat taleplerine ilişkin ticari davaların açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak getirildiği gerekçeleriyle, ticari menfi tespit davalarında da HMK 114/2 maddesi gereğince arabuluculuk dava şartının yerine getirilmesi aranmış ise de Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01/04/2021 tarihinde 2020/4396 Esas 2021/3198 Karar sayılı kararında; “…….Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. Menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK’nun 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır. Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.
HMK’nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK’nın 32. maddesi uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece arabulucuya başvurulmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle ticari nitelikteki menfi tespit davalarında, davacının, dava açmadan önce 6102 sayılı TTK’nın 5/A maddesi kapsamında dava şartı arabulucuya başvurmadan açılan davada ilk derece mahkemesince, dava şartı arabulucuya başvurulmadan açıldığı gerekçesiyle, usulden verilen ret kararına karşı, aynı nedenle yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararı bozarak kaldırdığı, aynı dairenin benzer içerikli istikrarlı kararları (2020/6050 E. 2021/4519 K., 2020/6031 E. 2021/3835 K. vs.) nazara alındığında; menfi tespit davalarında arabuluculuk dava şartının aranmayacağı bu nedenle davanın esasına ilişkin delillerin toplanmasından sonra değerlendirme yapılması gerekirken; dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi hukuka uygun görülmediğinden, davacının istinaf talebinin kabulüne, HMK’nın 353/1.a.4 maddesi gereğince; ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dava dosyasının esasa ilişkin delillerin toplanmasından sonra değerlendirme yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının istinaf talebinin KABULÜ ile Konya Asliye … Ticaret Mahkemesi’nin 11/03/2021 tarih … Esas …Karar sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesi gereğince dosyanın ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3- İstinaf başvurusunda bulunan davacı tarafından yatırılan 59,30 TL istinaf karar harcının talep halinde davacıya iadesine,
4- İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından ücret-i vekalet ile ilgili hüküm kurulmasına yer olmadığına,
5- İstinaf başvurusunda bulunan davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,
6- Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 359/3 maddesi gereğince; kararın tebliğ işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yapılmasına,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 25/06/2021 tarihinde oy çokluğu ile HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince kesin olarak karar verildi.

Başkan … Üye … Üye … Katip …
e-imzalıdır e-imzalıdır e-imzalıdır e-imzalıdır
(Muhalif)

MUHALEFET ŞERHİ: Tüketicinin Korunması Hakkındaki 6502 sayılı Kanunda tüketici kavramı, 3/1- k maddesinde ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek ve tüzel kişiler “tüketici” 3/1-1 maddesinde ise mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da banka hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemler “tüketici işlemi” olarak kabul edildiği ve Tüketici Kanununun kapsamı esaslı şekilde genişletildiği, temel ilkeler başlıklı 4/5 maddesinde ise tüketicinin yapmış olduğu işlemler nedeniyle kıymetli evrak niteliğinde sadece nama yazılı ve her bir taksit ödemesi için ayrı ayrı olacak şekilde senet düzenlenebileceği, bu fıkra hükümlerine aykırı olarak düzenlenen senetlerin tüketici yönünden geçersiz olacağı, aynı kanunun 73/1 maddesinde ” tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda” tüketici mahkemelerinin görevli olduğu, 83/2.maddesinde de “taraflardan birinin tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez.” hükmüne yer verildiği, somut olayda; davacı ile dava dışı … Şti. arasında 16/10/2017 tarihinde gayrimenkul alım satımına ilişkin harici satış sözleşmesi imzalandığı, davacının gayrimenkulü satın alan tüketici, satanın ise profesyonel satıcı olduğu, taraflar arasında tüketim ilişkisi bulunduğu, tüketim ilişkisi dahilinde düzenlenen konu bononun, davalıya verildiğinin davacının iddiası ve davalının da cevabıyla sabit olduğu anlaşıldığından, konu nizanın çözümü tüketici mahkemelerinin görevi dahilinde olduğu, mahkemelerinin görevinin kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, bu nedenle konu nizada asliye ticaret mahkemesinin görevli olmadığı, tüketici mahkemelerinin görevli olduğu tespiti ile görevsizlik dava şartı yokluğundan, ilk derece mahkemesi kararının HMK 353/1-a.3 maddesi gereğince kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, kamu düzenine ilişkin olan ve resen araştırılması gereken görev hususunun, sayın heyetçe değerlendirilmeden, esas hakkında karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı kanaatini içerir muhalefet şerhimdir.

Üye …
e-imzalıdır