Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2023/1708 E. 2023/2109 K. 19.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 19/10/2023

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 11/05/2023
NUMARASI : Esas Karar

DAVACILAR :
:
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ : Av.
: Av
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 19/10/2023
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 23/10/2023
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili dava dilekçesinde özet olarak; 09/06/2021 tarihinde davalı sigorta şirketi tarafından sigortalı …. plakalı aracın sürücüsünün direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi sonucu meydana gelen trafik kazasında araçta yolcu olarak bulunan …’nın vefat ettiğini, araç sürücüsünün taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan . Ağır Ceza Mahkemesi’nin …. Esas sayılı dosyasından kamu davası açıldığını, kazaya karışan aracın Trafik Kanunu Zorunlu Mali Sorumluluk Trafik Sigorta Poliçesi ile sigortalandığından, sigortacı sıfatı ile davalının sorumluluğuna gidildiğini, müvekkillerden ….ı’nın müteveffanın babası ….’nın annesi olduğunu ve oğulları …’nın vefatı nedeniyle oğullarının desteğinden yoksun kaldığını, bu nedenle babası …. için 1,00 TL, annesi ….için 1,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kaza tarihinden geçerli kişi başı poliçe teminat limiti ile sınırlı olarak temerrüdün oluştuğu 01/10/2021 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, arabuluculuk faaliyetinin anlaşmazlık ile sonuçlanması nedeniyle arabuluculuk giderinin davalıdan tahsili ile vekalet ücretinin davalıya yükletilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özet olarak; davanın zamanaşımına uğradığını, davanın görevli mahkemede ikame edilmediğini, davacının davalı sigorta şirketine başvuru aşamasında sunulması gereken evrakların taraflarına sunulmadığını ve bu nedenle başvuru şartının gerçekleşmediğini, davacının belirsiz alacak davası açmada hukuki yararı bulunmadığından davanın reddedilmesi hususunun değerlendirilmesi gerektiğini, yerleşik Yargıtay içtihadının da bu yönde olduğunu, davanın kabul manasında olmamak üzere, müvekkil şirketin yalnızca sigortalısının kusuru oranında sorumlu olduğunun gözetilerek kusur oranının tespiti bakımından dosyanın adli tıp trafik ihtisas dairesine gönderilmesinin gerektiğini, ayrıca davanın kabulü anlamına gelmemek kaydıyla müvekkil şirketin sorumluluğunun poliçe limiti ile sınırlı olduğunu, öte yandan sigortalı araç sürücüsünün, kaza günü kullandığı aracın sınıfına uygun yeterli ehliyete sahip olmamasının ve alkollü olduğunu, açıklanan nedenlerle başvurunun dava şartı eksikliği nedeniyle reddini, dosyada kusur ve maluliyet tespitinin yapılmasını, eğer esas incelemesi yapılacak ise başvuru sahibinin güncel maluliyet durumunun tespiti için; ikamet ettiği yerdeki Üniversite hastanesine sevkinin sağlanarak Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik hükümleri uygun olarak heyet raporunun alınmasını, eğer esas incelemesi yapılacak ise alanında uzman bilirkişilerce poliçe tanzim tarihi uyarınca geçerli mortalite tablosu dikkate alınarak azami poliçe limitleri ve aktüeryal kurallar gözetilerek hesaplama yapılmasını, müvekkil şirketin temerrüde düşmemiş olması ve diğer anılan gerekçelerle faiz talebinin reddini, sigorta şirketi aleyhine yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin hüküm kurulmamasını talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “Tüm dosya kapsamı ve toplanan deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde; davaya konu trafik kazasının oluşmasında sigortalı araç sürücüsünün tam kusurlu olduğu, kaza neticesinde davacılar desteği …’nın öldüğü, davacı ….’nın davalıdan talep edebileceği destek tazminatı tutarının 183.332,03 TL, davacı ….’nın davalıdan talep edebileceği destek tazminatı tutarının ise 246.667,97 TL olduğu sonucuna varıldığından davacı ….’nın davasının kabulüne, davacı ….’nın davasının ise kısmen kabulüne karar vermek gerekmiştir. Davacı ….’nın davası yönünden reddedilen kısım müterafik kusur indiriminden kaynaklanmadığından reddedilen tutar yönünden davalı lehine yargılama giderine hükmetmek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
DAVACI ….’NIN DAVASININ KABULÜ ile 183.332,03 TL destekten yoksun kalma tazminatının, olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS poliçesi ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla, temerrüt tarihi olan 01/10/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ….’ya verilmesine,
DAVACI ….’NIN DAVASININ KISMEN KABUL KISMEN REDDİ ile 246.667,97 TL destekten yoksun kalma tazminatının, olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS poliçesi ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla, temerrüt tarihi olan 01/10/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı ….’ya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine” şeklinde hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … Sigorta A.Ş. vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkili şirket sigortalısına atfedilen kusur oranını kabul anlamına gelmemek kaydıyla; kusur durumlarının tarafların katılımları ile gerçekleştirilecek keşif delili değerlendirilmeden ve kamera kayıtlarının detaylı incelenmesi gerçekleştirilmeden yalnızca eksik inceleme sonucu gerçekleştirilen değerlendirmeye istinaden hüküm kurulmasının yerinde olmadığını, kusur incelemesi yapılırken eylemin yasa, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen kurallara aykırılığını saptamak yeterli olmayıp ayrıca hangi eylem ve davranışın zararı doğurduğu üzerinde durulması gerektiğini, müvekkil şirketin yalnızca sigortalısının kusuru oranında sorumlu olduğu gözetilerek kusur oranının tespiti bakımından dosyanın İstanbul Teknik Üniversitesi Trafik Kürsüsü veya Karayolları Genel Müdürlüğü Trafik Fen Heyetine gönderilmesi gerektiğini, dosya kapsamından desteğin davalı sürücünün arkadaşı olduğu ve olay günü gezme amaçlı davalının aracında yolcu olarak bulunurken davaya konu kazanın meydana geldiğinin anlaşıldığını, mahkeme gerekçesinde olayda hatır taşıması olduğu kabul edildiği halde, hatır taşıması nedeniyle davalı bakımından tazminattan %20 oranında hatır taşıması indirimi yapılması gerekirken hatır taşıması indirimi yapılmamasının doğru olmadığını, genç yaşta ölen desteğin ileride evlenip eş ve çocuklara sahip olma olasılığının, anne ve babanın tazminatı hesaplanırken göz önünde bulundurulması gerektiğini, bilirkişi raporunda davacıların olay tarihindeki yaşının dikkate alındığını, bunun yanlış olduğunu, hüküm tarihine en yakın tarihe göre değerlendirme yapılması gerektiğini, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacılar olan desteğin anne ve babasının emekli olup olmadığına değinilmemiş olmasının da hatalı bir diğer husus olduğunu, murisin anne ve babasının emekli maaşı alması ihtimalinde onlar lehine destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanmasının hukuka aykırı olduğunu, müteveffa için yapılan bakiye ömür hesaplamasında kullanılan PMF 1931 hayat tablosuna göre belirlenerek yapılan hesaplamanın da doğru olmadığını, aktüer incelemesi TRH 2010 yaşam tablosu ve %1,8 teknik faiz hesaplaması ile yapılmadığından bilirkişi raporundaki tazminatın fahiş olduğunu, raporu hazırlayan bilirkişinin hazineye kayıtlı aktüer bilirkişi olmadığını, müvekkili şirketin sorumluluğunun poliçe limiti ile sınırlı olduğunu, davacıların dava konusu kaza nedeniyle başkaca sorumlulardan almış olduğu tazminat tutarlarının hesaplamalarda dikkate alınması gerektiğini, işbu tutarların güncellenerek hesaplanacak tazminattan indirilmesi gerektiğini, kabul anlamına gelmemek kaydıyla; dava konusu edilen tutar yönünden dava tarihinden itibaren yasal faiz gerekirken hükmedilen alacak bakımından temerrüt tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacılar vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemenin 16/06/2022 tarihli kararının yeniden yargılama yapılması için kaldırıldığı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ettiği durum karşısında, dava yeni açılmış gibi yeniden yargılama yapılması nedeniyle yeniden hüküm kurulması gerektiği dikkate alındığında; müvekkili ….’nın davasının tamamen kabulüne karar verilmesi gerekirken kısmen kabul kısmen reddine karar verilmesi, arabuluculuk görüşmelerinden dolayı 1.360,00 TL yargılama giderinin tamamının davalıdan alınmasına karar verilmesi gerektiğini, oranlama yanlış yapıldığından hatalı karar verildiğini, sarf edilen 2.779,30 TL yargılama giderinin tamamının davalıdan alınmasına karar verilmesi gerektiğini, davalı tarafından yapılan 65,63 TL yargılama giderinin davalı üzerinde bırakılması gerekirken kabul ret oranına göre 4,65 TL yargılama giderinin müvekkili ….’dan alınmasına karar verilmesinin hatalı olduğunu, davalı lehine 9.200,00 TL vekalet ücretine hükmedilmemesi gerekirken vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu, muhtemel istinaf kaldırma veya temyiz bozma kararına karşı davalı yararına tazminat miktarları yönünden usuli kazanılmış hak oluşmaması için tazminat miktarları yönünden de Yerel Mahkeme kararını istinaf ettiklerini, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
İlk derece mahkemesince verilen ilk karara ilişkin olarak Davacılar ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile ;KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ 16/06/2022 TARİH … Esas …. Kararsayılı dosyasında verilen kararının eksik araştırma nedeniyle HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA, karar verilmiş olduğu anlaşılmıştır.
Dava; ölümlü trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
1-AYM iptal kararına itirazının incelenmesinde:
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GEREKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE Aynı kaza ile ilgili olmak üzere İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak 01/06/2015 tarihli genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM verilen iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre inceleme ve araştırma yapılarak, daha önce rapor tanzim eden ve hükme esas alınan aktüerya bilirkişisinden yukarıdaki esaslara uygun ek rapor tanzimi ile sonuca gidilmesi yerindedir.
2- Hesap raporuna ilişkin itirazın incelenmesinde:
Davalı vekilinin itirazları yönünden ; hükme esas alınan raporda itiraz nedenleri bakımından usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından itirazın reddi gerekmiştir.
3- Poliçe limiti ile sorumluluk itirazının incelemesinde:
İDM tarafından poliçe limitleriyle karar verildiği anlaşılmakla itirazın reddi gerekmiştir.
4-Hatır taşıması itirazının incelenmesinde:
Kazada ölen davacılar desteğinin araçta hatır için taşındığına ilişkin itirazın yargılama aşamasında ileri sürülmemiş olmasına davalının hatır taşımasına ilişkin savunmasını yargılama boyunca ileri sürmemesi bakımından defi niteliğindeki bu savunmanın resen dikkate alınamayacağından itirazın reddi gerekmiştir.
5- Kusur itirazının incelenmesinde:
Müteselsil sorumluluk, Kanundan doğan müteselsil borçluluğun bir türü olup aynı zararın oluşumunda rolü olan birden fazla kimsenin tazminatın tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu ve zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını veya bir kısmını talep edebileceği sorumluluk türüdür.
Zarar gören, zararın tamamını veya bir kısmını dilediği sorumlu veya sorumlulardan talep edebilir.
Bu husus HGK’nın 24.6.1983 tarih 1981/9-533 Esas 1983/724 Karar sayılı kararı ile “Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK.’nun 61.maddesi ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 163.maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
Ancak, aynı Yasanın 141.maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re’sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü Hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK 26.maddesi buna engeldir” şeklinde kabul edilmiştir.
Birden fazla kimseyi müteselsil sorumlu tutmak isteyen zarar gören, bu kimselere karşı dava açarken bu niyetini göstermesi, dava dilekçesinden müteselsil sorumlu tutmak istediği kişiyi göstermesi gerekir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olup teselsülden yararlanma hakkı zarar görene ait olduğundan zarar gören bu hakkı kullanmadıkça mahkeme onun yararına teselsül kuralını kendiliğinden uygulayamaz.
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. (YARGITAY17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E,2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde; Davacı tek taraflı kazada yolcu konumunda bulunup kusurunun olmaması, olayda başkaca kusurlu taraf bulunmamasının yanında dava dilekçesinde açıkça sorumluların kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, karşı araç sürücülerinin de kusurunun bulunması halinde,bu durum davalıların müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada davacının davalıların kusur oranından da sorumlu tutulmalarını istemediğine ve açıkça teselsül hükümlerine dayanıp müteselsilen tahsilini istediğine göre zararın tümünü davalılardan talep etmesi TBK.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) hususları gözetilmek suretiyle, davalıların müteselsilen sorumlu tutulması yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan, davalı sigorta vekilinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

6- Faiz başlangıcı itirazının incelenmesinde :
Somut olayda uyuşmazlık, haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız eylem tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir.
Sigorta şirketinin poliçe kapsamında sorumlu olduğu tazminatı 2918 sayılı KTK 99. maddesi gereğince başvuru tarihinden itibaren 8 iş günü içerisinde ödemesi gerekmektedir. Bu süre içinde ödeme yapılmaz ise bu süre sonra erdikten sonra 9.gün sigorta şirketinin temerrüde düştüğü kabul edilir.
Davacı tarafın davadan önce sigorta şirketine bir başvuruda bulunmaması halinde yada başvuru ispatlanmadığı hallerde davalı sigorta şirketinin dava tarihi itibari ile temerrüte düştüğü kabul edilerek bu tarihten itibaren faize hükmolunması gerekmektedir.
Davacının dava açmadan önce davalı sigortacıya başvuruda bulunduğuna ilişkin bir iddiasının bulunmaması, davalı sigortacının da davadan önce başvuru olmadığını savunmuş olmasına göre, sigortacının en erken dava tarihi itibariyle temerrüde düştüğü kabul edilerek, davalı sigortacı için temerrüt faizinin dava tarihinden işletilmesini talep edebilir.
(Nitekim Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/25016 Esas 2017/5136 Karar sayılı ilamları)
Bu bakımdan davalı sigorta şirketi açısından daha önce temerrüde düşürülmesi nedeni ile temerrüt tarihinden faize hükmedilmesi yerinedir.
7-Davacı….yönünden tam kabul kararı verilmesi gerektiği ve yargılama gideri itirazının incelenmesinde :
Davacı vekili talep netleştirme dilekçesinde davacı … yönünden 265.477,59 TL talep etmiş, Dairemiz kaldırma kararından sonra verdiği ıslah dilekçesi ile talebini 246.667,97 TL ye düşürmüştür
Islah, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı kapsamında kalan bir usûl işlemin yapılmasına hizmet etmektedir. Bu çerçevede ıslah, değiştirme veya genişletme olarak değerlendirilemeyecek talep sonucunun daraltılması için kullanılamaz. Talep sonucunun daraltılması için düzenlenen özel hükümlerin varlığı nedeniyle de bu amaca ulaşılabilmek için şartları ve sonuçları değişken bu yollardan birine başvurulmalıdır.
Davacının talep sonucunu azaltması, davayı genişletme ya da değiştirme sayılmaz. Tam veya kısmi feragat için karşı tarafın iznine ve ayrıca bunun için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur. (Baki Kuru – Hukuk Muhakemeleri Usulü – altıncı baskı cilt IV sayfa 4048-4049) Davacının söz konusu isteminin ıslah müessesesinin mahiyetiyle bağdaşır bir yönü de bulunmamaktadır.(YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ ESAS NO : 2019/4523 KARAR NO : 2020/1599, YARGITAY 17. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2014/12342 KARAR NO: 2016/9526 )
Hal böyle olunca bölge adliye mahkemesince, davacı tarafın talep sonucunu daraltmasının davadan kısmi feragat olarak kabul edilerek hüküm tesis edilmesi ve bu kapsamda yargılama giderlerinin davanın kabul ve red oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına ve davalı taraf lehine reddedilen miktar yönünden yürürlükteki AAÜT gereğince vekalet ücretine hükmedilmesi yerinde olup itirazın reddi gerekmiştir.
İlk derece mahkemesi kararına karşı davacılar ve davalı tarafından yapılan istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddi gerektiği kanaati ile aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davacı ve davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b-1 maddesi gereği ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf eden davalıdan alınması gereken 29.373,30 TL karar ve ilam harcından istinaf aşamasında yatırılan toplamda 7.343,33 TL harcın mahsubu ile bakiye 22.029,97 TL eksik harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf eden davacı ….tarafından alınması gereken 269,85 TL karar harcından istinaf aşamasında yatırılan 179,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 89,95 TL’nin bu davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-İstinaf eden davacı …. tarafından alınması gereken 269,85 TL karar harcından istinaf aşamasında yatırılan 179,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 89,95 TL’nin bu davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
5-İstinaf aşamasında davacı ve davalı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
6-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, tarafların yokluğunda HMK nun 361.maddesi gereğince kararın davacılar …. yönünden KESİN, davacı ….’nın kabul edilen kısımı yönünden kararın taraflara tebliğinden itibaren İKİ HAFTA içerisinde yönünden TEMYİZ YOLU AÇIK OLMAK ÜZERE OYBİRLİĞİ ile karar verildi.19/10/2023

Başkan Üye Üye Katip

e-imzalı e-imzalı e-imzalı e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.