Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2023/2156 E. 2023/2438 K. 15.11.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 15/11/2023

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 30/05/2023
NUMARASI : Esas Karar

DAVACI :
VEKİLLERİ : Av.
Av.
DAVALILAR : 1-
VEKİLİ : Av.
2-
VEKİLİ : Av.
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 15/11/2023
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 15/11/2023
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili dava dilekçesi ile özetle; Meydana gelen trafik kazası neticesinde müvekkilinin uğramış olduğu tedavi giderleri, bakım giderleri, geçici iş göremezlikten ve sürekli iş göremezlikten doğan
zararları bakımından 10.000 TL’nin (fazlaya ilişkin haklarımız saklı salmak kaydıyla daha sonra artırılmak
üzere) sürücü yönünden olay tarihinden, davalı sigorta şirketi yönünden (poliçe limitleri aşılmamak kaydıyla)
temerrüt tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan ve kaza sebebi ile müvekkilin uğramış olduğu
manevi zararları bakımından 50.000 TL’nin olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı
….’dan alınarak müvekkile ödenmesini, bu nedenlerle öncelikle taşınır ve taşınmaz mal varlığı üzerine teminatsız olarak ihtiyati tedbir konulmasını, kabul edilmeyecek ihtiyati haciz konulmasını, müvekkilinin uğramış olduğu tedavi giderleri, bakım giderleri, geçici iş göremezlikten ve sürekli iş göremezlikten doğan zararları (ve sair maddi zararları) bakımından şimdilik 10.000,00 TL’nin (fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak kaydıyla daha sonra artırılmak üzere) sürücü yönünden olay tarihinden, sigorta şirketi yönünden (poliçe limitleri aşılmamak kaydıyla) temerrüt tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan ve kaza sebebi ile müvekkilinin uğramış olduğu manevi zararları bakımından 50.000 TL’nin olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı sürücüden alınarak müvekkiline verilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 03/05/2023 tarihli dava değeri artırım dilekçesi ile özetle; Bilirkişi raporunda müvekkilinin maddi zararlar toplamının 188.992,78 TL olduğunun hesaplandığını, bu sebeple ilk taleplerini 178.992,78 TL artırarak müvekkilinin maddi zararı bakımından 188.992,78 TL’nin davalı sigorta şirketi ve davalı sürücüden yasal faizi ile birlikte, manevi zararları bakımından ise 50.000 TL’nin yasal faizi ile birlikte davalı sürücüden alınarak müvekkiline verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesi ile özetle; Hukuki mesnetten uzak olan davanın
reddinin gerektiğini, müvekkili şirkete usulüne uygun başvuru yapılmadığını, kabul anlamına gelmemekle birlikte
müvekkili şirketin sorumluğunun sigortalının kusur oranı ve poliçe limiti ile sınırlı olduğunu, kusur ve maluliyet
oranlarının Adli Tıptan alınması gereken raporlarla tespit edilmesi gerektiğini, eldeki davanın genel şartlara göre
değerlendirilmesi gerektiğini, tedavi gideri taleplerinin teminat dışı olduğu bu nedenlerle KTK 97. madde gereği yerine getirilmesi icap eden sigorta kuruluşuna başvuru şartının davacı tarafça usulüne uygun bir şekilde yerine getirilmemiş olması nedeniyle, HMK 115/2 maddesi gereği davanın usulden reddini, usule ilişkin itirazlarının kabul görmemesi halinde ise esasa ilişkin itirazları dikkate alınarak davanın esastan reddini, yargılama gideri ile vekalet ücretinin davacı yana tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “Yukarıda yapılan açıklamalar, amir kanun hükmü, bilirkişi raporları ve Yüksek Mahkemenin yerleşik içtihatları çerçevesinde somut olayımız değerlendirildiğinde; 19/08/2020 tarihinde meydana gelen kazada kaza tarihi itibariyle davacının yaşı, kazanın meydana gelmesinde zararın artmasında herhangi bir dahli ve kusuru bulunmaması, kaza sebebiyle davacıda meydana gelen kalıcı maluliyet oranı, tıbbi tedavi süresinin uzunluğu, 9 aylık uzun tedavi süreci, geçirmiş olduğu cerrahi müdahaleler, bu sürecin davacı üzerinde yaratacağı travma ve psikolojik etki, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile paranın satın alma gücü de bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacı lehine takdir edilecek 40.000,00 TL manevi tazminatın davacı için zenginleşme ve davalı için de yıkım olmayacağına kanaat edilmekle davacının manevi tazminat davasının 40.000,00 TL’sinin kabulüne, fazlaya ilişkin taleplerinin ise reddine karar verilmesi hususunda Mahkememizde vicdani kanaat hasıl olmuştur.
Davacı …’nın davasının KISMEN KABULÜ İLE;
Davacının 19/08/2020 tarihinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle mahrum kaldığı 150.972,65 TL sürekli iş göremezlik maddi zararının davalı … Sigorta A.Ş (kaza tarihinde geçerli poliçe teminat limitleri ile sınırlı olmak üzere temerrüt tarihi olan 23/03/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) İLE davalı ….’dan (kaza tarihi olan 19/08/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) MÜŞTEREKEN VE MÜTESELSİLEN tahsili DAVACIYA VERİLMESİNE, davacının bu kalem yönüyle fazlaya ilişkin talebinin REDDİNE,
Davacının 19/08/2020 tarihinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle mahrum kaldığı 21.022,42 TL geçici iş göremezlik maddi zararının davalı … Sigorta A.Ş (kaza tarihinde geçerli poliçe teminat limitleri ile sınırlı olmak üzere temerrüt tarihi olan 23/03/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) İLE davalı ….’dan (kaza tarihi olan 19/08/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) MÜŞTEREKEN VE MÜTESELSİLEN tahsili DAVACIYA VERİLMESİNE,
Davacının 19/08/2020 tarihinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle mahrum kaldığı 8.829,00 TL bakıcı gideri maddi zararının davalı … Sigorta A.Ş (kaza tarihinde geçerli poliçe teminat limitleri ile sınırlı olmak üzere temerrüt tarihi olan 23/03/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) İLE davalı ….’dan (kaza tarihi olan 19/08/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) MÜŞTEREKEN VE MÜTESELSİLEN tahsili DAVACIYA VERİLMESİNE,
Davacının 19/08/2020 tarihinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle mahrum kaldığı 4.000,00 TL SGK tarafından karşılanmayan, zorunlu, belgeye bağlanamayan tedavi gideri maddi zararının davalı … Sigorta A.Ş (kaza tarihinde geçerli poliçe teminat limitleri ile sınırlı olmak üzere temerrüt tarihi olan 23/03/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) İLE davalı ….’dan (kaza tarihi olan 19/08/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte) MÜŞTEREKEN VE MÜTESELSİLEN tahsili DAVACIYA VERİLMESİNE,
Davacının 19/08/2020 tarihinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle mahrum kaldığı manevi zararlarının tazmini amacıyla 40.000,00 TL manevi tazminatın davalı ….’dan kaza tarihi olan 19/08/2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili DAVACIYA VERİLMESİNE, davacının fazlaya ilişkin talebinin REDDİNE” şeklinde hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı …. vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; hükme esas alınan raporların kabulünün mümkün olmadığını, adli trafik bilirkişisinden alınan kusur raporunun, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden alınan maluliyete ilişkin heyet raporunun ve aktüerya bilirkişisi tarafından hazırlanan aktüeryal hesaplamaya ilişkin raporun gerekli ve yeterli incelemeler yapılmaksızın hatalı değerlendirmeler neticesinde hazırlanmış raporlar olduğunu, raporlara yapmış – zçc87632 +
oldukları itirazlar gözetilmeksizin karar verildiğini, araçtaki arıza ve davacı yanın kusurlu davranışları gözetilmeden düzenlenmiş bilirkişi raporunun hükme esas alınması neticesinde müvekkili aleyhine hukuka aykırı bir karar verildiğini, yapılan aktüeryal hesaplamada davalı müvekkilinin kusur oranı %100 alınarak geçici iş göremezlik dönemi zarar tazminatı, bakıcı zarar tazminatı, sürekli kısmi iş göremezlik tazminatı ve tedavi giderlerinin fazlaca hesaplandığını, hatalı değerlendirme sonucu hesaplanan kusur oranına göre tazminat hesabı yapılmasının yerinde olmadığını, dosya kapsamındaki kusur değerlendirmesi hatalı olduğu için, tazminat miktarı bakımından da hüküm kurmaya elverişli bir miktar olmadığını, sürekli kısmi iş göremezlik zararı hesaplanırken davacı yanın Özürlülük ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre sürekli işgöremezlik oranının %11,0 olduğu belirtilmiş olmasına rağmen beden gücü kaybı oranı PMF 1931 yaşam tablosuna göre %13,0 oranında alınarak fazlaca hesaplandığı için tazminat miktarının olması gerekenden oldukça yüksek çıktığını, mahkeme tarafından yapılan yargılama sırasında gerekli ve yeterli araştırma yapılmaksızın müvekkiline kusur atfedildiğini, aracın teknik arızasının sorumlusu ve davacı yolcunun müterafik kusurunun hesaba katılmadığını, davacı yanın manevi tazminat talebinin reddi gerekmekteyken, 40.000,00 TL manevi tazminata hükmedildiğini, ayrıca sigorta poliçesi manevi tazminatı da kapsadığından manevi+132456790/ tazminattan sadece müvekkilinin sorumlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu, tüm bu nedenlerle yerel mahkeme kararının kaldırılarak talepleri doğrultusunda davanın reddine karar verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Dava, trafik kazası nedeniyle geçici ve sürekli iş göremezlik tazminatı , bakıcı ve zorunlu tedavi gideri tazminatı ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı …. vekili tarafından istinaf edilmiştir.
1- Davalı vekilinin kusur itirazının incelenmesinde ;
Türk Borçlar Kanunun 49.maddesinde, “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür” yine aynı kanunun 50.maddesinde, “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır” denilmektedir.
Dava konusu trafik kazasında davacının yolcu olarak bulunduğu servis aracının kapısından düşerek yaralandığı ihtilafsız olup davacı vekili davalının aracın kapısını kapatmadan hareket ettiğini iddia etmiş, davalı ise araçtaki teknik bir aksaklıktan dolayı kapının ilk defa kapanmadığını, kapının kapanmamasında bir kusurun olmadığını, aracın kapısının kapandığını düşünerek hareket etmesi nedeniyle de bir sorumluluğunun olmadığını savunmuştur.
Kusur bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 110/b-2 maddesi gereğince aksine bir işaret bulunmadıkça araç sürücüleri hareket etmek için kapıların kapanmasını beklemekle yükümlü olup davalının bu yükümlülüğe aykırı hareket ettiği, kendi savunmasında ileri sürdüğü şekilde üzere araç kapısındajs bir teknik arıza nedeniyle kapı kapanmasa dahi bu aksaklığı gidermeden aracı hareket ettirmesinin ve aracın kapısı açıkken kullanmasının mümkün olmadığından davalının savunmasına itibar edilemeyeceğinden mahkemece davalının tam kusurlu olduğuna dair kusur raporuna itibar edilmesinde isabetsizlik bulunmadığından davalı vekilinin kusura itirazının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
2-Kamu düzeni ve davalı vekilinin maluliyet raporunun hatalı olduğuna ve maddi tazminatın yüksek belirlendiğine yönelik istinaf talebinin incelenmesi;
Davalı vekili, davacının maluliyet oranının Özürlülük Ölçütü Yönetmeliğine göre %11, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine göre %13 belirlendiğini, aktüer bilirkişi tarafından da %13 olarak belirlenen maluliyet oranına göre PMF yaşam tablosu esas alınarak hesaplama yapıldığını ve davacı lehine fazla tazminat hesaplandığını iddia etmiştir.
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır. Bu nedenle;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C Anaysası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından;
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre ,haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği (ancak Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine göre rapor düzenlenmesi teknik olarak mümkün olmadığı bu dönem için de yine 11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanacak) hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları.
Keza Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması, davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Somut olayda hükme esas alınan maluliyet raporunun AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara uygun şekilde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine göre düzenlendiği ve tazminat hesabının da Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak yapıldığı raporların dosya içeriğine uygun, denetime ve hüküm kurmaya elverişli olduğu anlaşılmakla davalı vekilinin de istinaf itirazının yerinde olmadığı anlaşılmaktadır.
3-Müterafik kusur indirimi yapılması gerektiğine yönelik istinaf itirazının değerlendirilmesi;
Somut olayda kaza servis aracının kapısının kapanmadan hareket etmesi nedeniyle davacının araçtan düşmesinden kaynaklandığı, davacının zararın artmasına neden olabilecek bir kusurunun varlığının davalı tarafından kanıtlamadığı gözetildiğinde müterafik kusur indirimi yapılmaması yerinde olup buna yönelik istinafın reddi gerekir.
4-SGK’dan rücuya tabi ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılmadığına yönelik itirazın değerlendirilmesi;
Dosya kapsamından davacının kaza tarihinde 62 yaşında ve emekli olduğu dava konusu kazanın da iş kazası niteliğinde olmadığından SGK tarafından rücuya tabi bir ödeme yapılmayacağı da gözetildiğinde davalı vekilinin bu yöndeki istinaf talebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
5-Davalı vekilinin manevi tazminatın yüksek olduğuna yönelik istinaf itirazının değerlendirilmesi;
Hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir.
O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri, tarafların davacının tespit edilen sosyal ve ekonomik durumu, davalının olayda tam kusurlu olup davacının kusursuz oluşu, davacının kaza nedeniyle % 13 oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiği ve iyileşme süresinin 9 ay olduğu gözetilip, olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatın dosya kapsamına ve hakkaniyete uygun olduğu bu itibarla davalı vekilinin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı …. vekilinin istinaf başvurusu yerinde görülmediğinden başvurunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereği esas yönünden reddine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davalı …. vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b-1 maddesi gereği ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 15.357,73 TL harçtan peşin alınan 3.839,43 TL harcın mahsubu ile bakiye 11.518,3‬0 TL harç giderinin davalı ….’dan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-İstinaf aşamasında davalı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5-HMK’nın 359/3. fıkra gereği kararın tebliği ile 302/5. fıkrası gereği harç tahsil müzekkeresi yazılması ve tebliğ işlemlerinin İLK DERECE MAHKEMESİ tarafından yapılmasına
Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi gereğince; (238.730,00) Türk Lirasını geçmeyen davalara ilişkin kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağından miktar itibari ile KESİN olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliği ile karar verildi. 15/11/2023

Başkan

e-imzalı

Üye

e-imzalı
Üye

e-imzalı
Katip

e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.