Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2023/803 E. 2023/1202 K. 07.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : …

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : …
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACI : …
VEKİLLERİ : Av. …
DAVALI : 1- …
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : 2- …
VEKİLLERİ : Av. …
DAVALI : 3- …
VEKİLLERİ : Av. …

DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 07/06/2023
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 07/06/2023
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili dava dilekçesinde özet olarak; 29/10/2018 tarihinde …’a ait ve … nın sevk ve idaresi altında bulunan … plakalı araç ile müvekkilİ …’in sevk ve idaresinde bulunan plakasız motor yaralamalı trafik kazasına karıştıklarını, kazaya ilişkin olarak Konya Cumhuriyet Başsavcılığı … sayılı dosya üzerinden soruşturmanın yürütüldüğünü, müvekkili seyrine devam ederken park halinde bulunan …’nın sevk ve idaresi altında bulunan … plakalı araç aniden yola çıkarak kazanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğini, kazada sürücü …’nın 2918 Sayılı KTKnin 67.maddesini ve eylemine uygun diğer trafik kurallarını ihlal ettiğini, müvekkilinin herhangi bir kural ihlali bulunmadığını, kazaya karışan … plakalı aracın … adına kayıtlı olup, davalı sigorta şirketine ZMM sigorta poliçesi sigortalı olduğunu, kaza sebebi ile müvekkilinin motosikleti artık kullanılamaz hale geldiğini, müvekkilinin kaza neticesinde yaralanması nedeniyle tedavi gördüğünü, ameliyat olduğunu, maddi ve manevi olarak zarara uğradığını, tedavisi için sürekli seyahat yapmak zorunda kaldığını, mesleğini icra edemez hale geldiğini belirterek; davalı adına kayıtlı ve kazaya karışan … plakalı aracın ihtiyaten haczine, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla olay tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı ile işleyecek faizi ile birlikte 500,00 TL geçici iş göremezlik, 500,00 TL sürekli iş göremezlik, 500,00 TL Bakıcı Gideri, 500,00 TL Belgeli/Belgesiz Tedavi ve İyileştirme Gideri olmak üzere toplamda 2.000,00 TL Maddi Tazminatın davalılardan (Davalı … yönünden poliçe limiti ile sınırlı olmak üzere) müştereken ve müteselsilen tahsili ile müvekkiline ödenmesine; 25.000,00 TL manevi tazminatın, davalılar … ve … tarafından olay tarihinde itibaren mevduata işleyecek en yüksek faiz oranı ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsili ile müvekkiline ödenmesine; maddi tazminat yönünden; yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline; manevi tazminat yönünden; yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin davalılar … ve…’ndan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özet olarak; davaya konu … plaka sayılı araç müvekkili şirket nezdinde … tanzim ve … vade tarihli … Poliçe Nolu Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ile teminat altına alındığını, davacı tarafça müvekkili şirkete usulüne uygun olarak başvuruda bulunulmadığını, davayı kabul manasında olmamak üzere, kaza ile sakatlık arasındaki illiyet bağının ve davacının maluliyet oranının tespiti bakımından dosyanın Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesinin gerektiğini, davacının talebine konu geçici işgöremezlik, geçici bakıcı ve tedavi masrafları tazminatı tedavi teminatı kapsamında olduğundan, ilgili mevzuat kapsamında SGK tarafından karşılanması gerekli işbu giderlerden ve tedavi taleplerinden davalı müvekkilinin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, kabul manasında olmamak üzere kusur oranının tespiti bakımından dosyanın Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesine gönderilmesinin gerektiğini, müvekkili şirketin yalnızca sigortalısının kusuru oranında sorumlu olduğunu, gelirin asgari ücret üzerinden hesap edilmesinin gerektiğini, davacının kaza sebebiyle elde ettiği gelir ve tazminatların mahsubunun gerektiğini, davacının motorsiklet kullanmak üzere gerekli koruyucu tedbirleri almamış olması halinde, zararı artırıcı etkisi nedeniyle ve kabul manasında olmamak üzere davacının zararın artmasında müterafik kusuru bulunduğunu, ayrıca zarara önceden razı olduğu gözetilerek hesaplanan tazminattan indirim yapılmasının gerektiğini, kabul manasında olmamak üzere davacı tarafın başvuru tarihinden itibaren faiz talebi yasa ve içtihatlara aykırı olduğunu, dava tarihi öncesinde müvekkili şirkete yapılan başvuru usulsuz olup geçersiz olduğundan faiz başlangıç tarihinin dava tarihi olması gerekmekle, işbu hususun kabul edilmemesi halinde ise başvuru tarihinden 8 iş günü sonrasından itibaren başlamasının gerektiğini, ayrıca talebin haksız fiilden kaynaklandığından hükmedilecek faiz yasal faiz olmasının gerektiğini belirterek; haksız ve mesnetsiz davanın esastan ve usulden reddine, yargılama masrafları ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özet olarak; müvekkili …’nın kazaya karışan … plakalı aracını kazadan 2 ay önce …’ya satığını ve bu tarihte aracın zilyetliğini …’ya devrettiğini, ancak müvekkilinin ve alıcı …’nın işlerinin yoğun olmasından dolayı resmi satış 14.02.2019 tarihinde gerçekleştiğini, …’nın, aracı zilyetliğini aldığı tarihten bu yana (kazanın yaşandığı tarihten 2 ay öncesinden beri) tehlikesi kendi hesabına olmak üzere, kendi nam ve menfaatine kullandığını, buna göre; olayda illiyet bağı kesilmiş olup, müvekkili … ‘nın aracı işleten konumunda olmadığını, bu hususta … ve …’ in görgü ve bilgi sahibi olduklarını, aracın resmi kayıtlarda görünen sahibi aynı zamanda fiili işleten değilse, sadece aracın resmi kayıtlarda görünen sahibi olmasından dolayı sorumlu tutulmasının hakkaniyete ve hayatın olağan akışına uygun olmayacağını, bu nedenle davanın müvekkili yönüyle husumetten reddinin gerektiğini, müvekkilinin olayda kusur ve sorumluluğunun olduğunu kabul etmediklerini, davacının iddiaları değerlendirildiğinde fahiş ve abartılı hususlar olduğunu, davacı tarafın bakıcıya muhtaç olmadığı gibi ortada bir bakıcı giderinin de bulunmadığını, tedavi masraflarının fahiş olarak bildirmiş olup, bu yöndeki talepleri abartılı ve yersiz olduğunu belirterek; davanın reddine, ücret ve masrafın davacıya tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özet olarak; 29/10/2018 tarihinde fiili olarak sürücüsü durumunda olan müvekkili …’nın … plakalı araç ile plakasız motor olan davacı …’in idaresinde olan motor ile trafik kazasına karıştıklarını, ancak müvekkilinin aracın işleteni olmadığını, kaza tarihinde aracın sürücüsü konumunda olduğunu, kaza günü arkadaşından aracı emanet aldığını, daha sonra söz konusu kazanın gerçekleşmesinden sonra arkadaşını ve babası olan diğer davalı …’nı uğraştırmamak için aracı satın aldığını, kazadan sonra arkadaşı ve babasıyla arasının bozulmasını istemediği için aracı aldığını, ancak müvekkilinin kaza tarihinde aracın işleteni ve sahibi olmadığını, davaya konu trafik kazasında kusur ve sorumluluğunun olduğunu kabul etmediklerini, bu kazanın meydana gelmesinde davacı plakasız motor sürücüsü asli ve tam kusur sahibi olduğunu, müterafik kusur indirimi yapılmasının gerektiğini, davayı kabul anlamında olmamakla birlikte davacının gelirinin asgari ücret üzerinden hesap edilmesi gerektiğini, tazminat hesaplamasının genel şartlarda belirlenen usul ve esaslara uygun olarak yapılmasının gerektiğini belirterek; davanın usulden ve esastan reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “Tüm dosya kapsamı ve toplanan deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde davaya konu trafik kazasının oluşmasında sigortalı araç sürücüsü davalı …’nın tam kusurlu olduğu, kaza neticesinde yaralanan davacının kalıcı sakatlıktan doğan zararının 318.158,60 TL, geçici iş göremezlikten doğan zararın 23.757,37 TL, bakıcı giderinden doğan zararın 9.175,80 TL ve tedavi giderinden doğan zararın 11.280,51 TL olduğu, davacıya atfedilebilecek herhangi bir müterafik kusurun bulunmadığı, davalılar oluşan zarardan müteselsilen sorumlu oldukları sonucuna varıldığından davacı maddi tazminatı davasının kabulüne karar vermek gerekmiştir.
TBK’nın 56. Maddesine göre; Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.
Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek, tazminata benzer fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Hakimin, bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminatı takdir etmesi gerekir( HGK 23/06/2004, 13/291-370 )
Somut olayda; tarafların sosyal ekonomik durumları, kusur oranları, davacının yaralanmasının derecesi, paranın alım gücü, manevi tazminatın tatmin ve caydırıcılık fonksiyonu dikkate alınarak davacının manevi tazminat davasının kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” şeklinde davanın kabulü ile; 318.158,60 TL sürekli iş göremezlik tazminatı, 23.757,37 TL geçici iş göremezlik tazminatı, 9.175,80 TL bakıcı gideri tazminatı ve 11.280,51 TL tedavi gideri tazminatı olmak üzere toplam 362.372,28 TL tazminatın, davalı … yönünden kaza tarihi itibariyle geçerli ZMMS poliçesi sakatlanma ve sağlık gideri teminat klozları limitleriyle sınırlı olmak üzere 12/02/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, davalı … ile davalı … yönünden ise kaza tarihi olan 29/10/2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, 25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 29/10/2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … ile davalı …’dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkilinin kazaya meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığını, davacının kask takmadan ve koruyucu elbise kullanmadan ehliyetsiz olarak plakasız motosiklet kullandığını, davacının müterafik kusurunun tespit edilmeden hüküm tesis edildiğini, tazminat hesaplamalarının usul ve yasaya aykırı olduğunu, tazminat hesaplamasının PMF tablosuna göre yapılması gerektiğini, davacının, 29.10.2018-29.07.2018 tarihleri arasında çalışamayacağı denilerek 9 aylık iyileşme süresi ve geçici iş göremezlik üzerinden hesaplama yapılması, asgari geçim indiriminin yapılmaması ve davacıya SGK tarafından yapılan geçici iş göremezlik ödemelerinin tazminattan indirilmemesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, talep edilen geçici iş göremezlik tazminatının 4 ay iken 9 ay üzerinden hesaplandığını, davacının talebinin aşılarak karar verilmesinin yerinde olmadığını, yapılan hesaplamalarda hakkaniyet indirimi yapılmadığını, asgari geçim indirimi yapılmadığını, malullük oranını maddi gerçeğin üzerinde belirlendiğini, asgari ücretin 1,6 gelir artış katsayısı üzerinden hesaplama yapılmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, bakıcı giderinin oluşmadığını, belirlenen miktarın da yüksek hesaplandığını, tedavi giderlerinin kaza ile ilgisi olmadığını ve fahiş hesaplandığını, davacı lehine hükmedilen manevi tazminatın fahiş miktarda olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkilinin kalıcı maluliyet oranının düşük hesaplandığını, müvekkilinin kalıcı maluliyeti sebebiyle doğan tazminat alacağının da düşük hesaplandığını, müvekkilin kalıcı maluliyete ilişkin tazminat alacağı hesaplanırken işleyecek aktif dönemde ve pasif dönemde asgari ücret tutarının NET 8.506,80 TL, BRÜT 10.008 TL, olarak hesap edilmesi, yargılama sırasında asgari ücrette bir değişiklik yaşanması halinde belirlenen asgari ücret tutarının hükme esas kabul edilerek hesaplamaların bu ücrete göre yapılması gerektiğini, yerel mahkemece tedavi giderinin az hesaplandığını, Müvekkilinin yaralanmasının bir yıl ara ile iki defa ameliyat olmayı gerektirecek kadar ciddi bir yaralanma olduğunu, İki ameliyat sonrasında iki defa iyileşme süreci geçirmek zorunda kaldığını, bir çok masrafı iki defa yapmak zorunda kaldığını, yaralanmanın yeri dolayısıyla müvekkil iyileşme sürecinin tamamında kendi başına hareket kabiliyetini kaybettiğini, ikinci kez ameliyat olmak zorunda kalan müvekkili lehine sadece 4 aylık bakıcı gideri hükmedilmesinin de hakkaniyete ve yasaya aykırı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Davacı ve davalı vekilinin faturasız tedavi giderinin ile ilgili yönünden yapılan incelemede;
TBK 50 maddesi gereğince zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Sağlık kuruluşunda yapılan sağlık hizmeti harcamaları rahatlıkla fatura ve benzeri belgeler ile ispatlanabilir. Ancak bazı giderler var ki her zaman belge temin edilmesi mümkün değildir. Bu gibi durumlardaTBK 50/2 maddesi gereği uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hakim, olayların akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyecektir.(Trafik kazalarından doğan cismani zararlar ve tazmini- Konya barosu yayınları. Shf 11, Yargıtay üyesi: Hüseyin TUZTAŞ)
Bu nedenle kişinin haksız eylemden zarar gördüğünün ve bedensel zarara uğradığının ispatlanması yeterli olup ayrıca iyileşme harcamaları için fatura ve makbuz gibi belgeler bulunup getirilmesi şart değildir. Hiç bir belge sunulmasa bile ,hakim ,görevlendireceği uzman bilirkişilere tedavi ve tüm iyileşme giderlerini hesaplatmakla ve hüküm altına almakla yükümlüdür. (HGK .26/04/1995 ,1995/11-122 E 1995/430 K)
Davaya konu olayda davacının yaralanması nedeniyle, bu tedavi sürecinde yapılan tüm giderlerin belgeye bağlanması mümkün olmadığı gibi, hayatın olağan akışına göre de davacı taraftan bu yönde bir belgelemenin beklenmesi hakkaniyetle bağdaşmayacaktır. Tedavi sürecinde yapılması muhtemel yol ve ulaşım giderleri, belgeye bağlanamamış tıbbi malzeme, ilaç vs. giderleri olması kaçınılmazdır.
Dosya kapsamından davacının, belgeye bağlanması mümkün olmayan giderin hesaplamasının dosya kapsamına uygun olduğu anlaşılmakla itiraz yersizdir.
PMF 1931 in uygulanması gerektiği,,maluliyete itiraz ve Kamu düzeni yönünden yapılan incelemede;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GEREKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE Aynı kaza ile ilgili olmak üzere İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların ve bu genel şartlarla belirlenen Özürlülük ölçütü yönetmeliği ile Engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre, haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.
Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar, 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları.
Bu halde Söz konusu belirlemenin Adli Tıp/Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlar tarafından (çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak) uzmanlık alanlarına göre, HMK’nun 275 inci maddesi gereğince oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan çalışma gücü ve maluliyet oranının belirlenmesine ilişkin mevzuat hükümleri dikkate alınarak yapılması gerekmektedir.
O halde mahkemece, yukarıda verilen hukuksal bilgiler dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu’ndan veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Ana Bilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlarından davacının maluliyeti olup olmadığı, yaralanmasının niteliği, iş güçten kalma süresinin tespiti bakımından Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından her ne kadar somut olayda kaza tarihi 01/09/2013 tarihinden sonra ise ve Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümleri uygulanması gerekmekte ise de;
Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlarda da belirtildiği üzere;
11 Ekim 2018 tarih ve 27021 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği özellikle trafik kazalarına bağlı olmak üzere tazminat davalarında mahkemelerce bilhassa istenilen ve bu konu ile ilgili değerlendirmelerde tüm bilirkişi kurumlarca kullanılan bir cetveldir. Bu cetvelde vücuttaki her bir sisteme ait hastalık veya arızalar için puanlar yer almakta olup, bu sayede çalışma gücü ve meslekte kazanma gücü kaybına bağlı bir oran verilebilmektedir.
Malulen emekli olma işlemleri ile ilgili olan 3 Ağustos 2013 tarih ve 28727 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Maluliyet Tespit İşlemleri Yönetmeliği ise yönetmelikteki tanımıyla kişinin “çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybedip kaybetmediğinin” değerlendirilmesi için düzenlenmiştir. Yönetmelik ekindeki listelerde hangi hastalık veya arızaların bu kapsamda sayılabileceği listelenmiş, kapsama girmeyenler için ise herhangi bir oran belirtilmemiştir. Bu bağlamda belli bir tarihteki bir olaya bağlı çalışma gücü ve meslekte kazanma gücü kaybı oranının değerlendirilmesinde Maluliyet Tespit İşlemleri Yönetmeliğinin kullanılması teknik olarak mümkün değildir. Zira 2013 tarihli yönetmelik malulen emeklilik ile ilgili baremleri içermekte olup maluliyet oranının tespitine yönelik belgeleri ve cetvelleri içermemektedir.
Bu nedenle, söz konusu yönetmelik yukarıda açıklandığı gibi maluliyet tespiti için uygun olmadığından “11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği”ne göre düzenlenen 10/03/2021 tarihli RAPORA GÖRE KARAR VERİLMESİ gerekirken ,özürlülük yönetmeliğine göre karar verilmesi yanlıştır
KEZA
AYM ‘ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak 01/06/2015 tarihli genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece asgari ücretteki değişikliklerin kamu düzeni ile ilgili olması da gözetilerek GÜNCEL VERİLERE göre AYM verilen iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre inceleme ve araştırma yapılarak, daha önce rapor tanzim eden ve hükme esas alınan aktüerya bilirkişisinden DAVALININ İTİRaZLARI DA GÖZETİLEREK bu esaslara uygun ek rapor tanziminin istenerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Müterafik kusur itirazı
6098 sayılı TBK’nın 52. Maddesine göre; Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir. Anılan yasal düzenlemede de belirtildiği üzere zarar görenin zararın oluşmasında ya da zararın artmasında bir ihmali varsa bu hususun tazminatın belirlenmesinde dikkate alınması gerekir. Bir başka deyişle zararın oluşumunda zarar görenin de müterafik kusurunun bulunması halinde tazminattan indirim yapılması gerekmektedir.
Somut olayda; davalı … tanığı … davacının kaza esnasında kaskının takılı olmadığını ifade etmiştir. Kaskın takılı olmaması tek başına müterafik kusur indirimi yapılması için yeterli olmayıp, yaralanma ile kask takılmamasının arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Her ne kadar davacının kaza esnasında kaskının takılı olmadığı ifade edilmiş ise de davacının yaralanmasının baş bölgesinden olmaması nedeniyle oluşan zarardan müterafik kusur indirimi yapılması mümkün olmayıp itiraz yersizdir
Kusura itiraz
20/10/2018 günü saat 16:00 sıralarında, sürücü … sevk ve idaresindeki tescilsiz motosiklet ile … Caddesini takiben seyri sırasında olay mahalli … önlerine geldiğinde, seyrine göre yolun sağında önü kendisine bakacak şekilde park halinde iken harekete geçip yola çıkmak isteyen sürücü … sevk ve idaresindeki … plakalı aracın ön sağ kesimine çarpması sonucu dava konusu kaza meydana gelmiştir.
Trafik kazası tespit tutanağı düzenlenmeyen kazanın dosya kapsamından, meskun mahalde, iki yönlü yolda, gündüz meydana geldiği anlaşılmıştır.
Dosyada mevcut görgü tespit ve araştırma tutanağı başlıklı 05/11/2018 tarihli belgede, trafik kazası ile ilgili olay yerine giden kolluk tarafından inceleme yapıldığı, olay anını gösteren kamera kaydı ve bilgi sahibine rastlanmadığı, olay yerinde herhangi bir iz ve emareye de rastlanmadığının belirtildiği, olay yerinin basit krokisinin çizildiği ve kazanın gerçekleştiği iddia edilen yer olarak … Caddesi üzerinde … Caddesi istikametine doğru … önünde yolun solu olarak işaretleme yapıldığı görülmüştür.
Sürücü …’in poliste alınan ifadesinde, yolun kendisine göre sağ tarafında park halinde bulunan siyah renkli bir minibüsün arkasına bakmadan birden parktan sola doğru çıkınca mesafe kısa olduğundan duramadığını ve aracın ön sol kısmına çarptığını beyan ettiği görülmüştür.
Davacı sürücü … sevk ve idaresindeki motosiklet ile iki yönlü yolda seyri sırasında olay mahalline geldiğinde, seyrine göre yolun sağında önü geldiği yöne bakacak şekilde park halinde iken aniden harekete geçerek burnunu yola çıkaran davalı idaresindeki araca ön sağ kısmından çarptığı olayda, hatalı tutum ve davranışı bulunmadığından ve olayı önleme imkanı olmadığından sonuçta atfı kabil kusuru olmadığı, Davalı sürücü …, iki yönlü yolun kenarına, yönü karşı yönden gelen araçlara bakacak şekilde ters yönde park ettiği aracına binip, karşı yönden gelen trafiği iyice kontrol etmeden, dikkatsiz ve hatalı biçimde yola aracın burnunu çıkarması sonucu, karşı yönden gelen ve yakın mesafeden önünü kapattığı davacı …’in idaresindeki motosikletin aracına çarpması sonucu meydana gelen olayda, dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı hareketiyle asli ve tam kusurlu olduğu anlaşılmakla itiraz yersizdir
Hakkaniyet indirimi itirazı
Yargıtay 17 HD uygulamasına göre, bu tür hesaplamalarda, aile bireylerine böyle bir yükümlülük yüklenemeyeceği gibi, dışarıdan bir bakıcı tutulmuş olsa idi ne kadar zararının olduğu belirlenerek hüküm verilmesi gerektiğine yönelik içtihatlarının kökleşmiş olduğu, Buna göre; olayda BK.’nun 43. maddesi (6098 sayılı TBK md. 52) gereğince hakkaniyet indirimi şartları bulunmamasına göre, davacının gerçek zararından, varsayıma dayalı hakkaniyet indirimi yapılmadan karar verilmesi usul ve yasaya uygun olmasına göre buna yönelen itirazlar da yersizdir
İDM tarafından maluliyetin belirlenmesi için rapor alınmış olup,sunulan raporda davacının kaza nedeniyle 9 aylık geçici iş göremezlik süresinde %100 malul kabul edilerek bakıcı giderine hükmedilmesinde bu süre içerisinde davacının bir başkasının bakımına muhtaç olduğu ve kişiye bu süre zarfında bakıcı gideri oluşmasının açık olmasına ve raporunun dosya kapsamına uygun olunmasına göre Davalı vekilinin buna ilişkin istinafı yerinde görülmemiştir.
Manevi tazminatın çok taktir edildiği istinafı yönünden;
Hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir.
O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri,davacının tespit edilen sosyal ve ekonomik durumuna, davacının kaza nedeniyle % 15,2 oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiği ve iyileşmesinin 9 ay olduğu gözetilip, davalının kusur durumu ve olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatın dosya kapsamına ve hakkaniyete uygun olduğu bu itibarla davalı vekilinin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinafa konu ilk derece mahkemesinin dosyası incelendiğinde, yukarıda belirtilen ve esasa etki eden hususlarda delillerin eksik toplandığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararının duruşma yapılmaksızın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davalı vekilinin istinaf itirazının reddi ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun açıklanan sebeplerle KABULÜ ile Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, gerekçede belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden yargılama yapılması için HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran taraflara peşin olarak yatırılan başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde taraflara ayrı ayrı iadesine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuranlar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi. 07/06/2023

Başkan … Üye … Üye … Katip …
E imza E imza E imza E imza

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.