Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2022/1850 E. 2022/2571 K. 08.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM … HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
… HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 08/12/2022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 14/04/2022
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACILAR :

VEKİLLERİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVA : Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 08/12/2022
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ: 09/12/2022

Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekilinin mahkememize sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; … nezdinde sigortalı …’ın işleteni olduğu … plaka numaralı taksinin, 25/04/2019 günü saat 13:22 sıralarında; …’ın sevk ve idaresinde … Hastanesi istikametinden M.T.A. kavşağı istikametine doğru seyrederken; yaya geçidinde bekleyen …’ye çarptığını, aracın hızının etkisiyle … çarpma noktasında 24 metre ileriye savrulduğunu ve vefat ettiğini, davalı … hakkında açılan Konya … Asliye Ceza Mahkemesinin … Esas sayılı dosyası taraflarınca istinaf edildiğinden istinaf aşamasında olduğunu, davalının yaya geçidinde müteveffaya çarparak Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 157. maddesinde düzenlenen asli kusurunun bulunduğunu, davalı …’ın mesleki yeterlilik belgesi olmadan davalı …’a ait ticari aracı kullandığını, davalının müteveffayı görmemesinin mümkün olmadığını, aşırı hızlı olması nedeniyle yola gereken dikkati vermeyerek kazaya neden olduğunu, davacı anne ve babanın çocukları …’in vefatı nedeniye desteğinden yoksun kaldıklarını, sigorta şirketine başvuru yapıldığını, ayrıca arabuluculuğa da başvuru yapıldığını ancak anlaşma sağlanamadığını, bu nedenlerle; ihtiyati haciz talebinin kabulü ile; …. plakalı araç trafik sicilinde halen davalı … adına kayıtlı ise araç üzerine ihtiyati haciz konulmasına ve davalılar adına UYAP’ta kayıtlı bulunan araç ve taşınmaz kayıtları üzerine ihtiyati haciz konulmasını, fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla; tahkikat sonucunda davacılar … ve …’nin alacağının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda arttırılmak üzere şimdilik harca esas değer olarak göstermiş bulunan 1.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini, (davalılardan … yönünden poliçe limiti ile sınırlı olarak ve temerrüde düştüğü 27/06/2019 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsilini), davacı anne … lehine 40.000,00 TL, davacı baba …. lehine 40,000,00 TL, davacı kardeş … lehine 30.000,00 TL manevi tazminatın davalı ….’dan ve davalı …’tan kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsilini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekilinin mahkememize sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Meydana gelen kazada müvekkili …’in kusurunun bulunmadığını, soruşturma ve ceza dosyalarındaki bilirkişi raporlarında müteveffanın asli müvekkilinin tali kusurlu olduğunun belirtildiğini, müvekkili aleyhine tazminata hükmedilmemesi gerektiğini, dava dilekçesinde 110.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunulduğunu, bu talebin hakkaniyete aykırı olacağını, manevi tazminatın zenginleşme aracı olmamasını, manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesini, bu nedenlerle; davacıların davasının reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekilinin mahkememize sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle;müteveffanın kazanın meydana gelmesinde asli kusurlu olduğunu, müteveffanın kaza tarihinde henüz 13 yaşında olduğu dikkate alınarak, hesaplamada askerlik dönemi, evleneceği, evlendikten sonra 2 çocuk sahibi olacağı gibi veriler ile destekten yoksun kalma tazminatı hesaplamasının yapılması gerektiğini, yetiştirme giderinin hesaplanan tazminattan tenzili gerektiğini, müteveffanın 13 yaşında olduğu ve henüz gelir elde etmediği, gelir elde etmeye başlayacağı yaşın en az 18 olduğunu, askerlik döneminde gelir elde etmeyeceği ve asgari ücret düzeyinde gelir elde edeceği dikkate alınarak hesaplama yapılması gerektiğini, sair iddiaları da kabul etmediklerini, bu nedenlerle; davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
Konya … Asliye Ticaret Mahkemesi … Esas … Karar sayılı gerekçeli kararında özetle; “İzah edilen hususlar nedeniyle tüm dosya muhtevası birlikte değerlendirildiğinde;25/04/2019 tarihinde gerçekleşen trafik kazası neticesi vefat eden …’nin hayatını kaybetmesi nedeniyle, yargılamaya esas alınan 14/02/2022 tarihli aktüerya bilirkişi raporuna göre hesaplanan ve müteveffanın desteğinden yoksun kalan davacı … için; 118.233,89 TL maddi tazminatın ve davacı … için; 69.549,70 TL maddi tazminatın davalılardan tahsiline karar vermek gerekirken sehven yapılan hata neticesinde davacı … için 117.733,89 TL, davacı … için 69.049,70 TL maddi tazminata hükmedilmiş olup, ilgili hata kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturmamak adına düzeltilmemiş ve kabul red oranı ile ıslah dilekçesinde artan miktara yönelik red bulunmadığından karşı vekalete dair sehven yapılan hata dikkate alınmamıştır. Davalıya ait araç ticari kayıtlı olduğundan hükmedilen tazminat miktarlarına avans faiz uygulanmasına karar verilmiştir.
6098 sayılı TBK’nın manevi tazminat başlıklı 56. maddesi; “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” hükmünü amirdir.
TBK 56. madesine göre bir olaydan zarar gören kişinin çektiği acıları bir nebze olsun azaltmak veya bozulan ruhsal dengesi yeniden düzelmesi için zarar veren kişiden bir miktar ücreti talep edebileceğini düzenlenmiş olup; kanun koyucu manevi tazminatın miktarını tayin etme hakkını hakimin takdirine bırakmıştır. Hükmedilecek miktar uğranılan zararla orantılı, duyulan acıyı hafifleticek nitelikte olmalıdır. Manevi tazminatın takdiri yapılırken tarafların ekonomik ve sosyal durumları, tarafların kusurları da gözetilmesi gerekmektedir. Manevi tazminatın miktarı bir tarafın zenginleşmesine, diğer tarafın yıkımına neden olmamalıdır. Belirtilen bu çerçevede; tarafların sosyal ekonomik durum araştırmalarına yönelik düzenlenen tespit raporları ile birlikte davacıların manevi tazminat talepleri değerlendirilerek davacıların bu yöndeki taleplerinin kısmen kabulü ile; davacı baba … lehine erken sayılacak yaşta oğlunu kaybetmesi dikkate alınarak; 20.000,00 TL; davacı anne …. lehine erken sayılacak yaşta oğlunu kaybetmesi dikkate alınarak; 20.000,00 TL, davacı kardeş …. lehine 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilerek;
Davanın KISMEN KABULÜ İLE;
Davacı … için; 117.733,89 TL maddi tazminatın davalılar …. ve … yönünden kaza tarihi olan 25/04/2019 tarihinden, davalı sigorta şirketi yönünden sigorta limitleri dahilinde ve 02/07/2019 temerrüt tarihinden, itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
Davacı … için; 69.049,70 TL maddi tazminatın davalılar … ve … yönünden kaza tarihi olan 25/04/2019 tarihinden, davalı sigorta şirketi yönünden sigorta limitleri dahilinde ve 02/07/2019 temerrüt tarihinden, itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
Müteveffanın annesi davacı … için;20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ve …’tan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
Müteveffanın babası davacı … için;20.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …. ve …’tan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
Müteveffanın kardeşi … için;10.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ve …’tan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya ödenmesine,
Fazlaya ilişkin taleplerin REDDİNE” şeklinde hüküm kurulmuştur.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı …. vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda tespit edilen kusur oranlarının hatalı olduğunu, müteveffa bisiklet sürücüsünün, söz konusu kazanın meydana gelmesinde asli ve tam kusurlu olduğunu, bisiklet sürücüsünün dikkatsiz ve özensiz davranarak kontrollü geçiş yapmadığını ve kanun hükmünü açık bir şekilde ihlal ettiğini, müvekkil şirket nezdinde ZMMS ile sigortalı … plakalı araç sürücüsünün bahse konu kazada hiçbir kusurunun bulunmadığını, araç sürücüsü, KTK m. 52/a ve b hükmüne uygun davranarak aracının yük ve teknik özelliklerine ve durumun şartlarına göre hızını ayarladığını, yaya geçidine yaklaşırken hızını azalttığını, müteveffanın çok yakın mesafeden sigortalı araç sürücüsünün şeridine manevra yapmış olmasından dolayı sigortalı araç sürücüsünün kazayı önleme imkanın kalmadığını, tüm bu nedenlerle dava konusu kazanın meydana gelmesinde sigortalı araç sürücüsünün kusursuz olup, yerel mahkemece itirazlarının irdelenmeden ve eksik inceleme yapılarak karar verilmiş olmasından dolayı yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep ve beyan etmiştir.
Davacılar vekili sunduğu istinaf dilekçesinde özetle; asli kusurun sürücüye verilmesi gerektiği yönündeki kusura ilişkin itirazları doğrultusunda, İstanbul ya da Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden kusura ilişkin yeniden rapor alınmasına karar verilmemiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, davalı …’ın sevk ve idaresindeki ticari taksi ile seyri sırasında yola gereken dikkati vermesi gerektiği halde, yaya geçidinde olanı fark ettiğinde aracını zamanında durdurarak olayı önlemesi gerektiği halde bu hususlara riayet etmediği; dikkatini seyir yönüne vermeden ve önlemsiz vaziyette ölene çarparak olaya sebebiyet verdiği; mesleki yeterlilik belgesine sahip olmadan ticari araç kullandığı, aracı çok hızlı kullandığı, hızı nedeniyle aniden yolda belirdiği hususları dikkate alındığında sürücü ….’ın asli kusurlu olduğunu, maddi tazminat rakamlarına hükmedilirken dava dilekçesindeki başlangıçtaki 500’er TL lerin unutulduğunu, davacılar yararına hükmedilen manevi tazminat rakamlarının çok düşük olduğunu, tüm davacılar için hükmedilen manevi tazminata da avans faizi uygulanması gerekirken, yasal faiz uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu, manevi tazminatın reddedilen kısmı açısından, her davacı aleyhine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, tüm bu nedenlerle Konya … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas ve … Karar sayılı 14/04/2022 tarihli kararın davacılar lehine kaldırılmasına, davanın tam kabulüne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Dava trafik kazası nedeniyle maddi manevi tazminat talebine ilişkin olup mahkemece verilen karar davacılar ve davalı sigorta tarafından ayrı ayrı istinaf edilmiştir.
1-Kamu düzeni nedeniyle Usul yönünden;
Mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkemede, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını, ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri BAM’ın ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nun 297. (Mülga HUMK.nun 388.) maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yine HMK.nun 27.maddesinin (HUMK.nun 73.m) 2. bendi “c” bölümünde de hukuki dinlenilme hakkının “Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini” de içerdiği açıklanarak bu husus vurgulanmıştır.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Davacılar aleyhine mahkemece kısa karar ile gerekçeli karar arasında hükmedilen miktarlar arasında çelişki oluştuğundan, bu durumda mahkemece açıklanan çelişkinin giderilmesi gerektiğinden, kamu düzeninden olan bu itirazın kabulüne karar verilmiştir.
2-Kabule göre de;
a- Tarafların kusura yönelik itirazında;
Türk Borçlar Kanunun 49.maddesinde, “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür”, yine aynı kanunun 50.maddesinde, “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır” denilmektedir.
Buna göre, trafik tespit tutanağı, kesinleşen ceza dosyası kapsamı ve burada alınan kusur raporları ile mahkemece alınan trafik kusur raporunun, kazanın oluş şekli ve kusur konusundaki tespitler aynı mahiyette olup birbirlerini teyit ettikleri, alınan raporun ayrıntılı, gerekçeli, hükme elverişli, kazanın oluş şekline ve delillere uygun olduğundan ve davalı sürücünün hız kurallarına uymamış olmasından ileri geldiği, davacıların desteğinin asli olarak yüzde altmış kusurunun bulunduğunun, dosya kapsamına ve tüm delillere uygun olduğundan, tarafların buna yönelik itirazının reddine karar verilmiştir.
b- Kamu düzeni gereği ve istinaf sebebi nedeniyle aktüer ve maluliyet raporuna yönelik;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
Şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı, dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GERKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE AYNI KAZA İLE İLGİLİ OLMAK ÜZERE İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından;
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre, haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği (ancak Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine göre rapor düzenlenmesi teknik olarak mümkün olmadığı bu dönem için de yine 11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanacak) hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. (Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları)
Keza Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve vergilendirilmiş gelirin nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından, vergi dairesinden, işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece, AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre PMF yaşam tablosu ve progressif rant sistemi baz alınarak hazırlanan rapor esas alınması gerekirken, TRH yaşam tablosuna göre hazırlanan rapora itibar edilmesinde isabet bulunmadığından, davalı tarafların istinaf talebinin kamu düzeni nedeniyle kabulü gerekmiş, dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Bu itibarla, tarafların kamu düzeni sebebiyle istinaf taleplerinin kabulü gerekmiştir.
c-Davacı tarafın, işletilmesi gereken faiz yönünden itirazda;
Zarara neden olan davalı tarafa sigortalı araç ruhsatında ticari olduğunun anlaşılmış, ticari taksi bulunmasına göre, istem dahilinde davada manevi tazminat için de temerrüt faizi olarak avans faize hükmedilmesine karar verilmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi isabetsiz olup davacı taraf vekilinin buna yönelik itirazı yerindedir.
d-Davalı sigortanın faiz başlangıcına yönelik itirazlarında;
Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız eylem tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir. Ancak, trafik kazaları esas itibariyle haksız eylem sayılan hallerden olmakla birlikte trafik sigortasını yapan sigortacı bakımından temerrüdün bu tarihte oluştuğunun kabulü mümkün değildir. 2918 sayılı KTK’nın 99/I. maddesi ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel şartları uyarınca, rizikonun bilgi ve belgeleri ile birlikte sigortacıya ihbar edildiği tarihten itibaren 8 iş günü içinde sigortanın tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmakta, bu sürenin sonunda ödememe halinde temerrüt gerçekleşmektedir. Kazanın ihbar edilmesiyle, zararın miktarını belirlemek sigortanın sorumluluğundadır.
Ancak, davalının davadan önce temerrüde düşürüldüğü davacı tarafça ispatlanmaması, davalı sigortanın da başvuru yapıldığı hususunu kabul etmemiş olması, “belirsiz alacak” davası müessesesinin getirildiği 6100 Sayılı HMK ile birlikte 17. Hukuk Dairesinin süreklilik arz eden kararlarına göre de daha sonra ıslah yapılmış olması halinde dahi tüm tazminat miktarına kaza (veya dava) tarihinden itibaren faiz işletilmek gerekmektedir. Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız eylem tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir. Ancak, trafik kazaları esas itibariyle haksız eylem sayılan hallerden olmakla birlikte trafik sigortasını yapan sigortacı bakımından temerrüdün bu tarihte oluştuğunun kabulü mümkün değildir. 2918 sayılı KTK’nın 99/I. maddesi ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel şartları uyarınca, rizikonun bilgi ve belgeleri ile birlikte sigortacıya ihbar edildiği tarihten itibaren 8 iş günü içinde sigortanın tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmakta, bu sürenin sonunda ödememe halinde temerrüt gerçekleşmektedir. Kazanın ihbar edilmesiyle, zararın miktarını belirlemek sigortanın sorumluluğundadır.
Ancak, davalının davadan önce temerrüde düşürüldüğü davacı tarafça ispatlanmaması, davalı sigortanın da başvuru yapıldığı hususunu kabul etmemiş olması, “belirsiz alacak” davası müessesesinin getirildiği 6100 Sayılı HMK ile birlikte 17. Hukuk Dairesinin süreklilik arz eden kararlarına göre de daha sonra ıslah yapılmış olması halinde dahi tüm tazminat miktarına kaza (veya dava/temerrüt) tarihinden itibaren faiz işletilmek gerekmektedir.
Buna göre, davadan önce sigortaya yapılan başvuru 25/06/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olmakla, yukarıda belirtilen düzenleme ve ilke gereğince faiz başlangıç tarihinin belirlenmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, buna yönelik itirazın yersiz olduğu görülmüştür.
e- Davacı tarafın manevi tazminata yönelik;
Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.6.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Yargıtay yerleşik içtihatlarına göre, davacıların eş ve babaları desteğinin ölümü nedeniyle davacıların manevi tazminat istemesi mümkündür.
Davaya konu olayda; tarafların kusuru, sosyal ve ekonomik durumları, kaza tarihi, davacıların çocuğu ve kardeşinin ölümü, kaza tarihindeki paranın alım gücü, hakkaniyet ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde, davacılar için tam kabulle maneviye hükmedilmesi gerekirken, yetersiz tazminata hükmedilmesi isabetsiz olup, buna yönelik davacıların itirazların kabulüne karar verilmiştir.
f-Davacıların vekalet ücretine ilişkin itirazında;
Davacılar ihtiyari dava arkadaşı olup kabul ve reddedilen miktarlar yönünden davalılar lehine hükmedilen vekalet ücretinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, itiraz yersizdir.
Anlatılan sebep ve gerekçelerle, tüm dosya kapsamı ve davanın niteliği nazara alınarak davacılar ve davalı …. vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK m.353/1-a-6 uyarınca kaldırılmasına karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar ve davalı … vekilinin istinaf başvurularının ayrı ayrı kabulü ile; ilk derece mahkemesi kararının HMK.nın 353/1-a.6 maddesi gereğince KALDIRILMASINA,
2-Yeniden yargılama yapılması için dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf eden taraflarca yatırılan, başvurma harcı dışında kalan, istinaf karar harcının talep halinde yatıranlara iadesine,
4-İstinaf eden taraflarca istinaf aşamasında yapılan masrafların İlk Derece Mahkemesi tarafından verilecek nihai kararda hüküm altına alınmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK m.353 uyarınca KESİN olmak üzere oybirliği ile karar verildi.09/12/2022

Başkan

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Üye

e-imzalı

Katip

e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.