Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2022/740 E. 2022/1503 K. 30.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 30/06/2022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 23/12/2021
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACILAR :

VEKİLLERİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVALILAR :

DAVA İHBAR OLUNAN :
VEKİLİ :
DAVA : Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 30/06/2022
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 30/06/2022

Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı …’ nin sahibi olduğu, davalı …. (…. ) tarafından sigortalı olan … Plakalı yolcu otobüsüne muris …’ın Şırnak İli’nden Konya’ya gelmek için yolcu olarak bindiğini, otobüs biletinin müteveffanın üzerinden çıktığını, otobüs Konya’ya 10. Km de iken 12.12.2016 tarihinde Adana yolu güzergâhından gelirken henüz şehir dışında bulunduğu esnada, yaya trafiğine kapalı şehirlerarası yolda gece vakti müreveffa …’ı indirdiğini, otobüsün bu şekilde otogar dışında ve yaya trafiğine kapalı şehirlerarası yolda yolcu indirmesinin yasak olup ağır kusurlu olduğunu, indiği yerde müvekkillerinin murisi …’a davalı ….’ın kullandığı, davalı …’ün sahibi olduğu ve davalı ….’nin sigortaladığı …. plakalı kamyonun çarptığını ve vefat etmesine sebep olduğunu, ölümlü trafik kazası nedeniyle ceza yargılamasının görüldüğü Konya … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … Esas, …. Karar sayılı kararı ile kamyon şoförü davalı …’ın kusurlu olduğunun tespit edildiğini ve taksirle ölüme sebep olma suçundan dolayı hüküm giydiğini, kararın kesinleştiğini, kamyon sürücüsünün aracını yol görüş açısı şartlarına uygun kullanmadığını, şeridinde gitmeyerek müteveffaya çarptığını ve ölmesine sebep olduğunu, kamyon sürücüsünün de tam kusurlu olduğunu, otobüs firmasının da ağır kusurlu olduğunu, müteveffayı gece vakti, yaya trafiğine kapalı, kaldırımı bile olmayan şehirlerarası yolda indirmekle kazanın meydana gelmesine tam kusurlu olarak sebebiyet verdiğini, müteveffanın indirildiği yerde yaya güvenliğinin olmadığını, bu kaza nedeniyle müvekkillerinin büyük manevi ve maddi kayıplarının olduğunu, kaza tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faiziyle birlikte, müteveffanın babası … için 50.000-TL manevi tazminat, müteveffanın annesi … için 50.000-TL manevi tazminat, müteveffanın kardeşleri için 20.000’er TL manevi tazminat olmak üzere toplam 240.000-TL manevi tazminatın sigorta şirketleri hariç olmak üzere davalılar … , … ve …i’nden müşterek ve müteselsilen tahsili ile müvekkillerine ödenmesine karar verilmesini, ayrıca bu kaza nedeniyle müteveffanın anne ve babasının müteveffanın desteğinden yoksun kaldığını, zira müteveffanın en verimli yetişkin çağında iken 21 yaşında vefat ettiğini, şimdilik kaza tarihinden itibaren işleyecek en yüksek faiziyle birlikte müteveffanın babası …. için 2.000-TL maddi tazminat. müteveffanın annesi … için 2.000-TL maddi tazminat olmak üzere toplam 4.000-TL maddi tazminatın davalıların tamamından müşterek ve müteselsilen tahsil edilerek müvekkillere ödenmesine karar verilmesini ayrıca cenaze gideri olarak ileride artırmak kaydıyla şimdilik 100-TL’nin davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı taraflara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş, duruşmada da bu beyanlarını tekrar etmiştir.
Davalı tarafa usulüne uygun olarak davetiye tebliğ edilmiş, davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; Söz konusu kazanın meydana gelmesinde müvekkili şirkete ve otobüs sürücüsüne atfedilebilecek her hangi bir kusurun söz konusu olmadığını, dosya kapsamında yer alan Konya …. Asliye Ceza Mahkemesinin … E sayılı dosyasında yer alan belgelerden ve tanık anlatımlarından ‘’ …’ın beyanında;…Emet petrolü geçeli 5 dk oldu ben petrolü geçtim dediğini, kendisine sen nerede isen orada in dediğini onunda tamam dediğini, …’e kendisine doğru geldiğini onunda kendisine doğru gelmesini söylediğini…’’ anlaşılacağı üzere müteveffa …’ın kendi isteği ve talimatı doğrultusunda kaza yerinden yaklaşık 3-5 km ileride müvekkil şirketin … plakalı aracından güvenli yerde indiğini, müvekkili şirkete ait araçta yolcu olarak bulunan ve inmek istediğini beyan eden müteveffanın araçtan indirilmemesinin mümkün olmadığını, bu sebeple davacı tarafın 4952 sayılı kanuna atıfla müteveffanın otogar dışında istediği yerde indirilmesi nedeni ile müvekkili şirketin sorumlu olacağını beyan etmesinin hukuki olmadığını, müteveffanın müvekkili şirkete ait araçtan indikten sonra yaklaşık 10-15 dakika kadar yürüdüğü ve sonrasında kazanın meydana geldiğini, davacı tarafın dava dilekçesinde, kamyon şoförü …’ın tam kusurlu olduğunu beyan ettiğini, davacı tarafın bu beyanı dikkate alındığında müvekkili şirketin ve şirkete ait aracı kullanan şoförün kusurlu olmasının hukuken mümkün olmadığını, müteveffa …’ın müvekkili şirkete ait yolcu otobüsünden inmesi ve yaklaşık 20-25 dakika sonra oluşan kaza nedeni ile vefat etmesi arasında illiyet bağı olmadığını, müteveffa …’ın kendi istediği ile müvekkili şirkete ait araçtan güvenli şekilde indiğini, yaklaşık 20-25 dakika kadar yürüdükten sonra kazanın meydana geldiğini, davacılar tarafından istenilen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu, davacıların tüm taleplerinin zamanaşımına uğradığını, davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; Zamanaşımı süresinin dolduğunu, davanın zamanaşımı yönünden reddinin gerektiğini, ZMMS genel şartlarının uygulanmasının zorunlu olduğunu, davacı tarafça tazminat talep edilen zararın poliçe ile teminat altına alınmış bir rizikodan dolayı meydana geldiğini, davacıların murisinin kusurlu olduğunu, murisi yolda otogar dışında otobüsten indiren araç sürücüsünün kusurlu olduğunu, Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının “A.3. SİGORTANIN KAPSAMI” başlıklı düzenlemesi ile, “Sigortacı, poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında, üçüncü şahısların ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermiş olmasından dolayı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre sigortalıya düşen hukuki sorumluluk çerçevesinde bu Genel Şartlarda içeriği belirlenmiş tazminatlara ilişkin talepleri, kaza tarihi itibariyle geçerli zorunlu sigorta limitleri dahilinde karşılamakla yükümlüdür.” şekilde sigorta şirketinin sorumluluk kapsamı hakkındaki esasların belirlendiğini, sigortalı araç sürücüsünün kusursuz olduğunu, genel şartlarda yer alan hüküm gereği, destek şahsın kusuruna denk gelen tazminat tutarları sigorta koruması dışında tutulduğunu, zararın oluşumunda davacıların murisinin kusurlu eylemleri ağırlıklı bir etkiye sahip olduğu için, davacı tarafında destekten yoksun kalma tazminat taleplerinin yersiz olduğunu, manevi tazminat talepleri ile cenaze masrafları yönünde de sigorta koruması sağlanmadığını, destekten yoksunluk tazminatı, ölüm nedeniyle ortaya çıkan, miras hukukundan bağımsız, yansıma yolu ile uğranılan maddi zararın tazmini amacını güden bir talep olduğunu, kusur durumunun belirlenmesinin gerektiğini, müvekkilinin şirketin sorumluluğu, sigortalı araç sürücüsünün kusuru oranında ve poliçe limiti ile sınırlı olduğunu, sigortalı araç sürücüsünün kusursuz olması durumunda, müvekkili şirketin de sorumluluğunun doğmayacağından kusur durumunun belirlenmesinin gerektiğini, müvekkili şirketin poliçesindeki teminatın tamamından sorumlu olmadığını, kaza olayının meydana gelmesinde tüm kusur müteveffanın olduğunu, yayaların uymaları gereken şartlara uymaması nedeniyle müteveffa zararın oluşumunda asli ve tek kusurlu olduğunu, bunun yanında murisi yolda otogar dışında otobüsten indiren araç sürücüsünün kusurlu olduğunu, müteveffaya hangi aracın çarptığının belli olmadığını, sigortalı araç sürücüsünün kazaya karıştığına ilişkin dosyada bilgi ve belge bulunmadığını, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi gereği kusurlu davacının tazminat talebinin reddinin gerektiğini, sigortacının gerçek zarardan kusur oranında sorumlu olduğunu, mütevaffaya hangi aracın çarptığının belli olmadığından murisin tam kusurlu olduğu ve otobüs sürücüsünün kusuru dikkate alındığında işletenin sorumluluğu ve dolayısıyla müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını, destekten yoksun kalma tazminatının teminatları dışında olduğunu, açılan davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; İş bu yargılamaya konu mezkur olayın gerçekleşmesine sebebiyet verdiği iddia olunan … plaka sayılı aracın Müvekkil Şirket tarafından, Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile sigortalandığını, ancak aracın söz konusu poliçe teminatı altına alınmış olmasının, teminatın tamamen ve otomatik olarak ödeneceği anlamına gelmediğini, müvekkili Şirketin 2918 sayılı kanuna göre işletene düşen hukuki sorumluluğu zorunlu sigorta limitleri dahilinde teminle mükellef olup işletenin sorumluluğunun bulunmadığı hallerde müvekkili şirketin sorumluluğundan bahsedilmesi mümkün olmayacağını, olayda müvekkil Şirketin sorumluluğunun varlığı kanaatine varılmış olsa dahi, davacı taraf vefat eden …’ın desteğinden yoksun kalıp kalmadığını, desteğinden yoksun kalmış ise bunun miktarının ne kadar olduğunu ispat etmek zorunda olduğunu, vefat eden …’ın, mali-sosyal ve içtimai durumunun araştırılması gerektiğini, …’ın yaşı da göz önüne alınarak aktüerya hesabı konusunda uzman bilirkişi marifetiyle inceleme yapılmasının gerektiğini ve davacı tarafın gerçekten …’ın desteğinden yoksun kalıp kalmadığı hususunun ortaya çıkartılması gerektiğini, zaman aşımına yönelik itirazlarının olduğunu, davanın reddine ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı taraf üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Konya .. Asliye Ticaret Mahkemesi 23/12/2021 tarih … Esas … Karar sayılı gerekçeli kararında özetle;”…Meydana gelen kazada … plakalı otobüsün sahibi davalı ….’nin kusurunun bulunmaması nedeniyle bu davalı hakkındaki ve de bu şirkete ait aracın sigortacısı olan … ( ….) hakkındaki davaların reddine karar vermek gerekmiştir.
Mahkememizce yapılan yargılama ve değerlendirme neticesinde dosya kül halinde değerlendirildiğinde, dosyadaki tüm bilgi ve belgeler, alınan raporlar mucibince açılan davanın ıslah dilekçesi de nazara alınmak suretiyle maddi ve manevi tazminat talepleri bakımından kısmen kabülüne dair ;
Davacıların maddi tazminat davasının ıslah dilekçesi de nazara alınmak suretiyle KISMEN KABULÜ İLE;
Anne .. için 41.168,47-TL destekten yoksun kalma tazminatı ile, baba … için 26.862,35-TL destekten yoksun kalma tazminatı olmak üzere toplam 68.030,82-TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı …’nin sorumluluğu poliçe limiti ile sınırlı olmak kayıt ve şartı ve de faizin başlangıcı temerrüt tarihi olan 06/12/2019 tarihinden, davalı … ve … bakımından ise kaza tarihi olan 12/12/2016 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte işbu davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile işbu davacılara verilmesine,
Davacıların 9.200,00-TL cenaze gideri tazminatı talebinin reddine,
Davalılar … ile …’ya (…) karşı açılan davanın reddine,
Davacıların manevi tazminatları taleplerinin kısmen kabulü ile;
Davacılardan … için 20.000,00-TL, … için 20.000,00-TL, … için 10.000,00-TL, … için 10.000,00-TL, … için 10.000,00-TL, … için 10.000,00-TL, … için 10.000,00-TL , … için 10.000,00-TL, …. için 10.000,00-TL olmak üzere toplam takdir edilen 110.000,00-TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 12/12/2016 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılar … ve …’den müştereken ve müteselsilen tahsili ile işbu davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine” şeklinde karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacılar vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; davalı otobüs firmasının tam kusurlu olduğunu, kusursuz kabul edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, cenaze giderinin ret edilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, ölümlü kazanın meydana gelmiş olması, müteveffanın genç yaşta vefat etmiş olması ve paranın alım gücünün düşmüş olması dikkate alındığından, anne ve baba için 20.000 er TL , kardeşler için ise 10.000 er TL manevi tazminat takdir edilmesinin aşırı düşük kaldığını ve hukuka aykırı olduğunu, davalılar lehine mükerrer vekalet ücreti takdir edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, müvekkillerin murisinin kusursuz olduğunu, davalıların tam kusurlu olduğunu, tüm bu nedenlerle hukuka, usule ve esasa aykırı olan Konya … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas … Karar ve 23/12/2021 tarihli kararın istinaf incelemesine tabi tutularak, kararın kaldırılması ve davanın ıslah dilekçelerindeki talepleri doğrultusunda davanın tam kabulüne karar verilmesini, yargılama giderleri ve ücreti vekaletin davalılara tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı … vekili sunduğu istinafa cevap dilekçesinde özetle; sayın mahkemece dosyasına sunulan Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 22/03/2021 tarihli kusur raporunda müvekkil şirkete ait araç şoförünün ve bu manada müvekkilin şirketin kazaya etken kusurunun olmadığının açıkça tespit edildiğini, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 22.03.2021 tarihli kusur raporun kazanın oluşumuna uygun olup, rapor gereğince sorumluluğu bulunmayan müvekkilin şirket hakkında ki davanın reddedilmesinin hukuka uygun olduğunu, müteveffa …ın müvekkil şirkete ait yolcu otobüsünden inmesi ve yaklaşık 20-25 dakika sonra oluşan kaza nedeni ile vefat etmesi arasında illiyet bağının olmadığını, tüm bu nedenlerle davacı yanın müvekkil aleyhine ileri sürdüğü istinaf iddia ve istemlerinin açıkça hukuka aykırı olduğunu, davacı yanın istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesine, yargılama giderleri ve ücreti vekaletin davacı taraf üzerine tahmiline karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Mahkemece verilen karar, davacılar vekilince aşağıda belirtilen yönlerden istinaf edilmiştir.
Dava, trafik kazası nedeniyle maddi manevi tazminat istemine ilişkindir.
1- Davacı taraf vekilinin kusura yönelik itirazında;
Türk Borçlar Kanunun 49.maddesinde, “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür”, yine aynı kanunun 50.maddesinde, “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır” denilmektedir.
Karayolları Trafik Kanunun 86/1 maddesinde, “İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur” denilmektedir.
Birbirini teyit eden nitelikteki olaya ilişkin tutanaklar, ceza mahkemesinden alınan kusur ve ATK raporları ile mahkemece alınan ATK raporuna göre, davacıların desteği yayanın asli nitelikte, % 75 oranında; davalı kamyon sürücünün ise % 25 oranında belirlenen kusurunun, oluşa ve dosya kapsamına uygun olduğu; diğer otobüs sürücüsünün olayda kusurunun bulunmadığı görüldüğünden, davacılar vekilinin buna yönelik itirazlarının reddine karar verilmiştir.
2-Kamu düzeni yönünden aktüer hesaplamasına yönelik yapılan incelemede;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
Şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C Anaysası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından;
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre ,haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği (ancak Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine göre rapor düzenlenmesi teknik olarak mümkün olmadığı bu dönem için de yine 11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanacak) hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları.
Keza Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde, mahkemece AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre tazminat bilirkişisinden, yukarıdaki esaslara uygun PMF yaşam tablosu ve hesaplama ilkelerine göre rapor tanzimi sağlanarak, sonucuna göre hüküm kurulması gerektiğinden, kamu düzeninden dolayı davacı taraf vekilinin istinafının kabulüne karar vermek gerekmiştir.
3-Manevi tazminata yönelik itirazda;
6098 sayılı TBK.nın 56. maddesi hükmüne göre, hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Manevi tazminat, zarara uğrayanda, manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Zarar görenin zenginleşmemesi, zarar sorumlusunun da fakirleşmemesi gerekmektedir. Takdir edilecek miktarın, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.6.1976 günlü ve 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de takdir edilecek manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hakim bu konuda takdir hakkını kullanır iken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminat zenginleşme aracı olmamakla beraber, bu yöndeki talep hakkındaki hüküm kurulurken olay sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amaçlanmalı ve bu sebeple tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli de göz önünde tutularak, hak ve nesafet kuralları çerçevesinde bir sonuca varılmalıdır. Zira, Türk Medeni Kanununun 4. maddesinde, kanunun takdir hakkı verdiği hallerde hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hükmedeceği öngörülmüştür.
Yargıtay’ın 22.6.1966 tarih ve 1966/7 Esas 1966/7 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar, her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış ise de hâkim; Medeni Kanununun 4. maddesinde yer alan hakkaniyet ilkesi gözeterek, hukuk ve adalete uygun hak ve nesafet kurallarına göre uygun miktarda tazminat takdir etmesi gerekmektedir. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların değerlendirilmesi gerekir. Hakim manevi tazminata hükmederken; tarafların kusur durumu, kusur derecesi, ekonomik ve sosyal durumları, zarar ile olay arasındaki illiyet bağı, ölüm halinde kaza ile ölüm arasında illiyet bağının bulunması, olayın tarihi, olayın ağırlığı, olay tarihindeki paranın satın alma gücü, davacı sayısı gibi hususlar dikkate alınarak davacılar için zenginleşme, davalılar için yoksulluğa neden olmayacak şekilde belirlenmelidir.
Somut olayda; yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri, meydana gelen olayın ve davalının fiilin niteliği, olayın oluş yer ve şekli, davacının görevi, kusur durumları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, olay tarihindeki paranın alım gücü göz önünde bulundurulduğunda, davacılar için belirlenen manevi tazminatın dosya kapsamına ve hakkaniyete göre uygun olduğu görüldüğünden, buna yönelik davacı itirazının reddine karar verilmiştir.
4-Kabule göre de;
-Davacıların vekalet ücreti yönünden;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.07.2009 tarihli, 2009/21-286 Esas ve 2009/328 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için, aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda, bu bağlantı, karşılığını, dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı, zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında ve zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmekte olup, anılan kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da, bu hukuki ilişki hakkında, mahkemece, bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde, dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın, birden fazla kişi tarafından, birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda, zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında, dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.
Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise, dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57. maddesinde; “Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:
a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.
b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.
c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Şu durumda; maddede açıkça sayılan, dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı veya benzer sebepten doğmuş olması hallerinde, birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
Alacaklının müteselsil borçluların tümüne veya bunlardan bazısına karşı alacak davası açtığı hallerde davalı müteselsil borçlular; yine, mirasçılar miras bırakanın borçlarından müteselsilen sorumlu olduklarından, birden fazla mirasçıya karşı alacak davası açılması halinde davalı mirasçılar; birden çok kişinin aynı sözleşmeyle borç altına girdiği hallerde bölünebilen bir borç nedeniyle birden çok kişiye karşı birlikte dava açılması halinde, bu kişiler; arasındaki ilişki ihtiyari dava arkadaşlığıdır.
Davanın, birden fazla kişi hakkında aynı veya benzer sebepten doğması haline gelince; aynı sebepten maksat, yalnız hukuki sebep olmayıp, bir olaya, yani aynı vakıaya ve fakat farklı hukuki sebeplere dayanılarak da birden fazla kişinin dava açması veya dava edilmesi olanaklıdır. Örneğin, sebepsiz iktisap hükümlerine göre sorumlu olan kişilere karşı ve haksız fiili birlikte işleyen kişilere karşı birlikte dava açılabilir. Burada da ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusudur.
Bu halde Dava arkadaşlığı; davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunması hali olup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İhtiyari dava arkadaşlığında; birden çok kişi, birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu haller, davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması, ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri, davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olmasıdır. (HMK.57) Sayılan bu üç durum dışında ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu değildir. Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde ise mecburi dava arkadaşlığı vardır (HMK.59).
Yine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin;
” 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.
(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.
(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.
(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir. ” hükmünü taşımaktadır
Somut olayda, davacılar ve davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı olduğu anlaşılmaktadır. Davacılar tarafından davalılardan manevi tazminat talep edildiğine ve davacılar ile davalılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığına göre kabul edilen miktarlar yönünden her bir davacı için ayrı ayrı, reddedilen kısım üzerinden de kendisini vekille temsil ettiren davalılar lehine ayrı ayrı vekalet ücreti taktir edilmesi yerinde olup buna yönelik itirazda isabet bulunmamasına göre, davacılar vekillerinin buna yönelik istinaf itirazları yerinde görülmemiştir.
-Cenaze defin giderine ilişkin itirazda;
Davacıların gerçek cenaze ve defin gideri zararının müftülükten sorularak saptanması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde ret kararı verilmesi isabetli olmamıştır.
Anlatılan sebep ve gerekçelerle, tüm dosya kapsamı ve davanın niteliği nazara alınarak davacı tarafın istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının HMK.nın 353/1-a.6 maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Yeniden yargılama yapılması için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf eden davacılar tarafından yatırılan, başvurma harcı dışında kalan, istinaf karar harcının talep halinde davacılara iadesine,
4-İstinaf eden davacılar tarafından istinaf aşamasında yapılan masrafların İlk Derece Mahkemesi tarafından verilecek nihai kararda hüküm altına alınmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK m.353 uyarınca KESİN olmak üzere oybirliği ile karar verildi.
30/06/2022

Başkan

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Katip

e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.