Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2023/425 E. 2023/1261 K. 21.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : …

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : …
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACILAR : 1- …
2- …
3- …
4- …
5- …
VEKİLİ : Av. …
DAVALILAR : 1- …
VEKİLİ : Av. …
2- …
VEKİLİ : Av. …
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 21/06/2023
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ: 21/06/2023

Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı taraf vekili dava dilekçesi ile özetle; davalı …’ in maliki, …’ ın ise sevk ve idaresindeki … plakalı aracın 29/07/2020 tarihinde seyir halinde iken takla atması sonucu tek taraflı olarak meydana gelen trafik kazası sonucunda araçta yolcu olarak bulunan müvekkillerinin oğulları ve kardeşi olan …’ un ağır bir şekilde yaralandığını, tedavi altına alınan …’ un … tarihinde vefat ettiğini, tek taraflı kazaya karışan aracın zorunlu mali mesuliyet sigortasının davalı sigorta şirketi tarafından devralınan …. tarafından yapıldığını, … Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma neticesinde meydana gelen kazada sürücünün kusurlu olduğunun tespit edildiğini, müvekkilleri … ve …’ un müteveffanın annesi ve babası olduğunu, diğer müvekkilleri …, … ve …’ un ise müteveffanın kardeşleri olduğunu, müvekkillerinin ölenin desteğine muhtaç olduklarını, müteveffanın köyde babasına tarla ve hayvanların bakımı konusunda yardım ettiğini, evin tek erkek evladı olduğunu, müteveffanın 18 yaşını doldurmuş olduğunu, müteveffanın kardeşlerinin küçük olmasından dolayı müteveffanın desteğine muhtaç olduklarını, kazanın müvekkilleri için bir felaket olduğunu, meydana gelen kaza neticesinde müvekkillerinin biricik evlatları ve kardeşlerini kaybetmenin ızdırabını çektiklerinden bahisle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere destekten yoksun kalan her davacı için şimdilik 100,00 er TL olmak üzere 500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının temerrüt tarihinden işletilecek faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, baba … ve anne … için ayrı ayrı 50.000,00 er TL, kardeşleri için ise ayrı ayrı 30.000,00 er TL manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalıdan kaza tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline, davalarının kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı taraf vekili 04/11/2022 tarihli ıslah dilekçesi ile özetle; fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak açtıkları tazminat davasında müvekkili … için talep edilen 100,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının 402.596,44 TL artırılarak 402.696,44 TL’ ye, müvekkili … için talep edilen 100,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının 283.880,55 TL artırılarak 283.980,55 TL’ ye ıslah ettikleini, sözü geçen tutarların en yüksek faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesine, diğer müvekkilleri ve talepleri için dava dilekçesindeki gibi hüküm kurulmasına karar verilmesini karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı sigorta vekili cevap dilekçesi ile özetle; … plakalı aracın davalı … adına ZMMS poliçesi ile müvekkili tarafından sigortalandığını, sözü geçen sigortalı aracın takla atması sonucu ölümlü ve yaralanmalı trafik kazasının meydana geldiğini, destekten yoksun kalma tazminatının belirsiz olarak açılamayacağını, ıslah yoluyla davanın bundan sonraki süreçte artırılmasına muvafakatlerinin bulunmadığını, belirsiz alacak davası açılamayacağından davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, davacıların kazanın ardından müvekkili sigorta şirketine her hangi bir başvuruda bulunmadığını, bu nedenle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddedilmesi gerektiğini, kazanın meydana gelmesindeki kusur durumunun belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmesini talep ettiklerini, kazanın oluşunda araçtan kaynaklı bir kusurun bulunup bulunmadığının araştırılmasını talep ettiklerini, talep edilen tazminat tutarını kabul etmediklerini, müteveffanın davacılara destek olduğunun ispatlanması gerektiğini, destek olabilecek maddi yeterliliğinin ispatının ispatı için SGK’ den hizmet dökümlerinin istenmesi gerektiğini, kazanın ölümle sonuçlanmasında müteveffanın önceden var olan bir rahatsızlığının bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiğini, müteveffanın araç içerisinde neden bulunduğunun tespit edilerek hatır taşıması var ise zarar miktarında indirim yapılması gerektiğini, SGK’ ya müzekkere yazılarak ölüm ile ilgili bir ödeme yapılmış ise hesaplanacak tazminat tutarından bu miktarın düşülmesi gerektiğini, müvekkili şirket yönünden temerrüt gerçekleşmediğinden müvekkilinin faiz, yargılama gideri ve vekaletinden sorumlu tutulamayacağından bahisle davanın reddine, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesi ile özetle; araç sahibi olan müvekkilinin kaza ile ilgili bir ilgisi ve bilgisinin bulunmadığını, sürücü …’ ın müvekkilinden aracını emanet olarak aldığını, müvekkilinin aracı her hangi bir karşılık beklemeden emanet olarak sürücü …’ a verdiğini, davacının da ikrar ettiği gibi müvekkilinin kazanın oluşunda her hangi bir kusurunun bulunmadığını, müvekkilinin kusuru olmadığından sorumlu tutulamayacağını, kazada sürücünün kusurlu olduğunu, müvekkilinin kaza neticesinde aracında büyük hasar meydana geldiğini, müvekkilinin araç üzerinden edindiği gelirlerden mahrum kaldığını, vefat edenler için müvekkilinin büyük bir üzüntü içerisinde olduğunu, müvekkilinin hukuken sorumlu tutulamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmesini talep ettiklerini, maddi destekten yoksun kalma tazminatı ile ilgili olarak davacıların sosyo-ekonomik durumlarının araştırılmasını talep ettiklerini, müteveffanın anne ve babasının hali hazırda müteveffanın maddi desteği olmadan geçimlerini sağlayan kişiler olduğunu, yine müteveffanın kardeşlerine de maddi destek sağlamadığını, müteveffanın maddi destek sağlamadığı davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talep etme haklarının bulunmadığını, davacıların manevi tazminat taleplerinin fahiş olduğunu, ayrıca zarar görenin kardeşlerinin maddi veya manevi tazminat talebinde bulunamayacaklarından bahisle davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Konya …Asliye Ticaret Mahkemesi … Esas … Karar sayılı gerekçeli kararında özetle; ” Toplanan deliller ve aktüerya bilirkişisinden alınan 31/08/2022 tarihli TRH-2010 Yaşam Tablosu ve Prograsif Rant Yöntemi ile yapılan hesaplama ve düzenlenen rapora göre; Davacı …’ un oğlu olan …’ un ölümü nedeniyle talep edebileceği maddi tazminatın 283.980,55 TL, Davacı …’ un talep edebileceği maddi tazminatın 402.696,44 TL olduğu anlaşıldığından Davacılar … ve …’ un maddi tazminat taleplerinin ıslah dilekçesi de nazara alınarak kabulüne karar verilmiştir.
Her ne kadar davalı sigorta vekilince hesaplanan zarardan TBK 43. maddesi gereğince hatır taşıması indirimi yapılması talep edilmiş ise de; savcılık dosyasında alınan ifadeler, dosyamızda dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre müteveffanın, kazaya karışan … plakalı kamyonette babasına ait olan küçükbaş hayvanların nakline nezaret ettiği, iş için bu araçta bulunduğu anlaşıldığından hükmedilen tazminattan her hangi bir tazminat indirimi yapılmasına gerek olmadığı kanaatine varılmıştır.
TBK 56/2. maddesine göre Hakim, ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakim zararı belirlerken trafik kazasının şeklini, zarar görenin kusurunu ve tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını nazara alır.
Manevi tazminatın takdiri yapılırken orantılı ölçüde takdir hakkı kullanılması gerekir yani manevi tazminatın miktarı bir taraf için zenginleşme aracı, diğer taraf içinde yıkım olmaması gerekir. Bu yasal düzenlemeler nazara alınarak davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilerek;
DAVANIN KISMEN KABULÜ İLE;
1-DAVACILAR … VE … YÖNÜNDEN AÇILAN MADDİ TAZMİNAT DAVALARININ ISLAH DİLEKÇESİ DE NAZARA ALINANARAK KABULÜ İLE;
Davacı … yönünden 402.696,44 TL,
Davacı … yönünden 283.980,55 TL olmak üzere toplam 686.676,99 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı sigorta şirketinin sorumluluğu sigorta poliçe limiti ile sınırlı olmak kayıt ve şartıyla davalı sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 20/10/2020 tarihinden, davalı … yönünden kaza tarihi olan 29/07/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile adı geçen davacılara verilmesine.
2-Davacılar …, … ve … yönünden açılan maddi tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine.
3-DAVACILARIN MANEVİ TAZMİNAT TALEPLERİNİN KISMEN KABULÜ İLE;
Davacı … yönünden 50.000,00 TL,
Davacı … yönünden 50.000,00 TL,
Davacı … yönünden 20.000,00 TL,
Davacı … yönünden 20.000,00 TL ,
Davacı … yönünden 20.000,00 TL
olmak üzere toplam 160.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 29/07/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’ den tahsili ile adı geçen davacılara verilmesine.
4-Davacıların fazlaya ilişkin taleplerinin reddine.” şeklinde hüküm kurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; yaşanan kaza sonrası ikame edilen işbu davada müvekkile husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, zira müvekkilin kendi aracını sadece hatıra binaen emanet olarak ve hiçbir karşılık beklemeksizin ve almaksızın arkadaşı …’a verdiğini, kazayla alakalı görülen ceza dosyasında da …’ın %100 kusuruyla bu kazaya sebebiyet verdiği tespit edildiğini, bu bakımdan müvekkilin kazayla en ufak bir bağlantısı ve illiyet bağının olmadığını, davanın tarafları bakımından esasına dahi girmeden husumet yokluğu sebebiyle usulden reddi gerekmesine rağmen müvekkil aleyhine karar verilmiş olmasının son derece hukuka aykırı olduğunu, Emsal Yargıtay içtihatlarından da anlaşılacağı üzere müteveffa sürücü … aracı tam bir fiili hakimiyetle kendi yararına kullandığından sebeple oluşan zarardan müvekkilin herhangi bir sorumluluğun bulunmadığını, her ne kadar müvekkilin olayla bir bağlantısı, illiyet bağı veya sorumluluğu olmadan davacılardan anne ve baba lehine manevi tazminata hükmedilmiş olması bir nebze olsun anlaşılabilirken, kardeşler lehine manevi tazminata hükmedilmiş olmasının kesinlikle hukuki temellere dayanan bir karar olmadığını, mahkemece yazılan gerekçeli kararda hükmedilen manevi tazminatlar için herhangi bir gerekçenin de belirtilmediğini, tüm bu nedenlerle mesnetsiz iddialar ile hukuki dayanaktan yoksun kötü niyetle ve hukuka aykırı olarak ikame edilen işbu davada verilmiş kararın kaldırılarak tarafları bakımından davanın tam reddine şeklinde yeniden hüküm kurulmasına, mahkemenin aksi kanaatte olması halinde kararın müvekkil lehine bozularak yeniden karar verilmek üzere mahkemesine gönderilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı … vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; müvekkil şirket sigortalısı maliki olduğu aracı bilabedel sürücü …’a vermiş olup kaza anında … tarafından kendisi yararına araç ile taşıma yapıldığını, bu sebeple hatır taşıması nedeniyle zarar miktarında indirim yapılması gerektiğini, müteveffanın kaza anında emniyet kemeri takmadığı göz önünde bulundurularak müterafik kusur indirimi yapılması gerekirken verilen işbu kararın kaldırılması gerektiğini, yerel mahkemece verilen kararda 686.676,99 TL tazminata hükmedildiğini, manevi tazminattan sorumlulukları bulunmadığını, poliçe limitlerinin 410.000 TL olmasından dolayı poliçe limitinin aşıldığını, bilirkişi raporunda hesaplama hatası bulunmakta olup raporun hükme esas alınmasının açıkça kanuna aykırı olduğunu, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından davacıya ödeme yapılıp yapılmadığı hususunun araştırılmadan zarar hesabı yapılmış olmasının hatalı olduğunu, Sosyal Güvenlik Kurumunca yapılan ödemelerin zarar hesabından mahsup edilmesinin gerektiğini, davayı kabul anlamında olmamakla, müteveffanın müterafik kusurunun tazminattan düşülmesinin gerektiğini, yerel mahkemece müvekkil şirket aleyhine hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin hatalı olduğunu, tüm bu nedenlerle istinaf taleplerinin kabulü ile yerel mahkeme tarafından tesis edilen 23/11/2022 tarihli … Esas ve … Karar sayılı haksız ve hukuki mesnetten yoksun kararının kaldırılmasına, haksız ve hukuki mesnetten yoksun davanın müvekkil bakımından reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davacılar vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; müteveffanın iş bu elim trafik kazasında ailenin geçimini sağlamak amacıyla Denizli’ye hayvanları satmak için gitmesi durumunun gerek dava dosyası kapsamındaki tanık beyanlarıyla gerekse de savcılıkta alınan ifadelerle de sabit olduğunu, dava konusu olay kapsamında kız kardeşlerin ve müteveffanın yaşı ve bekar oluşu, müteveffanın ailenin tek erkek çocuğu olması sebebiyle davacı kardeşlerinin ölenin desteğine muhtaç olduğunu, müvekkillerin özellikle davacı baba …’un müteveffanın ölümünden sonra gerek maddi gerekse de manevi olarak halen toparlanamadığını, müvekkilin iş bu kazada telef olan koyunları ve cenaze için hayvan satışlarından istediği karı sağlayamadığını, ayrıca müvekkil babanın kazadan sonra ortaya çıkan maddi kayıplarını kapatmak amacıyla kredi çektiğini ve halen bu borcunu ödemeye çalıştığını, davacı kardeşler yönünden hakkaniyete uygun oranda manevi tazminat hesaplaması yapılmayarak buna yönelik taleplerinin kısmi olarak kabul edildiğini, tüm bu nedenlerle usul ve esas yönünden davanın kısmi kabulünün maddi vakıalara ve hukuka aykırı olduğunu, Konya …Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas … karar sayılı mahkeme kararının istinaf sebepleri doğrultusunda fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla ilk derece mahkemesince maddi ve manevi tazminata yönelik olarak verilen kısmi kabulün müvekkiller lehine bozularak davanın tam kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Mahkemece verilen karar, taraflarca istinaf edilmiştir.
Dava, trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma nedeniyle maddi ve ayrıca manevi tazminat talebine ilişkindir.
-Kamu düzeni yönünden yapılan incelemede (teminat limitinin gösterilmemesi);
6100 sayılı HMK’nin Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinin 2. fıkrasına göre “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” Kanunun aradığı bu şekil, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetine sebep olabilecek, kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir. (HGK 2013/9-1989 Esas 2014/657 Karar sayılı ilamı)
Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetiminin yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.
6100 sayılı HMK’nın 298. maddesi uyarınca kararını gerekçesi ile birlikte tam olarak yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren yasa yolu açık olan son kararlardandır. Bu kararla, mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
Ayrıca ilamların infaz edilecek kısmı, hüküm bölümü olup, hükmün içeriğinin aynen infazı zorunludur. Gerek icra dairesi ve gerekse sınırlı yetkili İcra Mahkemesi ilamın infaz edilecek kısmını yorum yolu ile belirleme yetkisine sahip değildir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.10.1997 tarih ve 1997/12-517 E. -1997/776 K.; 22.03.2006 gün ve 2006/12-92 E.-2006/85 K.; 25.06.2008 gün ve 2008/12-451 E.- 2008/453 K. sayılı ilamları)
HMK’nun “Taleple Bağlılık İlkesi” başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir” hükmüne yer verilmiştir.
HMK 297/2. maddede; hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği düzenlenmiştir.
Anayasa m. 141/3’deki düzenleme gereğince “bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” kuralı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.maddesi kapsamında, taraflardan biri hakkında hüküm kurulmaması ve gerekçenin yazılmaması durumunda adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil edeceği düzenlenmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesinin başlığı hâkimin davayı aydınlatma ödevi olup madde metninde, hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir, hükmü düzenlenmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05/02/2014 tarih, 2013/595 Esas, 2014/82 Karar sayılı ilamında da açıklandığı üzere “…Tefhim edilecek hüküm HMK’nın 297/2.maddesindeki unsurları taşımakla birlikte, HMK m. 321 uyarınca gerekçeli olmak zorundadır. Bu yasal şekil yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği olup, aksi halin hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ile barışını olumsuz etkileyecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 2007/14-778 Esas, 2007/611 Karar, 01/04/2008 tarih, 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamları).” kararda gerekçenin bulunmasının yasal zorunluluk olduğu gibi, kamu düzenini ilgilendiren bir durum olduğu da belirtilmiştir. HMK m. 355 kapsamında “istinaf incelemesi, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır, ancak Bölge Adliye Mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” şeklindeki yasal düzenleme gereğince ve
Somut olayda Mahkemece, kaza tarihi itibariyle kişi başı sakatlık ve ölüm teminat limitinin 410.000 TL olduğu halde, bu limit miktarı açıkça yazılmayarak sadece “teminat limiti miktarı ile sınırlı olmak kaydıyla” şeklindeki şablon ifade ile yetinilip infazda tereddüt yaratılmak suretiyle hüküm kurulması hatalı olmakla, kamu düzeni yönünden bu husus nedeniyle taraf istinafları kabul edilmiştir.
– Davalı …’in işletenlik sıfatına yönelik itirazında;
İşleten tanımı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 3. maddesinde “Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır” şeklinde yapılmıştır.
2918 sayılı KTK’nın 3. maddesinde işleten sıfatının belirlenmesinde şekli ve maddi ölçüt olmak üzere iki ayrı ölçüden yararlanılmıştır. Şekli ölçüye göre trafik sicilinde malik görülen kişi işletendir. Maddi ölçüye göre ise, trafik sicilinde adı geçen kişinin önemi bulunmamakta olup önemli olan araç üzerindeki fiili hakimiyet, araçtan ekonomik yarar sağlama, masraf ve rizikolara katlanma gibi ölçütlerdir. İşletenin belirlenmesinde doktrin ve Yargıtay’ın kabul ettiği görüş maddi ölçüdür.
2918 sayılı KTK’nın 85. maddesi “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” hükmünü içermektedir.
Bu yasal düzenleme karşısında, kazaya karışan araçların meydana getirdikleri zararlardan araç sahiplerinin hukuken sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiş ise de, bu araçların sahipleri tarafından herhangi bir sebeple yararlanılmasının bir başka kimseye devir edilmesi halinde (çok kısa bir süre olmaması kaydıyla), artık üzerindeki fiili hakimiyetin kalmaması ve bu sebeple ekonomik yönden de bir yararlanma olanağının kalktığı durumlarda, o aracı kaza sırasında fiili hakimiyeti altında bulunduran ve ondan iktisaden yararlanan kimsenin işleten sıfatıyla meydana gelen zarardan sorumlu tutulması gerekip, bunun sonucu olarak da araç malikinin sorumlu tutulmaması gerekecektir.
Gerek doktrinde, gerekse Yargıtay’ın uygulamalarında, işleten sıfatının belirlenmesinde araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma unsurlarının birlikte bulunması ve fiili hakimiyetin uzun süreli olması gerekmektedir. Ancak bu konuda getirilecek delillerin üçüncü kişileri bağlayabilecek nitelikte ve güçte olması, özellikle zarara uğrayanların haklarını halele uğratacak bir sonuç yaratmaması şarttır.
Bunun yanı sıra, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20/d bendi “
(Değişik: 24/12/2009-5942/1 md.) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü gibi Yasa’nın 20/d bendinde tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin ancak noterler tarafından yapılacağı hükmüne yer verilmiştir. Ancak böyle bir satış ve devir işlemi araç üzerindeki mülkiyet hakkını devre elverişlidir. Bu devrin yöntemince aracın kayıtlı olduğu, tescil müdürlüğüne bildirilmemesi yüzünden aracın tescil kaydında bir değişiklik yapılmaması satışa konu aracın mülkiyetinin geçişini engellemez ise de, anılan yasa maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, satış işlemine dayalı olarak işleten sıfatının ve araç üzerindeki mülkiyet hakkının devredildiğinin kabulü mümkün değildir.
Anılan yasa maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, haricen satış ile işleten sıfatının devredildiğinin kabulü mümkün değildir.
Kamu yararı (düzeni) amacına yönelik bu emredici kural açık ve ortada iken, yazılı deliller ile desteklenmeyen, her zaman düzenlenmesi mümkün olan bu harici satım sözleşmesine ve aracın kayıt maliki dışında bir başkasına ait olduğu yolundaki mücerret açıklamalara değer verilerek o şahsın malik olduğunun; bu suretle davalının işletenlik sıfatının sona erdiğinin kabulüne olanak bulunmamaktadır.
(Nitekim Yargıtay 17. HD.’nin 2015/12712 esas 2018/7170 karar ve 2014/12708 esas 2016/10575 karar sayılı ilamları)
Bu değerlendirmeler ışığında somut olaya bakıldığında, her ne kadar davalı tarafından kazaya karışan aracın, kazadan önce yaklaşık altı ay önce satıldığı ve paranın ödendiği belirtilip, alan davalı ve tanık beyanlarına dayanılmış ise de, satış sözleşmesine ve ödemelere ilişkin her hangi bir belge sunulmadığı gibi, devrin gerçekleştiğine dair başkaca bir delil de ibraz edilmediği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Yukarıda yazılı yasal düzenlemeler gereğince, tüm taraf ve tanık beyanları ile deliller ile sabit olduğu üzere, davalıya ait aracın hayvan taşıması için …’den kiralandığı, sürücüsünün de … olduğu anlaşılmakla, işletenlik sıfatının bulunmadığı, devredildiği inandırıcı ve güçlü delillerle ispatlanamadığından, buna yönelik istinafın yerinde olmadığı görülmüştür.
– Davalıların Kusura ve sorumluluğa yönelik itirazda;
Türk Borçlar Kanunun 49.maddesinde, “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür”, yine aynı kanunun 50.maddesinde, “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır” denilmektedir.
Karayolları Trafik Kanunun 86/1 maddesinde, “İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur” denilmektedir.
Karayolları Trafik Kanunun 85 maddesi “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” Aynı yasanın 88. Maddesinde ise “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.” düzenlemesi ile motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu ayrıca birden fazla kişinin zararı tazminat ile yükümlü olması durumunda zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine TBK 61. Maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” demekle birden çok kişi aynı zarardan aynı sebeple yada çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğün şartlarının gerçekleşmesi halinde söz konusu olur. İşte bu tür durumlarda sorumlular hakkında müteselsil sorumluluk hükümleri uygulanacaktır.
Müteselsil sorumluluk kanundan doğan bir sorumluluk türüdür. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, davacı kusursuz olduğuna göre zararın tamamını isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/11886 Esas, 2017/6732 Sayılı Kararı)
Buna göre, ortaya çıkan zarardan davalı araç işleteni (araç maliki) müteselsil sorumlu bulunmaktadır. Bu nedenle, husumete yönelik davalı itirazının yerinde olmadığı görülmüştür.
Öte yandan; birbirini teyit eden nitelikteki kaza tespit tutanağı ile mahkemece ve diğer dosyalarda alınan raporlara göre, tek taraflı kazada davalı sürücünün tamamen kusurlu olup, davacıların desteği yolcunun kusurlu olmadığı; buna göre tüm dosya kapsamındaki delillere göre mahkemenin kusur belirlemesinin de oluşa ve delillere uygun görüldüğünden, bu sebeple kabul edilen kusur oranının belirlenmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, davalı tarafın buna yönelik itirazlarının reddine karar verilmiştir.
– Davalı Sigortanın müterafik kusura yönelik itirazda;
Zararın meydana gelmesinde veya artmasında mağdurun da kusurunun bulunması halinde söz konusu olan müterafik kusur Borçlar Kanunu’nun 44. maddesinde (6098 sayılı TBK md. 52) düzenlenmiştir. Mağdurun kusurunun zararın meydana gelmesinde başlıca etken olması halinde zarar verenin sorumluluğunun kalkması söz konusu olabileceği gibi belirlenen kusura göre zarar ve ziyandan indirim yapılmasını da gerektirebilir.
Somut olayda davalı Sigorta vekili, vefat edenin emniyet kemeri takmadığının araştırılmadığını ve indirim yapılmadığını savunmuştur. Olaya ilişkin soruşturma dosyası ve eldeki dosya kapsamı incelenerek, emniyet kemeri takılıp takılmadığı, takılmış ise bunun ölümde etken olup olmadığının değerlendirilip karar yerinde tartışılarak sonucuna göre tazminat miktarından % 20 oranında müterafik kusur indirimi yapılıp yapılmayacağına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi isabetsiz bulunduğundan buna yönelik davalı vekilinin itirazının kabulüne karar vermek gerekmiştir.
-Kamu düzeni yönünden yapılan aktüer raporuna yönelik incelemede;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
Şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay …Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından;
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre, haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği (ancak Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine göre rapor düzenlenmesi teknik olarak mümkün olmadığı bu dönem için de yine 11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanacak) hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. (Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları)
Keza Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve vergilendirilmiş gelirin nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından, vergi dairesinden, işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece, AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre PMF yaşam tablosu ve Progressif Rant sistemine göre hazırlanan raporuna itibar edilmesi gerekirken, TRH yaşam tablosu ve yanlış maluliyet yönetmeliği esas alınarak karar verilmesi isabetsiz olmakla, bu husus da kaldırma sebebi yapılmıştır.
-Davalı sigortanın aktüer raporuna (destek paylarına yönelik) itirazları yönünden;
Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin kabul görmüş pay esasına göre; çocuksuz durumda destek, desteğin gelirini eşi ile ortak paylaşacağı varsayımına dayalı olarak, gelirden desteğin %50 ve eşin %50 pay alacağı kabul edilmektedir. Çocukların eş ile birlikte destek payı alacağı durumda ise destek gelirden eşi ile birlikte 2’şer pay alırken çocuklara birer pay verileceği, yine eş, çocuklar ile ana babanın pay alacağı durumlarda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocukların her birine 1’er pay, ana ve babaya 1’er pay ayrılarak böylece gelirin tamamının dağıtılacağı esasına dayalıdır. Çocukların sayısı arttıkça hem desteğe ayrılan pay, hem de eş ve çocuklar ile ana ve babaya ayrılacak paylar düşecektir. Çocukların destekten çıkması ile birlikte destekten çıkan çocuğun payları destek, eş ve diğer çocuklara dağıtılacak, anne ve babaya verilmeyecektir. Böylece geriye kalan eş ve çocukların payları ile desteğin payı artacaktır. Bu pay esası Türk aile sistemine çok uygun düşmektedir. Çünkü Türk aile sisteminde desteğin geliri aile bireyleri tarafından birlikte paylaşılmakta, aile bireyleri arttıkça gelirden alınacak pay düşmekte, aile bireyi azaldıkça da gelirden alınacak pay yükselecektir. Ana ve babadan birinin destekten çıkması ile payı diğerine aktarılacak, ana ve baba ile çocukların tamamının destekten çıkması durumunda ise yine çocuksuz eş gibi desteğe 2 pay, eşe 2 pay esasına göre %50 pay desteğe, %50 pay eşe verilerek varsayımsal olarak gelir paylaştırılarak tazminat bu ilkelere göre hesaplanmalıdır.(Bkz. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2015/16921 Esas, 2018/11076 Karar sayılı ilamı)
Somut olayda, sigortanın soyut itirazı ile aktüer raporundaki diğer varislerin paylarının gösterilmediği ve hesaplanmadığı itirazında bulunulmuş ise de, hükme esas alınan aktüer raporunda haksahibi destek pay sahiplerinin doğru şekilde gösterilip hesaplama yapıldığı anlaşılmakla, soyut itirazın reddi gerekmiştir.
-Davacı ve davalı tarafın desteklik itirazında;
Destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.
Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Ancak, destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi için öncelikle, ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı gerekir.
Borçlar Kanunu’nda sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır; sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır.
Genel yaşam deneyimleri ve hayatın olağan akışı yetişkin bir insanın anne ve babasına her halükarda ve belirli bir düzeyde destek olacağını gösterir. Bu desteğin miktarı tarafların yaşam düzeyi, sağlık, sosyal ve ekonomik durumları ile orantılı olarak değişebilirse de çocuğun anne-babasına hiç destek olmayacağı kabul edilemez. Ölen çocuğun, gelecekte ana-babasına bakacağı yaşamın ve olayların normal akışı içinde beklenebiliyorsa, çocuk onlar için destektir.
Desteğin yardımının yalnızca para veya maddi katkı şeklinde bulunması zorunlu değildir. Çünkü, ölenin hizmet edebilme güç ve kabiliyeti de para ile ifadesi mümkün olan bir mali imkan teşkil eder. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet edimleri ve yardımlar da bir kimsenin destek sayılması için yeterlidir. Evladın bayram günlerinde anne ve babaya ziyareti ve evde ailesine yardımcı olması, her türlü hastalık ve sair sıkıntılarında yardıma koşma görevi de maddi desteğin kapsamında değerlendirilmelidir. (Emsal Yargıtay 17 Hd nin 2015/4497 esas 2018/331 karar sayılı ilamı)
Mahkemece, anne-babanın yukarıda belirtilen biçimde farazi destek olması nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi ile müteveffa kardeşin davacı kardeşlerin fiili desteği olduğu konusunda, eylemli ve düzenli yardımların yapıldığı iddia ve ispat ispatlanmadığı, davacı kardeşlerin sürekli bakıma muhtaç olduğunu gösterir delil, bilgi ve belge olmadığından, ölen kardeşten dolayı tazminat hesaplanmaması doğru olup, buna yönelik itirazlar yersizdir.
Davacının gelire ilişkin itirazında ise; dava dilekçesinde açıkça desteğin babasının tarla ve hayvan bakımı işlerinde yardımcı olduğu, bunun dışında davacıların istinaf dilekçesindeki iddianın aksine ayrıca başka sanayide çalışmasının olduğunun da belirtilmemesi ve ayrıca bir iş ve gelirin de ispatlanmamış olması ile kişinin aynı anda hem işçi hem çiftçi olarak iki işi birden yapacağı hayatın olağan akışına uygun olmayacağından, buna ilişkin davacı itirazlarının yerinde olmadığı görülmüştür.
– Davalı tarafın, hatır taşınması iddiasına yönelik istinafın incelenmesinde;
Davacı tarafın hatır taşımasına yönelik itiraz bulunmaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 87. Maddesine göre “Yaralanan veya ölen kişi, hatır için karşılıksız taşınmakta ise veya motorlu araç, yaralanan veya ölen kişiye hatır için karşılıksız verilmiş bulunuyorsa, işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu ve motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” esası kabul edilmiştir. Hatır taşıması bir kimseyi ücretsiz olarak ve bir karşılık almadan ve bir yararı bulunmadan taşıma halidir. Yani hatır için taşımada, taşımanın karşılıksız olması veya alınan karşılığın önemsiz olması gerekir. Taşıma, işletenin veya sürücünün değil taşınanın yararına olmalıdır. Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığından, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 51. maddesinde; hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş ,BK.nın 51. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay içtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Buna göre, olaya ilişkin tüm tanık beyanlarından desteğin babasının hayvanlarının taşınmasına nezaret etmesi nedeniyle araçta bulunması, ücretsiz hatır için taşınmadığının anlaşılması nedeniyle, buna yönelik davalı taraf itirazlarının yerinde olmadığı görülmüştür.
-Bunun dışında, davalının itirazı kapsamında SGK’dan gelen yazı cevabına göre mahsubu gerektirir herhangi bir ödeme de bulunmadığından, genel ve soyut nitelikteki bu itiraz da isabetli değildir.
-Davacı ve davalı Sedat’ın manevi tazminata yönelik itirazlarında;
6098 sayılı TBK.nın 56. maddesi hükmüne göre, hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Manevi tazminat, zarara uğrayanda, manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Zarar görenin zenginleşmemesi, zarar sorumlusunun da fakirleşmemesi gerekmektedir. Takdir edilecek miktarın, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.6.1976 günlü ve 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de takdir edilecek manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hakim bu konuda takdir hakkını kullanır iken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminat zenginleşme aracı olmamakla beraber, bu yöndeki talep hakkındaki hüküm kurulurken olay sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amaçlanmalı ve bu sebeple tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli de göz önünde tutularak, hak ve nesafet kuralları çerçevesinde bir sonuca varılmalıdır. Zira, Türk Medeni Kanununun …maddesinde, kanunun takdir hakkı verdiği hallerde hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hükmedeceği öngörülmüştür.
Yargıtay’ın 22.6.1966 tarih ve 1966/7 Esas 1966/7 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar, her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış ise de hâkim; Medeni Kanununun …maddesinde yer alan hakkaniyet ilkesi gözeterek, hukuk ve adalete uygun hak ve nesafet kurallarına göre uygun miktarda tazminat takdir etmesi gerekmektedir. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların değerlendirilmesi gerekir. Hakim manevi tazminata hükmederken; tarafların kusur durumu, kusur derecesi, ekonomik ve sosyal durumları, zarar ile olay arasındaki illiyet bağı, ölüm halinde kaza ile ölüm arasında illiyet bağının bulunması, olayın tarihi, olayın ağırlığı, olay tarihindeki paranın satın alma gücü, davacı sayısı gibi hususlar dikkate alınarak davacılar için zenginleşme, davalılar için yoksulluğa neden olmayacak şekilde belirlenmelidir.
Somut olayda; bir kısım davacının desteğin kardeşleri olup, kardeşlerinin ölümü nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesinde isabetsizlik bulunmamakla birlikte, yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri, meydana gelen olayın ve davalının fiilin niteliği, olayın oluş yer ve şekli, kusur durumları, oluşan sürekli ve geçici maluliyet durumu, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, olay tarihindeki paranın alım gücü göz önünde bulundurulduğunda, davacı kardeşler için belirlenen manevi tazminatın dosya kapsamına ve hakkaniyete göre az olduğu görüldüğünden, buna yönelik davacılar itirazının kabulüne, davalının ise reddine karar verilmiştir.
Anlatılan sebep ve gerekçelerle, tüm dosya kapsamı ve davanın niteliği nazara alınarak davacılar ve davalılar vekillerinin istinaf taleplerinin ayrı ayrı kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK m.353/1-a-6 uyarınca kaldırılmasına karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar ve davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun ayrı ayrı kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının HMK.nın 353/1-a.6 maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Yeniden yargılama yapılması için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf eden taraflarca yatırılan, başvurma harcı dışında kalan, istinaf karar harcının talep halinde yatıranlara iadesine,
4-İstinaf eden taraflarca istinaf aşamasında yapılan masrafların İlk Derece Mahkemesi tarafından verilecek nihai kararda hüküm altına alınmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK m.353 uyarınca KESİN olmak üzere oybirliği ile karar verildi.21/06/2023

Başkan …
e-imzalı

Üye …
e-imzalı

Üye …
e-imzalı

Katip …
e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.