Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2023/258 E. 2023/489 K. 16.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : 16/03/2023

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (… )
ÜYE : … (… )
ÜYE : … (… )
KATİP : … (… )

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 02/11/2022
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACI : … – TCKN:…
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : …
VEKİLİ : Av.
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 16/03/2023
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 16/03/2023
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı taraf vekili dava dilekçesi ile özetle; … ve …’nun müvekkilinin çocukları olduklarını, 14/10/2016 tarihinde …’ a ait ve olay tarihinde …’ in sevk ve idaresinde olan … plakalı aracın müvekkillerinin çocuklarının da bulunduğu 5 çocuğa çarptığını, trafik kazası neticesinde ağır yaralanan müvekkilinin çocuklarının hayatlarını kaybettiklerini, davaya karışan … plakalı aracın davalı tarafından sigorta poliçesinin tanzim edildiğini, müteveffalarının ölümünden sonra müvekkilinin müteveffaların desteğinden büyük oranda yoksun kaldığını, müvekkilinin destekten yoksun kalması nedeniyle maddi zararların davalı sigorta şirketinden talep etme zorunluluklarının hasıl olduğunu, trafik kazası nedeniyle Konya … Ağır Ceza Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasında görülen davada alınan kusur raporunda sürücü …’ in asli ve tam kusurlu olduğunun tespit edildiğini, ceza mahkemesinde verilen karar gereğince …’ in 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırıldığını, ayrıca huzurdaki dava ikame edilmeden önce müvekkillinin müteveffaların desteğinden yoksun kalması sebebiyle oluşan maddi zararların tazmini amacıyla Konya … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını, açılan davanın sigorta şirketine dava açılmadan önce başvuru yapılmadığından usulden reddedildiğini, sigorta şirketine 31/10/2016 tarihinde başvuru evraklarının tebliğ edildiğini, sigorta şirketi tarafından taraflarına yazılı ve sözlü hiçbir cevap verilediğini, taraflarınca zorunlu arabuluculuk müracaatında yapıldığından bahisle müvekkilinin, müteveffa …’ nun desteğinden yoksun kalması sebebiyle oluşan şimdilik 500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile müteveffa …’ nun desteğinden yoksun kalması sebebiyle oluşan şimdilik 500,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren ticari işlere uygulanan en yüksek avans faiz oranıyla davalıdan tahsil edilerek müvekkiline verilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı taraf vekili 29/09/2022 tarihli talep artırım dilekçesi ile özetle; yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna karşı beyan ve itirazlarını tekrar ettiklerini, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere davayı ıslah ettiklerini, müvekkilinin müteveffa …’ nun desteğinden yoksun kalması sebebiyle 310.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile müteveffa …’ nun desteğinden yoksun kalması sebebiyle 310.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı olmak üzere toplam 620.000,00 TL maddi tazminatın davalı sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren ticari işlere uygulanan en yüksek avans faiz oranıyla davalıdan tahsil edilerek müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesi ile özetle; davacı tarafın müvekkili kuruma yapmış olduğu zorunlu ilk başvuru koşullarının usul ve yasaya aykırı olduğunu, davacı tarafın ilk başvuru dilekçesinde herhangi bir talep miktarı belirtilmediğini, bu nedenle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, davaya konu kaza tarihinin 14/10/2016 olduğunu, işbu uyuşmazlığa ilişkin zaman aşımı süresinin 2 yıl olması nedeniyle zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, işbu davaya konu olan ceza davasının taksirle bir kişinin ölümüne sebep olma suçundan açıldığından huzurdaki davada 8 yıllık zaman aşımı süresine tabi tutulamayacağını, davaya karışan … plakalı aracın zorunlu mali mesuliyet sigorta poliçesi ile teminat altına alındığını, poliçenin kaza tarihi itibari ile şahıs başına daimi sakatlık/ölüm teminat limitinin 310.000,00 TL ile sınırlı olduğunu, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmesi gerektiğini, müvekkili sigorta şirketinin poliçeden kaynaklanan maddi tazminat taleplerine ilişkin sorumluğunun sigortalı araç sürücüsünün kusuru oranında ve azami poliçe teminat limiti ile sınırlı olduğunu, söz konusu sorumluluğun davacının yoksun kaldığı gerçek destek ile de sınırlı olduğunu, kabul anlamına gelmemek üzere destekler ölmemiş olsaydı ne kadar süre destek olacaklarsa hesaplamanın buna göre yapılması gerektiğini, kaza tarihinde müteveffa …’ in 14, diğer müteveffa …’ nın ise 16 yaş 11 aylık olduğunu, çocukların yardımında çalışmaya başlama süresinin esas alınması gerektiğini, davacı annenin ölen çocuklarını bakım gücüne sahip olduğunu, kendilerinin de destek ihtiyacı olduğunu veya ileride destek ihtiyaçları olabileceğini ispat etmesi gerektiğini, davacı tarafından destek zararını ispat edemediğinden haksız davanın reddinin gerektiğini, müteveffaların ana babasını bayramda ziyaret etmesi, kömürlerini taşıması, hastalandığında yardıma koşması kazancından hesaplanabilir bir harcamayı gerektirmediğinden bu hususlara maddi bir değerin izafe edilemeyeceğini, bu nedenle herhangi bir şekilde destekten yoksun kalma durumunun olmayacağını, destekten yoksun kalma tazminatının bir zenginleşme aracı olmadığını, ancak gerçek zararın varlığı halinde destekten yoksun kalma tazminatının talep edilebileceğini, fiili destekliğin ispat edilememesi halinde davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, kazaya konu kusur oranının tespitinin Adli Tıp Kurumu tarafından yapılması ve sigortalının kusur oranında hüküm kurulması gerektiğini, kusur oranının tespitinden sonra uzman aktüer bilirkişilerce hesaplama yapılmasının gerektiğini, ceza soruşturmasının tek başına hukuk davasını bağlamayacağını, hukuk yargılamasında ispat yükünün iddia eden tarafına ait olduğunun aşikar olduğunu, davacı tarafın somut olaya ilişkin herhangi bir delil ibraz edilmediğini, SGK tarafından herhangi bir ödenek veya gelir bağlanıp bağlanmadığı, varsa zararın giderilip giderilmediğinin araştırılmasını talep ettiklerini, araştırma neticesinde ödeme yapıldığı anlaşılırsa yapılan ödemelerin mahsubuna karar verilmesi gerektiğini, başlatılan ceza soruşturmasının sonucunun bekletici mesele yapılması gerektiğini, ebeveyn olan davacının çocuklarına gerekli dikkat ve özeni göstermediğinin anlaşılması durumunda kusur nedeni ile davanın reddine karar verilmesini talep ettiklerini, davacının zararlarının sürücü tarafından giderilip giderilmediği uzlaşı sağlanıp sağlanmadığının bilinmediğini, ferdi kaza sigortası, koltuk sigortası, hayat sigortası veya ihtiyari mali mesuliyet sigortası varsa bu hususlarında tespit edilmesini talep ettiklerini, zararın giderilmiş olması durumda işbu davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, sayın mahkemenin aksi kanaatte olması durumunda yasal hak ve nesafet indirimi uygulanması ve yasal faizle hüküm kurulmasına karar verilmesini talep ettiklerinden bahisle davasını ispat edemeyen davacının öncelikle usulden sayın mahkeme aksi kanaatte olursa esastan reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı taraf üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “Mahkememizce yapılan yargılama ve değerlendirmede; davacı vekilince davalı sigorta şirketi aleyhine açılan bu davada; 14.10.2016 tarihinde meydana gelen trafik kazasında davacının oğulları olan … ve …’nun ölmesi nedeniyle kazaya neden olan … plakalı araca ZMMS poliçesi düzenleyen davalı şirketten destekten yoksun kalma (maddi) tazminatı talep edilmiş olup; davalı sigorta şirketince ilk olarak zamanaşımı itirazında bulunulmuş ise de; Karayolları Trafik Kanununu 109/2. maddesinde belirtilen uzamış ceza zamanaşımı süresi dava tarihi itibariyle henüz dolmamış olduğundan bu talebin reddine karar vermek gerekmiştir.
Esastan yapılan değerlendirmede, 14.10.2016 tarihinde … plakalı hususi araç sürücüsü …’in direksiyon hakimiyetini kaybetmek suretiyle %100 kusurlu olarak bisiklet yolu üzerinde bulunan motorlu bisiklet sürücüleri … ve …’na çarpmak suretiyle ölümlerine neden olduğu, meydana gelen kazada davacının çocukları olan müteveffalara atfedilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı, her ne kadar idari yönden zorunlu olmasa da müteveffaların kask takmadıkları anlaşılmış ise de; Konya BAM … Hukuk Dairesinin 16.12.2021 tarih ve … E., … K. sayılı ilamında belirtildiği üzere kask ve koruyucu ekipman olmasa dahi ölüm olayların oluşacağı açık olduğundan müterafık kusur indiriminin yapılmasına gerek olmadığı, davacının oğullarının ölümü sebebiyle aktüerya bilirkişisince tespit edilen miktarlarda desteklenen yoksun kaldığı anlaşıldığından poliçedeki teminat limiti ve davacı vekilinin talep artırım dilekçesi nazara alınarak davacının davasının kabulüne ve kazaya karışan aracın hususi olması nazara alınarak kabul edilen 620.000,00 TL toplam tazminata temerrüt tarihi olan 11.11.2016 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanarak davalıdan tahsiline dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
DAVACININ DAVASININ TALEP ARTIRIM DİLEKÇESİNDEKİ TALEP MİKTARI NAZARA ALINARAK KABULÜ İLE; Konya … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas … Karar sayılı kararı ile verilen hüküm ile tahsilde tekerrür oluşturmamak ve davalı sigorta şirketinin sorumluluğu poliçe limiti ile sınırlı olmak kayıt ve şartı ile;
…’ nun vefatı ve destek kaybı nedeniyle 310.000,00 TL maddi tazminat,
…’ nun vefatı ve destek kaybı nedeniyle 310.000,00 TL maddi tazminat OLMAK ÜZERE TOPLAM 620.000,00 TL maddi tazminatın temerrüt tarihi olan 11/11/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine” şeklinde hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; kazaya konu kusur oranı tespitinin Adli Tıp Kurumu tarafından yapılması gerektiğini, kusur oranı tespitinden sonra davaya konu destekten yoksun kalma tazminatının uzman bilirkişilerce hesaplanması gerektiğini, hesaplanan tazminattan %20 müterafik kusur indirimi uygulanması gerektiğini, ayrıca ceza soruşturmasının tek başına hukuk davasını bağlamayacağını, hukuk yargılamasında ise ceza soruşturmasında resen kamu tarafından aydınlatma yükümlülüğünden ziyade ispat yükünün iddia eden tarafına ait olduğunu, fakat davacı tarafın somut olaya ilişkin ispatla yükümlü olduğu herhangi bir delili dosyaya sunamadığını, müvekkili şirketin sorumluluğunun, kazanın kusur oranı nispetinde ve kaza tarihi poliçe teminat limitiyle sınırlı olduğunu, bunun dışındaki taleplerin de reddinin gerektiğini, SGK tarafından herhangi bir ödenek veya gelir bağlanıp bağlanmadığı, varsa zararın giderilip giderilmediğinin mahkemece araştırılması gerektiğin, eğer herhangi bir ödeme yapıldıysa yapılan tüm ödemelerin mahsubuna karar verilmesi gerektiğini, işbu davaya konu talebe ilişkin olay hakkında Savcılık tarafından re’sen başlatılan soruşturma ve akabindeki ceza yargılamasının bekletici mesele yapılması gerektiğini ve olayın aydınlatılması akabinde işbu dava hakkında karar verilmesi gerektiğini, müteveffaların sürücünün sürüş kabiliyetine etki edip etmediğinin aydınlatılması, ebeveyn olan davacının çocuklarına gerekli dikkat ve özeni göstermediğinin anlaşılması durumunda kusur nedeni ile davanın reddedilmesi gerektiğini, sürücünün alkol veya sürüşünü etkileyecek şekilde herhangi bir unsur, uyuşturucu-keyif verici madde kullanıp kullanmadığının aydınlatılması gerektiğini, davacıların zararının sürücü tarafından giderilip giderilmediği, uzlaşı sağlanıp sağlanmadığının bilinmediğini, ferdi kaza sigortası, koltuk sigortası, hayat sigortası veya ihtiyari mali mesuliyet sigortası varsa bu hususların da tespitinin gerektiğini, mahkemece aksi kanaatte olunması halinde ise yasal hak ve nesafet indiriminin uygulanmasına karar verilmesi gerektiğini, davanın öncelikle zamanaşımı açısından, aksi kanaat durumunda ise davacı tarafından eksik başvuru yapılmasından dolayı reddinin gerektiğini, ayrıca işbu davanın belirsiz alacak davası niteliğinde ikame edilmiş olması sebebi ile faizin ıslah tarihinden itibaren başlaması gerektiğini, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasını, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.
Davacı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece müterafik kusur indirimi yapılmasına gerek olmadığı belirtilmekle birlikte, müteveffaların motosiklet sürücüsü olduklarının ifade edildiğini, ancak davaya konu trafik kazasının müteveffaların da aralarında bulunduğu 5 çocuğun kaldırımda arkadaşlarını bekledikleri esnada dava dışı … tarafından son derece süratli bir şekilde kullanılan aracın hakimiyetinin kaybolması sonucunda takla atarak üzerilerine devrilmesi şeklinde meydana geldiğini, dolayısıyla davaya konu trafik kazasının meydana geldiği esnada müteveffaların motosiklet kullanmadığını, kaldırımda beklediklerini, müteveffaların kask takmalarını gerektirir bir durumun söz konusu olmadığını, Yerel Mahkemece bu hususun göz ardı edilmesi ve müteveffaların motosiklet sürücüsü olarak ifade edilmiş olmasının hatalı olduğunu, Yerel Mahkemece aldırılan bilirkişi raporlarında yer alan PMF-1931 tablosu esas alınarak yapılan tüm değerlendirmelerin hukuka ve usule aykırı olduğunu, ayrıca söz konusu bilirkişi raporlarında müvekkilinin destekten yoksun kalma tazminatlarının hatalı bir biçimde eksik hesaplandığını, Yerel Mahkemece hükmedilen tazminat miktarlarına temerrüt tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına karar verildiğini, ancak düzenlenen sigorta poliçesinin davalı sigorta şirketi açısından ticari bir iş olduğunu, bu sebeple sigorta şirketi aleyhine hükmedilecek olan tazminat miktarlarına, kaza yahut temerrüt tarihinden itibaren ticari işlere uygulanan en yüksek avans faiz oranının uygulanması gerektiğini, tüm bu nedenlerle istinaf başvurularının kabulü ile Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Dava; ölümlü trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1-Sigorta şirketine başvuruya ilişkin itirazın incelenmesinde:
2918 sayılı KTK’nın 97.maddesinde, 6704 Sayılı Kanunun 5.maddesi ile yapılan değişiklik neticesinde, 97.maddenin eski metninde, zarar görenin zorunlu mali sorumluluk sigortasında ön görülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi, dava açabilme hakkı mevcut iken;
26.04.2016 tarihli Resmi Gazete’ de yayımlanan 6704 Sayılı Yasanın 5. maddesi ile 2918 Sayılı Yasanın 97. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda, zarar görenin dava açmadan önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvuruda bulunması ve bu başvurudan itibaren en geç 15 gün içinde başvurunun yazılı olarak cevaplanmaması veya cevabın talebi karşılamadığına dair uyuşmazlık olması durumunda zarar görenin dava açabileceği düzenlenmiştir.
Yukarıda maddede yapılan değişiklikle, zarar gören hak sahipleri ZMMS sigortacısına karşı artık doğrudan dava açamayacakları, öncelikle sigortacıya tazminatın ödenmesi için genel şartlarda belirtilen belgeler ile yazılı olarak başvuracakları ve yazılı başvurudan itibaren 15 gün içinde kendilerine cevap verilmez ya da verilen cevap hak sahibinin talebini karşılamaz ise, hak sahibi tazminat için dava açabileceği gibi tahkime de başvurabileceklerinini düzenlendiği,bu hali ile trafik kazaları nedeniyle zarara uğrayanların sigortaya davadan açmadan önce mutlaka sigortacıya yazılı başvuruda bulunmak zorunda oldukları anlaşılmaktadır.
Dava açmak için yazılı başvurudan itibaren 15 günlük sürenin dolmuş olması gerekmektedir. Bu sebeplerle davadan önce yazılı başvuruda bulunmak ve başvurudan itibaren 15 günlük sürenin geçmesi ZMMS sigortacısına tazminat davası açılmasının ön şartıdır. Bu husus anılan maddenin değişiklik gerekçesinde de vurgulanmıştır.
6100 Sayılı HMK 114. maddede dava şartları düzenlenmiş olup, 114/2. maddede de diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Aynı kanunun 115. maddesinde ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Somut olayda davacı tarafın, davalı sigorta şirketine karşı dava açmadan önce KTK’nın 97.maddesi gereğince destekten yoksun kalma tazminatı yönünden davalı sigorta şirketine başvuru dava şartını yerine getirdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle itirazın reddi gerekmiştir.
2- Tazminat hesabında PMF 1931 yaşam tablosunun uygulanmaması gerektiği itirazının incelenmesinde:
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
Şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre rapor alınarak hükme esas alınmasında usul ve yasaya aykırılık yoktur itirazların reddi gerekmiştir.
3-Hesap raporuna ilişkin itirazın incelenmesinde:
Tarafların bilirkişi raporunda kullanılan yaşam tablosuna ve tatbik edilen esaslara açık itirazları olmasa dahi TBK 51. maddesi uyarınca tazminatın kapsamının hâkim tarafından belirlenmesi zaruridir. Gerçek zarar miktarı, hak sahibinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Gerçek zarar hesabı, özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır.
Trafik kazası sonucu ölen destek kaza tarihinde 18 yaş altında ise kaza nedeniyle ölmeseydi, 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği, ana ve babasına destek olacağı ancak hayatın olağan akışına göre çocuğun ileride evleneceği ve en az iki çocuk sahibi olacağı kabul edilerek, desteğin evleninceye kadar gelirinin yarısını kendi ihtiyaçları yarısını da anne ve babası için ayıracağı varsayılarak bu dönemde desteğe iki anne ve babaya birer pay vermek suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında evlenmeden önceki dönem içinde anne ve babanın her birine %25 pay verilmesi gerektiği, desteğin ileride evlenmesi ile birlikte desteğe iki, eşe iki, anne ve babaya birer pay verilerek, yine desteğin tüm gelirinin oranlanarak anne ve babaya %16 şar pay ayrılması, desteğin bir çocuğunun olması durumunda iki pay desteğe, iki pay eşe, bir pay çocuğa ve birer pay anne ve babaya ayrılmak suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında anne ve baba için %14’er pay verilmesi, daha sonra ikinci çocuğun doğacağı varsayılarak bu kez desteğe iki, eşe iki, çocukların her birine birer ve anne ve babaya birer pay verilerek desteğin tüm gelirine oranlanarak anne ve babaya 12,5 pay verilmesinin uygun olacağı, daha sonra anne ve babadan yaşam tablosuna göre hangisi destekten çıkacaksa kalan kişiye diğerinin payının ilave edilerek, destek tazminatlarının varsayımsal hesabının yapılması gerekmektedir.
Müteveffaların muhtemel evleneceği yaşının ailenin içinde sosyal yaşantısı ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak desteğin daha erken yaşta evleneceğinin kabulü yerindedir. Hesaplamasında desteğin 2. çocuğunun desteğin birinci çocuğunun olmasından 2 yıl sona 2. çocuğunun olması kabul edilmesi yerinde olup itirazın reddi gerekmiştir.(YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/15644 E 2019/7231 K )
4- Müterafik kusura ilişkin itirazın incelenmesinde:
6098 sayılı Borçlar Kanun’un, “Tazminatın belirlenmesi” üst başlıklı 51/1 maddesi ile; Hâkimin, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirleyeceği hükme bağlanmıştır.
Zararın meydana gelmesinde veya artmasında zarar görenin de kusurunun bulunması halinde söz konusu olan müterafik kusur 6098 sayılı Borçlar Kanun’un 52.maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 44.maddesi) düzenlenmiştir. Buna göre zarara uğrayan, zarar doğuran eyleme razı olmuş veya kendisinin sebep olduğu hal ve şartlar zararın meydana gelmesine etki yapmış veya tazminat ödevlisinin durumunu diğer bir surette ağırlaştırmış ise, hakim tazminat miktarını hafifletebilir.
Müterafik kusur indiriminde her somut olayın özelliğine göre olayın meydana geliş tarzı ve zararın artmasında zarar görenin kusurlu davranışının sonuca etkisi değerlendirilerek uygun oranda bir indirim yapılmasını gerektirir ve zarar görenin müterafik kusurunun tespiti halinde TBK.nun 52.maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Davalı tarafın müterafik kusur yönünden yaptığı itirazlar bakımından ise; dosya içerisinde bulunan kaza tespit tutanağına göre, kask ve ekipmanların takılı olup olmadığı işaretlenmemiştir .Ayrıca Dosyada mevcut Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın … sayılı dosyasına ait 15/10/2016 tarihli ölü muayene tutanağında …’nun trafik kazası ile husulü mümkün sol bacak kemik kırıkları ile müterafik künt genel beden travmasına bağlı kafa içi kanama, hemotoraks ve iç organ harabiyeti (dalak, sol böbrek) sonucu öldüğü .Yine dosyada mevcut Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın …sayılı dosyasına ait 15/10/2016 tarihli ölü muayene tutanağında …’nun trafik kazası ile husulü mümkün olan yüz ve her iki alt ekstremite kemik kırıkları ile müterafik künt genel beden travmasına bağlı kafa içi kanama, beyin ödemi, akciğer kontizyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü tespit edilmiş olup kask ve koruyucu ekipman olmasa dahi ölüm olaylarının oluşacağı açık olup %20 müterafik kusur indiriminin uygulanmaması yerindedir.
Kaldı ki ;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 78. maddesinde “belirli sürücülerin ve yolcuların, araçların sürülmesi sırasında koruyucu tertibat kullanmaları zorunludur… kullanma ve yolların özelliği gözetilerek hangi tip araçlarda sürücülerinin ve yolcularının şehiriçi ve şehirlerarası yollarda hangi şartlarda hangi koruyucu tertibatı kullanacakları ve koruyucuların nitelikleri ve nicelikleri ile emniyet kemerlerinin hangi araçlarda hangi tarihten itibaren kullanılacağı yönetmelikte belirtilir” düzenlemesi yapılmıştır.
Koruyucu tertibatlar bakımından yollama yapılan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 150/2-a maddesinde “üç tekerlekli yük motosikletleri hariç, elektrikli bisiklet, motorlu bisiklet ve motosikletlerde sürücülerin koruma başlığı ve koruma gözlüğü, yolcuların ise koruma başlığı takması zorunludur” düzenlemesine yer verilmiştir.(YARGITAY 4. Hukuk Dairesi 2021/5029 E 2021/6489 K )
Somut olayda müteveffanın kullandığı bisiklet Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 150/2-a maddesinde belirtilen koruma başlığı takma zorunluluğu olan araçlardan olmadığından itirazın reddi gerekmiştir.
5- Faiz türüne ilişkin itirazın incelenmesinde:
Kazaya karışan araç hususi otomobil olup yasal faize hükmedilmesi yerindedir.
6- Kusur itirazının incelenmesinde:
Konya … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davacılar … vekilince davalılar …., … ve … hakkında 14.10.2016 tarihinde meydana gelen trafik kazasında davacı …’nun oğulları, diğer davacının kardeşleri olan … ve …’nun ölmesi sebebiyle araç maliki, sürücü ve … plakalı aracın ZMMS poliçesini yapan sigorta şirketi yönünden maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açıldığı, mahkemenin 15.09.2021 tarihli kararı ile davalı sigorta şirketi hakkında açılan davanın davadan önce usulüne uygun başvuru bulunmadığından bahisle dava şartı yokluğundan usulden red edildiği, diğer davalılar yönünden açılan maddi ve manevi tazminat taleplerinin ise kısmen kabulüne karar verildiği, Konya BAM … Hukuk Dairesinin 16.12.2021 tarih ve … E, … K sayılı ilamı ile, ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulduğu ve bu kararın temyiz edilmeksizin 20.01.2022 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Konya … Asliye Ticaret Mahkemesince temin edilen ve mahkememiz dosyasına celp edilen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığının … tarih … sayılı raporu mahkememizce incelenmiş olup, sözü geçen raporda “……..Tüm dosya kapsamı, Konya … Ağır Ceza Mahkemesi … Esas sayılı dosya içeriğine ait bir kısım belgeler ve gerekçeli karar, tüm beyanlar, kaza tespit tutanağı incelendiğinde kazanın yukarıda “OLAY” kısmında açıklandığı biçimde gerçekleştiği anlaşılmış olup, aşağıdaki kanaate varılmıştır; Mevcut verilerle; A) Davalı sürücü … idaresindeki otomobil ile meskun mahaldeki yolda seyir halindeyken hızını olay mahalli azami hız limitlerine göre ayarlamadığı, yola gereken dikkatini vermediği ve seyrini kaplama içinde kalacak şekilde sürdürmeye yeterli özeni göstermediği, mevcut hızı ile olay yerine geldiğinde ise sevk-idare hatası neticesi direksiyon hakimiyetini kaybetmekle yolun sağına yöneldiği ve bisiklet yolu üzerinde müteveffalara çarptığı olayda asli derecede tamamen kusurludur. B) Müteveffa sürücü … ve müteveffa …, olay mahallinde bisiklet yoluna inmiş bulundukları sırada, bu mahalde direksiyon hakimiyeti kaybolmak suretiyle üzerilerine yönelen otomobilin çarpmasına maruz kaldıkları olayda atfı kabil bir kusurları bulunmamaktadır. SONUÇ : Yukarıdaki hususlar muvacehesinde, olayda; A) Davalı …’in %100 (yüzde yüz) oranında kusurlu, B) Müteveffalar … ve …’nun kusursuz olduğu kanaatini bildirir müşterek rapordur” denilerek dava konusu kazanın olmasında asli ve tam kusurun sürücü …’ de olduğu bildirilmiş olup dava dışı sürücü Serdar’ın %100 kusurlu olduğu kesinleşmiş olup itirazın reddi gerekmiştir.
7-Zamanaşımı itirazının incelenmesinde :
Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde haksız fiil tanımlanmış, 72. maddesinde de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK’nın 72. maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıllık sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanışımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, B. 9, İstanbul 2006, s. 794).
Buna karşılık, özel bir kanun hükmünün, özel olarak zamanaşımı süresi öngördüğü tehlike sorumluluklarında BK m. 72 uygulanmaz. 2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.
Aynı fiil bazen, hem sorumluluğu gerektiren hem de ceza kanunlarına göre cezayı gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre Ceza Kanununun daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörüldüğü hallerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira cezalandırma, müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından genel olarak BK 60/II (6098 sayılı TBK m. 72/I), özel olarak da KTK 109/II. maddesinde düzenleme yapmıştır.
Burada üzerinde durulması gereken, 2918 sayılı KTK’nın 109. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece fiilin Ceza Kanununa göre cezayı gerektiren bir fiil olmasının yeterli olması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece fiilin cezayı gerektiren bir eylem olmasını yeterli görmekte; bunun dışında, eylemi gerçekleştiren fail hakkında soruşturma yapılmasını, ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten veya Güvence Hesabı) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür (HGK’nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705, HGK’nın 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325, HGK’nın 05.06.2015 gün 2014/17-2198,2015/1495 ve HGK’nın 16.09.2015 gün, 2014/17-116, 2015/1771, HGK’nın 10.06.2015gün, 2014/17-27,2015/1530 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir).
Somut olayda; dava dışı …’in sürücüsü olduğu aracın davacının çocuklarının vefatına sebep olduğu, kaza nedeniyle dava dışı …’in mahkumiyetine karar verildiği anlaşılmıştır. Taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına veya ölümüne neden olma suçu olay tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 85. maddesi kapsamındadır ve dava zamanaşımı süresi 5237 sayılı TCK’nun 66/d maddesi uyarınca 15 yıldır. Davaya konu trafik kazası 14/10/2016 tarihinde meydana gelmiş, eldeki dava ise 06/04/2022 tarihinde açılmıştır. Buna göre, eylem için öngörülen uzamış ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl ve sürenin başlangıcının olay tarihi olduğu dikkate alındığında, dava tarihi olan 06/04/2022 tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır.
Usul ve yasaya uygun olan ilk derece mahkemesi kararına karşı davacı ve davalı vekilleri tarafından yapılan istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddi gerektiği kanaati ile aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davacı ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b-1 maddesi gereği ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf eden davalıdan alınması gereken 42.352,20 TL karar ve ilam harcından istinaf aşamasında yatırılan toplamda 10.590,00 TL harcın mahsubu ile bakiye 31.762,20 TL eksik harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Alınması gereken 179,90 TL harçtan peşin alınan 80,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 99,20‬ TL harç giderinin davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-İstinaf aşamasında davacı ve davalı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK’nun 361 maddesi gereğince kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren İKİ HAFTA içinde temyiz yolu açık olmak üzere OYBİRLİĞİ ile karar verildi.16/03/2023

Başkan …
e-imzalı

Üye …
e-imzalı

Üye…
e-imzalı

Katip …
e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.