Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2020/482 E. 2020/544 K. 02.07.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No: … – …
T.C.
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : …
KARAR NO : …
KARAR TARİHİ : …

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : …
NUMARASI : … ESAS … KARAR
DAVACILAR : 1-… – (T.C. Kimlik No: …)
2-… – (T.C. Kimlik No: …)
3-… – (T.C. Kimlik No: …)
4-… – (T.C. Kimlik No: …)
5- … – (T.C. Kimlik No: …)
VEKİLLERİ : Av. … – Av. …
ÖNCEKİ DAVALI : … SİGORTA A.Ş.
VEKİLLERİ : Av. … – Av. …
DAVALILAR : 1-… SİGORTA ŞİRKETİ
VEKİLİ : Av. …
2-… – (T.C. Kimlik No: …)
3-… LTD. ŞTİ.
VEKİLLERİ : Av. …
İHBAR OLUNAN : … BELEDİYESİ
VEKİLİ : Av. …

BİRLEŞEN KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’NİN
… E. … K. SAYILI DOSYASINDA :
DAVACILAR : 1-… – (T.C. Kimlik No: …)
2-… – (T.C. Kimlik No: …)
3- … – (T.C. Kimlik No: …)
4-… – (T.C. Kimlik No: …)
5- … – (T.C. Kimlik No: …)
VEKİLLERİ : Av. … – Av. …
DAVALILAR : 1-… SİGORTA ŞİRKETİ
VEKİLİ : Av. …
2-… – (T.C. Kimlik No: …)
3-…. LTD. ŞTİ.
VEKİLLERİ : Av. …
4-… BELEDİYESİ
VEKİLİ : Av. …

DAVA : Maddi ve Manevi Tazminat
İSTİNAF KARAR TARİHİ : …
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : …
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen karara ilişkin davacılar vekili, davalı … Ltd Şti. ve … vekili ile davalı Konya … Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf talepleri üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacılar vekili ana dava yönünden dava dilekçesinde özetle; davacılardan …’ün kullandığı … plakalı motosiklet ile davalılardan …’un sevk ve idaresindeki ve davalılardan … Ltd. Şti.’ye ait olup, ZMMS poliçesi de (önceki) davalılardan … Sigorta A.Ş. tarafından tanzim edilen … plakalı aracın, 17/10/2014 tarihinde kaza yapması sonucu davacılardan …’ün yaralanarak sürekli iş gücü kaybı zararı ile SGK tarafından karşılanmayan tedavi ve bakıcı gideri zararına uğradığını, kusurun davalı tarafta olduğunu, davacılardan … ile …’ün yaralanması nedeniyle ayrıca anne ve babası olan … ve … ile kardeşleri olan … ve …’ün dava konusu kaza nedeniyle büyük bir acı ve üzüntü de yaşadıklarını beyan ederek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davacılardan …’ün sürekli iş göremezlik zararından dolayı 15.000 TL, SGK tarafından karşılanmayan tedavi gideri ile bakıcı giderinden dolayı 10.000 TL. olmak üzere toplam 25.000 TL. maddi tazminatın, davalılar … Sigorta A.Ş, … ve … Ltd. Şti.’den müştereken ve müteselsilen alınarak davacılardan …’e verilmesine, ayrıca davacılardan … için 70.000 TL., … ve … için 20.000’er TL. ve … ve … için 10.000’er TL. olmak üzere toplam 130.000 TL. manevi tazminatın da davalılardan … ve … Ltd. Şti.’den müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davacılar vekili, birleşen dava yönünden dava dilekçesinde özetle; aynı kaza nedeniyle ve aynı sebeplere dayalı olarak davalılar …, … Ltd. Şti., … Sigorta Şirketi ve … Belediyesi aleyhine dava açarak, ilk davadaki taleplerinin dışında ve … Sigorta Şirketi’nin ilk davada yaptığı ödemelerin mahsubundan sonra kalan zararlarından dolayı, davacı …’ün sürekli iş göremezlik zararına ilişkin olarak 296.887,84 TL.’nin (davalılardan … ve … Ltd. Şti.’nin sorumluluğunun 84.183,50 TL. ile davalılardan … Sigorta Şirketi’nin sorumluluğunun 100 TL. ile sınırlı olması kaydıyla), bakıcı gideri zararından dolayı 530.120,27 TL.’nin (davalılardan … ve … Ltd. Şti.’nin sorumluluğunun 524.314,18 TL. ile sınırlı olması ama, … Sigorta Şirketi’nin bakıcı giderinden sorumluluğunun olmaması kaydıyla) ve 7.000 TL. SGK tarafından karşılanmayan tedavi giderinin (davalılardan … ve … Ltd. Şti. ile … Sigorta Şirketi’nin tedavi giderinden sorumluluğunun olmaması kaydıyla) toplam 834.008,11 TL. maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … Belediyesi, … Sigorta Şirketi, … ve … Ltd. Şti.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, ayrıca davacılardan … için 70.000 TL., … ve … için 20.000’er TL. ve … ve … için 10.000’er TL. olmak üzere toplam 130.000 TL. manevi tazminatın da davalılardan … Belediyesi’nden alınarak davacılara verilmesine karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Ana dava yönünden davalılar …. Ltd. Şti. ve … vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle; açılan davaya konu kazanın oluşumunda müvekkili …’nın herhangi bir kusurunun bulunmadığını, müvekkilinin kazanın olduğu kavşağa geldiğinde solundan gelen olup olmadığını kontrol ettiğini, davacının kavşağa uzak geride olduğunu gördüğünü ve kavşağa girip geçtiği sırada davacının müvekkilinin aracına çarptığını, davacının motoruna ait 13 metre fren ve kazıntı izinin davacının ne kadar hızlı seyrettiğini ve hızını azaltmadan kavşağa girdiğinin en büyük delili olduğunu, olay yerinde tutulan kaza tutanağındaki niteleme ve kusur durumunu kabul etmelerinin mümkün olmadığını, davacının geldiği yolun bölünmüş bir yol olmadığını, bu nedenle de kavşakta geçiş üstünlüğünün sağdan gelen müvekkilinin olduğunu, müvekkilinin aracına çarpanın davacı olduğunu, ayrıca davacı sürücünün ehliyetinin de olmadığını, davacıların kazadan dolayı müvekkillerinden maddi ve özellikle manevi tazminat talep etmesinin iyi niyetli olarak kabul edilemeyeceğini, talep edilen manevi tazminat miktarlarının çok fahiş olduğunu ve zenginleşmeye yol açacak mahiyette olduğunu, bu nedenlerle davayı kabul etmediklerini beyan ederek davanın reddi ile yargılama giderlerinin davacılara yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Ana dava yönünden davalı … Sigorta Şirketi vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle; dava konusu araca ait plaka bilgilerinin davacı tarafta mevcut olduğunu ve bu nedenle huzurdaki davanın … Sigorta A.Ş. yönünden reddedilmesi ile davacı tarafın yeniden harç yatırarak müvekkili şirket adına yeni bir dava açması gerektiğini, müvekkili şirket adına harç yatırılarak açılan bir dava bulunmadığından husumet itirazlarının kabulünün gerektiğini, müvekkili şirketin sorumluluğunun trafik poliçesindeki limitler ve sigortalı araca atfedilebilecek kusur ile sınırlı olduğunu, yapılacak yargılamada araçların kusur durumlarının tespitinin gerektiğini ve sigortalı araç işletenin sorumluluğu nispetinde zarardan sorumlu tutulabileceklerini, ayrıca davacının müterafik kusurunun da dikkate alınması gerektiğini, kaza ile illiyet bağı bulunan maluliyet durumu ve kusur tespiti yönünden rapor alınması gerektiğini, müvekkili şirketin tedavi giderine yönelik bir teminatının bulunmadığını, bu giderlerin SGK tarafından temin edilmesi gerektiğini beyan ederek davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Ana dava yönünden ihbar olunan … Belediye Başkanlığı vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle; bütçesi vatandaşların vergileriyle dolayısıyla kamu kaynağı ile oluşan belediyelerin söz konusu kararlar nedeniyle sorumluluklarının üzerinde ödemeler yapmasının kamu zararı oluşturduğunu ve vatandaşın hizmetine sunulacak kaynakların tazminat davalarına aktarıldığını, ayrıca davacının açtığı davanın zaman aşımına uğradığını, haksız fiilden kaynaklı tazminat davalarında zaman aşımı süresinin iki yıl olduğunu, müvekkili kurumun bu davanın tarafı olamayacağını, esasa ilişkin olarak ise; taraflarının yokluğunda alınan kusur raporunu kabul etmediklerini, alınan raporlar arasında bariz çelişkinin mevcut olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, alınan hesap raporunda da yapılan hesaplamanın yanlış olduğunu beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen dava yönünden davalı …. Ltd. Şti. ve … vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle; açılan davayı kabul etmediklerini, davacının kusur oranına ilişkin iddialarının gerçeğe uygun olmadığını, davacı vekilince 30/11/2015 tarihli ıslah dilekçesinde ve diğer aşamalarda davalı … Sigorta A.Ş.’den ödeme aldıklarından dolayı bu davalı yönünden davalarından feragat ettiklerini beyan ettiğini, müteselsil sorumlulardan biri hakkındaki davadan feragat edilmesinin diğer müteselsil sorumlu yönünden de teselsül feragat niteliği taşıdığını bu nedenle davacının davalı müvekkillerinden maddi tazminat talep etme hakkının bulunmadığını, ayrıca alınan mevcut raporların hukuka aykırı olduğunu ve eksik inceleme ve tespitler içerdiğini, raporlarda tespit edilen maluliyet oranları ile tespit giderleri ve bakım ihtiyaç sürelerini kabul etmediklerini beyan ederek davanın reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen dava yönünden davalı … Belediye Başkanlığı vekili sunduğu cevap dilekçesinde özetle; hukuki dayanaktan yoksun ve mesnetsiz davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin … tarihli gerekçeli kararı ile;
Davacıların asıl (… E. sayılı) davaları yönünden davanın kabulü ile; Davacılardan …’ün sürekli işgöremezlik zararından dolayı 212.704,34 TL. ve SGK tarafından karşılanmayan tedavi gideri ile bakıcı giderinden dolayı 12.806,09 TL. olmak üzere toplam 225.510,43 TL. maddi tazminatın, kaza tarihi olan 17/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ile …. Ltd. Şti.’den müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …’e verilmesine, Davacılardan … için 70.000 TL., … için 20.000 TL., … için 20.000 TL., … için 10.000 TL., … için 10.000 TL. olmak üzere toplam 130.000 TL. manevi tazminatın, kaza tarihi olan 17/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar … ile …. Ltd. Şti.’den müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,
Davacılardan …’ün … Sigorta Şirketi’ne karşı açmış olduğu sürekli iş göremezlik zararından dolayı 15.000 TL., SGK tarafından karşılanmayan tedavi gideri ile bakıcı giderinden dolayı 10.000 TL. olmak üzere toplam 25.000 TL. maddi tazminat yönünden, dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına, Davacıların birleşen (Konya … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … E. sayılı) davası yönünden ; Davacılardan …’ün davalılardan … Belediyesi’ne karşı açmış olduğu 834.008,11 TL. maddi tazminat davası ile bütün davacıların … Belediyesi’ne karşı açmış olduğu 130.000 TL.’lik manevi tazminat davasının pasif husumet dava şartı yokluğu sebebiyle usülden reddine, Davacılardan …’ün davalılardan … ile …. Ltd. Şti.’ye karşı açmış olduğu sürekli iş göremezlik zararından dolayı 84.183,50 TL. ve bakıcı gideri olarak 524.314,18 TL. olmak üzere toplam 608.497,68 TL.’lik maddi tazminat davasının bu davalılar lehine oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle reddine, davacılardan …’ün … Sigorta Şirketi’ne karşı açmış olduğu 100 TL.’lik SGK tarafından karşılanmayan tedavi gideri ile bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat davasının bu davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle reddine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davacılar vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; davaya konu trafik kazası sonrası trafik polisi tarafından düzenlenen kaza tespit tutanağında sigorta şirketinin … Sigorta A.Ş. Olarak belirtildiğini ancak yargılama sırasında sigorta şirketinin … Sigorta Şirketi olduğunun tespit edildiğini ve bu maddi hatanın düzeltilerek davanın bu sigorta şirketine yönlendirilmesi ile davaya dahil edildiğini ancak Yerel Mahkemece verilen kararda … Sigorta A.Ş. Vekilleri için de 2.725,00 TL nispi vekalet ücretine hükmedildiğini, resmi belge niteliğindeki tutanağın polis tarafından düzenlendiğini ve dava açılmasına sebebiyet verenin trafik ekipleri olduğunu bu nedenle aleyhlerine vekalet ücretine hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, birleşen dava yönünden; davalı belediyeye karşı açtıkları maddi ve manevi tazminat davasının pasif husumet dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığını, dosyada alınan son bilirkişi raporunun hükme esas teşkil etmemesi gerektiğini, Yerel Mahkemece usul ekonomisine ve hukuka aykırı olarak yargılamayı uzatacak biçimde rapor aldırıldığını, Yerel Mahkemece alınan rapor ile dava konusu olaya ilişkin ceza mahkemesi dosyasından alınan raporların değerlendirilmesinde raporlar arasında çelişki olduğu kararına varıldığını ve bu çelişkinin giderilmesi için trafik fen heyetinden rapor aldırıldığını ve davada 4 adet kusur raporu değerlendirildiğini ve en son alınan raporda çelişkilerin giderilmesi için Yerel Mahkemece istenilen Trafik Fen Heyeti tarafından tanzim edilen kusur raporu alındığını, rapora karşı itirazlarının da reddine karar verildiğini, dosya içerisindeki dört rapordan ikisinde davalı belediyenin kusurlu bulunduğunu, Yerel Mahkemece sadece bu dava dosyasındaki raporların dikkate alınarak hareket edildiğini ve dosyada iki adet rapor mevcutken raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi nedeniyle yeniden rapor aldırılmasına karar verildiğini bunun üzerine dosyaya eklenen 06/05/2019 tarihli bilirkişi raporunda davalı … Belediyesi’nin kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığını ve bu raporun hükme esas alınarak dosyanın karara bağlanıldığını, bu rapora karşı da itirazlarda bulunduklarını ancak Yerel Mahkemece itirazların değerlendirmeye alınmadığını, somut olayda uyuşmazlığın çözümünün özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğini ve bilirkişinin görüşünün alınmasının gerektiğinin açık olduğunu, davalılardan … ve …. Ltd. Şti.ne karşı sürekli iş göremezlik davasının davalılar lehine oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle reddine karar verilmesinin hukuka uygun olmadığını ve kararın kaldırılması gerektiğini, ilk alınan maluliyet raporunun bu dosyada karar verilebilmesi için yeterli ve hukuka uygun bir rapor olmadığını, Yerel Mahkemece taraflarınca … Sigorta Şirketine karşı açtıkları SGK tarafından karşılanmayan tedavi gideri ile bakıcı giderine ilişkin maddi tazminat davasının davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle reddine karar verildiğini ancak bu taleplerinin sigorta şirketi ile yapılan ibra sözleşmesinin kapsamının dışında kaldığına dair beyanlarının da dikkate alınmadığını ve hukuka aykırı bir karar verildiğini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …. Ltd. Şti. ve … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece alınan 05/01/2016 tarihli maluliyet raporunda 29/11/2016 tarihli hesap raporunda ve 13/03/2017 tarihli kusur raporunda davalı müvekkilleri lehine doğan usuli hakların dikkate alınarak hüküm kurulması gerektiğini, davacı vekilince 30/11/2015 tarihli ıslah dilekçelerinde ve diğer aşamalarda davalı … Sigorta A.Ş.’den ödeme aldıklarından davalı … Sigorta A.Ş. Yönünden davalarından feragat ettiklerini beyan ettiklerini, bu nedenle davacının davalı müvekkillerinden de maddi tazminat talep etme hakkının bulunmadığını, ayrıca tedavi giderleri ve bakıcı giderleri açısından da 12.806,09’den müvekkillerinin sorumlu tutulduğunu, diğer müteselsil davalı sigorta şirketi açısından da davanın reddedildiğini, davacının bu feragatinin müteselsil sorumlu davalı müvekkillerine de sirayet edeceğini, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, Yerel Mahkemece verilen kararda davacıların müvekkillerine karşı açtıkları sürekli iş göremezlik zararından dolayı 84.183,50 TL, bakıcı gideri olarak 524.314,18 TL olmak üzere toplam 608.497,68 TL’lik maddi tazminat davasının davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hak nedeniyle reddine karar verildiğini ancak bu reddedilen kısım nedeniyle taraflarına nisbi vekalet ücreti hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedildiğini, manevi tazminata ilişkin olarak ise; müvekkili …’un asgari ücretle çalıştığını ve müvekkilleri adına menkul ve gayrimenkul mal varlığının da bulunmadığını, kazanın oluş şekli, müvekkillerinin ekonomik durumları ve kusur oranlarının birlikte değerlendirilmesinde hükmedilen 130.000,00 TL manevi tazminatın bozulması gerektiğini ve hakkaniyete uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Konya … Belediye Başkanlığı vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; Yerel Mahkemece tarafından davanın reddine karar verilmesine rağmen müvekkili belediye lehine maktu 2.725,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, davacılar tarafından müvekkili belediyeye karşı açılan tazminat davasında davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğunu, müvekkili belediye lehine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, müvekkili kurum lehine maktu tek vekalet ücretine hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Birleşen dosyadaki davalı belediyenin ve davacılar vekilinin istinafı açısından
Birleşen dosyada Davaya konu olayda, yolun bakım ve gözetim yükümlülüğünün gereği gibi yerine getirilmemiş olması, nedeniyle kazanın meydana geldiği iddiası ile davalı Belediyeye husumet yöneltilmiştir.
Mahkemece husumetten ret kararı verilmiş,karar davacılar vekilince ve davalı belediyece istinaf edilmiştir
Yargı yolu kavramı, bir hukuk sisteminde, herhangi bir davanın o hukuk sistemine dâhil yargı haklarından hangisinde bakılacağını ifade eder. Uyuşmazlığın hangi yargı kolunda bakılacağı hususu, davanın genel şartlarından olup mahkemece resen dikkate alınması gerekir.
Bir kamu hizmeti görmekle yükümlü davalı idareye 2918 sayılı KTK’nun 7/a maddesinde; karayollarında mal ve can güvenliği yönünden gerekli işaretlemeleri yaparak önlemleri almak ve aldırma görevleri verilmiş bulunmaktadır. Bu görevin 2918 sayılı yasada verilmiş olması bunun ihlali nedeniyle oluşacak zarardan dolayı idarenin Özel Hukuk hükümlerine tabi olacağı sonucunu doğurmaz. Hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar yönünden idare aleyhine tam yargı davasının idari yargı yerinde açılması gereklidir. Esasen 2918 Sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin 85. v.d. maddelerinde araç işletenin sorumluluğu bu yasa kapsamı dışında tutulmuştur.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrası “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünü, son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” düzenlemesini içermektedir.
İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu; diğeri ise, idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür. İdarenin kişilere verdiği zararları tazmin yükümlülüğü, idarenin “hizmet kusuruna (kusurlu sorumluluk)” ve “kusursuz sorumluluğuna” dayanmaktadır.
İdarenin kusura dayanan sorumluluğu, uygulamada “hizmet kusuru” kavramı ile anlatılmaktadır. Hizmet kusurunun tam ve kapsamlı bir tanımını yapmak zor olmakla birlikte genel olarak doktrinde hizmet kusuru; idarenin ifa ile mükellef olduğu herhangi bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya teşkilatında, bünyesinde, personelinde yahut işleyişinde bir takım aksaklık, hukuka aykırılık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik, sakatlık veya ihmalin ortaya çıkması, şeklinde tanımlanmaktadır (Sarıca Ragıp, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, “Hizmet Kusuru ve Karakterleri”, Y. 1949, C. 15, S. 4, s. 858; Atay Ender Etem, İdare Hukuku, Ankara 2006, s. 571; Yıldırım Turan, İdari Yargı, İstanbul 2008, s. 253).
Hizmet kusurunun üç durumda varlığı hem yargı içtihatları hem de öğreti tarafından kabul edilmiştir. Bu üç durum; hizmetin hiç işlememesi, hizmetin geç işlemesi ve hizmetin kötü işlemesidir.
Buna göre idare kural olarak yürüttüğü kamu hizmeti ile nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının “b” bendi gereğince “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar” idari yargı yerinde tam yargı davası açabilecektir. Yine İYUK 15/I-a maddesinde ise, adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği de hükme bağlanmıştır.
Hizmet kusuruna ilişkin bu açıklamalardan sonra somut uyuşmazlığın temelini oluşturan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) 110. maddesindeki düzenlemeye değinmekte yarar bulunmaktadır.
2918 sayılı KTK’nın 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinin 1.fıkrası “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır” hükmünü içermektedir.
Özellikle maddede metninde geçen “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları” ibaresinin farklı yorumlanmasının yargı yoluna ilişkin ihtilafı doğurduğu görülmektedir.
Buradan hareketle 2918 sayılı KTK’da sorumluluğa ilişkin düzenlemelerin hangi hallerde, kime/kimlere yönelik olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
2918 sayılı KTK’da hukuki sorumluluğa ilişkin düzenlemeler “Hukuki Sorumluluk ve Sigorta” başlıklı 8. kısımda 85 ve devamı maddelerinde yer almaktadır. 85. maddenin 1. fıkrası “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” şeklindedir.
Bunun yanında yine Kanunun “Devlete ve Kamu Kuruluşlarına Ait Araçlar” başlıklı 106. maddesi “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır. Bu kuruluşlar, 85 inci maddenin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere 101 inci maddedeki şartları haiz milli sigorta şirketlerine mali sorumluluk sigortası yaptırmakla yükümlüdürler” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü gibi KTK’da sorumluluğa yönelik düzenlemeler 85 ve devamı maddelerinde yer almakta olup sorumlu olarak motorlu araç işleteni (gerçek ya da farazi işleten olabilir) ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi belirlenmiştir. Buna göre bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, “motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklardır”. Özellikle 106. maddede belirtildiği üzere kamu kuruluşlarına ait araçların neden olduğu zararlara ilişkin sorumluluk da 85 ve devamı maddeleri gereğince işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümlere tabi kılınmıştır.
Anlaşılmaktadır ki, yapılan değişiklik ile 2918 sayılı KTK’dan doğan sorumluluk davalarının, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların neden olduğu zararlara ilişkin olanları da dahil olmak üzere adli yargı yerinde görüleceği, zarar görenin kamu görevlisi olmasının da sözkonusu Kanun hükmünün uygulanmasını önlemeyeceği öngörülmüştür.
Burada vurgulanması gereken husus ister özel hukuk isterse kamu hukuku kişisi olsun 2918 sayılı KTK gereğince sorumluluğu ancak motorlu araç işleteni ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi sıfatı ile sözkonusu olabilmektedir. İşleten tanımı ise KTK’nun 3. maddesinde “Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır” şeklinde yapılmıştır.
Buna ilaveten, KTK’nın 110. maddesindeki 6099 sayılı Kanunun 14. maddesi ile yapılan değişiklik gerekçesinin değerlendirilmesi de sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır. Gerçekten 110. maddede yapılan değişikliğin genel gerekçesinde “…Karayolları Trafik Kanunu, kamuya ait araçların karayolu üzerindeki seyrini (m.85, 86, 90, 106, 109 ve diğ.) kendi kapsamına almış ve bu nevi araçların sebebiyet verdikleri zararların tazmini davaları -doğru olarak- adli yargıda görülmüştür…”; madde gerekçesinde ise “…Komisyon; Kanunun kamu araçlarının karayolundaki seyrini ve bu sırada oluşan haksız fiilleri özel hukuka bağlı kılmış olması karşısında (m.106), bu tür fiillerden kaynaklanan davaların adli yargıda görülmesini, bu kabulün kaçınılmaz sonucu olarak görmektedir… Sonuç olarak, kamuya ait olan araçların sebebiyet verdiği trafik kazaları ile hemzemin geçitlerde meydana gelen tren-trafik kazaları Karayolları Trafik Kanununa bağlı kılınmış, bu uyuşmazlıklarda görevin adli yargıda olduğu yönünde düzenleme yoluna gidilmiştir…” şeklinde kanun koyucunun amacı ortaya koyulmuştur.
Görüldüğü gibi, anılan değişiklikle “kamu araçlarının” verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğuna ilişkin olarak 2918 sayılı Kanunun amacına uygun biçimde adli yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiş, hizmet kusurundan kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların da bu kapsamda değerlendirileceğine yönelik her hangi bir ifadeye yer verilmemiştir.
Ayrıca değinilmesi gereken diğer bir husus, KTK’da kuruluşlar ve komisyonlara verilen görev ve yetkilere ilişkin sorumluluğun bu Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekip gerekmediğidir. 5216 ve 5393 sayılı kendi kuruluş yasaları yanında Büyükşehir Belediyeleri ve Belediyeler KTK’nın 10. maddesinde de genel olarak karayollarını emniyetle kullanılmasını sağlamakla görevli ve yetkili kılınmıştır. KTK’da yalnızca Belediyelerin değil, Kanun’un 2. Kısmının 4 ila 12. maddelerinde karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzen ve güvenliğini sağlamak, trafik güvenliğini ilgilendiren gerekli önlemleri belirlemek ve motorlu araçlar ile ilgili idari işlemleri düzenlemek amacı ile Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü’nün de görev ve yetkileri sayılmıştır.
Bununla birlikte 2918 sayılı KTK’da diğer kamu idareleri ve Belediyelerin trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumluluğu düzenlenmiş değildir. Yani Büyükşehir Belediyeleri ve Belediyelerin karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetleri gibi diğer kamu kuruluşlarının kendi görev alanlarındaki kamu hizmetlerinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği, anılan kuruluşların idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasa’nın 125. Maddesi ve 2577 sayılı İYUK’nın 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği noktasında duraksama bulunmamaktadır.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde, KTK’dan doğan sorumluluk davaları 85 ve devamı maddelerinde düzenlenen “motorlu aracın işletilmesinin” sonucu doğan zararlar nedeni ile “motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibinin” sorumlu olduğu davalardır. Yani KTK 106 gereğince Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların işletilmesi nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla (KTK 85 gereğince) kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davalar adli yargı kolunun görev alınana girmektedir. Buna karşın kamu idareleri ve kuruluşlarının trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları gerekse 2918 sayılı KTK’ya göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşıması ve yukarıda sözü edilen KTK’da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarına ilişkin her hangi bir düzenlemenin ayrıca KTK’da yer almaması dikkate alındığında, trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı iddia edilen zararların tazmini istemiyle ilgili idarelere karşı açılan davalar idari yargı kolunun görev alanına girmektedir.
Benzer bir uyuşmazlıkta aynı ilkeler Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26.02.2015 tarih, 2015/493 Esas, 2015/557 Karar sayılı ilamında da benimsenmiş ve idari yargı kolunun görevli olduğu değerlendirilmiştir.
Yapılan bu açıklamalar sonucu somut olay değerlendirildiğinde, davalı Belediye’nin trafik güvenliği bakımından yolun yapımı ve onarımı sırasında gerekli önlemleri almaması, bakımından KTK’nın 85 ve devamı maddelerinde düzenlenen işletenin hukuki sorumluluğuna değil, davalı idare tarafından görevlerinin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği yani yürütülen kamu hizmetinin kusurlu işletildiği, meydana gelen kazada hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklandığından uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görevinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay özel daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun kabulüne göre; kazanın meydana geldiği yolun yapım, bakım ve onarımından sorumlu olan davalı idare aleyhine açılan davaların idari yargıda görülmesi gerektiği belirtilmiş, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 110. Maddesinde belirtilen “bu kanundan doğan sorumluluk davalarının” ibaresinden anlaşılması gerekenin motorlu aracın işletilmesi sonucu doğan zararlar nedeni ile “motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibinin” sorumlu olduğu davalar olarak kabul edilmiş, KTK’da kuruluşlar ve komisyonlara verilen görev ve yetkilere ilişkin sorumluluğun bu Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekip gerekmediğine ilişkin olarak da, kuruluş yasaları yanında Büyükşehir Belediyeleri ve Belediyelere KTK’nın 10. maddesinde de genel olarak karayollarını emniyetle kullanılmasını sağlamakla görevli ve yetkili kılındığı, Belediyelerin ve diğer kamu idarelerinin trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumluluğun düzenlenmediği, Büyükşehir Belediyeleri ve Belediyelerin karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetleri gibi diğer kamu kuruluşlarının kendi görev alanlarındaki kamu hizmetlerinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği, kamu kurum ve kuruluşlarının yasaları ile verilmiş görevlerini gereği gibi yerine getirip getirmedikleri hususunun denetlemesi idari yargının görev alanına girmekte olup idarenin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirip getirmediğini adli yargı denetleyemeyeceğinden hizmet kusuruna dayalı olarak açılan davaların idari yargıda görülmesi gerektiği belirlenmiştir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle davacı vekilinin davalının kaza yerinde gerekli güvenlik önlemlerini almaması nedeniyle hizmet kusuruna dayalı olarak açılan davada uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yolunun görevli olduğundanr HMK.’nın 114/1-b, 115/1-2 maddeleri gereğince davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken kusurunun bulunmaması nedeniyle esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup itirazlar bu açıdan yerindedir
Keza KABULE GÖRE DE;
Davacılar tarafından davalıdan maddi ve manevi tazminat talep edildiğine ve davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığına göre reddedilen kısım üzerinden kendisini vekille temsil ettiren davalı lehine ayrı ayrı vekalet ücreti taktir edilmesi gerekirken tek vekalet ücretine hükmedilmesi yanlış olup bu halde davalı belediye vekilinin buna yönelen istinaf itirazları yerindedir.
Davacı vekilinin kusura yönelik itirazı
Dava konusu kaza nedeniyle Konya … Asliye Ceza Mahkemesi’nin … E. sayılı dosyasında trafik polisi bilirkişi tarafından düzenlenen 26/06/2015 tarihli raporda ve ceza dosyasında Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Kurulu raporunda davacılardan …’ün tali kusurlu, davalılardan …’un asli kusurlu olduğu tespit edilmiştir.
Mahkememizde makina bilirkişisinden alınan 07/12/2015 tarihli raporda …’un %70, …’ün %30 kusurlu olduğu belirlenmiş, Mahkememizde Karayolları fen heyetinden alınan 13/03/2017 tarihli raporda …’un %30, …’ün %30 ve … Belediyesi’nin %40 kusurlu olduğu tespit edilmiştir.
Mahkemece alınan her iki rapora davacı ile davalılardan sürücü ve işletenin itiraz etmesi üzerine, İTÜ bilirkişilerinden 06/05/2019 tarihli rapor alınmış, alınan bu son raporda davacılardan …’ün %30 davalılardan …’un %70 kusurlu olduğu belirlenmiş, alınan bu rapor ceza dosyasında alınan raporlar ve Mahkememizde alınan ilk raporla uyumlu ve dosya kapsamına uygun olduğundan hükme esas alınarak, davacı …’ün %30, davalı …’un %70 kusurlu olduğu, davalılardan … Belediyesi’nin her hangi bir kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmış olup, son raporun tüm itirazları karşıladığı anlaşılmakla davacılar vekilin itirazı yersizdir.
Davalı … ve … vekilinin tazminat hesabında müvekkilinin % 30 kusurunun esas alınmasının gerektiği ,kazanılmış hak gerçekleştiği istinafı yönünden;
Müteselsil sorumluluk, Kanundan doğan müteselsil borçluluğun bir türü olup aynı zararın oluşumunda rolü olan birden fazla kimsenin tazminatın tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu ve zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını veya bir kısmını talep edebileceği sorumluluk türüdür.
Zarar gören, zararın tamamını veya bir kısmını dilediği sorumlu veya sorumlulardan talep edebilir.
Bu husus HGK’nın 24.6.1983 tarih 1981/9-533 Esas 1983/724 Karar sayılı kararı ile “Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK.’nun 61.maddesi ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 163.maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
Ancak, aynı Yasanın 141.maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re’sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü Hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK 26.maddesi buna engeldir” şeklinde kabul edilmiştir.
Birden fazla kimseyi müteselsil sorumlu tutmak isteyen zarar gören, bu kimselere karşı dava açarken bu niyetini göstermesi, dava dilekçesinden müteselsil sorumlu tutmak istediği kişiyi göstermesi gerekir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olup teselsülden yararlanma hakkı zarar görene ait olduğundan zarar gören bu hakkı kullanmadıkça mahkeme onun yararına teselsül kuralını kendiliğinden uygulayamaz
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan davacının kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. ( YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E,2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde; Davacı taraf, dava dilekçesi, ve verdiği Islah dilekçelerinde açıkça davalıların kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, bu durum davalıların müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada kusur oranından da söz etmediğine ve açıkça teselsül hükümlerine dayanıp müteselsilen tahsilini istediğine göre zararın kendi kusur dışındaki %70 lik kısmını davalılardan talep etmesi TBK.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan davalı vekillerinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Davalı … ve … vekilinin feragat beyanının kendilerine de sirayet etmesi gerektiği istinafı
6098 Sayılı TBK’nun “Borcun Sona Ermesi” başlıklı 166. maddesinin 3.bendinde “alacaklının borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır” hükmü ve 168. maddesinin 2. bendinde “alacaklı diğerlerinin zararına olarak borçlulardan birinin durumunu iyileştirirse, bunun sonuçlarına katlanır” hükmü düzenlenmiştir.
Davacı taraf tam teselsülde olduğu gibi, zararının tümünün tazminini müteselsil borçluların hepsinden isteyebileceği gibi, birisinden de isteyebilir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 145. Maddesi (T.B.K. 166. md.) hükmüne göre, sorumlulardan birinin zararı ödemesi halinde, diğerleri bu oranda borçtan kurtulurlar. Ancak müteselsil borçluların borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilmeleri, alacaklının bilfiil tatmin edilmiş olması halinde söz konusudur. Bunun aksinin kabul edilebilmesi için ya alacaklının teselsülden açıkça feragat etmiş olması yahut da böyle bir feragatin durumdan kesin olarak anlaşılması lazımdır. Yine, Borçlar Kanunu’nun 147. Maddesinde (T.B.K. 166.), rücu hakkından yararlanan müteselsil borçlulardan her birinin ödediği miktar oranında alacaklının haklarına halef olacağı ve alacaklının diğerleri zararına, müteselsil borçlulardan birinin durumunu iyileştirdiği takdirde bu fiilin neticelerini şahsen tahammül edeceği düzenlenmiştir.
Somut olayda; davacılar vekili tarafından, zarardan müteselsilen sorumlu olan araç maliki, sürücü ve araç sigortacısına karşı dava açılmış; dava devam ederken davacılar vekili tarafından davalı sigorta şirketi borçtan tamamen ibra edilmiştir.
Davalı sigorta şirketi 2918 sayılı KTK’nun 85. maddesinde düzenlenen işletenin hukuki sorumluluğunu poliçe limitiyle sınırlı olmak üzere üstlenmiştir. Davalı sigorta şirketi nezdinde kaza tarihini kapsayacak şekilde ZMSS poliçesi düzenlenmiş olup, poliçede kişi başına ölüm ve sakatlık teminatının 268.000,00 TL olarak gösterilmiştir.
Davalılar kazaya neden olan aracın sürücüsü ve işletenidir. İşletenin, 2918 sayılı KTK.’nun 85. maddesi, sürücünün TBK’nun 49 (BK.’nun 41) vd. madde hükümlerine göre mevcut zarardan davacıya karşı, 2918 sayılı KTK.’nun 88/1. maddesi uyarınca müteselsilen sorumluluğu bulunmaktadır. Alacaklı taraf, TBK’nun 163. maddesi (BK.nun 142/1) uyarınca, müteselsil borçlulardan hepsinden veya birinden borcun tamamen veya kısmen edasını istemekte muhayyerdir.
Davacı taraf, müteselsil sorumlulardan ZMMS sigortasına karşı açtığı davadan konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir
Kazaya karışan aracın neden olduğu zararlardan sorumlu olan davalı, poliçe gereği bedeni zararlarda 268.000,00 TL, geçici iş göremezlik, bakıcı ve SGK tarafından karşılanmayan tedavi giderleri kapsamında sağlık giderleri teminatı altında 268.000,00 TL teminat limiti ile davacıya karşı sorumlu olup, aktüer bilirkişi raporuna hesaplanan miktarın poliçe limitinden fazla olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere Müteselsil borçlulardan birinin zarar görenin zararını ödemesi oranında diğer borçlular borcundan aynı oranda kurtulurlar. TBK’nun 166. maddesi (BK’nun 145. maddesi) “Borçlulardan biri, ifa veya takasla borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmişse, bu oranda diğer borçluları da borçtan kurtarmış olur. Borçlulardan biri, alacaklıya ifada bulunmaksızın borçtan kurtulmuşsa, diğer borçlular bundan, ancak durumun veya borcun niteliğinin elverdiği ölçüde yararlanabilirler. Alacaklının borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır” hükmünü içerir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2015/15947 Esas, 2018/6756 Karar)
Davacıya ZMMS sigorta şirketi tarafından tazminat ödenmiş, davacıların bu ödemeyi kabul ederek davalı sigorta şirketi hakkındaki davadan feragat etmiş olmasına göre, yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin beyanı poliçe limitiyle sınırlı olarak diğer davalılara da ödenen miktar kadar sirayet edecektir. Ne var ki hesaplanan miktar teminat limitinin üstünde olduğundan bakiye zarar için davalıların sorumluluğu devam etmektedir.istinaflar yersizdir
Davalı … ve … vekilinin Vekalet ücretine ilişkin itirazları
Vekalet ücreti taktiri yapılırken hüküm tarihi itibariye yürürlükte olan vekalet ücretine yönelik tarifenin dikkate alınması gerektiği,bu halde davanın reddine karar verildiğine göre nispi vekalet ücretine karar verilmesi gerektiği halde maktu vekalet ücretine hükmedilmesi yanlış olup itirazlar yerindedir. Ne var ki İDM ce verilen karar HMK 353/1-a/6 madde gereği kaldırılması gerektiğinden verilecek bundan sonraki kararda 07/12/2019 tarihinde yürürlüğe giren tarife hükümleri dikkate alınarak karar verilmesi gerekmektedir.
Manevi tazminatın çok taktir edildiği istinafı yönünden;
İlk derece mahkemesinin alınan İstanbul Adli Tıp Grup Başkanlığı’nın raporda davacının kaza nedeniyle yaralanmasına bağlı %100 oranında malul olması ve ömü boyu bakıcı ihtiyacında bulunduğu,olayda davacının % 30 kusurlu oldukları anlaşılmaktadır.
Hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir.
O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri,davacının tespit edilen sosyal ve ekonomik durumuna, davacının kaza nedeniyle % 100 oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiği gözetilip olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatın dosya kapsamına ve hakkaniyete uygun oldugu bu itibarla davalı vekilinin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Davacı vekilinin asıl dosya açısnadan vekalet ücretine yönelik istinafı
HMK’nın 124. maddesinde; “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hakim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hakim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hakim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” düzenlemesi yer almaktadır.
Şu halde, davacı tarafından tramer kayıtları araştırılmaksızın karşı aracın trafik sigortacısının (ZMSS) davalı … Sigorta A.Ş olduğu iddia edilerek eksik araştırma ile dava açılması dürüstlük kuralının ihlali niteliğinde olduğundan HMK’nın 124. maddesinin somut olay bakımından uygulunabilirliği bulunmamaktadır. Ne varki bu yönde davalı sigortaca yapılmış bir istinaf talebi bulunmamakta olup bu durum davacılar açısından kazanılmış hak teşkil etmektedir. Bu halde davalı sigorta lehine vekalet ücreti taktiri doğru olup itirazlar yersizdir.
Nitekim Yargıtay 17 HD nin 2016/3566 esas 2019/638 karar sayılı ilamı
Davacılar vekilinin davalılar … ve …’e karşı açtığı bakiye sürekli işgörmezlik ve bakıcı giderinden dolayı davanın kazanılmış hak nedeniyle reddinin usul ve yasaya aykırı olduğu istinafı
“Usuli kazanılmış hak” kavramı Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş usul hukukunun vazgeçilmez ana temellerinden olup, bir davada kesinleşen kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturduğu gibi, bu usul kuralı davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade eder.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 281.maddesinde bilirkişi raporuna itiraz düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde; “…Maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeyle, tarafların tatmin olmamaları hâlinde, bilirkişi raporuna itirazda bulunabilme olanaklarının varlığı güvence altına alınmıştır. Bu düzenleme çerçevesinde, bilirkişi raporunda bazı hususlarda eksiklikler mevcutsa yahut raporda bazı hususlar belirsizlik arz ediyorsa, taraflar, raporda eksik gördükleri hususların bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik arz eden hususların ise bilirkişiye açıklattırılmasını yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasını temin için, raporun kendilerine tebliğinden itibaren onbeş günlük süre içinde, mahkemeye itirazda bulunabilirler. Bilirkişiye yöneltilecek olan sorular, tarafların da görüşü alınmak suretiyle somut olarak belirlenecek olursa, rapora itiraz olasılığı da önemli ölçüde azalır ve bu suretle yargılamanın uzamasının da önüne geçilmiş olur. Burada rapora itiraz için taraflara tanınmış bulunan onbeş günlük süre, kesin süredir; hak düşürücü bir nitelik taşır. Dolayısıyla, taraflar, bu süre içerisinde, itirazlarını dile getirmez ise bilirkişi raporu, onlar bakımından kesinleşir; yani taraflar rapora itiraz olanağını tümüyle kaybederler. Bu durum, zaten Tasarının 100 üncü maddesinde yer alan ve kesin sürelerle ilgili genel bir düzenleme öngören kuralın birinci ve üçüncü fıkralarının işlerlik kazanmasının doğal bir sonucudur…” şekilde düzenlenmiştir.
HMK’nun 280.maddesinde; “Bilirkişi, raporunu varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak Mahkemeye verir, verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir” düzenlemesinin, 281/1 maddesinde; “Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususları, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler” düzenlemesinin mevcut olduğu, buradaki amacın tarafların raporu okuyup değerlendirmeleri ve varsa itirazlarını bildirebilmeleri olduğu, bu durumda, yani taraflara raporun tebliğ edilmesi ve sonrasında taraflarca rapora itiraz edilmemesi halinde raporun itiraz etmeyen bakımından kesinleşeceği, artık rapora itiraz etme imkanının ortadan kalkacağı, bu hususun kesin sürelerle ilgili düzenlemelerin bir sonucu olduğu, Usulüne uygun biçimde raporun tebliği üzerine, rapora itiraz hakkı bulunan tarafların bu haklarını kullanmamış olması halinde ise, karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşacağı izahtan varestedir
Mahkemece yapılan yargılamada 24/10/2019 tarihli tazminat raporu dosya kapsamına, güncel asgari ücret rakamlarına ve Yargıtay uygulamalarına uygun görülerek davacının sürekli işgöremezlik zararının 464.844,80 TL., SGK tarafından karşılanmayan tedavi ve bakıcı gideri zararının 923.230,79 TL. olduğu anlaşılmış ise de; davacılar vekilinin 28/11/2016 tarihli (toplam zararı 225.510,43 TL. olarak belirleyen) rapora itiraz etmemesi, hatta ıslah talebini de 28/11/2016 tarihli raporu esas alarak ıslah yapması karşısında, davalı sürücü ve işleten yönünden usuli kazanılmış hak meydana geldiği, … Sigorta Şirketi’nin ödemelerinin mahsubundan sonra, davacılardan …’ün sürekli iş göremezlik zararı olarak 212.704,34 TL., SGK tarafından karşılanmayan tedavi ve bakıcı gideri olarak 12.806,09 TL. olmak üzere toplam 225.510,43 TL.’den fazla tazminat istenemeyeceği sonucuna varılmış, sürücü ve işleten yönünden asıl davadaki bu rakama uygun ıslah edilmiş haliyle maddi tazminat taleplerinin kabulüne, birleşen davadaki sürücü ve işleten yönünden fazlaya ilişkin maddi tazminat taleplerinin (usuli kazanılmış hak prensibi nedeniyle) reddine karar verilmiş ise de verilen kararda isabet bulunmamaktadır
Zira somut olayda davacı tarafça itiraz edilmeyen Maluliyet konusunda Meram Tıp Fakültesi bilirkişi heyetlerinin 05/01/2016, tarihli raporlarında davacı …’ün %100 oranında sürekli iş gücü kaybı zararına uğradığı belirlendiği halde ,iyileşmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla birlikte kendi içinde çelişkili şekilde iyileşmesinin 18 aya kadar uzayabileceği belirtilmekle birlikte söz konusu raporda davacının ömür boyu bakıcıya muhtaç olup olmadığı konusunda bir tespit bulunmamaktadır. İstanbul ATK dan alınan rapor sonrası bu durum netleşmiş ve üniversitenin kendi içinde bile çelişki raporu düzeltilmiştir.O halde olayda kazanılmış hakkın uygulanması mümkün değildir.Söz konusu raporda sürekli işgörmezmik dönemi içinde sürekli bakıcıya ihtiyaç duyup duymayacağı konusunda bir belirlemesi de yoktur.
Yine yargıtay 17 Hd uygulamasına göre Belirsiz alacak davasında davacı, alacağının tam ve kesin olarak belirlenmesinden sonra HMK 107.maddesine dayalı olarak bir kez alacağını artırabilir. Ayrıca davasını HMK 176 ve devamı maddelerine göre bir kezde ıslah edebilir.
Keza Sorumluluk hukukunun temel amacı, bir kimsenin malvarlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmeleri aynen veya nakden gidererek zarar görenin zarar verici olay sonucunda malvarlığında eksilen değer yerine nitelik veya nicelik yönünden eş bir değer koymaktır. Bu anlamda gerçek zararın belirlenmesi ve giderilmesi önem arzetmektedir. 6098 sayılı TBK m. 75 gereğince gerçek zararın belirlenmesi bakımından karar tarihine en yakın tarihlerdeki ölçütlerin kullanılması gerekmektedir.
Tazminat hesabına etkili unsurlardan birisi olan asgari ücret, kamu düzeni ile ilgili olup; aynı davada, asgari ücretin artması halinde bunun mahkemece resen dikkate alınması gerekmektedir. Hatta davacının ilk asgari ücrete göre yapılan hesaba itiraz etmemesi, o günkü verilerin doğru olduğuna inandığı içindir. Bu durum sonraki gelişmeler nedeniyle asgari ücretlerde gerçekleşen artışlardan kaynaklanan hakkını istemesine engel olamaz. Hüküm tarihine en yakın asgari ücret esas alınarak zarar miktarı tespit edilmelidir
İDM nin karar tarihi itibariyle 2019 verileri oluştuğu halde davacının itiraz etmediği için kazanılmış hak teşkil ettiği belirtilen 2016 asgari ücret verilerine göre hesaplama yapan rapora karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu halde karar tarihine yakın en yakın veriler dikkate alınarak aktüerya bilirkişisinden rapor aldırılmalıdır.itirazlar yerindedir.
Davacılar vekilinin sigorta şirketi aleyhine açılan davadaki taleplerinin reddinin istinafı
Kazaya karışan aracın neden olduğu zararlardan sorumlu olan davalı, poliçe gereği bedeni zararlarda 268.000,00 TL, geçici iş göremezlik, bakıcı ve SGK tarafından karşılanmayan tedavi giderleri kapsamında sağlık giderleri teminatı altında 268.000,00 TL teminat limiti ile davacıya karşı sorumludur.
Bu iki limit(teminat) birbirinden bağımsız olup, birinin tüketilmesi halinde davalının tüm yükümlülüklerini yerine getirerek sorumluluğunun sona erdiğinden bahsetmek olanaklı değildir.
Kazada yaralanan kişi, maluliyetinin oluşması halinde oluşacak sürekli iş göremezlik zararını bedeni zararlar klozundan(teminatından), geçici iş göremezlik, bakıcı ve tedavi gideri zararlarını ise tedavi giderleri klozundan(teminatından) karşılanmak üzere talep edebilir.
Davalı sigorta şirketince ibra başlıklı belgede belirtilen; 243.000 TL.asıl alacak / tazminat (25.000.TL.ön ödemede daha önce ödendiği için yani toplam 268.000 tl), ile 22.030,TL vekalet ücreti, 35.570TL.faiz ,1200 TL.masraf ve 17.850 TL icra ücreti olarak toplamda 319.650,00 TL.nin Davalı sigorta şirketince 08.08.2016 tarihinde sulh ve ibra belgesi imzalandığı ve sigorta şirketince sadece 268.000.00.TL.teminata ilişkin ödeme yaparak ibra alındığı, davacı tarafça davalı sigortanın poliçe limiti olan 268.000,000 TL ile sınırlı olarak ibra ettiğinin anlaşıldığı, mahkemede dava devam ederken davacının % 100 maluliyetinden dolayı da bakıcıya sürekli ihtiyacı olduğunun tespit edildiği, Davalı sigorta şirketi ile tüm davalılar ve … Belediyesine karşı Konya … Asliye Ticaret Mahkemesinin … E.sayılı dosyası ile tüm davalılara ilişkin fazlaya ilişkin tüm dava ve haklarımızı saklı tutarak 05.07.2018 tarihinde dava açıp bu dosya ile birleştirilmesine karar verildiği, Davalı sigorta şirketince yapılan sigorta poliçesinde ölüm ve sakatlanma klozası olarak teminat 268.000,00 , Tedavi gideri klozası olarak teminat 268.000,00 TL olarak iki ayrı kloza bulunduğu ve Davalı sigorta şirketince tek bir teminat varmış gibi hareket edilerek toplamda 268.000,00 TL.lik tek bir teminat üzerinden ibra alınarak ödeme yapıldığı gözetildiğinde somut olayda kazanılmış haktan bahsetmenin mümkün olmadığı,düzenlenen ibranamenin makbuz hükmünde kabul edilip iki ayrı kloz dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken tek kloz üzerinden karar verilmesi usul ve yasaya aykırı ve davacının istinafının yerinde olduğu anlaşılmıştır
HMK nın 353/1-a maddesi 6. bendinde; mahkemece tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması, istinaf aşamasında duruşma yapılmadan değerlendirilmesi gereken bir istinaf sebebi olarak kabul edilmiştir.HMK da düzenlenen istinaf sisteminin, dar istinaf sistemi olduğu hususu düşünüldüğünde, işin esasının incelemesine geçilebilmesi için hüküm kurmaya yetecek esaslı bir delilin toplanmamış olması halinde bu maddenin uygulanması gerekeceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunun md. 353/1-a-6. bentte geçen “Tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması” ifadesini, yetersiz olmakla birlikte dosyada delillerin kısmen toplanıp kısmen değerlendirildiği ancak davanın esasıyla ilgi uyuşmazlığı tam olarak ortaya koyup çözecek derecede esaslı delillerin toplanmamış olması veya bu delillerin değerlendirilmemiş olması şeklinde amaçsal yorumlamak, istinaf incelemesinin denetime ilişkin işlevi de göz önüne alındığında maddenin düzenleme amacına daha uygun olacaktır.
İstinaf sistemimizde dar anlamda istinaf sisteminin benimsendiği düşünüldüğünde ilk derece mahkemesi tarafından dellillerin toplanıp değerlendirilmesi ve bu yargılamanın yanlış olduğu hususlarda tarafların ileri sürdüğü hususlarda inceleme yapılarak karar verilmesidir.İstinaf mahkemesi hem denetim hem de maddi vakıa incelemesi yapan mahkemeler olarak kurulmuş olması,denetim sonucu eksik bulduğu ,tahkikat işlemlerini tamamlayarak yargının gecikmeden karar verme amacına yönelik olup ilk derece mahkemesinin yapması gereken tahkikat işlemlerinin istinaf mahkemesince yapılmasını sağlamak olmadığı,aksinin kabulünün sistemi dar anlamda istinaftan çıkarıp geniş anlamda istinafa sürükleyeceği,bu durum da kanun koyucunun amacına ters bir durum oluşturacağı anlaşılmaktadır.
Yetersiz bir tahkikat ile tahkikatın hiç yapılmamış olması arasında sonuç bakımından bir fark yoktur. Her iki halde de taraflar ilk derece mahkemesindeki yargılamada hukuki dinlenilme hakkından mahrum bırakılmışlardır. Dolayısıyla, önemli olan kaç delilin toplanıp kaç tanesinin eksik bırakıldığından çok, uyuşmazlığın halli için önem arz eden delillerin toplanıp toplanmamasıdır
Bu bakımdan Davanın esasıyla ilgili olarak gösterilen delillerin “hiçbirinin” toplanmaması ile anlaşılması gerekenin uyuşmazlığın çözülmesi için taraflarca gösterilen delillerden hiç birinin toplanmaması ya da deliller bütünü ile çözüme ulaşılabilecek hallerde bu bütünü oluşturan delillerden “birinin” toplanmamış olması halleri olduğu söylenebilir. Hakimin belirli bir yargıya vararak karar vermesinde etkili nitelikteki deliller söz edilmekte olup bu özellikte delillerden “birinin” toplanmamasını da 353/I-a-6. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinafa konu ilk derece mahkemesinin dosyası incelendiğinde, yukarıda belirtilen ve esasa etki eden hususlarda delillerin eksik toplandığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararının duruşma yapılmaksızın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar vekili, davalı …. Ltd Şti. ve … vekili ile davalı Konya … Belediye Başkanlığı vekili vekilinin istinaf başvurusunun açıklanan sebeplerle KABULÜ ile Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, gerekçede belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden yargılama yapılması için HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-İstinaf yasa yoluna başvuran davacılar, davalı …. Ltd Şti. Ve … ile davalı Konya … Belediye Başkanlığı tarafça peşin olarak yatırılan başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde bu taraflara ayrı ayrı iadelerine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuranlar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi. …

… … … …
Başkan Üye Üye Katip
… … … …