Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2021/1062 E. 2021/1155 K. 01.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 01/09/2021

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/03/2021
NUMARASI : …. Esas ….Karar

DAVACILAR :1-
2-
3-
VEKİLİ : Av.
DAVALI : 1-
VEKİLİ :Av.
DAVALI : 2-
VEKİLİ : Av.
DAVALI : 3-
VEKİLİ : Av.
İHBAR OLUNAN :
DAVA : Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 01/09/2021
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 06/09/2021
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece verilen karara ilişkin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacılar vekili sunduğu 13/11/2017 tarihli dava dilekçesinde özetle; 24/07/2017 tarihinde davalı …. idaresindeki ve diğer davalı …. adına kayıtlı olan …. plakalı aracın müvekkillerinin murisi olan …. idaresindeki …. plakalı motosikletle çarpışması sonucu oluşan kazada … ağır bir şekilde yaralandığını, kaldırıldığı hastanede 25/07/2017 günü vefat ettiğini, kazayla ilgili olarak Konya C. Başsavcılığının …. soruşturma sayılı dosyası ile soruşturma başlatıldığını, soruşturma dosyasında alınan kusur raporunda her iki tarafında kusurlu olduğu tespit edilmiş ise de müvekkillerinin murisinin kazada kusurunun olmadığını, karşı tarafı araç sürücüsünün hız sınırını aşarak araç kullandığını, soruşturma neticesinde Konya .. Asliye Ceza Mahkemesinin …. esas sayılı dosyası ile kamu davası açıldığını, müvekkilinin işçi emeklisi olup kazadan önce işçi olarak çalışmakta olduğunu, SGK tarafından kazadan sonra müvekkili olan murisin eşi …. ölüm aylığı bağlandığını ancak müvekkili …. murisin desteğinden yoksun kaldığını, dava açmadan önce davalı sigorta şirketine yapmış oldukları başvurunun sonuçsuz kaldığını, davaya karışan davalıya ait aracın ZMMS olmadığını bu nedenle davalı sigorta şirketin yönünden de müvekkili …. için yargılama aşamasında tespit edilmek üzere şimdilik 100,00TL destekten yoksun kalma maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, murisin ölümünden sonra müvekkillerinin derinden sarsıldığını, telafisi mümkün olmayan zararlara uğradıklarını, müvekkillerinin yaşadığı bu manevi yıkımı bir nebze olsun giderebilmek için …. lehine 35.000,00TL, diğer müvekkilleri …. ve …. lehine 20.000,00’er TL olmak üzere toplam 75.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …. ve …. müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı adına kayıtlı … plakalı araç üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …. vekili vermiş olduğu 15/12/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; müvekkili adına kayıtlı olan dava konusu kazaya karışan … plakalı aracın müvekkili tarafından kaza tarihinden önce satıldığını, müvekkili ile aracın satıldığı son kişi olan …. 10/01/2017 tarihli araç satış sözleşmesi düzenlendiğini, kaza tarihinde aracın kaydı her ne kadar müvekkil üzerinde de olsa aracın gerçek sahibinin …. olduğunu, yapılan sözleşmede her türlü zarar ve sorumluluktan …. sorumlu olacağı hususunda sözleşmeye madde eklendiğini, …. aracı yurtdışında olan babası üzerine alacağından gelinceye kadar bekletmek için aracın kaydını almadığını, aracın bağlandığı ve kurtarılması için …. tarafından nişanlısı olduğunu söylediği …. üzerine 25/07/2017 tarihinde aracın kaydının alındığını, müvekkilinin kazadan haberdar olmadığını bu nedenle yerleşik Yargıtay içtihatları da dikkate alınarak müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını beyanla müvekkili yönünden davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Güvence Hesabı vekili mahkememize vermiş olduğu 08/01/2018 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, yetkili mahkemelerin İstanbul olduğunu, yetkisizlik kararı verilmesini, davacının dava açma şartı olan müvekkili şirkete başvurma şartını da yerine getirmediğini bu nedenle de usulden reddine karar verilmesini, esasa ilişkin beyanlarında 01/06/2015 tarihinden sonra meydana gelen kazalarda Karayolları ZMSS yeni genel şartlarının uygulanması gerektiğini, tazminat hesaplamalarında ilgili yönetmelik ve düzenlemelerin uygulanmasını, kusur durumunun tespiti için ceza davasının sonucunun beklenilmesini, davacı tarafa SGK tarafından bağlanmış gelir olup olmadığının tespit edilmesini, müvekkilinin sorumluluğunun sigorta limitleri ile sınırlı olup borcun ferilerinden sorumluluğunun olmadığını, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.
Davalı …. adına usulüne uygun çıkarılan davetinin tebliğ edildiği, cevap dilekçesi ibraz etmediği anlaşılmış, davalı …. duruşmada alınan beyanında; açılan davayı kabul etmediğini, kaza sırasında aracı kendisinin kullandığını beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk Derece Mahkemesince 25/06/2020 tarihli verilen kararda özetle; “Davacı …. destekten yoksun kalma tazminatı talebi açısından yapılan değerlendirme;
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde: “Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” vurgulanmıştır. Destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.
Bu bakımdan davacı …. kazada vefat edenin ölmeden önceki eşi olması sebebiyle destek tazminatı talep hakkının olduğu anlaşılmıştır.
Dava konusu trafik kazasındaki kusur durumu yönünden yapılan araştırmalarda İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği veya Trafik kürsüsünden oluşturalan heyetten alınan 15/04/2019 tarihli davalı araç sürücüsü …. %25, davacılar murisi motosiklet sürücüsü …. %75 kusurlu olduğu tespitini yapan raporun, kazanın oluş şekline, ceza dosyası mündericatına ve dosyadaki tüm beyan ve delillere uygun düşüp, diğer kusur raporlarını da irdeleyip değerlendirdiğinden hükme esas alınması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Kaza tarihinde müteveffaya çarpan aracın sigortasını yaptırmamış olması nedeniyle Güvence Hesabı Yönetmeliğinin 9/f.1-a maddesindeki “Rizikonun meydana geldiği tarihte geçerli olan teminat tutarları dâhilinde sigortasını yaptırmamış olanların neden olduğu bedensel zararlar” düzenlemesi gereğince davacının talebi yönünden sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır.
Davaya konu trafik kazasında davalı sürücü …. kusurlu olması nedeni ile davacının tazminat taleplerinden TBK’nın 49. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil hükümlerine ve KTK’nun 85. ve devamı maddelerine göre mesul olduğu, yine Trafik Tescil Şube Müdürlüğünün dosya arasına alınan yazısı ekindeki araç tescil bilgilerine göre kaza tarihinde davalı sürücünün kullandığı aracın davalı …. adına kayıtlı olması nedeniyle adı geçen davalının araç maliki sıfatıyla, davacının maddi tazminat taleplerinden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Genel Şartlarına göre sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır.
Davalı …. vekili dava konusu kazaya karışan …. plakalı aracın müvekkili tarafından kaza tarihinden önce satıldığını, müvekkili ile aracın satıldığı son kişi olan Kemal Kaymak’la 10/01/2017 tarihli araç satış sözleşmesi düzenlendiğini, kaza tarihinde aracın kaydı her ne kadar müvekkil üzerinde de olsa aracın gerçek sahibinin …. olduğunu, bu sebeplerle işleten sıfatları bulunmadığından kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini belirtmiştir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20/d maddesinde “Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi Yasa’nın 20/d maddesinde tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin ancak noterler tarafından yapılacağı hükmüne yer verilmiştir. Ancak böyle bir satış ve devir işlemi, araç üzerindeki mülkiyet hakkını devre elverişlidir. Bu devrin yöntemince aracın kayıtlı olduğu tescil müdürlüğüne bildirilmemesi yüzünden aracın tescil kaydında bir değişiklik yapılmaması satışa konu aracın mülkiyetinin geçişini engellemez ise de, anılan yasa maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, satış işlemine dayalı olarak işleten sıfatının ve araç üzerindeki mülkiyet hakkının devredildiğinin kabulü mümkün değildir.
Bu itibarla davacının ve müteveffanın dosyaya yansıyan sosyal ve ekonomik durumlarına uygun olarak düzenlenen aktüerya hesap raporuna göre davacının destek tazminatı talebinin kabulü gerekmiştir.
Ceza dosyasında tanık olarak dinlenen … müteveffa …. başındaki kaskın kaza sırasında parçalandığını beyan ettiği, bununla birlikte kaza tespit tutanağında müteveffada kask ve koruyucu ekipman olmadığına dair bir tespitin de yer almadığı anlaşıldığından davacı lehine hükmedilecek tazminatta hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğine yönelik davalı talepleri yerinde görülmemiştir.
Davacıların manevi tazminat talebi açısından yapılan değerlendirme;
Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. (Konya BAM 3. Hukuk Dairesi 19/06/2020 tarih 2020/380 Esas 2020/503 Karar)
Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkeler, davaya konu somut olayın gerçekleşme şekli, yeri, zamanı, ceza dosyasındaki deliller, müterafik kusur ve davalının eylemindeki hukuka aykırılığın tespitinin sağlayacağı manevi tatmin ile ölen ile davacılar arasındaki yakınlık derecesi itibarıyla manevi dünyalarında ortaya çıkan tahribatın derecesi birlikte değerlendirilerek davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü gerekmiştir. Öte yandan ceza dosyasında tanık olarak dinlenen …. müteveffa …. başındaki kaskın kaza sırasında parçalandığını beyan ettiği, bununla birlikte kaza tespit tutanağında müteveffada kask ve koruyucu ekipman olmadığına dair bir tespitin de yer almadığı anlaşıldığından davacılar lehine hükmedilecek manevi tazminatta da hakkaniyet indirimi yapılmamıştır.” şeklinde 24/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacı …. destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talebinin kabulü ile, 72.936,67 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı Güvence Hesabı yönünden poliçe limiti ile sınırlı olmak ve temerrüt tarihi olan (07/11/2017) tarihinden itibaren işleyecek yasal faizinden sorumlu olmak diğer davalılar yönünden ise kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu olmak kaydıyla tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …. verilmesine, 24/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacıların manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile, davacı …. için 15.000,00 TL, davacı …. için 10.000,00 TL, davacı … için 10.000,00 TL olmak üzere toplam 35.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …. ve …. müştereken ve müteselsilen alınarak yukarıda belirtilen miktarlarda davacılara verilmesine dair hükmün kurulduğu, süresinde istinaf başvurusunda bulunularak dosyanın Dairemiz Başkanlığının … Esasına kaydedildiği ve 24/11/2020 tarih ve …. Karar sayılı ilamı ile Yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
İlk derece mahkemesinin 04/03/2021 tarihli kararı ile; “İstinaf mahkemesi kararı doğrultusunda aktüerya bilirkişisine yeniden hesaplama yaptırılarak davacı …. destekten yoksun kalma tazminatı talebine ilişkin hesap raporu aldırılmış olup, bilirkişi …. tarafından düzenlenen 03/01/2021 tarihli raporun dosya kapsamındaki delillere ve istinaf mahkemesi kararına uygun düştüğü anlaşıldığından rapor mahkememizce de benimsenerek 78.777,52TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …. verilmesine karar vermek gerekmiştir.
Davacıların manevi tazminat talebi açısından yapılan değerlendirmede ise;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56. maddesinde ; “Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” hükmü düzenlenmiştir. Anılan hükme göre, Manevi zarar; mutlak hak olan ve dolayısıyla herkese karşı korunmuş bulunan kişilik haklarının kapsamına giren değerlerden birisinin ihlali ile doğar. Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. (Konya BAM 3. Hukuk Dairesi 19/06/2020 tarih 2020/380 Esas 2020/503 Karar)
Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkeler, davaya konu somut olayın gerçekleşme şekli, yeri, zamanı, ceza dosyasındaki deliller, müterafik kusur ve davalının eylemindeki hukuka aykırılığın tespitinin sağlayacağı manevi tatmin ile ölen ile davacılar arasındaki yakınlık derecesi itibarıyla manevi dünyalarında ortaya çıkan tahribatın derecesi, istinaf mahkemesindeki kararındaki gerekçelerle birlikte değerlendirilerek davacıların manevi tazminat taleplerinin önceki karara göre bir miktar arttırılmak suretiyle kısmen kabulüne ilişkin aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. ” şeklinde 4/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacı …. destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talebinin kabulü ile, 78.777,52 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı Güvence Hesabı yönünden poliçe limiti ile sınırlı olmak ve temerrüt tarihi olan (07/11/2017) tarihinden itibaren işleyecek yasal faizinden sorumlu olmak diğer davalılar yönünden ise kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu olmak kaydıyla tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …. verilmesine, 24/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacıların manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile, davacı …. için 25.000,00 TL, davacı …. için 15.000,00 TL, davacı …. için 15.000,00 TL, olmak üzere toplam 55.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …. ve …. müştereken ve müteselsilen alınarak yukarıda belirtilen miktarlarda davacılara verilmesine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı Güvence Hesabı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel mahkemece verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, SGK tarafından söz konusu kazada vefat eden …. eşine bağlanan peşin sermaye değerli gelirin hesaplanan tazminattan düşülmesi gerektiğini, kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiğini, Güvence Hesabı sigortasız araç sürücüsünün kusuru oranında sorumlu olduğundan kusur raporları arasındaki çelişkinin giderildikten sonra karar verilmesi gerektiğini, hesaplamada müteveffanın anne ve babasının yaşayıp yaşamadığının araştırılmadan pay oranlarının hesaplandığını, kuruma başvuru şartının yerine getirilmediğini, açılan davanın öncelikli olarak başvuru şartlarının yerine getirilmemiş olması nedeniyle reddinin gerekirken hükme bağlanılmasının hatalı olduğunu, yapılan hesaplamanın asgari ücret üzerinden yapılması gerektiğini, hükmedilen faiz başlangıç tarihinin de hatalı olduğunu, müvekkili şirketin dava tarihinden itibaren yasal faizle sorumlu olduğunu, hesaplanan tazminattan müterafik kusur indiriminin de tartışılması gerektiğini, Yerel Mahkemece verilen ilk kararın davacı tarafından istinaf edilmeden taraflarınca istinaf edildiğini, bu nedenle davacı tarafından lehe hüküm doğmuş olmasının kabul edilemeyeceğini, müktesap hak gereği ilk hesap tarihine göre hesaplama yapılması gerektiğini, TRH 2010 yaşam tablosu ve %1,8 teknik faizin dikkate alınmadan yapılan hesaplamanın kabulünün mümkün olmadığını, dava dışı annenin de kuruma başvuru yaptığını, desteklik paylarının hesaplanırken anne ve babanın paylarının da hesaplamaya dahil edilmesi gerektiğini, söz konusu hesaplamanın yapılırken müteveffanın anne ve babasının sağ olması halinde onların paylarının da hesaplamada esas alınması gerektiğini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Davalı …. vekilinin istinaf başvurusu üzerine eksik harç ve gider avansının HMK’nun 344. maddesi gereğince bir haftalık kesin sürede yatırılması için muhtıra düzenlendiği, bu muhtıranın 03/05/2021 tarihinde tebliğ edildiği, bir haftalık kesin süre içerisinde eksik harcın ve gider avansının yatırılmadığı anlaşılmakla istinaf kanun yoluna başvurunun yapılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmakla inceleme Güvence hesabının istinafı açsısından yapılmıştır
Sigorta şirketine davadan önce usulüne uygun başvuru yapılmadığı ve temerrüde düşürülmediği ve faizin başlangıç tarihinin yanlış olduğu istinafı;
2918 sayılı KTK’nın 97.maddesinde, 6704 Sayılı Kanunun 5.maddesi ile yapılan değişiklik neticesinde, 97. maddenin eski metninde, zarar görenin zorunlu mali sorumluluk sigortasında ön görülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi, dava açabilme hakkı mevcut iken 6704 Sayılı Kanunun 5.maddesi ile yapılan değişiklik sonucunda madde hükmü “Zarar görenin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması halinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 Sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir” denilmiştir.
Yukarıda maddede yapılan değişiklikle, zarar gören hak sahipleri ZMMS sigortacısına karşı artık doğrudan dava açamayacaklardır. Öncelikle sigortacıya tazminatın ödenmesi için genel şartlarda belirtilen belgeler ile yazılı olarak başvuracaklar ve yazılı başvurudan itibaren 15 gün içinde kendilerine cevap verilmez ya da verilen cevap hak sahibinin talebini karşılamaz ise, hak sahibi tazminat için dava açabileceği gibi tahkime de başvurabileceklerdir. Bu hali ile trafik kazaları nedeniyle zarara uğrayanlar sigortaya davadan açmadan önce mutlaka sigortacıya yazılı başvuruda bulunmak zorundadırlar. Dava açabilmeleri için yazılı başvurudan itibaren 15 günlük sürenin dolmuş olması gerekmektedir. Bu sebeplerle davadan önce yazılı başvuruda bulunmak ve başvurudan itibaren 15 günlük sürenin geçmesi ZMMS sigortacısına tazminat davası açılmasının ön şartıdır. Bu husus anılan maddenin değişiklik gerekçesinde vurgulanmıştır.
6100 sayılı HMK’nın dava şartlarının düzenlendiği 114.maddesinin 2.fıkrasındaki düzenlemeye göre “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır”.
HMK 115. maddenin 1.fıkrasında ise, “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” denilmiş,
2.fıkrada ise, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.” düzenlemesi mevcut olup
Somut olayda 6407 sayılı Kanunla değişik 2918 sayılı KTK’nın 97. maddesinde zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerektiği, sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması hâlinde, zarar görenin dava açabileceği veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabileceği düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, davalı nezdinde zorunlu mali sorumluluk poliçesiyle sigortalı araç nedeniyle meydana gelen trafik kazasında dava tarihinden önce davalı sigorta şirketine belgeler ile birlikte başvurdukları, sigorta şirketin tazminat talebini değerlendireceğini bildirilerek yasal süre içerisinde talebin karşılanmayarak sonuçsuz bırakıldığının sabit bulunduğu, bilahare eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Davalı sigortanın istediği belgeler maluliyet tazminat talebi için Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları ekinde belirtilen belgelerden ise de dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılmasına dair adı geçen yasanın 97. maddesinde bu belgelere yer verilmediği gibi davacının başvuru dilekçesinde eklenmesi gereken diğer tüm belgeleri ekleyerek başvuru yaptığı,davalı sigortanın cevabi ile dava tarihi arasında geçen süre de gözetildiğinde davalı sigortanın davacıya verdiği cevabın talebi karşılamadığı dolayısıyla davacının dava açmadan önce yasada öngörülen sigortaya başvuru koşulunu yerine getirdiği sonucuna ulaşıldığı,bu halde yasada belirtilen başvuruya ilişkin ön koşulun yerine getirildiği de açıktır. İstinaf itirazları yerinde değildir.
Keza Somut olayda uyuşmazlık, haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız eylem tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir.
Sigorta şirketinin poliçe kapsamında sorumlu olduğu tazminatı 2918 sayılı KTK 99. maddesi gereğince başvuru tarihinden itibaren 8 iş günü içerisinde ödemesi gerekmektedir. Bu süre içinde ödeme yapılmaz ise bu süre sonra erdikten sonra 9.gün sigorta şirketinin temerrüde düştüğü kabul edilir.
Davacı tarafın davadan önce sigorta şirketine bir başvuruda bulunmaması halinde yada başvuru ispatlanmadığı hallerde davalı sigorta şirketinin dava tarihi itibari ile temerrüte düştüğü kabul edilerek bu tarihten itibaren faize hükmolunması gerekmektedir.
Davacının dava açmadan önce davalı sigortacıya başvuruda bulunduğu anlaşılmakla davalı sigortacı için temerrüt faizinin temerrüt tarihinden işletilmesini talep edebilir.itiraz yersizdir
Davalı vekilinin kusura yönelik itirazı hakkında
Dosyada bulunan 14.10.2017 tarihli Bilirkişi Raporunda, sürücü …. KTK’nun 57/1-d ve 52/1-a maddesini ihlali ile kusurlu olduğu, sürücü ….’ da KTK’nun 57/1-d ve 52/1-a maddesini ihlali ile kusurlu olduğu, belirtilmiştir.
Dosyada bulunan 08.01.2018 tarihli Bilirkişi Raporunda, sürücü …. ikinci derecede kusurlu olduğu, sürücü …. ise birinci derecede kusurlu olduğu, belirtilmiştir.
Ankara atk grup başkanlığı raporunda ise ihtimalli olarak
I.HALDE;
—-Sürücü …. %100 (Yüzde yüz) oranında kusurlu,
—-Sürücü …. kusursuz;
II.HALDE;
—-Sürücü …. %15 (Yüzde on beş) oranında kusurlu,
—-Sürücü …%85 (Yüzde seksen beş) oranında kusurlu belirtilmiştir
Konya ..Asliye Ceza Mahkemesinin 27/12/2018 tarih, …. esas ve …. karar sayılı ilamı ile; sanık …. hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak suçundan takdiren 1 yıl 8 ay hapis cezası verildiği, sanık hakkında verilen cezanın HAGB karar verildiği, kararın 11/02/2019 tarihinde kesinleştiği ,cez mahkemesinin tespitine göre olayda davalı sürücünün tali kusurlu olduğunun kabulü ile hüküm verildiği anlaşılmıştır.
Raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesinin …. talimat dosyası aracılığıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği veya Trafik kürsüsünden oluşturalan heyetten alınan 15/04/2019 tarihli kusur raporunda; davalı araç sürücüsü …. %25, davacılar murisi motosiklet sürücüsü …. %75 kusurlu olduğu tespit edilmesi karşısında sözkonusu raporun kusurlar arasındaki çelişkileri giderici mahiyete olup ceza mahkemesindeki kusur tespitleriyle de örtüştüğü anlaşılmakla bu rapora göre karar verilmesinde usule aykırılık olmayıp itirazlar yersizdir.
Davalı vekilinin diğer itirazlarının incelenmesinde Dosya kapsamı ile de sabit olduğu üzere müteveffa emekli olup, SGK’lı olarak çalışmaya devam ettiği, Kazanın ardından davacı Hacer’e SGK tarafından ölüm aylığı bağlanmıştır. SGK tarafınından müzekkereye verilen 05.12.2017 havale tarihli cevapta; “… 3/2039284 tahsis numarası ile ölüm aylığı bağlanmış olup, rücuya tabi herhangi bir ödeme bulunmamaktadır “şeklinde cevap verilmesi karşısında rücuya tabi bir ödemenin olmadığı anlaşılmakla itiraz yersizdir.
Keza kaldırma kararı sonrası alınan nüfus kayıtlarına göre müteveffanın babası vefat etmiş olup, annesi sağdır. Aktüer bilirkişi raporunda ise hesaplama yapılırken sağ kalan eş ve anne dikkate alınarak paylar belirlenmiş ve bu paylar çerçevesinde bir hesaplama yapılmıştır. Bu nedenle de aktüer raporda bu hususta herhangi bir eksiklik söz konusu değildir.Yine Davalı taraf; ilk kararın tarafımızdan istinaf edilmediğinden tazminat hesabı konusunda müktesep hak gereği ilk hesaplama üzerinden karar verilmesi gerektiğini iddia etmiştir. İlk derece mahkemesi tarafından verilen 25.06.2020 tarihli ilk karar davacı tarafça da istinaf edilmiştir. İstinaf itirazlarımızdan birisi de maddi tazminat miktarıdır. Dolayısıyla davalının yersiz istinaf itirazının reddi gerekir.
Müterafik kusur itirazı
Dairemizin önceki kaldırma ilamına konu kaldırma öncesinde ilk derece mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup anılan karara karşı davalı vekili istinaf dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuştur.. HMK’nın 341. maddesinde yer alan “istinaf başvuru dilekçesinde başvuru sebepleri ve gerekçesinin bildirilmesi”, 355. maddesinde yer alan “incelemenin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı ancak, bölge adliye mahkemesinin kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözeteceği” ve 357. maddesinde yer alan “bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmaların dinlenemeyeceği, yeni delillere dayanılamayacağı” ve “ilk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan delillerin bölge adliye mahkemesince incelenebileceği” hükümleri doğrultusunda istinaf başvuru dilekçesinde herhangi bir gerekçe içermeyen soyut ve yasanın amacına uygun olmayan sebepler nazara alınmaksızın gerekçeli olarak ileri sürülen istinaf sebepleri ile kamu düzenine ilişkin hususlar inceleme yapılacağı, davacının istinaf süresi içinde ileri sürmediği istinaf nedenlerinin inceleme konusu yapılamayacağından kaldırma kararı öncesine ilişkin istinaf incelemesi 07/08/2020 tarihli istinaf dilekçesi ile ileri sürülen istinaf nedenlerine göre inceleme yapılmıştır.
Dairemizin önceki kaldırma ilamında davalının sair istinaf taleplerinin reddi ile ilk derece mahkemesinin kararının eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerektiği belirtilerek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
Kaldırma kararı sonrasında usuli kazanılmış hak ilkesi gereğince kaldırma kararı sonrasında verilen mahkeme kararının yeniden istinaf incelemesinde sadece kaldırma kararımız doğrultusunda inceleme yapılması gerekmektedir. Kaldırma kararı öncesindeki ilama karşı davalı tarafından ileri sürülmeyen istinaf nedenlerinin kaldırma kararı sonrasındaki ilam yönünden usuli kazanılmış hak ilkesi gereği incelenme imkanı bulunmamaktadır.
KALDI Kİ
6098 sayılı Borçlar Kanun’un, “Tazminatın belirlenmesi” üst başlıklı 51/1 maddesi ile (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43.maddesi); Hâkimin, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirleyeceği hükme bağlanmıştır.
Zararın meydana gelmesinde veya artmasında zarar görenin de kusurunun bulunması halinde söz konusu olan müterafik kusur 6098 sayılı Borçlar Kanun’un 52.maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 44.maddesi) düzenlenmiştir. Buna göre zarara uğrayan, zarar doğuran eyleme razı olmuş veya kendisinin sebep olduğu hal ve şartlar zararın meydana gelmesine etki yapmış veya tazminat ödevlisinin durumunu diğer bir surette ağırlaştırmış ise, hakim tazminat miktarını hafifletebilir.
Müterafik kusur indiriminde her somut olayın özelliğine göre olayın meydana geliş tarzı ve zararın artmasında zarar görenin kusurlu davranışının sonuca etkisi değerlendirilerek uygun oranda bir indirim yapılmasını gerektirir ve zarar görenin müterafik kusurunun tespiti halinde TBK.nun 52.maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Davalı tarafın müterafik kusur yönünden yaptığı itirazlar bakımından ise; müteveffanın kaskının takılı olmadığına dair dosya kapsamında herhangi bir delil olmayıp, takılı olmadığının ispatı davalı sigorta şirketinin üzerindedir. Davalı tarafça, yargılama aşamasında sunulmuş herhangi bir delil bulunmadığından,aslolan kask ve güvenlik ekipmanı takılması olup ,bu hususun aksinin davalı tarafça da ispatlanamadığından indirim uygulanmaması kararı yerinde olup istinaflar yersizdir
Hesaplamada TRH 2010 un uygulanması,asgari ücret üzerinden hesaplama yapılması gerektiği istinafı
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir.
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GEREKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE Aynı kaza ile ilgili olmak üzere İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak 01/06/2015 tarihli genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması, davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden, işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM verilen iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre inceleme ve araştırma yapılarak aktüerya bilirkişisinden buna uygun rapor alınması ve müteveffanın kaza öncesi balcılar yem adlı işyerinde ücretli işçi olarak çalışması ve bu bordrolara göre hesaplama yapılmasına göre yukarıdaki esaslara uygun rapora göre karar verilmesinde usulsuzlük bulunmamaktadır.
Bu halde, Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenle, özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına ve hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere göre, HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle sınırlı olarak ve resen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak,
Davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereği esas yönünden reddine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığından davalı Güvence Hesabı vekilinin istinaf başvurusunun HMK m.353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf eden davalıdan alınması gereken 5.381,29 TL karar ve ilam harcından istinaf aşamasında yatırılan 1.345,32 TL nin mahsubu ile bakiye 4.035,97 TL eksik harcın davalı Güvence Hesabı’ndan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-İstinaf eden davalı tarafından istinaf aşamasında yapılan masrafların kendisi üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda manevi tazminatlar yönünden KESİN, davacılardan…. maddi tazminat talebi yönünden kararın taraflara tebliğinden itibaren İKİ HAFTA içerisinde TEMYİZ YOLU AÇIK olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 06/09/2021

Başkan Üye Üye Katip

E imza E imza E imza E imza

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.