Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2022/2078 E. 2022/2282 K. 09.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : 09/11/2022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : …
ÜYE : …
ÜYE : …
KATİP : …

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 24/03/2022
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACILAR : 1- …
2- …
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : 1-…
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : 2- …

VEKİLLERİ : Av. …
Av. …
DAVALI : 3- …
VEKİLLERİ : Av. …
Av. …
DAVALI : 4-. ..
VEKİLLERİ : Av. …
Av. …
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 09/11/2022
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 09/11/2022
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili 22/06/2018 tarihli dilekçesiyle; 08/07/2016 tarihinde davalı …’in sevk ve idaresindeki … plakalı traktör ve arkasına takılı arpa yüklü 3 römork ile seyir halindeyken davalı …’in arkasında aynı istikamette seyretmekte olan …’ın sevk ve idaresindeki … plakalı otomobilin traktörün en arkasındaki 3.römorka çarpması sonucu trafik kazası meydana geldiğini, otomobilde bulunan ve kaza sebebiyle hayatını kaybeden …’ün davacılardan … ‘ün eşi ve …’ün annesi olduğunu, trafik kazasında müteveffanın kusursuz olduğunu ve ATK İhtisas Dairesinden alınan rapora göre sürücü …’ın kazada asli , şüpheli …’in ise tali kusurlu olduğunun belirtildiğini, kaza tarihinde …’ın sevk ve idaresindeki … plakalı aracın … Sigorta A.Ş tarafından sigortalı olduğunu, kazaya sebebiyet veren diğer davalı …’in sevk ve idaresindeki … plakalı aracın ise kaza tarihinde sigortasının bulunmadığını bu nedenle …nın zarardan sorumlu olduğunu, dava açılmadan evvel davalı … ‘na 22/05/2018 tarihinde, … A.Ş’ye ise 22/05/2018 tarihinde yazılı başvuruda bulunulduğunu, ancak her iki şirketten de 15 günlük yasal süreler içerisinde cevap verilmediğini, bu nedenle davayı açtıklarını beyan ederek manevi tazminat açısından her iki davacı için ayrı ayrı 25.000,00 TL olmak üzere toplam 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek yasal faizi ile birlikte … A.Ş ile … Hesabı hariç diğer davalılar … ve …’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, maddi tazminat açısından her iki davacı için şimdilik destekten yoksun kalma tazminatı olarak ayrı ayrı 50,00 TL olmak üzere toplam 100,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kazanın gerçekleştiği 08/07/2016 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan … vekilinin 13/07/2018 tarihli davaya cevap dilekçesinde özetle; davacının maluliyet tazminatı için müvekkili kuruma başvuruda bulunduğunu, müvekkili kurum tarafından açılan hasar dosyası ile aktüerya bilirkişisine hesaplama yaptırılmış ve davacılara 36.525,00 TL destekten yoksun kalma tazminatını 18/04/2018 tarihinde ödediğini, böylelikle sorumluluğunu yerine getirerek davacının tüm zararının karşılamış olduğunu, davacıların müvekkili kuruma bakiye tazminat için başvuru yapmaksızın davayı açtıklarını bu nedenle başvuru şartı yerine getirilmeksizin açılan davanın dava şartı eksikliği nedeniyle usulden reddinin gerektiğini, müvekkil şirketin manevi tazminat yönünden bir sorumluluğunun bulunmadığını, müteveffanın kazaya karışan araçta yolcu konumunda olduğu, zararın doğmasını veya artmasını engellemek için gerekli önlemleri alıp almadığının ispat edilemediğini bu nedenle hesaplanan tazminat miktarı üzerinden müterafik kusur indirimine gidilmesi gerektiğini, ayrıca hatır taşıması indirimine de gidilmesi gerektiğini, müvekkilinin sorumluluğunun poliçedeki teminat limiti ve kusur oranı ile sınırlı olduğunu, davacının kaza tarihinden itibaren faiz talebinin haksız olduğunu dava tarihinden itibaren ve ancak yasal faiz oranlarına hükmedilmesi gerektiğini beyan ederek davanın dava şartlarının eksikliği nedeniyle usulden reddine, haksız ve mesnetsiz açılan davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yan üzerine bırakılmasına, karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan … ve … vekilinin 18/12/2018 tarihli davaya cevap dilekçesinde özetle; meydana gelen kazada müvekkili …’in bir kusuru olmadığını, … plakalı araç sürücüsü … ‘ın seyir halindeyken müvekkili … sevk ve idaresindeki traktör römorkunun arkasına çarpması sonucu kazanın meydana geldiğini, kaza tespit tutanağında müvekkili yönetiminde bulunan traktöre bağlı en arka römorkta iki adet reflektörün bulunduğu ve görünür durumda olduğunun belirtildiğini, ayrıca …’ın hiç fren izinin olmadığı son anda direksiyonu sola kırdığından aracının sağ önü ile römorka çarptığının belirtildiği, ayrıca arkadan çarpan …’ın olayda tam kusurlu olduğunun da trafik kaza tespit tutanağında belirtildiğini, beyan ederek davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan … Sigorta A.Ş.’ye dava dilekçesi ve ekleri tebliğ edilmiş, davalı süresinde davaya cevap vermemiş, ancak kendisini bir vekil ile temsil ettirmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “İncelenen dosya kapsamı ve toplanan deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde; 08/07/2016 tarihinde davalı …’in sevk ve idaresindeki … plakalı traktör ve arkasına takılı arpa yüklü 3 römork ile seyir halindeyken davalı … ‘in arkasında aynı istikamette seyretmekte olan …’ın sevk ve idaresindeki … plakalı otomobilin traktörün en arkasındaki 3.römorka çarpması sonucu trafik kazası meydana geldiğini, otomobilde bulunan ve kaza sebebiyle hayatını kaybeden …’ün davacılardan …’ün eşi ve …’ün annesi olduğunu, trafik kazasında müteveffanın kusursuz olduğunu ve ATK İhtisas Dairesinden alınan rapora göre sürücü …’ın kazada asli , şüpheli …’in ise tali kusurlu olduğunun belirtildiğini, kaza tarihinde …’ın sevk ve idaresindeki … plakalı aracın … A.Ş tarafından sigortalı olduğunu, kazaya sebebiyet veren diğer davalı …’in sevk ve idaresindeki … plakalı aracın ise kaza tarihinde sigortasının bulunmadığını bu nedenle …nın zarardan sorumlu olduğunu, dava açılmadan evvel davalı …. ‘na 22/05/2018 tarihinde, … Sigorta A.Ş’ye ise 22/05/2018 tarihinde yazılı başvuruda bulunulduğunu, ancak her iki şirketten de 15 günlük yasal süreler içerisinde cevap verilmediğini, bu nedenle davayı açtıklarını beyan ederek manevi tazminat açısından her iki davacı için ayrı ayrı 25.000,00 TL olmak üzere toplam 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek yasal faizi ile birlikte … A.Ş ile … hariç diğer davalılar … ve …’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, maddi tazminat açısından her iki davacı için şimdilik destekten yoksun kalma tazminatı olarak ayrı ayrı 50,00 TL olmak üzere toplam 100,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kazanın gerçekleştiği 08/07/2016 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ettiği görülmekle, konunun 6098 sayılı TBK.nun 49.ve devam eden maddelerinde ve KTK. 85.vd.eden maddelerinde düzenlendiği, TBK’nun 49/1. maddesinde; “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde, TBK’nun 51/1. maddesinde;”Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.” şeklinde, TBK. 53.maddesinde;”Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:1. Cenaze giderleri.2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar.3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar.” şeklinde, TBK.55/1.maddesinde;”Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.” şeklinde düzenlemelerin yapıldığı, KTK.85/1.maddesinde;”Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” şeklinde, KTK. 86/1.maddesinde;”İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur.” şeklinde,KTK.91/1.maddesinde;”İşletenlerin, bu Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur.” şeklinde, KTK.92.maddesinde(6704 S.K. 4. Mad. İle değişiklik öncesi);” Aşağıdaki hususlar, zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamı dışındadırlar.a) İşletenin; bu Kanun uyarınca eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltebileceği talepler,b) İşletenin; eşinin, usul ve füruunun, kendisine evlat edinme ilişkisi ile bağlı olanların ve birlikte yaşadığı kardeşlerinin mallarına gelen zararlar nedeniyle ileri sürebilecekleri talepler,c) İşletenin; bu Kanun uyarınca sorumlu tutulmadığı şeye gelen zararlara ilişkin talepler,d) Bu Kanunun 105 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre zorunlu mali sorumluluk sigortasının teminatı altında yapılacak motorlu araç yarışlarındaki veya yarış denemelerindeki kazalardan doğan talepler,e) Motorlu araçta taşınan eşyanın uğrayacağı zararlar,f) Manevi tazminata ilişkin talepler.” şeklinde, KTK’nun 97.maddesinde(6704 S.K. 5. Mad. İle değişiklik öncesi);”Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir.” şeklinde, KTK’nun 99.maddesinde(6704 S.K. 6. Mad. İle değişiklik öncesi);” Sigortacılar, hak sahibinin kaza veya zarara ilişkin tespit tutanağını veya bilirkişi raporunu, sigortacının merkez veya kuruluşlarından birine ilettiği tarihten itibaren sekiz iş günü içinde zorunlu mali sorumluluk sigortası sınırları içinde kalan miktarları hak sahibine ödemek zorundadırlar.” şeklinde düzenlemeler yapıldığı,
Dosya incelendiğinde davacı vekilince farklı davalı sigorta şirketlerinden kısmi ödemeler aldığı, söz konusu ödemelere ilişkin davalılar tarafından dosyaya dekontlar sunulduğu, bu nedenle davacı vekilinin uğramış olduğu zararın hesaplanması konusunda söz konusu ödemelerinde dikkate alınarak hesaplanması için dosyanın birden fazla kez bilirkişiye gittiği netice olarak en son bilirkişiden 3.ve son kez rapor alındığı, davacı vekilinin son alınan bilirkişi raporuna göre dosyayı ıslah ettiği, ancak Yargıtayın yerleşik içtihatlarında kısmi açılan davalarda ancak bir kere bedel artırımı ve nihayetinde ikinci ve son kez ıslah yapılabileceğinden davacı vekilinin alınan 21/01/2022 tarihli bilirkişi raporundan sonra yapmış olduğu ıslah mahkememizce kabul görülmemiştir.
Dosya tamamen incelendiğinde maluliyet ve kusura ilişkin raporlar alınmış alınan maluliyete ve kusura ilişkin oranlar dikkate alınarak ve önceki ödemelerde hesaplanmak ve davacının maddi zararı alınan en son aktüerya raporu ile tespit edilmiştir.
Manevi tazminat yönünden yapılan incelemede ise ; kazanın meydana geldiği tarih, tarafların kusur durumu, tarafların ekonomik ve sosyal durumu ile manevi tazminatın amacı göz önünde bulundurularak, davacının manevi tazminat talebinin de kaza tarihinden itibaren kabulüne karar vermek gerekmiş ve oluşan vicdani kanaat ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Davacının davasının KISMEN KABUL KISMEN REDDİ ile;
1-DAVACILARIN MADDİ TAZMİNATLARI AÇISINDAN
A-Davacılardan … bakımından talep etmiş olduğu trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı olarak 150.853,13 TL’nin (sigorta şirketlerinin limitleri ile sınırlı olmak ve tekerrüre esas olmamak kaydıyla) sigorta şirketleri olan … hesabı ve … sigorta açısından temerrüte düştükleri tarih olan 05/06/2018 tarihten diğer davalılar açısından kaza tarihi olan 08/07/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline,
B-Davacılardan … açısından talep etmiş olduğu trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı olarak 7.779,45 TL’nin (sigorta şirketlerinin limitleri ile sınırlı olmak ve tekerrüre esas olmamak kaydıyla) sigorta şirketleri olan … hesabı ve … sigorta açısından temerrüte düştükleri tarih olan 05/06/2018 tarihten diğer davalılar açısından kaza tarihi olan 08/07/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline,
2-DAVACILARIN TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN MANEVİ TAZMİNATLARI AÇISINDAN
A-Davacılardan … ‘ün uğramış olduğu manevi zarar nedeniyle 25.000,00 TL’nin kaza tarihi olan 08/07/2016 tarihinden itibaren davalılar sigorta şirketleri hariç olmak üzere davalılar … ve …’den müştereken ve müteselsilen tahsiline,
B-Davacılardan … ‘ün uğramış olduğu manevi zarar nedeniyle 25.000,00 TL’nin kaza tarihi olan 08/07/2016 tarihinden itibaren davalılar sigorta şirketleri hariç olmak üzere davalılar … ve …’den müştereken ve müteselsilen tahsiline” şeklinde hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacılar vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; 03/02/2022 tarihli son hesap raporuna göre vermiş oldukları harcı tamamlama dilekçeleri dikkate alınarak müvekkili … yönünden hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre 362.716,55 TL maddi tazminat üzerinden hüküm kurulması gerekirken kurulmamasını hatalı olduğunu, Yerel Mahkemenin gerekçeli kararında 03/02/2022 tarihli harcı tamamlama dilekçelerini dikkate almadığını belirtmiş olmasına rağmen dava değerini müvekkili … yönünden 362.716,55 TL kabul ederek davanın kısmen reddine karar vermesinin açıkça usul ve yasaya aykırı olduğunu, bu durumun kararın kendi içinde çelişmesine sebep olduğunu, ayrıca karşı taraf lehine hükmedilen vekalet ücretinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, müvekkili … yönünden verilen kısmen ret kararının da usul ve yasaya aykırılık oluşturmakla kararın bu yönden de istinaf incelemesinden geçirilerek kaldırılması gerektiğini, müvekkillerinin dava konusu kaza nedeniyle eşi ve annelerinin vefat ettiğini, bununla birlikte hayatlarındaki en önemli kişilerden birinin maddi ve manevi desteğini kaybettiklerini, bu sebeple müvekkilleri hakkında hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının düşük olup müvekkillerinin zararını karşılamaktan uzakolduğunu, kararın bu yönden de eksik inceleme ve araştırma içerdiğini, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının müvekkilleri aleyhine olan kısımlarının istinaf incelemesinden geçirilerek kaldırılmasına ve talepleri doğrultusunda 03/02/2022 tarihli dilekçelerine göre davanın kabulüne, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta A.Ş. vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; davacı tarafından 20/02/2018 tarihinde müvekkili sigorta şirketi aleyhine Konya … Asliye Ticaret Mahkemesinin … E. sayılı dosyası kapsamında aynı talepler ile dava açılmış olup ilgili dava kapsamında karşı taraf ile sulh olunduğunu, ilgili sulh sonucunda düzenlenen ibraname neticesinde 06/03/2018 tarihinde davacı eş ve çocuk için 97.610,00 TL, davacı vekili için 10.558,00 TL ödeme yapılarak sigorta şirketinin hukuken tüm sorumluluğunu yerine getirdiğini, ibraname ile anlaşmaya varılmış olmasına rağmen davacı tarafın yeni bir dava açarak talepte bulunmuş olmasının tamamen kötüniyet göstergesi olduğunu, kabul manasına gelmemekle beraber; müvekkili şirket tarafından ödeme yapıldığı tarihte uygulamada Yargıtay içtihatlarına göre TRH 2010 yaşam tablosu ve 1.8 teknik faize göre hesaplama yapıldığını, müteveffanın emniyet kemerini takmaması sebebiyle hesaplanılan tazminat tutarından müterafik kusur indirimi yapılması gerektiğini, aksi kanaat halinde ise destekten yoksun kalma tazminat hesabının ulusal doğum ve ölüm istatistikleri kullanılarak hazırlanan hayat tablosu ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarında %2’yi geçmemek üzere belirlenen iskonto oranı esas alınarak hayat anüiteleri ile genel kabul görmüş aktüerya kurallarına uygun olarak hesaplanması gerektiğini, bilirkişi raporunun kazanın meydana gelmesinde başka unsurların etkili olup olmadığı araştırılmadan eksik inceleme ile hazırlandığını, hesaplamada Progresif Rant yöntemi kullanılmasının kabul edilemez olduğunu, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının müvekkili lehine ortadan kaldırılarak dosyanın yeniden incelenmek üzre mahkemesine gönderilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; tazminat hesaplamasının öncelikle ödeme tarihindeki verilerin esas alınarak yapılması gerektiğini, ayrıca tazminat hesaplaması yapılırken daha önce ödenen miktarların kusur ayrımı yapılmaksızın hesaplanan tazminattan düşülmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, hatalı hesaplamanın hükme esas alınmasının haksız ve hukuka aykırı olduğu gibi davacı tarafın sebepsiz zenginleşmesine sebep olduğunu, teknik faiz uygulanmaksızın yapılan hesaplamanın taraflarınca kabulünün mümkün olmadığını, tazminat hesaplamalarında TRH 2010 tablosunun dikkate alınması ve %1,8 teknik faiz uygulanması gerektiğini, kusur oranlarına ilişkin ayrım yapılmaksızın tazminat ödenmesine hükmedilmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, tazminat hesaplaması yapılması ihtimalinde başvuru sahibinin müterafik kusuru bulunması nedeniyle Yargıtay içtihatları doğrultusunda müterafik kusur indirimi yapılması gerektiğini, tazminat hesabında davacı eşin yeniden evlenip evlenmediği araştırılmaksızın karar verilmiş olmasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu, davacı eşin öncelikle güncel nüfus kayıtlarının incelenerek hali hazırda evli olup olmadığı hususunun tespit edilmesi gerektiğini, evli olduğunun tespiti halinde evlenme tarihine kadar destek tazminatının hesaplanması gerektiğini, evli olmadığı görülürse de dul kalan eşin AYİM tarafından oluşturulan tablolar ve kaza tarihindeki yaşı dikkate alınmak suretiyle yeniden evlenme ihtimalinin yüzde olarak karşılığı tespit edilerek bu oranda indirim uygulanması gerektiğini, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına, davacı tarafın davasının reddine, reddedilen kısım bakımından yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar… ve … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; önceden alınan hesap raporları ile hükme esas alınan en sonki hesap raporu arasındaki çelişkiler giderilmeden en son alınan hatalı rapora göre karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, kusur durumlarına ilişkin ayrım yapılmaksızın, %100 kusurluymuş gibi müvekkilllerinin tazminat ödemesine hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, müvekkilleri aleyhine hükmedilen manevi tazminat miktarlarının yüksek olduğunu, müvekkillerinin kusuru olan %25 oranında tazminattan sorumlu tutulmaları gerekirken, %100 kusurluymuş gibi tazminatın tümünden müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, ayrıca ıslahı ve davayı kabul etmemekle birlikte; mahkeme tarafından müvekkilleri aleyhine karar verilmesi halinde ancak ıslah tarihinden itibaren ve ancak yasal faiz oranlarına hükmedilmesi gerektiğini, kusur durumlarına ilişkin Adli Tıp raporuna itirazlarının reddinin de hatalı olduğunu, tüm bu nedenlerle istinaf başvurularının kabulü ile Yerel Mahkeme kararının lehlerine olacak şekilde kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Ayrıca davalı … vekili sunduğu istinaf dilekçesine ek olarak; dosyada mevcut bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğunu ve her raporun kendi içerisinde hatalı hesaplama ile ortaya konduğunu, müterafik kusur indirimi ve hatır taşıması indiriminin yapılmaması sonucu hatalı hesaplama yapıldığını, müteveffanın gerekli güvenlik önlemlerini almaması ile zararın meydana gelmesi ve artması arasında illiyet bağının bulunduğu hususunun açık olduğunu, somut olayda söz konusu taşımanın araç sürücüsü ve işleteninden ziyade malulun yararına olduğu ve malulun bu taşıma için herhangi bir ücret ödemediği hususlarının anlaşıldığını, bu nedenle tespit edilecek maddi tazminattan hatır taşıması indirimine gidilmesi gerektiğini, tüm bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının kaldırılarak dosyanın yeniden incelenmek üzere mahkemesine gönderilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini, sunmuş oldukları bu dilekçenin istinaf başvuru dilekçesi olmayıp zaten yapılmış olan istinaf başvurusuna ek beyan olduğunu, dolayısıyla istinaf başvurusunun süresinde sunulmamasından dolayı davalı … yönünden istinaf edilmemiş sayılmasına dair ek karar yazılmasının yerinde olmadığını, kararın kaldırılması gerektiğini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Davalı … yönünden kaldırma kararımız doğrultusunda ek karar yazılmış ise de davalının iki avukatının bulunduğu ilk istinaf dilekçesinin süresinde yapıldığı ve harcın yatırıldığı anlaşılmakla ek kararın kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Dava; ölümlü trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1-Davalın belirsiz alacak davası olarak açıldığı itirazının incelenmesinde:
HMK 107.maddede belirsiz alacak davası düzenlenmiş olup, 107/2.fıkrada “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” esası kabul edilmiştir. Buna göre davacı taraf talep artırım dilekçesi ile talebini artırabilecektir. Talep artırım, niteliği itibari ile davalı taraf aleyhine esaslı bir değişiklik olup, davalı tarafın, duruşmada bulunmadığı durumlarda tebligat yolu ile bu istemden haberdar edilmesi zorunludur.
Belirsiz alacak davası olarak açılan davalarda davacı talep sonucunun belirlenmesi talep sonucunun artırılması şeklinde olmaktadır. Belirsiz alacak davasında talebin belirlenmesinde karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmaz. Ancak davacı tarafından talep sonucu belirlendikten sonra alacağının daha fazla olması halinde davacının talep sonucunu artırmak için ıslah yoluna başvurması yani ıslah suretiyle talep sonucunu artırması mümkün olacaktır.
6100 sayılı HMK’nın 176 ve devamı maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre tarafların, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalara göre davanın belirsiz alacak davası olarak açılması halinde davacının öncelikle talep sonucunu belirlemesi, talebin belirlenmesinden sonra alacağın belirlenen miktardan daha fazla olduğunun anlaşılması halinde davacının ıslah yolu ile dava değerini arttırması gerekecektir. Yargıtay uygulamalarına göre trafik kazalarında yaralanmadan kaynaklanan tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılmasının mümkün olduğu kabul edilmiştir. (Yargıtay 17 HD 2015/14980 E 2018/8201 K )
Belirsiz alacak davası alacaklıya zamanaşımı ve faiz başlangıcı noktasında imkanlar sağlayan istisnai bir dava türü olup, dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının açıkça yazılı olması veya 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesine dayanıldığının belirtilmesi gerekir. Alacağın belirsiz olduğunun dava dilekçesinde açıklanması bu noktada önemsizdir. Zira alacak belirsiz ise alacaklının kısmi dava veya belirsiz alacak davası açma hakkı vardır. Dava dilekçesinde “belirsiz alacak davası” açıldığı yazılı değilse veya Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesine dayanılmamışsa, dava konusu miktarların 50-100-1000 TL gibi gösterilmesi halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilmelidir. Sonradan alacaklı tarafın davayı belirsiz alacak davası olarak nitelemesi sonuca etkili değildir.
Somut uyuşmazlıkta; dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak miktar belirtilmek suretiyle talep edilen alacak kalemleri sıralanmış, HMk 107 maddesine göre belirsiz alacak davası olarak açıldığı açıklanmıştır.
Gerek HUMK. 83 ve devamı maddesi gerekse 6100 sayılı HMK’nın 176 ve devamı maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. HUMK’nın 83. (6100 sayılı HMK m. 176), maddesinde ise ıslah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir. Islahın amacı, yargılama süresinde, şekli ve süreye aykırılık sebebi ile ortaya çıkacak maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte talep miktarı ıslah ile arttırılabilecektir. Ancak taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir. Islahın kısmen veya tamamen olduğuna bakılmaksızın taraflar aynı davada ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir. Buna göre tarafların, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurabileceği belirtilmiştir.
Somut olayda davacı açmış olduğu belirsiz alacak davasında talep netleştirdikten sonra 15/01/2021 tarihli dilekçe ile ıslah yapmııştır .İDM tarafından dava kısmi dava kabul edilmiş isede davanın belirsiz olması 15/01/2021 tarihli ıslah dilekçesine göre karar verilmesi gerekmektedir.
2-Evlenme ihtimaline ilişkin itirazın incelenmesinde:
Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplarında dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, dul eşin yeniden evlenme ihtimalinin nazara alınmasıdır. Hesaplama, bilinmeyen dönem için farazi bazı kriterlere göre yapılmakta ise de; evlenme ihtimali belirlemesinde dul eşin hesap tarihi itibari ile evlenip evlenmediği tespit edilebilir bir olgudur.İDM tarafından hükme esas alınan bilirkişi raporunda,1977 doğumlu olan davacının rapor tarihine (41yaşına) kadar hala evlenmediği ve AYİM’in dul kalan erkek için hazırladığı yeniden evlenme şansı tablosuna evlenme ihtimalinin %0 olduğu anlaşılmakla itirazın yerinde olmadığı kanaatine varılmıştır. (YARGITAY4. Hukuk Dairesi 2018/2651 E 2020/70 K)
3- Hesap raporuna ilişkin itirazın incelenmesinde:
Hükme esas alınan raporun TRH 2010 yaşam tablosuna göre hazırlandığı anlaşılmıştır.
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
Şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Somut olayda davacıların davalı … sigortaya karşı açtıkları Konya …ATM nin … E sayılı dosyası incelenerek feragatin niteliği miktarı hususunun ve davalı sürücü ve işletene sirayetinin tartışılarak yapılan ödemenin güncellenerek (PMF 1931) Tablosuna göre rapor hazırlanması gerektiğinden ek rapor alınması için kararın kaldırılması gerekmiştir.
4- Kusur oranında sorumluluğa ilişkin itirazın incelenmesinde:
Davacı vekili, davacının yolcu olduğu araç ile ile davalı sigorta şirketinin sigortacısı olduğu aracın karıştığı kaza nedeniyle, karşı aracın ve içinde bulunduğu aracın trafik sigortacısı olan davalılardan tazminat isteminde bulunmuş; mahkemece, kusuru oranında indirim yapmayarak davacının tazminat alacaklarının belirlendiği anlaşılmıştır.
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan davacının kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. ( YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E,2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde;Davacı taraf, dava dilekçesi ve verdiği Islah dilekçelerinde açıkça davalının kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, davacının yolcu olarak bulunduğu ve karşı araç sürücü işleten ve sigortasının müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada davacının kusurlu olmadığı ve zarar gören kusursuz 3. kişi konumunda olduğu talebinde kusur oranından da söz etmediğine göre zararın tümünü talep etmesi B.K.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) hususları gözetilmek suretiyle, davacı için tazminatın belirlenmesinde herhangi bir kusur indirimi yapılmaması yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan davalı sigorta vekilinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
5- Müterafik kusur itirazın incelenmesinde:
Davacıların desteğinin kaza anında araçta yolcu olarak bulunduğu, araç ruhsat bilgilerine göre aracın yolcu kapasitesinin sürücü dahil 5 kişi olduğu ve kaza sırasında da araçta sürücü dahil 7 kişi olması nedeni ile istiap haddinin aşılıp aşılmadığı yolcuların yaşları dikkate alınarak tartışılması gerektiğinden kararın kaldırılması gerekmektedir.
Davalı tarafın müterafik kusur yönünden yaptığı itirazlar bakımından ise; dosya içerisinde bulunan kaza tespit tutanağına göre, araçta bulunanların emniyet kemerlerinin takılı olup olmadığı “belirsiz” olarak işaretlenmiştir. Müteveffanın emniyet kemerinin takılı olmadığına dair dosya kapsamında herhangi bir delil olmayıp, emniyet kemerinin takılı olmadığının ispatı davalı sigorta şirketinin üzerindedir. Davalı tarafça, yargılama aşamasında sunulmuş herhangi bir delil bulunmadığından ve emniyet kemerinin takılı olmadığının tespiti yapılamadığından, davalının bu yöndeki itirazının reddi gerekmektedir.
6-Hatır taşımasına ilişkin itirazın incelenmesinde:
Yapılacak hatır indiriminden de sadece hatır için taşıyan tarafın yararlanması gerekmektedir.Hatır taşıması ile ilgisi bulunmayan diğer araç sürücüsü, maliki ve sigortacısı olan davalılar hatır indiriminden yararlanamaz. Bu halde davalı hatır için taşıyan tarafın sürücüsü ve İşleteni olmadığından bu indirimden yararlanması mümkün olmayıp,keza olayda hatır taşımasının da bulunmadığı gözetildiğinde istinaflar yersizdir.
7- Manevi tazminat miktarına ilişkin itirazın incelenmesinde:
Manevi tazminat, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre, Manevi zarar; mutlak hak olan ve dolayısıyla herkese karşı korunmuş bulunan kişilik haklarının kapsamına giren değerlerden birisinin ihlali ile doğar. Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hâkimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56. maddesinde ; “Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” hükmü düzenlenmiş madde metninden de anlaşıldığı üzere, haksız eylem sonucu bedensel zarar görenin yakınları yararına manevi tazminata karar verilebilmesi için, zarar görenin yaralanmasının ağır bedensel zarar niteliğinde olması gerekmektedir. Ağır bedensel zarar, kanunda tanımlanmamış olup, yaralanmanın özelliğine ve yarattığı sonuçlara göre mahkemece takdir edilecektir.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davaya konu somut olayın gerçekleşme şekli, yeri, zamanı, Ceza Mahkemesinin kararı,müterafik kusur ve yukarıda açıklanan ilkeler, davalının eylemindeki hukuka aykırılığın tespitinin sağlayacağı manevi tatmin ile birlikte değerlendirildiğinde İDM’ince hüküm altına alınan manevi tazminat miktarlanının YERİNDE OLDUĞU anlaşılmıştır.
8- Hesap raporuna ilişkin itirazın incelenmesinde:
Yargıtay yerleşik uygulamasına göre; erkek çocuklar için 18 yaş, kız çocukları için ise 22 yaşa kadar destek tazminatı hakkı ve hesaplanması kabul edilmektedir. Eğitim ve öğretimin devamı halinde ise bu süre 25 yaş ile sınırlıdır. Yani çocuklarda kız veya erkek olmalarına, yüksek öğrenim yapıp yapmamalarına göre, farklı süreler kabul edilmektedir. Bunun dışında esasen çalışmaya başlama yaşı olarak rüşt yaşı olan 18 yaş esas alınmaktadır. (Bkz. YARGITAY 17. Hukuk Dairesinin 2015/19049 ESAS, 2018/11280 KARAR sayılı ilamı ile aynı dairenin 2015/8764 ESAS, 2018/3810 KARAR sayılı ilamı)
Buna göre, davacı küçük 11 yaşında olduğu anlaşıldığından, yukarıdaki ilkeye göre desteklik sürelerinin aktüer raporunda nazara alınması gerektiğinden; bu husus gözetilmeden, çocukların üniversite eğitimi alacakları öngörülerek, desteklik süresinde 25 yaşın esas alınması hatalı olup, buna yönelik davalı itirazının kabulüne karar verilerek, kararın kaldırılması ile buna yönelik ek rapor alınması için kararın gönderilmesi gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle davacılar vekili ve davalılar vekillerinin istinaf talebinin HMK.nın 353/1.a.6.maddesi gereğince kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden yargılama yapılması için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar vekili ve davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile; Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Yeniden yargılama yapılması için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran taraflarca peşin olarak yatırılan, başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde taraflara iadesine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuranlar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
7-Konya …İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyasına davalı … vekili tarafından sunulan; Tc … Bankası / … /Konya, 29/04/2022 tarihli, … numaralı 272.000,00 TL teminat mektubu + 15.272,45 TL nakit teminatın İİK 36/5 maddesi gereğince talep halinde ilgilisine iadesine,
8-Konya …İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyasına davalı … Sigorta Anonim Şirketi vekili tarafından sunulan; T….Bankası A.S. / … Sb., 28/04/2022 tarihli, … numaralı 300.000,00 TL bedelli teminat mektubunun İİK 36/5 maddesi gereğince talep halinde ilgilisine iadesine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK m.353 uyarınca KESİN olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 09/11/2022


Başkan

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Katip

e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.