Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.
T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 01/11/2022
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 31/05/2022
NUMARASI : … Esas … Karar
DAVACILAR :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
İHBAR OLUNAN :
VEKİLİ :
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 01/11/2022
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 02/11/2022
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili dava dilekçesinde özet olarak; 25.03.2018 günü sürücü … idaresindeki … plaka sayılı otomobil ile seyir halinde iken karşı istikametten gelen sigortalı araç sürücüsü … yönetimindeki … plaka sayılı otomobilin ön kısmı ile çarpışması sonucu meydana galan trafik kazasında müvekkillerin kızı …’ın vefat ettiğini, … ile … hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan cezalandırılmaları talebi ile Konya … Ağır Ceza Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasında kamu davasının açıldığını, kazaya karışan ve … adına kayıtlı olan … plaka sayılı otomobilinin 16.03.2018 başlangıç ve 16.03.2019 bitiş tarihli olarak düzenlenmiş … nolu Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Trafik Sigorta Poliçesi ile sigortalandığından, sigortacı sıfatı ile ve teselsül hükümlerine göre davalının sorumluluğuna gidildiğini, destekten yoksun kalma tazminat hesabına esas olmak üzere; müteveffiye destek …’ın, 27.04,1999 doğumlu olup kaza tarihinde zaman kavramı olmayan ayrıca günün 24 saati süren bir faaliyet olan ve ağır bir işçilik niteliği bulunan ev hanımı olarak çalışmakta olduğunu, desteğin babası …’nın 15.01.1966 doğumlu olup emekli olduğunu annesi …’nın ise 31.05.1972 doğumlu olup ev hanımı olduğunu, 2918 sayılı Karayollan Trafik Kanununun 97 ve 99/1 maddeleri gereğince davalı sigortacıya yazılı başvuru yapıldığını, 15.05.2018 tarihinde başvuru dilekçesi ile zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartları kapsamındaki belgelerin tebliğine rağmen 15 iş günü içerisinde yazılı olarak cevap verilmediğini ve 8 iş günü içerisinde tazminat ödemesi yapılmadığından işbu davanın ikame edildiğini belirterek; 2918 sayılı KTK’nın 88/1 ve 99/1-2 maddeleri ile 6098 sayılı TBK’nın 61 ve 163A maddeleri gereğince teselsül hükümlerine göre; müvekkillerin kızları …’nin vefatı nedeni ile onun desteğinden mahrum kaldıklarının tartışmasız olduğundan, fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak üzere müteveffiye destek …’ın; Babası … için 10,00 TL, Annesi … için 10,00 TL destekten yoksun kalma tazminatlarının, teselsül hükümlerine göre kaza tarihinde geçerli kişi başı poliçe teminat limiti ile sınırı olarak dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak müvekkillere ayrı ayrı verilmesine, yargılama giderleri ile vekâlet ücretlerinin davalıya yüklenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili 05/06/2020 havale tarihli ıslah dilekçesi ile, açmış olduğu davada … için 61.063,15 TL, … için ise 91.860,21 TL olarak ıslah ettiği, buna ilişkin harcında ikmal edildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekili 30/06/2021 tarihli ıslah dilekçesiyle; 04/05/2021 tarihli bilirkişi raporunda yapılan hesaplamaya göre davacı … için istenilen 61.063,15 TL maddi tazminatı 90.436,87 TL, davacı … için istenilen 91.860,21 TL maddi tazminatı 162.496,96 TL tutarında ıslah ettiklerini ve ıslah harcını da ikmal ettikleri anlaşılmıştır.
Davacı vekili 25/04/2022 tarihli ıslah dilekçesiyle; 17/02/2022 tarihli bilirkişi ek raporunda yapılan hesaplamaya göre davacı … için istenilen 61.063,15 TL maddi tazminatı 90.436,87 TL, davacı … için istenilen 91.860,21 TL maddi tazminatı 162.496,96 TL tutarında ıslah ettiklerini ve ıslah harcını da ikmal ettikleri anlaşılmıştır.
Davacı tarafından sunulan 25/04/2022 tarihli ıslah dilekçesi ikinci ıslah talebi olarak kabul edilmiş ve davanın mahiyeti gereği ikinci ıslah dilekçesi sunulamayacağından dilekçedeki talepleri dikkate alınmamıştır.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özet olarak; Dava konusu kazaya karıştığı iddia edilen … plakalı aracın sigortalı şirket tarafından tanzim edilen, 16.03.2018-31.03.2018 vadeli … poliçe no’lu zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, davanın zamanaşımı nedeniyle reddinin gerektiğini, dava konusu olayda sigortalı araç sürücüsünün kusuru olmadığı gibi, zarar ile illiyet bağının da bulunmadığını, Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortasının meblağ sigortası olmayıp zarar sigortası olduğundan, davacı tarafın uğradığını iddia ettiği zararları aynı zamanda ispatının gerektiğini, davayı kabul anlamına gelmemekle birlikte, müvekkili şirketin sorumluluğunun trafik poliçesindeki limitler ve sigortalının kusuru ile sınırlı olduğunu, kazada kusur durumlarının tespiti için dosyanın Adli Tıp Kurumu’na sevkinin gerektiğini, destekten yoksun kalma tazminatının, mirastan ayrı ve bağımsız bir hak olduğundan; destek iddialarının kanıtlanması gerektiğini, müteveffanın davacılara sürekli ve düzenli bir şekilde yardım ettiğinin somut delillerle kanıtlanamamış olması karşısında davanın reddine karar verilmesinin gerektiğini, diğer yandan kusur durumu ve müteveffanın varsa eşini, çocuklarını, anne ve babasını da gösteren vukuatlı nüfus kayıt örneği alındıktan sonra dosyanın hesaplama amacıyla, aktüeryal rapor hazırlanabilmesi için aktüer siciline kayıtlı uzman bilirkişi tarafından arttırımsız temel yıllık gelir; arttırımlı yıllık gelir ve iskontolu yıllık gelirin üç ayrı sütun halinde ayrı ayrı gösterilmesi gerekmekte olduğunu, ayrıca zarar görenin ve yanında yolculuk ettiği sürücünün kaza sırasında alkollü olup olmadığının tespitinin gerektiğini, ayrıca dava konusu olayda taşımanın niteliğinin, menfaat karşılığı olmadan yapılan hatır taşımasına dair Yargıtay içtihadı uyarınca değerlendirilmesini talep ettiklerini, varsa hatır için taşımanın kimin arzusu ve ne amaçla yapıldığını, aktüer hesabı yapılırken kullanılan yaşam tablosuna göre bakiye ömür, bilinen dönem, aktif ve pasif dönemin ayrı ayrı ve denetime elverişli biçimde hesaplanması gerektiğini, davacıların sosyal ve ekonomik durumları ile hangi Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına tabi olduklarının tespit edilmesi gerektiğini belirterek; haksız ve mesnetsiz davanın usulden ve esastan reddine, mahkeme masraf ve vekalet ücretinin davacı tarafa yüklenilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin kararı ile; “Mahkememizin … Esas … Karar sayılı ilamı için; Konya BAM. … HD.’nin … E. … K. sayılı ilamı ile hükmün kaldırılmasına karar verildiğinden, dosya Mahkememizin … E. sırasına kaydı yapılmıştır.
Mahkememizce aktüer bilirkişi …’dan rapor alınmış, bilirkişi 04/05/2021 tarihli raporunda özetle; meydana gelen kaza nedeniyle müteveffaya kusur verilmediği ve eldeki davada müteselsil kusura dayanıldığı için hesap edilen tazminatlardan kusur indirimi yapılmadığını, TRH 2010 Kadın Yaşam Tablosuna göre, müteveffa destek …’ın, 25/03/2018 tarihinde trafik kazasından vefatı nedeniyle davacıların talep edebileceği destekten yoksun kalma zararları: davacı anne … için 162.496,96 TL, davacı baba … için 90.436,87 TL olarak hesaplandığını, hesaplanan maddi tazminatların Karayolları Motorlu Araçlar ZMSS Teminat Limitleri dahilinde olduğunu belirtmiştir. Aynı bilirkişi 17/02/2022 tarihli 1. Ek raporunda özetle; PMF 1931 Yaşam Tablosuna göre davacı … için 175.750,62 TL, davacı … için 118.861,40 TL olarak destekten yoksun kalma tazminatının hesaplandığını belirtmiştir.
Yukarıda izah edilenler, Bölge Adliye Mahkemesi kaldırma kararı, bilirkişi raporu, adli tıp raporu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 25.03.2018 günü sürücü …’in idaresindeki … plaka sayılı otomobil ile seyir halinde iken karşı istikametten gelen sigortalı araç sürücüsü … yönetimindeki … plaka sayılı otomobilin ön kısmı ile çarpışması sonucu meydana galan trafik kazasında davacıların kızı …’ın vefat ettiği, sürücüler … ile … hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan cezalandırılmaları talebi ile Konya … Ağır Ceza Mahkemesinin … Esas sayılı dosyasında kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda katılan sanıklar hakkında bir kısım cezaların tayin edildiği, kazaya karışan ve … adına kayıtlı olan … plaka sayılı otomobilinin 16.03.2018 – 16.03.2019 başlangıç ve bitiş tarihli olarak düzenlenmiş olan … nolu Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Trafik Sigorta Poliçesi ile sigortalandığından, davalı sigortalının sigortacı sıfatı ile ve teselsül hükümlerine göre sorumluluğuna gidildiği, davacıların sigorta şirketine yazılı başvurusuna rağmen zararlarının tazmin edilmemesi üzerine de işbu davanın ikame edildiği, Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden aldırılan kusur raporunda sürücü …’in %85(Yüzde seksenbeş) oranında, sürücü …’ın ise %15(Yüzde onbeş) oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği, hükme esas alınan 04/05/2021 tarihli aktüer bilirkişi raporu uyarınca davacıların dava konusu maddi zararlarının hesaplanarak kayıt altına alındığı, davalı sigorta şirketinin sigortacı sıfatıyla Zorunlu Mali Sorumluiuk Sigortası Genel Şartları kapsamında davacı tarafların zararlarından sorumlu olduğu, başvuruya rağmen herhangi bir ödemenin yapılmadığı anlaşıldığından, davacıların davasının kusur ve aktüer raporu uyarınca kabulüne karar verilmiş ve oluşan vicdani kanaat ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur” şeklinde davacı …’nın maddi tazminat davasının kabulü ile, 90.436,87 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı …. yönünden olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla 05/06/2018 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müteselsilen alınarak davacı …’ya verilmesine, davacı …’nın maddi tazminat davasının kabulü ile, 162.496,96 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı …. yönünden olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla 05/06/2018 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan müteselsilen alınarak davacı …’ya verilmesine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … Şirketi vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; müvekkili şirketin ancak poliçe teminatı ve mevcut ise sigortalının kusuru oranında sorumlu olduğunu, müteveffanın yolcu olmasının müvekkili şirketin sorumluluk sınırını etkilemeyeceğini, kazada kusuru olan diğer araç sürücüsü, işleteni ve sigorta şirketinin sorumluluğunda olan tutarın müvekkili şirkete yükletilmesinin mümkün olmadığını, mahkemece bu hususun değerlendirilirken hataya düşüldüğünü, güncel asgari ücret üzerinden hesaplama yapılmasına dair itirazlarının bulunduğunu, müştereken ve müteselsilen hesaplama yapılmasının hatalı olduğunu, sigortalı araç sürücüsünün kendisinden beklenilebilecek tüm özen ve yükümlülüklere uygun davrandığını ve kazanın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığını, müterafik kusur indirimi yapılmadığını, ağır kusur ile hatır taşımasının mevcut olduğunu, pay oranlarının da hatalı belirlendiğini, iki ayrı ilam vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
İDM CE DAİREMİZCE VERİLEN KALDIRMA KARARI DOĞRULTUSUNDA İŞLEM YAPILMASINA
BU BAĞLAMDA
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GEREKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE Aynı kaza ile ilgili olmak üzere İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak 01/06/2015 tarihli genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM verilen iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre inceleme ve araştırma yapılarak, daha önce rapor tanzim eden ve hükme esas alınan aktüerya bilirkişisinden yukarıdaki esaslara uygun ek rapor tanzimi ile sonuca gidilmesi yerindedir.
Davalı sigorta şirketinin tazminattan tamamen sorumlu tutulmalarının doğru olmadığı, kusurları oranında sorumlu oldukları istinafı yönünden;
Davalı sigorta şirketinin kazaya karışan … plakalı aracın ZMMS poliçesinin düzenleyen sigorta olduğu, Davacının da sözkonus araç araçta yolcu konumunda olduğu, karşı araç sürücüsünün %85, davacının yolcu olduğu araç sürücüsünün %15 kusurlu olduğu anlaşılmaktadır
Mahkemece meydana gelen trafik kazasında davacının yolcu olarak içinde bulunduğu araç sürücüsünün %15 oranında, kusurlu olduğu ancak davalı sigorta şirketinin tazminattan müteselsilen sorumlu olduğundan bahisle hüküm kurulmuştur.
Müteselsil sorumluluk, Kanundan doğan müteselsil borçluluğun bir türü olup aynı zararın oluşumunda rolü olan birden fazla kimsenin tazminatın tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu ve zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını veya bir kısmını talep edebileceği sorumluluk türüdür.
Zarar gören, zararın tamamını veya bir kısmını dilediği sorumlu veya sorumlulardan talep edebilir.
Bu husus HGK’nın 24.6.1983 tarih 1981/9-533 Esas 1983/724 Karar sayılı kararı ile “Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK.’nun 61.maddesi ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 163.maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
Ancak, aynı Yasanın 141.maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re’sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü Hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK 26.maddesi buna engeldir” şeklinde kabul edilmiştir.
Birden fazla kimseyi müteselsil sorumlu tutmak isteyen zarar gören, bu kimselere karşı dava açarken bu niyetini göstermesi, dava dilekçesinden müteselsil sorumlu tutmak istediği kişiyi göstermesi gerekir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olup teselsülden yararlanma hakkı zarar görene ait olduğundan zarar gören bu hakkı kullanmadıkça mahkeme onun yararına teselsül kuralını kendiliğinden uygulayamaz.
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan davacının kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. (YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E,2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde;Davacı taraf, dava dilekçesi ve verdiği Islah dilekçelerinde açıkça davalıların kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, davacının yolcu olarak bulunduğu ve karşı araç sürücüsünün de kusurunun bulunması halinde,bu durum davalıların müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada davacının kusurlu olmadığı ve zarar gören kusursuz 3. kişi konumunda olduğu, talebinde kusur oranından da söz etmediğine ve açıkça teselsül hükümlerine dayanıp müteselsilen tahsilini istediğine göre zararın tümünü davalıdan talep etmesi TBK.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) hususları gözetilmek suretiyle, davacı için tazminatın belirlenmesinde herhangi bir kusur indirimi yapılmaması ve tüm tazminattan kusurları gözetilmeden davalının tam zarardan sorumlu tutulması yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan davalı sigorta vekillerinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Kusur raporuna itiraz hakkında
Konya … Ağır Ceza Mahkemesinin … Esas, … Karar sayılı dava dosyasının UYAP suretinin incelenmesinde, 11/07/2018 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu … ile …’ın hayatını kaybettiği, katılan sanıklar … ile … hakkında Taksirle Ölüme ve Yaralamaya Neden olma suçundan kavuşturmanın yapıldığı, yapılan yargılama sonucunda da katılan sanık … hakkında 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, … hakkında ise 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve neticesinde de HAGB kararına hükmedildiği
Dava konusu trafik kazasında kovuşturma dosyasından aldırılan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi tarafından düzenlenen kusur raporunda ; sanık sürücü …’in asli kusurlu, sanık sürücü …’ın ise alt düzeyde tali kusurlu olduğuna dair rapor düzenlendiği,
Mahkemece Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden aldırılan kusur raporunda ise ; sürücü …’in %85(Yüzde seksenbeş) oranında, sürücü …’ın %15 (Yüzde onbeş) oranında kusurlu olduğu tespit edilmesi,hukuk ve ceza mahkemesi tespitlerinin uyuşmasına göre itiraz yersizdir.
Davalı sigortanın hatır taşımasına ve alkol nedeniyle indirim iddiasına dayalı itirazı hakkında
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 87. Maddesine göre “Yaralanan veya ölen kişi, hatır için karşılıksız taşınmakta ise veya motorlu araç, yaralanan veya ölen kişiye hatır için karşılıksız verilmiş bulunuyorsa, işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu ve motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” esası kabul edilmiştir. Hatır taşıması bir kimseyi ücretsiz olarak ve bir karşılık almadan ve bir yararı bulunmadan taşıma halidir. Yani hatır için taşımada, taşımanın karşılıksız olması veya alınan karşılığın önemsiz olması gerekir. Taşıma, işletenin veya sürücünün değil taşınanın yararına olmalıdır. Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığından, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 51. maddesinde; hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş, BK.nın 51. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay içtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Dosya kapsamından, tanık ifadelerinden ve nüfus kayıtlarından sabit olduğu üzere, vefat edenin işletenin yakın akrabası olduğu yerleşik Yargıtay uygulamasına göre eş, çocuk veya yakın akrabanın bir yere götürülmesi veya bunlardan birine aracın kullandırılması hatır işlemi olarak kabul edilemez. Çünkü aracın işletilmesinden kim yararlanıyorsa işletme tehlikesi de ona ait olur. Yakın akrabanın taşınmasında ahlaki bir ödev söz konusu olup bu nedenle hatır indirimi yapılamaz. İtirazlar yersizdir
Keza davacının içinde bulunduğu ve davalı sigorta şirketinin sorumluluğu kapsamında olan araç sürücüsünün alkollü olmadığı,karşı araç sürücüsünün alkollü olmasının davacılara yansıtılamayacağı ve bu durumun ancak dava dışı sigorta şirketi lehine uygulanabilecek indirim sebebi olabileceği anlaşılmakla itiraz yersizdir
Vekalet ücretine yönelik itiraz
Dava arkadaşlığı; davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunması hali olup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İhtiyari dava arkadaşlığında; birden çok kişi, birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu haller, davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması, ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri, davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olmasıdır. (HMK.57) Sayılan bu üç durum dışında ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu değildir. Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde ise mecburi dava arkadaşlığı vardır (HMK.59).
Somut olayda, davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı olduğu anlaşılmaktadır. Davacılar tarafından davalıdan maddi tazminat talep edildiğine ve davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığına göre kabul edilen miktarlar yönünden herbir davacı için ayrı ayrı vekalet ücreti taktir edilmesi doğru olup bu halde davalı vekilinin buna yönelen istinaf itirazları yersizdir.
Davacı vekilinin kaldırma sonrası yapılan ıslah açısından kabul kararı verilmemesi gerektiği istinafı
Somut olayda öncelikle davacının ilk davasının kısmi dava mı belirsiz alacak davası mı olduğunun tespiti gerekmektedir
HMK 107.maddede belirsiz alacak davası düzenlenmiş olup, 107/2.fıkrada “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” esası kabul edilmiştir. Buna göre davacı taraf talep artırım dilekçesi ile talebini artırabilecektir. Talep artırım, niteliği itibari ile davalı taraf aleyhine esaslı bir değişiklik olup, davalı tarafın, duruşmada bulunmadığı durumlarda tebligat yolu ile bu istemden haberdar edilmesi zorunludur.
Belirsiz alacak davası olarak açılan davalarda davacı talep sonucunun belirlenmesi talep sonucunun artırılması şeklinde olmaktadır. Belirsiz alacak davasında talebin belirlenmesinde karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurulmasına gerek bulunmaz. Ancak davacı tarafından talep sonucu belirlendikten sonra alacağının daha fazla olması halinde davacının talep sonucunu artırmak için ıslah yoluna başvurması yani ıslah suretiyle talep sonucunu artırması mümkün olacaktır.
6100 sayılı HMK’nın 176 ve devamı maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre tarafların, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalara göre davanın belirsiz alacak davası olarak açılması halinde davacının öncelikle talep sonucunu belirlemesi, talebin belirlenmesinden sonra alacağın belirlenen miktardan daha fazla olduğunun anlaşılması halinde davacının ıslah yolu ile dava değerini arttırması gerekecektir. Yargıtay uygulamalarına göre trafik kazalarında yaralanmadan kaynaklanan tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılmasının mümkün olduğu kabul edilmiştir. (Yargıtay 17 HD 2015/14980 E 2018/8201 K )
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Somut olayda, dava dilekçesinde, davanın açıkça, belirsiz alacak davası türünde açıldığı belirtilmediğinden ve fazlaya hak saklı tutularak açılan eldeki davanın, belirsiz alacak davası değil kısmi dava olduğunun kabulü gerekir.
Nitekim yargıtay 17 hd nin 2019/2997 esas 2021/331 karar sayılı ilamı.
Bu durumda Somut olayda davacı açmış olduğu kısmi alacak talep etmiş, ıslah dilekçesiyle talebini yükseltmiş, karar istinaf edilmiş,akabinde kaldırma kararı sonrası belirlenen miktara göre davasını yeniden ıslah etmiştir. Bu durumda davacının bir kez ıslah hakkı bulunduğundan 05/06/2020 tarihli ıslah dilekçesine göre karar vermek gerekirken kaldırma sonrası artırılan miktara göre karar verilmesi yanlış olup davalının istinafı yerindedir
HMK’nin 355. maddesinde, “ İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” 353. maddesinde, “ (1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa; … b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak; 1)…, 2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, … duruşma yapılmadan karar verilir.” düzenlemelerini içermektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, ilk derece mahkemesinin kararında yukarıda belirtilenler dışında HMK’nın 355. Maddesi gereği, kamu düzenine aykırılık teşkil eden herhangi bir yanlışlığın da bulunmadığı gözetilerek davalı sigorta vekilinin istinaf başvurusunun yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda kabulü ile 05/06/2020 tarihli ıslah dilekçesine göre karar verilerek incelenen kararın HMK’nin 353/1-b maddesinin (2) numaralı alt bendi uyarınca düzeltilmek üzere kaldırılması davacının 30.06.2021 tarihli dilekçesi ile harcını yatırmak suretiyle talep artırımı talebinin ikinci ıslah yasağı kapsamında yapılmamış sayıldığı anlaşılmakla artırılan bu kısım için ıslah yapılmamış sayıldığından davalı lehine vekalet ücreti taktiri mümkün olmadığından bu husus dikkate alınarak yeniden hüküm tesis edilmesi gerektiğine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Davalı vekilinin istinaf başvurusunun yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda kabulü ile incelenen kararın HMK’nin 353/1-b maddesinin (2) numaralı alt bendi uyarınca düzeltilmek üzere KALDIRILMASI VE DÜZELTİLEREK YENİDEN ESAS HAKKINDA HÜKÜM KURULMAK suretiyle;
1-Davacı …’nın MADDİ TAZMİNAT DAVASININ KABULÜ ile, 61.063,15 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı …. yönünden olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla 05/06/2018 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak DAVACI …’YA VERİLMESİNE,
2-Davacı …nın MADDİ TAZMİNAT DAVASININ KABULÜ ile, 91.860,21 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı …. yönünden olay tarihi itibariyle geçerli ZMMS ölüm teminat klozu limitiyle sınırlı olmak kaydıyla 05/06/2018 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak DAVACI …’YA VERİLMESİNE,
3-Davacıların fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına,
4-Davacının 30/06.2021 tarihli dilekçesi ile harcını yatırmak suretiyle talep artırımı talebinin ikinci ıslah yasağı kapsamında yapılmamış sayılmasına,
İlk Derece Yargılaması Yönünden;
5-Alınması gereken 10.446,19 TL harçtan peşin alınan 1.042,10 TL harcın mahsubu ile bakiye 9.404,09 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
6-Davacılar tarafından yapılan 935,65 TL harç gideri, 314,50 TL adli tıp fatura bedeli, 1.450 TL bilirkişi ücreti gideri, 604,05 TL posta ve tebligat gideri olmak üzere toplam 3.304,20 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,
7-Davacı … vekili için A.A.Ü.T’ne göre tayin ve taktir olunan 9.770,10 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacı …ya verilmesine,
8-Davacı … vekili için A.A.Ü.T’ne göre tayin ve taktir olunan 14.697,63 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacı …’ya verilmesine,
9-Davacılar tarafından yatırılan gider avansından artan kısmın, 6100 s. HMK.nun 333. maddesine göre karar kesinleştiğinde ve re’sen davacıya iadesine,
İstinaf Yargılaması Yönünden;
10-İstinaf başvurma harcı dışında istinaf peşin harcı olarak alınan istinaf karar harcının talep halinde davalı tarafa iadesine,
11-Davalı tarafça yapılan 441,40 TL istinaf başvuru gideri ile 32,50 TL tebligat gideri olmak üzere toplam 473,90 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
12-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
13-HMK’nın 359/3. fıkra gereği kararın tebliği ile 302/5. fıkrası gereği harç tahsil müzekkeresi yazılması ve tebliğ işlemlerinin İLK DERECE MAHKEMESİ tarafından yapılmasına,
Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi gereğince; (107.090,00) Türk Lirasını geçmeyen davalara ilişkin kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağından miktar itibari ile KESİN olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliği ile karar verildi. 02/11/2022
Başkan Üye Üye Katip
E imza E imza E imza E imza
Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.