Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2020/992 E. 2020/1103 K. 24.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM .. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
.. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :
KARAR NO :
KARAR TARİHİ : 24/11/2020

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN :
ÜYE :
ÜYE :
KATİP :

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA .. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 25/06/2020
NUMARASI : Esas Karar

DAVACILAR :

VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
İHBAR OLUNAN :

DAVA : Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 24/11/2020
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 24/11/2020
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen karara ilişkin davacılar vekili ile davalı … Hesabı vekilinin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacılar vekili sunduğu 13/11/2017 tarihli dava dilekçesinde özetle; 24/07/2017 tarihinde davalı … idaresindeki ve diğer davalı … adına kayıtlı olan … plakalı aracın müvekkillerinin murisi olan …’un idaresindeki … plakalı motosikletle çarpışması sonucu oluşan kazada …’un ağır bir şekilde yaralandığını, kaldırıldığı hastanede 25/07/2017 günü vefat ettiğini, kazayla ilgili olarak Konya C. Başsavcılığının … soruşturma sayılı dosyası ile soruşturma başlatıldığını, soruşturma dosyasında alınan kusur raporunda her iki tarafında kusurlu olduğu tespit edilmiş ise de müvekkillerinin murisinin kazada kusurunun olmadığını, karşı tarafı araç sürücüsünün hız sınırını aşarak araç kullandığını, soruşturma neticesinde Konya .. Asliye Ceza Mahkemesinin … esas sayılı dosyası ile kamu davası açıldığını, müvekkilinin işçi emeklisi olup kazadan önce işçi olarak çalışmakta olduğunu, SGK tarafından kazadan sonra müvekkili olan murisin eşi …’a ölüm aylığı bağlandığını ancak müvekkili …’un murisin desteğinden yoksun kaldığını, dava açmadan önce davalı sigorta şirketine yapmış oldukları başvurunun sonuçsuz kaldığını, davaya karışan davalıya ait aracın ZMMS olmadığını bu nedenle davalı sigorta şirketin yönünden de müvekkili … için yargılama aşamasında tespit edilmek üzere şimdilik 100,00TL destekten yoksun kalma maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, murisin ölümünden sonra müvekkillerinin derinden sarsıldığını, telafisi mümkün olmayan zararlara uğradıklarını, müvekkillerinin yaşadığı bu manevi yıkımı bir nebze olsun giderebilmek için … lehine 35.000,00TL, diğer müvekkilleri … ve … lehine 20.000,00’er TL olmak üzere toplam 75.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ve …’dan müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı adına kayıtlı … plakalı araç üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerine bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili vermiş olduğu 15/12/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; müvekkili adına kayıtlı olan dava konusu kazaya karışan … plakalı aracın müvekkili tarafından kaza tarihinden önce satıldığını, müvekkili ile aracın satıldığı son kişi olan …’la 10/01/2017 tarihli araç satış sözleşmesi düzenlendiğini, kaza tarihinde aracın kaydı her ne kadar müvekkil üzerinde de olsa aracın gerçek sahibinin … olduğunu, yapılan sözleşmede her türlü zarar ve sorumluluktan …’ın sorumlu olacağı hususunda sözleşmeye madde eklendiğini, …’ın aracı yurtdışında olan babası üzerine alacağından gelinceye kadar bekletmek için aracın kaydını almadığını, aracın bağlandığı ve kurtarılması için … tarafından nişanlısı olduğunu söylediği …’ın üzerine 25/07/2017 tarihinde aracın kaydının alındığını, müvekkilinin kazadan haberdar olmadığını bu nedenle yerleşik Yargıtay içtihatları da dikkate alınarak müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını beyanla müvekkili yönünden davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Hesabı vekili mahkememize vermiş olduğu 08/01/2018 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, yetkili mahkemelerin İstanbul olduğunu, yetkisizlik kararı verilmesini, davacının dava açma şartı olan müvekkili şirkete başvurma şartını da yerine getirmediğini bu nedenle de usulden reddine karar verilmesini, esasa ilişkin beyanlarında 01/06/2015 tarihinden sonra meydana gelen kazalarda Karayolları ZMSS yeni genel şartlarının uygulanması gerektiğini, tazminat hesaplamalarında ilgili yönetmelik ve düzenlemelerin uygulanmasını, kusur durumunun tespiti için ceza davasının sonucunun beklenilmesini, davacı tarafa SGK tarafından bağlanmış gelir olup olmadığının tespit edilmesini, müvekkilinin sorumluluğunun sigorta limitleri ile sınırlı olup borcun ferilerinden sorumluluğunun olmadığını, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.
Davalı … adına usulüne uygun çıkarılan davetinin tebliğ edildiği, cevap dilekçesi ibraz etmediği anlaşılmış, davalı … duruşmada alınan beyanında; açılan davayı kabul etmediğini, kaza sırasında aracı kendisinin kullandığını beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk Derece Mahkemesince verilen kararda özetle; “Davacı …’un destekten yoksun kalma tazminatı talebi açısından yapılan değerlendirme;
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde: “Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” vurgulanmıştır. Destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.
Bu bakımdan davacı …’in kazada vefat edenin ölmeden önceki eşi olması sebebiyle destek tazminatı talep hakkının olduğu anlaşılmıştır.
Dava konusu trafik kazasındaki kusur durumu yönünden yapılan araştırmalarda … Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği veya Trafik kürsüsünden oluşturalan heyetten alınan 15/04/2019 tarihli davalı araç sürücüsü …’nın %25, davacılar murisi motosiklet sürücüsü …’un %75 kusurlu olduğu tespitini yapan raporun, kazanın oluş şekline, ceza dosyası mündericatına ve dosyadaki tüm beyan ve delillere uygun düşüp, diğer kusur raporlarını da irdeleyip değerlendirdiğinden hükme esas alınması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Kaza tarihinde müteveffaya çarpan aracın sigortasını yaptırmamış olması nedeniyle … Hesabı Yönetmeliğinin 9/f.1-a maddesindeki “Rizikonun meydana geldiği tarihte geçerli olan teminat tutarları dâhilinde sigortasını yaptırmamış olanların neden olduğu bedensel zararlar” düzenlemesi gereğince davacının talebi yönünden sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır.
Davaya konu trafik kazasında davalı sürücü …I’nın kusurlu olması nedeni ile davacının tazminat taleplerinden TBK’nın 49. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil hükümlerine ve KTK’nun 85. ve devamı maddelerine göre mesul olduğu, yine Trafik Tescil Şube Müdürlüğünün dosya arasına alınan yazısı ekindeki araç tescil bilgilerine göre kaza tarihinde davalı sürücünün kullandığı aracın davalı … adına kayıtlı olması nedeniyle adı geçen davalının araç maliki sıfatıyla, davacının maddi tazminat taleplerinden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Genel Şartlarına göre sorumluluğunun bulunduğu anlaşılmıştır.
Davalı … vekili dava konusu kazaya karışan … plakalı aracın müvekkili tarafından kaza tarihinden önce satıldığını, müvekkili ile aracın satıldığı son kişi olan …’la 10/01/2017 tarihli araç satış sözleşmesi düzenlendiğini, kaza tarihinde aracın kaydı her ne kadar müvekkil üzerinde de olsa aracın gerçek sahibinin … olduğunu, bu sebeplerle işleten sıfatları bulunmadığından kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini belirtmiştir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20/d maddesinde “Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi Yasa’nın 20/d maddesinde tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin ancak noterler tarafından yapılacağı hükmüne yer verilmiştir. Ancak böyle bir satış ve devir işlemi, araç üzerindeki mülkiyet hakkını devre elverişlidir. Bu devrin yöntemince aracın kayıtlı olduğu tescil müdürlüğüne bildirilmemesi yüzünden aracın tescil kaydında bir değişiklik yapılmaması satışa konu aracın mülkiyetinin geçişini engellemez ise de, anılan yasa maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, satış işlemine dayalı olarak işleten sıfatının ve araç üzerindeki mülkiyet hakkının devredildiğinin kabulü mümkün değildir.
Bu itibarla davacının ve müteveffanın dosyaya yansıyan sosyal ve ekonomik durumlarına uygun olarak düzenlenen aktüerya hesap raporuna göre davacının destek tazminatı talebinin kabulü gerekmiştir.
Ceza dosyasında tanık olarak dinlenen …’in müteveffa …’un başındaki kaskın kaza sırasında parçalandığını beyan ettiği, bununla birlikte kaza tespit tutanağında müteveffada kask ve koruyucu ekipman olmadığına dair bir tespitin de yer almadığı anlaşıldığından davacı lehine hükmedilecek tazminatta hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğine yönelik davalı talepleri yerinde görülmemiştir.
Davacıların manevi tazminat talebi açısından yapılan değerlendirme;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56. maddesinde ; “Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” hükmü düzenlenmiştir. Anılan hükme göre, Manevi zarar; mutlak hak olan ve dolayısıyla herkese karşı korunmuş bulunan kişilik haklarının kapsamına giren değerlerden birisinin ihlali ile doğar. Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. (Konya BAM 3. Hukuk Dairesi 19/06/2020 tarih 2020/380 Esas 2020/503 Karar)
Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkeler, davaya konu somut olayın gerçekleşme şekli, yeri, zamanı, ceza dosyasındaki deliller, müterafik kusur ve davalının eylemindeki hukuka aykırılığın tespitinin sağlayacağı manevi tatmin ile ölen ile davacılar arasındaki yakınlık derecesi itibarıyla manevi dünyalarında ortaya çıkan tahribatın derecesi birlikte değerlendirilerek davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü gerekmiştir. Öte yandan ceza dosyasında tanık olarak dinlenen …’in müteveffa …’un başındaki kaskın kaza sırasında parçalandığını beyan ettiği, bununla birlikte kaza tespit tutanağında müteveffada kask ve koruyucu ekipman olmadığına dair bir tespitin de yer almadığı anlaşıldığından davacılar lehine hükmedilecek manevi tazminatta da hakkaniyet indirimi yapılmamıştır.” şeklinde 24/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacı …’un destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talebinin kabulü ile, 72.936,67 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … Hesabı yönünden poliçe limiti ile sınırlı olmak ve temerrüt tarihi olan (07/11/2017) tarihinden itibaren işleyecek yasal faizinden sorumlu olmak diğer davalılar yönünden ise kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu olmak kaydıyla tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …’a verilmesine, 24/07/2017 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle davacıların manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile, davacı … için 15.000,00 TL, davacı …. için 10.000,00 TL, davacı … için 10.000,00 TL olmak üzere toplam 35.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ve … müştereken ve müteselsilen alınarak yukarıda belirtilen miktarlarda davacılara verilmesine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … Hesabı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; SGK tarafından söz konusu kazada vefat eden …’un eşine bağlanan peşin sermaye değerli gelirin hesaplanan tazminattan düşülmesi gerektiğini, kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiğini, … Hesabının sigortasız araç sürücüsünün kusuru oranında sorumlu olduğunu, hesaplama yapılmadan müteveffanın anne ve babasının yaşayıp yaşamadığının araştırılmadan pay oranlarının hesaplandığını beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacılar vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporlarındaki kusur dağılımının kabulünün mümkün olmadığını, tüm bilirkişi raporlarında kimin kırmızı ışıkta geçtiğinin tam olarak tespit edilemediğini ve bilimsel verilerden uzak bir şekilde varsayıma dayalı olarak kusur değerlendirmesi yapıldığını, davalının kendisine yeşil ışık yandığının varsayılsa dahi ışıklı kavşağa hızını azaltmadan, kontrolsüz bir şekilde girdiğini, kendisini kavşak içinde durmaya zorlayacak herhangi bir araç trafiği veya başka bir engelin olup olmadığının kontrol etmediğini ve bu nedenle kazaya asli kusurlu olarak sebebiyet verildiğini, davalının bu eylemi nedeniyle %25 kusur atfedilmesinin kabul edilemeyeceğini, aktüer bilirkişi raporunda müteveffanın gelirinin düşük hesaplandığını, Yerel mahkemece hükmedilen manevi tazminatların çok düşük olduğunu, manevi tazminat takdirinde Hakimin belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmesi gerektiğini, Yerel Mahkemece reddedilen kısımlar açısından davalılar lehine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Kamu düzeni yönünden yapılan incelemede;
İDM ce meydana gelen kazanın ve ödemeye esas olan poliçe başlangıç tarihinin 01/06/2015 tarihinden sonra olması nedeniyle 01/06/2015 tarihli genel şartlarda belirtilen usule göre hesaplama yapılıp karar verildiği anlaşılmaktadır
Ne varki AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.”
şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmektedir
Zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin konusu, karayolunda motorlu taşıt işletenin, motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin uğrayabileceği destekten yoksun kalma zararını, bedensel zararı ve/veya eşya zararını tazmin yükümlülüğünü teminat altına almaktır. Başka bir ifadeyle sigorta şirketinin bu sözleşme ile yüklendiği borç, işletenin motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilere zarar vermesi hâlinde doğacak tazminat borcunu sigorta teminat limiti dâhilinde ödeme borcudur. Sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğan sorumluluğunun kapsamı düzenlenmemiş olup bu kapsamın idarenin düzenleyici nitelikte işlemi olan genel şartlar ile belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesinden doğacak borcu, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki kurallar olan genel şartlara göre belirlenecektir. Borcun kapsamının tespiti hususunda temel çerçeve ve ilkelerin kanunda belirlenmediği, idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı anlaşılmaktadır.
Mali sorumluluk sigortası sözleşmesinin içeriğine ilişkin düzenleme öngören itiraz konusu kuralların, sözleşmenin tarafları olarak motorlu taşıt işleten ile sigorta şirketinin yanında motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle zarara uğrama riskine maruz kalan üçüncü kişilerin menfaatleri arasındaki dengenin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Motorlu taşıt işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin zarara uğraması hâlinde işletenin tazminat borcunun kapsamı 6098 sayılı Kanun’un gerçek zararın tazminini öngören kurallarına göre belirlenmektedir. Bu tazminat borcunun ödenmesini teminat altına almak amacıyla zorunlu kılınan mali sorumluluk sigortası uyarınca sigorta şirketinin borcunun kapsamı ise itiraz konusu kurallarda atıf yapılan genel şartlara göre belirlenmektedir. Bu da zarar gören üçüncü kişi ve işleten aleyhine buna karşılık sigorta şirketi lehine menfaat dengesinin bozulmasına yol açabileceği gibi aksi durum da söz konusu olabilecektir. İşleten sorumluluk sigortası yaptırmış olmasına rağmen sigorta şirketi tarafından ödenen tazminat ile gerçek zarara karşılık gelen tazminat arasındaki farktan zarar görene karşı sorumlu olmaya devam edecektir. Zarar görenin sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyen zararı ise ancak işletenin ekonomik durumunun bu zararın karşılanması için yeterli olması hâlinde tazmin edilebilecektir. Şeklinde tezahür eden AYM İPTAL GEREKÇESİNDE VURGULANDIĞI ÜZERE Aynı kaza ile ilgili olmak üzere İŞLETEN VE FİİLİ YAPAN KİŞİYE YÖNELİK AÇILAN DAVA İLE SİGORTANIN DAVALI OLMASI DURUMUNDA UYGULANACAK Yönetmelik ve hesaplama tablolarındaki farklılık sorumlular arasında eşitsizliğe ve idarenin tek taraflı olarak düzenleyici olan işlemlerin sonucunda sorumlu olacak tazminat miktarlarında farklılık oluşturacaktır.
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri,KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir
Bu halde Aym’ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak 01/06/2015 tarihli genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması, davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden, işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM verilen iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre inceleme ve araştırma yapılarak,müteveffanın anne ve babasının sağ olup olmadığı,sağ olmaları halinde onlara da pay ayrılarak hesaplama yapılmasmı gerekeceğinden farklı bir aktüerya bilirkişisinden yukarıdaki esaslara uygun yeni bir rapor tanziminin istenerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Her iki taraf vekilinin kusura yönelik itirazı hakkında
Dosyada bulunan 14.10.2017 tarihli Bilirkişi Raporunda, sürücü …’nın KTK’nun 57/1-d ve 52/1-a maddesini ihlali ile kusurlu olduğu, sürücü …’un da KTK’nun 57/1-d ve 52/1-a maddesini ihlali ile kusurlu olduğu, belirtilmiştir.
Dosyada bulunan 08.01.2018 tarihli Bilirkişi Raporunda, sürücü …’nın ikinci derecede kusurlu olduğu, sürücü …’un ise birinci derecede kusurlu olduğu, belirtilmiştir.
Ankara atk grup başkanlığı raporunda ise ihtimalli olarak
I.HALDE;
—-Sürücü …’nın %100 (Yüzde yüz) oranında kusurlu,
—-Sürücü …’un kusursuz;
II.HALDE;
—-Sürücü …’nın %15 (Yüzde on beş) oranında kusurlu,
—-Sürücü …’ın %85 (Yüzde seksen beş) oranında kusurlu belirtilmiştir
Konya ..Asliye Ceza Mahkemesinin 27/12/2018 tarih, … esas ve … karar sayılı ilamı ile; sanık … hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak suçundan takdiren 1 yıl 8 ay hapis cezası verildiği, sanık hakkında verilen cezanın HAGB karar verildiği, kararın 11/02/2019 tarihinde kesinleştiği ,cez mahkemesinin tespitine göre olayda davalı sürücünün tali kusurlu olduğunun kabulü ile hüküm verildiği anlaşılmıştır.
Raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesinin … talimat dosyası aracılığıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği veya Trafik kürsüsünden oluşturalan heyetten alınan 15/04/2019 tarihli kusur raporunda; davalı araç sürücüsü …’nın %25, davacılar murisi motosiklet sürücüsü …’un %75 kusurlu olduğu tespit edilmesi karşısında sözkonusu raporun kusurlar arasındaki çelişkileri giderici mahiyete olup ceza mahkemesindeki kusur tespitleriyle de örtüştüğü anlaşılmakla bu rapora göre karar verilmesinde usule aykırılık olmayıp itirazlar yersizdir.
Davalı vekilinin diğer itirazlarının incelenmesinde Dosya kapsamı ile de sabit olduğu üzere müteveffa emekli olup, SGK’lı olarak çalışmaya devam ettiği, Kazanın ardından davacı …’e SGK tarafından ölüm aylığı bağlanmıştır. SGK tarafınından müzekkereye verilen 05.12.2017 havale tarihli cevapta; “…’a … tahsis numarası ile ölüm aylığı bağlanmış olup, rücuya tabi herhangi bir ödeme bulunmamaktadır “şeklinde cevap verilmesi karşısında rücuya tabi bir ödemenin olmadığı anlaşılmakla itiraz yersidir
Davacı vekilinin vekalet ücretine yönelik itirazında ise;
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin;
” 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.
(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.
(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.
(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir. ”
Aynı tarifenin 3/2 maddesinde; “Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur.” düzenlemeleri mevcuttur.
Somut olaya gelince; manevi tazminatta herbir davacının davası açısından kısmen kabul, kısmen ret durumunda herbir davacı için davalılardan müteselsilen ayrı ayrı vekalet ücreti taktiri yerinde ise de ,reddolan miktarlar açısından davalılar ayrı ayrı vekille temsil olunsalar bile ret sebebi ortak olduğundan reddolan miktarlar açısından her bir davacıdan alınacak vekalet ücretinin vekille temsil edilen tüm davalılara ödenmesi kararı yerine herbir davalı lehine ayrı ayrı davacıdan tahsil kararı verilmesi isabetsiz olup itiraz yerindedir
Manevi tazminatın düşüklüğü istinafı açısından
Davacılar vekili mahkeme tarafından hükmedilen manevi tazminat miktarlarının düşük olduğunu belirterek daha yüksek oranda manevi tazminata hükmedilmesi iddiasına dayalı olarak istinaf ettikleri anlaşılmaktadır.
Manevi tazminat, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre,Manevi zarar; mutlak hak olan ve dolayısıyla herkese karşı korunmuş bulunan kişilik haklarının kapsamına giren değerlerden birisinin ihlali ile doğar. Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hâkimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Somut olaya gelince,davalının %25 kusur durumu,murisin yaşı tarafların tespit edilen sosyal ve ekonomik durumlarına ve olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatların bir miktar az olduğu, bir miktar daha fazla tazminat taktirinin hakkaniyete uygun olacağı bu halde buna yönelin itirazın yerinde olduğu anlaşılmıştır
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinafa konu ilk derece mahkemesinin dosyası incelendiğinde, yukarıda belirtilen ve esasa etki eden hususlarda delillerin eksik toplandığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararının duruşma yapılmaksızın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı vekili ile davalı … Hesabı vekilinin istinaf başvurusunun açıklanan sebeplerle KABULÜ ile Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, gerekçede belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden yargılama yapılması için HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran taraflarca peşin olarak yatırılan başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde bu taraflara iadesine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuran tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
7-Konya .. İcra Dairesinin … Esas sayılı dosyasına davalı …. Hesabı tarafından yatırılan 130.000,00 TL tutarlı teminatın İİK 36/5 maddesi gereğince talep halinde ilgilisine iadesine,

HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi. 24/11/2020

Başkan Üye Üye Katip

E imza E imza E imza E imza

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.