Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2020/633 E. 2020/972 K. 27.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : …

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
NUMARASI : … Esas … Karar
KARAR TARİHİ : …

DAVACILAR : 1- … – TC: … …
: 2- … – TC : … …
: 3- … – TC : … …
: 4- … – TC : … …
: 5- … – TC : … …
VEKİLİ : Av. … – …
DAVALI : 1- … – TC: … …
VEKİLİ : Av. … – …
DAVALI : 2- … SİGORTA AŞ – …
VEKİLİ : Av. … – … SİGORTA A.Ş …
DAVALI : 3- … – TC: … …
DAVA İHBAR OLUNAN : … SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : …
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : …
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen karara ilişkin davacılar vekili ile davalı … vekilinin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacılar vekili dava dilekçesinde özet olarak; Davalılardan …’un işleteni ve maliki olduğu … plakalı otobüsün diğer davalı …’ın sevk ve idaresindeyken ve şehir istikametinden Yeni İstanbul Caddesi istikametine doğru seyir halinde iken No: …. önüne geldiğinde; 15.10.2016 günü saat 23:15 sularında, karşıdan karşıya geçmekte olan müvekkillerin murisi müteveffa …’e çarpması sonucu ölümüne sebep olduğunu, kazaya karışan aracın davalılardansigorta şirketine … poliçe numarayla zorunlu mali sorumluluk sigorta yaptırıldığını, müvekkilerinin murisin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalacaklarını, maddi ve manevi açıdan yıprandıklarını, maddi zararların tazmini hususunda davalı sigorta şirketine başvuruda bulunulduğunu ancak istenilen bedelin ödenmediğini, müvekkilerinin kaza sonrası keder dolu günler yaşadıklarını, ağır travma geçirdiklerini belirterek; fazlaya dair haklarımız saklı kalmak üzere şimdilik davalıların hepsinden destekten yoksun kalma sebebine dayalı müştereken ve müteselsilen 3.000,00 TL’nin (… için 1.500,00 TL ve … için 1.500,00 TL olmak üzere toplam 3,000,00 TL) 15.10.2016 tarihinden itibaren mevduata uygulanan en yüksek reeskont faiziyle birlikte destekten yoksun kalma tazminatı olarak tahsiline, fazlaya dair haklanınız saklı kalmak üzere şimdilik … (Baba) 30.000,00 TL, … (Anne) 30.000,00 TL, … (Kardeş) 15.000,00 TL, … (Kardeş) 15.000,00 TL, … (Ağabey) 20.000,00 TL olmak üzere toplam 110.000,00 TL’nin davalılar … ve …’dan müştereken ve müteselsilen 15.10.2016 tarihinden itibaren mevduata, uygulanan en yüksek reeskont faiziyle birlikte manevi tazminat olarak tahsiline, … plakalı aracın trafik ruhsat kaydı üzerine karar kesinleşinceye kadar İhtiyati tedbir konulmasına, mahkeme masrafları ile vekâlet ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … SİGORTA A.Ş. Vekili cevap dilekçesinde özet olarak; Kazaya karıştığı belirtilen … plakalı aracın müvekkili şirket nezdinde Motorlu Araçlar Zorunlu Mail Mesuliyet Sigorta Poliçesi ile sigortalı olduğundan bahisle vefat tazminatı talep ettiğini, davanın müvekkili şirketin yargı çevresinde bulunduğu İstanbul Anadolu Mahkemelerinin yetkili olduğunu , bu nedenle davanın yetkisizlikten reddinin gerektiğini, davacının delillerinin taraflarına tebliğini talep ettiklerini, delillerin tebliğinden sonra ayrıntılı cevap haklarının saklı tuttuklarını, davadan önce başvuru yapmak ve gerekli belgeleri ibraz etmenin zorunlu hale geldiğini, ancak davacı tarafından gerekli belge ibraz edilmeden işbu davanın açıldığını, bu nedenle esas hakkında inceleme yapılmasına gerek olmadan, davanın usulden reddi gerektiğini, davanın kabulü anlamına gelmemek kaydıyla davacı tarafın kusuru ve zararının usulen ispat edilmesinin gerektiğini, sigortalının tali kusurlu olup bu hususun nazara alınmasını talep ettiklerini, yeni trafik sigortası genel şartları gereğince hesaplamalarda TRH 2010 Yaşam tablosunun, teknik faizin%1.8 olarak, hesaplamalarda vergilendirilmiş belgelerin kullanılmasının gerektiğini, belge olmaması halinde asgari ücretin nazara alınmasının gerektiği, tazminatın AX,N formülü ile hesaplanmasının gerektiği, tazminat hesaplanırken devre başı ödemeli belirli süreli rant formülünün alınmasının gerektiğini, yeniden evlenme olasılığı olarak Türkiye İstatistik Kurumunun verilerinin nazara alınmasının gerektiğini, davanın kabulü anlamına gelmemekle birlikte müvekkili şirketin faizden dava tarihinden itibaren yasal faizle sorumlu olabileceğini, müvekkilinin sorumluluğunun poliçe limiti ile sınırlı oludğunu, davacıların kaza sebebiyle elde ettiği gelir ve tamzimatların mahsubunun gerektiğini belirterek; davanın yetki yönünden reddine, davanın tümden reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özet olarak; Öncelikle müvekkiline ait … plaka sayılı otobüsle ilgili olarak … Sigorta Kooperatifi arasında “Genişletilmiş Kasko Poliçesi” nin mevcut olduğunu, müvekkilinin ve müvekkilinin arıcını kullanan diğer davalının hiçbir kusuru olmamakla birlikte en geniş anlamda maddi ve manevi zararlar ve diğer poliçe kapsamındaki zararların kasko poliçesi yükümlüsü sigorta şirketinde olduğunu, davanın … Sigorta Kooperatifi’ne ihbar edilmesini talep ettiklerini, … plaka sayılı otobüs ile içinde yolcular olduğu halde Konya’dan Afyon istikametine doğru giderken, Konya Kampüs göbeğini geçtikten kendisine göre sola değil de sağına bakarak yola fırlayan maktüle çarpmamak için aniden frene basılmasına rağmen kazanın oluştuğunu, bu hususun ceza dosyası içinde dinlenen görgü tanıklarının beyanları ile sabit olduğunu, burada diğer davalı otobüs sürücüsünün hiçbir kusurunun olmadığı gibi müvekkilinin de hiçbir kusurunun bulunmadığını, kaza tespit tutanağının kabul edilmesinin mümkün olmadığını, kazanın olduğu yer şehirlerarası yol olup geçiş önceliğinin araçlara ait olduğunu, tüm kusurun davacıların yakını olan çocukta olduğunun yapılacak olan keşif ve bilirkişi kusur raporu ile ortaya çıkacağını, davacıların yakını olan maktül çocuğun öğrenci olup davacı anne ve babası ile kardeşlerine hiçbir şekilde maddi destekte bulunma durumunun bulunmadığını, aksine maktül çocuğun ailesinin maddi desteğine muhtaç olduğunu, dolayısıyla davacıların tüm maddi tazminat taleplerinin reddi gerektiğini, manevi tazminat taleplerinin de hukuki dayanaktan yoksun olduğu gibi çok fahiş miktarlar talep edildiğini, zenginleşme aracı olarak kullanılmaması gerektiğine ilişkin kökleşmiş Yargıtay kararları gereğince de fahiş miktarlarda ki manevi tazminat taleplerinin reddini gerektiğini belirterek; öncelikle kazaya karışan … Plaka sayılı otobüs sebebi ile genişletilmiş kasko poliçesi bulunan … Sigorta Kooperetifine davanın ihbar edilmesine, maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davacılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk Derece Mahkemesince verilen kararda özetle; “Yukarıda izah edilenler, hükme esas alınan ayrıntılı gerekçeli hesap ve kusur raporları uyarınca davacılar … ve …’in maddi tazminat taleplerinin kabulü ile; Davacı … için 30.051,16 TL ve davacı … için 14.594,76 TL destekten yoksun kalma maddi tazminatının davalılar …, … ve … SİGORTA A. Ş. den, davalılar … ve … yönünden olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, davalı sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 27.08.2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılar … ve …’e ödenmesine, davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile; davacı … için 12.500,00 TL, davacı … için 12.500,00 TL, Davacı … için 2.500,00 TL, Davacı … için 2.500,00 TL, Davacı … için 2.500,00 TL olmak üzere toplam 32.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …, … ‘dan alınarak davacılara ödenmesine dair karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklinde Davacılar … ve …’in maddi tazminat taleplerinin kabulü ile; Davacı … için 30.051,16 TL ve davacı … için 14.594,76 TL destekten yoksun kalma maddi tazminatının davalılar …, … ve … SİGORTA A. Ş. den, davalılar … ve … yönünden olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, davalı sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 27.08.2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılar … ve …’e ödenmesine, davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile; davacı … için 12.500,00 TL, davacı … için 12.500,00 TL, Davacı … için 2.500,00 TL, Davacı … için 2.500,00 TL,Davacı … için 2.500,00 TL olmak üzere toplam 32.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar …, … ‘dan alınarak davacılara ödenmesine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacılar vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece verilen kararda müvekkillerinin manevi tazminata ilişkin acılarını bir nebze gidermeyecek, yeterli olmayan oranda düşük bir tazminata hükmedildiğini, destekten yoksun kalma ve manevi tazminat miktarlarının vefat eden genç …’in kalanlarının üzüntülerini tatmin etmeye ve onarmaya yeterli olacak şekilde arttırılması gerektiğini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, davaya konu olayda sürücü …’ın kazada herhangi bir kusurunun bulunmadığını, kazada vefat eden davacıların murisinin olayda tam kusurlu olduğunu, maddi gerçeklere aykırı bilirkişi raporunun esas alınarak ve itirazlarının incelenmeden verilen kararın usul ve yasaya uygunluğunun bulunmadığını, ayrıca hükmedilen manevi tazminat miktarlarının da son derece fahiş olduğunu, müvekkili aleyhine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesinin de usul ve yasaya aykırı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
Kamu düzeni yönünden yapılan incelemede
İDM ce meydana gelen kazanın ve ödemeye esas olan poliçe başlangıç tarihinin 01/06/2015 tarihinden sonra olması nedeniyle 01/06/2015 tarihli genel şartlarda belirtilen usule göre hesaplama yapılıp karar verildiği anlaşılmaktadır
Ne varki AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği anlaşılmakta olup bu iptal kararının somut davada uygulanabilirliğinin tespiti gerekmektedir
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan HMK 33 maddesinde “Hakim Türk hukukunu resen uygulanır.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
T.C. Anayasası’nın 153 üncü maddesinin 6 ncı fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” düzenlemesi mevcut olup, bu düzenlemenin doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildiğinin bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülmeyeceği kabul edilmektedir (Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 E., 2011/3384 K. sayılı kararı).
Bu konudaki Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. …” gerekçesine yer verilmiştir.
Yine, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;“Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.” şeklinde açıklama yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.07.2011 tarihli ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 K. Sayılı kararında da “Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarihli, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup, derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.” denilmiş, aynı yöndeki içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarihli ve 2012/20-12 E., 2012/232 K. sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir. Keza 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. sayılı ve 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararlarında da: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.” yönünde değerlendirme ve açıklama yapılmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi neticesinde verdiği iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanması ile sonuç doğuracağı ve bu durumun da bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğu ve eldeki tüm uyuşmazlıklara uygulanması gerektiği uyulması zorunlu yargısal içtihatlar ile kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada “İptal kararları geriye yürümez” kuralına yer verilmiştir.
Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamındabir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve “İptal kararlan geriye yürümez” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.
Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında;
AYM nin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli ve 2019/40 esas 2019/40 sayılı kararına göre Karayolları Trafik Kanunu’nun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90 ve 92. maddelerinde yer alan, “Trafik Sigortası Genel Şartları” ifadelerini iptal ettiği,iptal kararı içerine göre sigorta şirketlerinin trafik kazalarından doğan tazminat sorumluluğunun öncelikle Karayolları Trafik Kanunu,Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı,dolayısıyla trafik sigortası kapsamındaki tazminatların belirlenmesinde artık ‘Genel Şartlar’ın kural olarak belirleyici olmayacağı, genel Şartlar”ın sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Borçlar Kanunu’na aykırı olmayan hükümlerinin uygulanabileceği, dolayısıyla bu karardan sonra sigorta şirketlerinin tazminat sorumluluğunu azaltan ‘Genel Şartlar’ın birçok hükmünün uygulanamaz hale geldiği görülmüktedir
Bu kapsamda açılan davalarda TBK nın haksız fiile ilişkin hükümleri, KTK kanunu hükümleri ile genel şartların bunlara aykırı olmayan hükümleri ile bu doğrultuda yeni genel şartlarla çeliştiği durumda Yargıtay’ın genel şartların yürürlüğe girmesinden önceki yerleşmiş içtihatları doğrultusunda uygulama yapılması gerekecektir
Bu halde Aym ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun iddia edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmektedir.
Bu halde mahkemece AYM iptal kararı doğrultusunda belirlenen esaslara göre daha önce rapor tanzim eden ve hükme esas alınan aktüerya bilirkişilerinden yukarıdaki esaslara uygun ek rapor tanziminin istenerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
KEZA KABULE GÖRE DE
Davalı tarafın kusur raporuna itirazı hakkında
Konya … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … Esas sayılı dava dosyası UYAP sureti incelendiğinde; dosyanın taraflarının müteveffa …, müştekiler … ve …, sanık … olduğu, kovuşturma konusunun ise 15/10/2016 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda …’in hayatını kaybetmesi nedeniyle sanık hakkında Taksirle Ölüme Neden Olma suçundan kovuşturmanın yapıldığı ,trafik kaza tespit tutanağında müteveffanın asli,davalının tali kusurlu olduğunun belirtildiği,Dava konusu kazaya ilişkin olarak kaza mahallinde keşfin icra edildiği, buna ilişkin olarak Makine Mühendisi Bilirkişi … tarafından düzenlenen kusur raporunda; Yaya …’in %75 oranında, sürücü …’ın ise % 25 oranında kusurlu olduğu şeklinde rapor düzenlendiği,akabinde İTÜ bilirkişi heyetinden aldırılan kusura ilişkin bilirkişi heyetince düzenlenen raporda; yaya …’in %75 oranında, sürücü …’ın ise %25 oranında kusurlu olduğuna dair rapor düzendiği,raporların birbirini teyit ettiği ve örtüştüğü anlaşılmakla itirazlar yersizdir
Davalı vekilinin Destek payları ve süresinin ve hükme esas raporun yanlış düzenlendiği itirazı yönünden;
Aym ce verilen iptal kararı sonrası düzenlenecek aktüerya raporlarına ilişkin olarak da genel şartlar ile getirilen TRH 2010 ve 1,8 teknik faizin ve bu genel şartlarla belirlenen vergilendirilmiş belgeli gelir, olmadığı takdirde asgari ücretin kazanç olarak nazara alınacağı düzenlemesinin uygulanma ihtimali kalmadığı gözetilerek ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 Esas,1990/199 K sayılı kararı ve Yargıtay 17. Hukuk ve 4 Hukuk dairesinin yerleşik içtihatları gereği, Population Masculine Et – Feminine (PMF 1931) Tablosu esas alınarak davacının veya müteveffanın muhtemel yaşam süresinin belirlenmesi; davacının veya müteveffanın muhtemel gelirinin her yıl için % 10 artırılıp % 10 iskonto edilmesi ile belirlenecek peşin değeri esas alınıp işleyecek dönem tazminat hesabı yapılması , davacının veya müteveffanın asgari ücret üstünde kazancı olduğunun edilmesi durumunda kaza tarihindeki gelirine dair delillerini ibrazının sağlanması, varsa; ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından,vergi dairesinden ,işyerinden kaza tarihindeki sürekli ve net kazanç durumunun sorulması, geriye doğru maaş bordrosu ve sosyal güvenlik kayıtlarının getirtilmesi, davacının veya müteveffanın kaza tarihinde fiili olarak çalışmadığının belirlenmesi halinde asgari ücretin gözönüne alınacağının düşünülmesi gerekmekte olup,bu kriterlere göre ek rapor tanzimi gerekmekte olup itiraz bu açıdan yerindedir
Vekalet ücretinin yanlış taktir edildiğine yönelik davalı vekilinin istinafları incelendiğinde ;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.07.2009 tarihli, 2009/21-286 Esas ve 2009/328 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için, aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda, bu bağlantı, karşılığını, dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı, zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında ve zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmekte olup, anılan kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Dava arkadaşlığı; davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunması hali olup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İhtiyari dava arkadaşlığında; birden çok kişi, birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu haller, davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması, ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri, davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olmasıdır. (HMK.57) Sayılan bu üç durum dışında ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu değildir. Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde ise mecburi dava arkadaşlığı vardır (HMK.59).
Yine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin;
” 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.
(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.
(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.
(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir. ” hükmünü taşımaktadır.
Somut olayda, davacılar ve davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı olduğu anlaşılmaktadır. Davacılar tarafından davalılardan maddi ve manevi tazminat talep edildiğine ve davacılar ile davalılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığına göre kabul edilen miktarlar yönünden herbir davacı için ayrı ayrı, reddedilen kısım üzerinden,de kendisini vekille temsil ettiren davalılar lehine ayrı ayrı vekalet ücreti taktir edilmesinde bir yanlışlık olmamasına göre davalı vekilinin buna yönelik istnaf itirazları yerinde değildir
Manevi tazminat miktarının azlığı veya çokluğuna yönelik istinaf itirazında;
Davacılar vekili mahkeme tarafından hükmedilen manevi tazminat miktarlarının düşük olduğunu belirterek daha yüksek oranda manevi tazminata hükmedilmesini, davalı vekili ise davacılar lehine hükmedilen manevi tazminatların hakkaniyete aykırı olduğunu ve yüksek oranda belirlendiği iddiasına dayalı olarak istinaf ettikleri anlaşılmaktadır.
Manevi tazminat, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre,Manevi zarar; mutlak hak olan ve dolayısıyla herkese karşı korunmuş bulunan kişilik haklarının kapsamına giren değerlerden birisinin ihlali ile doğar. Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namı ile bir miktar para ödenmesini talep edebilir. Şahsi menfaatleri ihlal edilen kimseye ihlalin ve kusurun özel ağırlığının haklı kılması halinde hakimin manevi tazminat olarak verilmesine hükmedeceği para miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nisfetle hüküm vereceği Medeni Kanun’un 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı ise aslında ne tazminat, ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine olarak zarara uğrayanda bir huzur duygusunu doğurmaktır. Aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hâkimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Somut olaya gelince, yaya olan müteveffaya davalıların sürücüsü ve işleteni olduğu aracın çarpması neticesi, davacıların oğlunun ölümü ile sonuçlanan kazada, kazanın meydana gelmesinde müteveffanın % 75, davalı araç sürücüsünün % 25 oranında kusurlu olduğu,müteveffanın 15 yaşında olduğu anlaşılmıştır.
Yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri, davacının tespit edilen sosyal ve ekonomik durumuna, olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatın bir miktar az olduğu, bir miktar daha fazla manevi tazminat taktirinin dosya kapsamına uygun olacağı, davacının itirazının yerinde, davalının ise yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinafa konu ilk derece mahkemesinin dosyası incelendiğinde, ilk derece mahkemesi kararının duruşma yapılmaksızın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar vekili ile davalı … vekilinin istinaf başvurusunun açıklanan sebeplerle KABULÜ ile Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, gerekçede belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden yargılama yapılması için HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran taraflarca peşin olarak yatırılan başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde taraflara ayrı ayrı iadesine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuran tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi. …

… … … …
Başkan Üye Üye Katip
… … … …
E imza E imza E imza E imza

Bu evrak 5070 sayılı Yasa kapsamında elektronik imza ile imzalanmıştır.