Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2021/403 E. 2021/479 K. 30.03.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: …/… – …/….
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …/…
KARAR NO : …/…
KARAR TARİHİ : 30/03/2021

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : …
ÜYE :…
ÜYE :.
KATİP : .

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA …. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 29/12/2020
NUMARASI : ../… Esas …/… Karar

DAVACI : ..
VEKİLİ : Av. … .
DAVALI : 1- … SİGORTA ŞİRKETİ –
VEKİLİ : Av. . . ..
DAVALI : 2- …
VEKİLİ : Av. . …
DAVALI : 3- . SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ – …
VEKİLİ : Av. …
İHBAR OLUNAN : . -….

DAVA : Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 30/03/2021
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 30/03/2021
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili mahkememize vermiş olduğu 06/01/2017 havale tarihli dava dilekçesinde özetle; 17/07/2016 tarihinde, müvekkilinin yolcu konumunda olduğu …. plaka sayılı motosiklet sürücüsü dava dışı….’nin …. Caddesi üzerinde seyir halindeyken, … Caddesi üzerindeki altgeçit çıkışında yolun sağında hiçbir tedbir almadan park halinde bulunan davalı .. sevk ve idaresindeki … plakalı araca çarpmamak için yolun sağında bulunan çelik bariyer tellere ve demir dubalara çapması neticesinde maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası meydana geldiğini; olay tarihinde düzenlenen kaza tespit tutanağında her iki araç sürücüsünün de kusurlu olduklarının tespit edildiğini; yolcu konumundaki müvekkilinin ise herhangi bir kusurunun olmadığını; müvekkilinin kaza tarihinde 19 yaşında üniversite öğrencisi olduğunu; kazadan sonra kaldırıldığı … Eğitim Araştırma Hastanesi’nde basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı hususunda teşhis konulduğunu; mevcut fiziksel engeli nedeniyle işgücü kaybı yaşadığı gibi bundan sonraki hayatında da gündelik işler için daha fazla efor sarfetmek zorunda kalacağını; kaza sonrasında bir süre hastanede yattığını, tedavi sonrasında da sık sık kontrol için özel araçla hastaneye gittiğini ve tedavisinin halen devam ettiğini; tedavi ve iyileşme süresi boyunca birçok harcama yaptığını; ayrıca başkalarının bakımına muhtaç hale geldiğini; müvekkilinin söz konusu zararlarının Yargıtay içtihatlarına uygun olarak mahkememizce tespit ve davalılarca tazmin edilmesi gerektiğini; müvekkilinin hem tedavi sürecinde hem de hayatının kalan dönemlerinde kaza nedeniyle maruz kaldığı fiziksel engelden dolayı yaşadığı endişe ve üzüntü nedeniyle manevi olarak da zarar gördüğünü; kazaya neden olan her iki tarafın sigorta şirketlerinin de poliçe teminat tutarları ile sınırlı olarak sorumluluklarının bulunduğunu; bu nedenle dava öncesinde 12/12/2016 tarihinde her iki sigorta şirketine de müvekkili adına başvuruda bulunduklarını beyanla, fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla, öncelikle hüküm altına alınacak alacağın tahsil edilememe riskine karşılık davalı araç sürücüsü ve işleteni ….’in … plakalı aracı ile tüm diğer taşınır ve taşınmazlarının üçüncü şahıslara devrinin önlenmesi hususunda ihtiyati tedbir kararı verilmesini; gerçek zarar belirlendiğinde artırılmak üzere şimdilik 100,00 TL. geçici iş göremezlik, 100,00 TL. sürekli iş göremezlik, 100,00 TL. tedavi ve bakım giderleri olmak üzere toplam 300,00 TL. maddi tazminatın davalı… yönünden olay tarihinden, davalı sigorta şirketleri yönünden sigorta limitlerini aşmamak üzere temerrüt tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline; ayrıca 100.000,00 TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … mahkememize vermiş olduğu 20/01/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; davaya konu kazada kendisinin kusuru olmadığını, kendisinin kurallara uygun bir şekilde park halindeyken motosikletin aşırı süratli olması nedeniyle kontrolü kaybederek kaza yaptığını ve bundan dolayı kendi aracını bahane ettiklerini; kaza sonrasında uzun süre beklemiş olmasına rağmen polisin gelmediğini; kaza tespit tutanağının kazanın oluş şekline uygun olarak tutulmadığını; aracını park ederken uyarı önlemi almadığı hususunun doğru olmadığını; kendisinin o gün miting alanına gitmekte olduğundan aracın üzerinde dev bir Türk bayrağı olduğunu; motosiklet sürücüsünün bunu görmemesinin mümkün olmadığını; kendisinin kaza yerini gösterir 5 adet fotoğraf çektiğini ve dosyaya sunduğunu; mahallinde uzman bilirkişilerle keşif yapılması halinde kendisinin olayda bir kusurunun olmadığının ortaya çıkacağını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ..Sigorta Şirketi vekili mahkememize vermiş olduğu 02/02/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; dava açılmadan önce müvekkili sigorta şirketine başvuru yapılmadığından açılan davanın öncelikle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini; kazaya karışan…. plaka sayılı aracın kaza tarihinde 29/04/2016 başlangıç tarihli ZMSS poliçesi ile müvekkili sigorta şirketi tarafından sigortalı olduğunu, ancak sigortalı araca atfedilen kusuru kabul etmediklerini; her halukarda davacının müterafik kusurunun dikkate alınması gerektiğini; davacının motosiklet kullanıcılarının giymesi zorunlu olan kask, eldiven ve dizlik gibi koruyucu giysileri giymemekle zararın oluşumunda ağır kusurlu olduğunu; davacının sigortalı araçta yolcu olduğunu; ceza dosyası kapsamındaki ifade tutanaklarından sigortalı araç sürücüsünün arkadaşı olduğunun açıkça anlaşıldığını; dava konusu olayda hatır taşıması olması nedeniyle hesaplanacak tazminattan bu nedenle uygun bir indirim yapılması gerektiğini; diğer taraftan 01/06/2015 tarihinde yürürlüğe giren Trafik Sigortası Genel Şartları uyarınca müvekkilinin tedavi giderlerinden sorumlu olmadığını; tedavi ve bakıcı giderlerinin SGK tarafından karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın bu taleplerin reddi gerektiğini; tarafların kusur oranlarının ve davacının maluliyetinin usul ve yönetmeliklere uygun olarak tespitinden sonra yalnızca kazayla illiyet bağı olan maluliyet nedeniyle meydana gelen fiziki ve sürekli nitelik taşıyan arazlar dikkate alınarak aktüer siciline kayıtlı bir aktüerya uzmanından rapor alınması gerektiğini; davacıya SGK tarafından yapılan ödemelerin de tazminat hesabında dikkate alınması gerektiğini; müvekkili sigorta şirketinin sorumluluğunun hesaplamaya esas tüm belgelerin tarafına tesliminden sonraki 8. iş gününden sonra başlayacağını; davacı tarafın başvurusunda maluliyet raporu sunulmadığından müvekkili şirketin temerrüde düşmüş olmadığını; zararın haksız fiilden doğmuş olduğunu, müvekkili ile davacı arasında herhangi bir ticari ilişki olmadığını ve aracın da ticari bir araç olmadığını; bu nedenle ticari faiz talebinin de reddi gerektiğini beyanla başvuru şartının yerine getirilmemiş olması nedeniyle öncelikle davanın usulden reddine, her halde mesnetsiz açılan davanın reddine; yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yüklenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta vekili mahkememize vermiş olduğu 06/03/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davacının başvuru esnasında gerekli evrakları müvekkili şirkete vermemiş olması nedeniyle hesaplama ve dolayısıyla ödeme yapılamadığını; davacı tarafın Trafik Sigortası Genel Şartlarında belirtilen zorunlu belgelerden hiçbirini ibraz etmediği gibi bu hususta davacı vekiline bilgi verildiği halde belirtilen eksiklikleri gidermeden dava açma yoluna gittiklerini; dava açılmadan usulüne uygun başvuru yapılmadığından ve böylelikle dava şartı yerine getirilmemiş olduğundan açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini; kazaya karışan .. plaka sayılı aracın kaza tarihinde 04/03/2016 başlangıç tarihli ZMSS poliçesi ile müvekkili sigorta şirketi tarafından sigortalı olduğunu ve poliçe teminat limitinin kişi başı 310.000,00 TL. olduğunu; müvekkili sigorta şirketinin araç işleteni veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusuru oranında ve poliçe teminat limitleriyle sınırlı olarak zarardan sorumlu tutulabileceğini; tarafların kusur oranlarının usul ve yönetmeliklere uygun olarak tespit edilmesi gerektiğini; geçici işgöremezlik zararının poliçe teminatı kapsamında olmadığını ve aracın ticari araç olmaması nedeniyle avans faizi talep edilemeyeceğini beyanla öncelikle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesini; aksi halde müvekkili şirketin temerrüde düşmemiş olması göz önüne alınarak dava tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesini; aleyhlerine hüküm kurulmaması halinde yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk Derece Mahkemesinin 04/07/2019 tarihli kararı ile; “1-Davacının maddi tazminat davasının KABULÜ ile, 7.894,56 TL. geçici işgöremezlik tazminatı, 91.878,08 sürekli işgöremezlik tazminatı, 3.348,90 TL. bakıcı gideri ve 3.000,00 TL. faturalandırılamayan zorunlu tedavi giderleri olmak üzere toplam 106.121,54 TL. maddi tazminatın, davalı sigorta şirketi poliçe teminat limiti ile sorumlu olmak kaydıyla, davalı .. Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 22/12/2016 tarihinden, davalı ….. Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 03/01/2017 tarihinden, diğer davalılar yönünden kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,
2-Davacının manevi tazminat davasının KISMEN KABULÜ ile 20.000,00 TL. manevi tazminatın kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin REDDİNE,” şeklinde karar verildiği, istinaf başvurusu üzerinde dosyanın Dairemiz Başkanlığının 10/03/2020 tarihli …/… Esas ../… sayılı kararı ile kaldırma gönderme kararı verildiği anlaşılmıştır.
İlk derece Mahkemesinin 29/12/2020 tarihli kararı ile; “Mahkememizce kaldırma kararı benimsenerek yargılamaya devam olunmuştur. Kaldırma kararında işaret edilen davacının kaza tarihindeki öğrenim durumu dikkate alınarak ilerideki muhtemel gelir durumunun tespiti amacıyla araştırmaya girişilmiş ise de, kaza tarihinde davacının öğrenimini devam ettirmemesi ve davacı vekilinin bu yönde araştırma yapılmasından feragat etmesi gözetilerek davacının yoksun kaldığı kazancın asgari ücret üzerinden hesaplanması gerektiği anlaşılmıştır.
Anayasaya Mahkemesinin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarih 2019/40 Esas 2019/40 karar sayılı kararı ile Karayolları Trafik Kanununun 90 ve 92.maddelerinde geçen “poliçe genel şartları” ifadesi iptal edildiğinden, davacının maluliyet durumu açısından Çalışma Gücü Ve Meslekte Çalışma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine göre düzenlenen Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 20/03/2018 tarihli raporundaki %7,2 maluliyet oranı, aynı rapordaki 6 aylık geçici iş göremezlik süresi, S.Ü. Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığında düzenlenen 02/07/2018 havale tarihli raporda belirtilen 2 ay bakıcı ihtiyacı ve 3.000,00TL karşılanmayan tedavi gideri üzerinden PMF 1931 yaşama tablosuna göre davacının uğradığı zararın yeniden hesaplanması için dosya aktüerya bilirkişisi…’a tevdi edilerek rapor aldırılmıştır.
Bilirkişi tarafından düzenlenip dosyaya sunulan 30/11/2020 tarihli raporun kaldırma kararında belirtilen hususları karşıladığı, gerekçeli ve denetlenebilir olduğu anlaşıldığından hükme esas alınmasının gerektiği kanaatine varılarak 7.864,69 TL geçici iş göremezlik tazminatı, 87.092,89 TL sürekli iş göremezlik tazminatı, 3.294,00 TL bakıcı gideri, 3.000,00 TL tedavi gideri olmak üzere toplam 101.251,58 TL maddi tazminatın davalılardan hükümde belirtildiği gibi tahsiline ilişkin karar vermek gerekmiştir.
Davacının manevi tazminat talebi açısından yapılan değerlendirmede ise, kaldırma kararında belirtilen hususlar, davaya konu kazanın meydana geliş şekli ve kazaya karışanların kusur durumları, davacının çektiği bedensel acının manevi dünyasında ortaya çıkardığı tahribatın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kaza tarihinde paranın satın alma gücü dikkate alınarak manevi tazminattan bir miktar indirime gidilerek talebin kısmen kabulüne dair karar vermek gerekmiştir. ” şeklinde davacının maddi tazminat davasının kısmen kabulü ile, 7.864,69 TL geçici iş göremezlik tazminatı, 87.092,89 TL sürekli iş göremezlik tazminatı, 3.294,00 TL bakıcı gideri, 3.000,00 TL tedavi gideri olmak üzere toplam 101.251,58 TL maddi tazminatın davalı sigorta şirketlerinin sorumluluğu kaza tarihinde geçerli poliçe teminat limitleri ile sınırlı olmak kaydıyla, davalı … Sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 22/12/2016 tarihinden, davalı… Sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 03/01/2017 tarihinden, davalı . … yönünden kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, davacının manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 15.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ….’den alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … Sigorta Şirketi vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; hiç kimsenin kusursuz sorumluluk hallerinin ayrı olmak üzere başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağını, sürücünün kusurundan fazlası ile müvekkili şirketin sorumlu tutulmasının açıkça Anayasaya aykırılık teşkil edeceğini, sigortalı araç sürücüsünün fiilin ve diğer araç sürücüsünün fiilinin ve bundan dolayı oluşan sorumluluklarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, bozma sonrası yeniden yapılan yargılamada alınan bilirkişi hesap raporunda PMF 1931 yaşam tablosunun kullanıldığını ancak 01/06/2015 tarihinde yürürlüğe giren yeni genel şartlar maddelerine uygun olarak TRH 2010 yaşam tablosuna göre hesap yapılması gerektiğini, yeni genel şartlar gereği geçici iş göremezlik tazminatı ve geçici iş göremezlik dönemine ilişkin bakıcı gideri ve tedavi gideri taleplerinin teminat dışı olduğunu, dava konusu olayda taşımanın niteliğinin menfaat karşılığı olmadan yapılan hatır taşımasına dair Yargıtay içtihadı uyarınca değerlendirilmesinin talep ettiklerini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta A.Ş. vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; tazminat hesabında PMF 1931 yaşam tablosunun dikkate alınarak hesaplama yapılmasının hukuka aykırı olduğunu, davacının kaza tarihinde öğrenci olması nedeniyle geçici iş göremezlikten dolayı maddi zararının bulunmadığını, bilirkişi raporunda hesaplanan geçici iş göremezlik zararı ve geçici bakıcı zararının poliçe teminat kapsamında olmadığını, talep edilen tedavi giderlerinin de poliçe teminat kapsamında olmadığını, Yerel Mahkemece verilen kararda 08/06/2017 tarihli adli tıp kurumu raporu ile kusur dağılımının tespit edilmiş iken davalılar yönünden müştereken ve müteselsilen hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
TRH 2010 nun uygulanması gerektiği istinafı yönünden
İlk kaldırma kararımızda
TRH 2010 yaşam tablosu ve % 1,8 teknik faiz dikkate alınarak hesaplama yapılmsa belirtilerek kaldırma konusu yapılmış ise de mahkemece kaldırma kararından sonra AYM ce verilen iptal kararına uygun karar verildiği görülmektedir.
ZİRA
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmüktedir.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir.
Bu halde Aym ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek maluliyet raporlarında 01/06/2015 tarihinden itibaren uygulanan genel şartların bu halde genel şartlarla belirlenen özürlülük ölçütü yönetmeliği ile engelliler yönetmeliğinin uygulanma imkanı kalmadığından;
Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi veya Üniversite Hastanelerinin Adli Tıp Anabilim Dalı bölümleri gibi kuruluşlardan, çalışma gücü kaybı olduğu iddia edilen kişide bulunan şikayetler dikkate alınarak oluşturulacak uzman doktor heyetinden, haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan hükümlere göre, haksız fiil tarihi 11/10/2008 tarihinde önce ise Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11/10/2008 tarihi ile 01/09/2013 tarihleri arasında ise Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01/09/2013 tarihinden sonra ise Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.
Kökleşmiş Yargıtay 17. HD uygulaması ve içtihatlarına göre maluliyet raporlarının düzenlenmesinde haksız fiilin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan yönetmelik ve yasa hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/16240 esas 2019/7273 karar 2016/15369 esas 2019/6853 karar sayılı ilamları.
Keza Düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması gerekmektedir.
Bu halde mahkemece .. hesabının sorumluluğundaki kazanın 11/06/2015 tarihi olmasına göre AYM ce verilen iptal kararı öncesi yürürlükte olan 01/06/2015 tarihli genel şartlara göre özürlülük ölçütü yönetmeliğine göre rapor alması gerekirken ,genel şartların bu hükmü AYM iptal kararı sonrası hükümsüz hale geldiğinden Adli tıp kurumunun Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine göre düzenlendiği raporun AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre geçerli hale geldiği, Her ne kadar somut olayda kaza tarihi 01/09/2013 tarihinden sonra ise ve Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği hükümleri uygulanması gerekmekte ise de;
Adli tıp kurumunca düzenlenen raporlarda da belirtildiği üzere;
11 Ekim 2018 tarih ve 27021 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği özellikle trafik kazalarına bağlı olmak üzere tazminat davalarında mahkemelerce bilhassa istenilen ve bu konu ile ilgili değerlendirmelerde tüm bilirkişi kurumlarca kullanılan bir cetveldir. Bu cetvelde vücuttaki her bir sisteme ait hastalık veya arızalar için puanlar yer almakta olup, bu sayede çalışma gücü ve meslekte kazanma gücü kaybına bağlı bir oran verilebilmektedir.
Malulen emekli olma işlemleri ile ilgili olan 3 Ağustos 2013 tarih ve 28727 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Maluliyet Tespit İşlemleri Yönetmeliği ise yönetmelikteki tanımıyla kişinin “çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybedip kaybetmediğinin” değerlendirilmesi için düzenlenmiştir. Yönetmelik ekindeki listelerde hangi hastalık veya arızaların bu kapsamda sayılabileceği listelenmiş, kapsama girmeyenler için ise herhangi bir oran belirtilmemiştir. Bu bağlamda belli bir tarihteki bir olaya bağlı çalışma gücü ve meslekte kazanma gücü kaybı oranının değerlendirilmesinde Maluliyet Tespit İşlemleri Yönetmeliğinin kullanılması teknik olarak mümkün değildir. Zira 2013 tarihli yönetmelik malulen emeklilik ile ilgili baremleri içermekte olup maluliyet oranının tespitine yönelik belgeleri ve cetvelleri içermemektedir.
Bu nedenle, söz konusu yönetmelik yukarıda açıklandığı gibi maluliyet tespiti için uygun olmadığından “11 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği”ne göre ve usule uygun heyet teşkili suretiyle rapor alınarak sonucuna göre karar vermek gerektiği AYM iptal kararı sonrası dosyaya sunulan ATK raporunun 1 Ekim 2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği”ne ve PMF ye göre düzenlendiği anlaşılmakla somut olayda yeniden rapor alınmasının gerekmediği,bu halde doğru yönetmelik ve PMF ye göre hesap yapıldığı anlaşılmakla itiraz yersizdir.
Davalı Anadolu vekilinin hatır taşıması iddiası yönünden;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 87. Maddesine göre “Yaralanan veya ölen kişi, hatır için karşılıksız taşınmakta ise veya motorlu araç, yaralanan veya ölen kişiye hatır için karşılıksız verilmiş bulunuyorsa, işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu ve motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” esası kabul edilmiştir. Hatır için taşımanın söz konusu olabilmesi için, işletenin taşımak üzere araca aldığı yolcudan karşı edim alabilecekken yolcunun hatırı için veya iyilik yapma düşüncesi ile karşı edimi almayıp yolcuyu bedelsiz taşıması gerekmektedir.
Yani hatır için taşımada, taşımanın karşılıksız olması veya alınan karşılığın önemsiz olması gerekir. Taşıma, işletenin veya sürücünün değil taşınanın yararına olmalıdır. Ancak taşımada işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir çıkarı veya yararının bulunması halinde hatır taşımasından sözedilemeyecektir. Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığından, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 51. maddesinde; hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş, BK.nın 51. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay içtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Hatır taşımasından sözedebilmek için, ölenin veya malul kalan kişinin karşılıksız taşınmış olması ve taşımanın taşınanın yararına olması gerekir. Bu bakımdan hatır taşıma ilişkisinin değerlendirilmesinde, taşımanın kimin çıkar ve yararına olduğunun saptanması önemlidir. Yarar ekonomik olabileceği gibi, ortak toplumsal değerleri de ilgilendirebilir.
Hatır taşımaları bir menfaat karşığı olmadığı cihetle bu gibi taşımalarda tazminattan uygun bir indirim yapılması gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır. Hakim tazminattan mutlaka indirim yapmak zorunda değilse de indirim yaptığı takdirde indirim oranını objektif ölçüler içinde takdir etmek zorundadır. Yapılacak hatır indiriminden de sadece hatır için taşıyan tarafın yararlanması gerekmektedir. Hatır taşıması ile ilgisi bulunmayan diğer araç sürücüsü, maliki ve sigortacısı olan davalılar hatır indiriminden yararlanamaz.
Ne varki somut olayda davalı motorsiklet sürücüsü ile davacı arasında kuzen ilişkisi şeklinde yakın akrabalık bağı bulunduğu anlaşılmış olup bu taşımada hatır taşımasında söz edilmesinin olanaklı bulunmadığı gözetildiğinde indirim yapılmaması yerinde olup itirazlar yersizdir.
Davalı sigorta şirketlerinin tazminattan müteselsilen sorumlu tutulmalarının doğru olmadığı, kusurları oranında sorumlu oldukları, istinafı yönünden;
Mahkemece meydana gelen trafik kazasında davacının yolcu olarak içinde bulunduğu dava dışı motor sürücüsünün %75 oranında, davalı .. sigorta şirketine sigortalı karşı aracın ise %25 oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş mahkemece davalı sigorta şirketlerinin tazminattan müteselsilen sorumlu olduğundan bahisle hüküm kurulmuştur.
Müteselsil sorumluluk, Kanundan doğan müteselsil borçluluğun bir türü olup aynı zararın oluşumunda rolü olan birden fazla kimsenin tazminatın tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu ve zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını veya bir kısmını talep edebileceği sorumluluk türüdür.
Zarar gören, zararın tamamını veya bir kısmını dilediği sorumlu veya sorumlulardan talep edebilir.
Bu husus HGK’nın 24.6.1983 tarih 1981/9-533 Esas 1983/724 Karar sayılı kararı ile “Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK.’nun 61.maddesi ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 163.maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
Ancak, aynı Yasanın 141.maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re’sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü Hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK 26.maddesi buna engeldir” şeklinde kabul edilmiştir.
Birden fazla kimseyi müteselsil sorumlu tutmak isteyen zarar gören, bu kimselere karşı dava açarken bu niyetini göstermesi, dava dilekçesinden müteselsil sorumlu tutmak istediği kişiyi göstermesi gerekir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olup teselsülden yararlanma hakkı zarar görene ait olduğundan zarar gören bu hakkı kullanmadıkça mahkeme onun yararına teselsül kuralını kendiliğinden uygulayamaz
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan davacının kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. (YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E, 2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde;Davacı taraf, dava dilekçesi ve verdiği Islah dilekçelerinde açıkça davalıların kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, davacının yolcu olarak bulunduğu ve karşı araç sürücüsünün de kusurunun bulunması halinde,bu durum davalıların müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada davacının kusurlu olmadığı ve zarar gören kusursuz 3. kişi konumunda olduğu, talebinde kusur oranından da söz etmediğine ve açıkça teselsül hükümlerine dayanıp müteselsilen tahsilini istediğine göre zararın tümünü davalılardan talep etmesi TBK.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) hususları gözetilmek suretiyle, davacı için tazminatın belirlenmesinde herhangi bir kusur indirimi yapılmaması ve tüm tazminattan kusurları gözetilmeden davalıların müteselsilen sorumlu tutulması yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan davalı sigorta vekillerinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Davalı sigorta vekilinin kabul edilen Bakıcı gideri,kaçınılmaz tedavi gideri ve Geçici iş göremezliğin teminat kapsamı dışında olduğuna ve bu nedenle bu alacak kalemlerinin kabul edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkin yapılan istinaf incelemesinde;
2918 sayılı Kanun’un 98.maddesinde değişiklik yapan 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesinde, “Trafik kazaları nedeniyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer resmi ve özel sağlık kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedellerinin kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı”, kanunun geçici 1.maddesi ile de “Bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle sunulan sağlık hizmet bedellerinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı, sözkonusu sağlık hizmet bedelleri için bu Kanunun 59’uncu maddesine göre belirlenen tutarın %20’sinden fazla olmamak üzere belirlenecek tutarın üç yıl süreyle ayrıca aktarılmasıyla anılan dönem için ilgili sigorta şirketleri ve … Hesabının yükümlülüklerinin sona ereceği” öngörülmüştür.
Sigorta şirketinin, işleten ve sürücünün kanundan ve sözleşmeden doğan bu yükümlülüğü, 6111 sayılı Kanun ile getirilen düzenleme ile sona erdirilmiş bulunmaktadır. 2918 sayılı Kanun’un 98. maddesinde belirtilen tedavi giderleri yönünden sorumluluğun dava dışı Sosyal Güvenlik Kurumu’na geçtiğinin kabulü gerekir. Buna karşın belgesiz tedavi giderlerinden sigorta şirketinin, işleten ve sürücünün sorumlulukları devam etmektedir.
Genel olarak sağlık hizmeti giderleri, fatura ile ispat edilmelidir. Ancak bazı giderlerin belge ile ispatlanması zordur. Biz bunlara faturalandırılmayan giderler olarak adlandırıyoruz. Örneğin yol giderleri gibi. Bu gibi giderler için hakimin belgelendirilmediği gerekçesi ile reddedilmesi doğru değildir. Çünkü TBK 50/2 maddesi gereği uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyecektir. Bu nedenle kişinin haksız eylemden zarar gördüğünün ve bedensel zarara uğradığının ispatlaması yeterli olup, ayrıca iyileşme harcamaları için fatura ve makbuz gibi belgeler bulup getirmesi şart değildir. Hiçbir belge sunulmasa bile, hakim, görevlendireceği uzman bilirkişilere tedavi ve tüm iyileşme giderlerini hesaplatmakla ve hüküm altına almakla yükümlüdür. (HGK.26.04.1995, E. 1995/11-122 K.1995/430)
01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren Zorunlu Sigorta Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları A.5 maddesinin “Sağlık Giderleri teminatı” başlıklı (b) maddesinde ” Kaza nedeniyle mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya çıkan bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamındadır. Sağlık giderleri teminatı Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumluluğunda olup ilgili teminat dolayısıyla sigorta şirketinin ve .. Hesabının sorumluluğu 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98.maddesi hükmü gereğince sona ermiştir.” ifadesi ile mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya çıkanı bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamında saymıştır. Bir başka ifade ile mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar,
1-Tedavi süresince ortaya çıkan bakıcı giderleri,
2-Tedaviyle ilgili diğer giderler,
3-Çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler,
Sağlık giderleri kapsamında sayılarak Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumluluğunda olduğu düzenlenmiştir.
Oysa 6111 sayılı kanunun 59.maddesi ile değişik Karayolları Trafik Kanununun 98.maddesinde Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sorumluluğu üniversite hastaneleri ile resmi ve özel sağlık kurumları tarafından trafik kazası sonucu yaralanan kişilerin tıbbi tedavi ile sınırlı sağlık hizmeti giderleri ile sınırlandırılmıştır.
Bu düzenleme gereği ZMSS Genel Şartlar A.5 (b) maddesi ile yaralının tedavisine başlanmasından maluliyet raporu alınıncaya kadarki süre içindeki;
1-Bakıcı giderleri
2-Çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler (geçici iş göremezlik kayıpları)
3-Sağlık hizmeti giderleri kapsamında sayılarak 6111 sayılı torba Kanunun 59.maddesi ile değişik Karayolları Trafik Kanunu’nun 98.maddesi ile sınırları belirlenen sağlık giderleri teminatı kapsamını genişletmiştir.
Bu nedenle bir kanun maddesinin kapsamı idarenin bir düzenlemesi olan genel şartlar ile genişletmesi ve daraltması düşünülemez.
Böyle bir durum varsa kanuna aykırı genel şart maddesi, tebliğ vs uygulanması kanunun ilgili maddesine aykırılık teşkil eder.(Trafik kazalarından doğan cismani zararlar ve tazmini- Konya barosu yayınları. Shf 7-8 ,Yargıtay üyesi:,…)
Yine taraflar arasında düzenlenmiş olan 29/04/2016 ve 04/03/2016 başlangıç tarihli Zorunlu Sigorta Mali/Sorumluluk Sigortası poliçelerinin bir anlamda mütemmim cüzü olan eki niteliğindeki genel şartların, hazırlanma ve bağıtlanmada taraf olmayan Sosyal Güvenlik Kurumu’na İdari bir düzenleme ile kanuni düzenlemesinin aksine bir sorumluluk yüklenmesi de düşünülemez.
ZMMS SÖZLEŞMESİNDEKİ ŞARTLARIN DAVACI AÇISINDAN BAĞLAYICI OLMAMASI VE ANAYASA MAHKEMESİ’NİN 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre 6704 SAYILI KANUNUN 3.MADDESİYLE DEĞİŞTİRİLEN 90. MADDESİNİN BİRİNCİ CÜMLESİNDE YERALAN “VE BU KANUN ÇERÇEVESİNDE HAZIRLANAN GENEL ŞARTLARDA” İBARESİNİN VE İKİNCİ CÜMLESİNDE YERALAN “VE GENEL ŞARTLARDA’ ’İBARESİNİN İPTAL EDİLMİŞ OLMASI SEBEBİYLE UYGULANMAYACAKTIR.
Bu halde davalı sigorta vekillerinin geçici iş görmezlik, kaçınılmaz tedavi gideri ve bakıcı giderlerinin sigorta teminatı kapsamı dışında olduğuna ilişkin istinaf itirazları yerinde değildir.
Davalı anadolu sigorta vekilinin Bakıcı giderlerinin istenemeyeceğine ilişkin istinaf itirazları yönünden;
İDM tarafından maluliyetin belirlenmesi için rapor alınmış olup,sunulan raporda davacının kaza nedeniyle geçici iş göremezlik süresi içinde bakıcıya ihtiyaç olduğu ve bu dönemde 2 aylık bakıcı giderinin geçici iş göremezlik süresinde %100 malul kabul edilerek bakıcı giderine hükmedilmesinde bu süre içerisinde davacının bir başkasının bakımına muhtaç olduğu ve kişiye bu süre zarfında bakıcı gideri oluşmasının açık olmasına ve raporunun dosya kapsamına uygun olunmasına göre
Davalı sigorta vekilinin buna ilişkin istinafı yerinde görülmemiştir.
Davalı … vekilinin davacının öğrenci olması ve bir işte çalışmaması nedeniyle geçici işgörmezlik zararının istenmesinin mümkün olmadığı istinafı;
Davacı olay tarihinde 20 yaşında ünevirsite öğrencsi olup 6 ay geçici işgöremezlik süresi belirlenmiştir. Haksız fiil sorumluluğunda zarar verenin sorumlu tutulabilmesi için fiil, zarar ve uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Zararın ise haksız fiiller yönünden TBK.nın 54. Maddesinde belirtildiği şekilde kazanç kaybı olabileceği gibi çalışma gücünün azalması veya yitirilmesi de bir zarar olarak kabul edilmiştir. İş gücü kaybı sebebiyle uğranacak tek kalem zarar, gelir kaybına ilişkin olan değildir. Dava konusu olayda da davacı her ne kadar 20 yaşında ve gelir getiren bir işte çalışmıyor olsa da geçici iş göremezlik süresi yani %100 malul sayıldığı iyileşme süresi boyunca herhangi bir işte çalışmaması zararının olmadığı şeklinde yorumlanması haksız fiilin zarar ilkesi ile bağdaşmaz. Zarar gören geçici iş göremezlik süresi içinde günlük işlerini yerine getirememesi, öz bakımını sağlayamaması da bir zarardır. Geçici iş göremezlik süresi içinde davacının zararının bulunmadığı ve bu süre için tazminat hesabı yapılmaması zarar veren lehine olup zararın sadece maddi olarak gelir azalması ve kazanç kaybı olduğu sonucunu doğurur. Bu nedenle itirazın yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Bu halde, dosya içeriğine, toplanan delillere, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenle, özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına ve hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere göre, HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak,
Davalı sigorta vekillerinin istinaf başvurularının HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereği ayrı ayrı esas yönünden reddinin gerektiği düşünülmektedir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davalı sigorta vekillerinin istinaf başvurularının HMK’nun 353/1-b-1 maddesi gereği AYRI AYRI ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf eden davalı … Sigortadan alınması gereken 6.916,49 TL karar ve ilam harcından istinaf aşamasında yatırılan 1.729,12 TL nin mahsubu ile bakiye 5.187,37 TL eksik harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf eden… Sigorta’dan alınması gereken 6.916,49 TL karar ve ilam harcından istinaf aşamasında yatırılan 1.986,00 TL nin mahsubu ile bakiye 4.930,49 TL eksik harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
4-İstinaf aşamasında davalı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
5-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, maddi tazminat yönünden kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde Yargıtay’a temyiz yolu açık, manevi tazminat yönünden kabul olunan kısım için davalı açısından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi gereğince; (78.630,00) Türk Lirasını geçmeyen davalara ilişkin kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağından miktar itibari ile KESİN,reddolunan manevi tazminat açısından davacı yönünden TEMYİZİ KABİL olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda oy birliği ile karar verildi.30/03/2021

.
Başkan
.
e-imzalı
.
Üye
.
e-imzalı
.
Üye
.
e-imzalı
.
Katip
..
e-imzalı

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.