Emsal Mahkeme Kararı Konya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2020/313 E. 2020/389 K. 10.03.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. KONYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ Esas-Karar No:… – …
KONYA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO :…
KARAR NO :…
KARAR TARİHİ : 10/03/2020

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE :… (…)
KATİP :… (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KONYA … ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/07/2019
NUMARASI : … Esas … Karar

DAVACI :… – …
VEKİLİ : Av. … – …
DAVALI :1-… SİGORTA A.Ş. – …
VEKİLİ : Av. … – …
DAVALI : 2-… SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ – …
VEKİLİ : Av. … – …
DAVALI : 3-… – … – …
VEKİLİ : Av. … – …
İHBAR OLUNAN :… -…
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 10/03/2020
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ : 11/03/2020
Yukarıda bilgileri yazılı mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen karara ilişkin davalı … Sigorta A.Ş. vekili, davalı … vekili, Davalı … Sigorta Şirketi vekilinin istinaf talebi üzerine mahkemece dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderildiğinden yapılan ön inceleme ve incelemeyle heyete tevdi olunan dosyanın gereği görüşülüp aşağıdaki karar verilmiştir.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :
Davacı vekili mahkememize tevzi edilen 06/01/2017 havale tarihli dava dilekçesinde özetle, 17/07/2016 tarihinde, müvekkilinin yolcu konumunda olduğu … plaka sayılı motosiklet sürücüsü dava dışı …’nin … Caddesi üzerinde seyir halindeyken, … Caddesi üzerindeki altgeçit çıkışında yolun sağında hiçbir tedbir almadan park halinde bulunan davalı … sevk ve idaresindeki … plakalı araca çarpmamak için yolun sağında bulunan çelik bariyer tellere ve demir dubalara çapması neticesinde maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası meydana geldiğini; olay tarihinde düzenlenen kaza tespit tutanağında her iki araç sürücüsünün de kusurlu olduklarının tespit edildiğini; yolcu konumundaki müvekkilinin ise herhangi bir kusurunun olmadığını; müvekkilinin kaza tarihinde 19 yaşında üniversite öğrencisi olduğunu; kazadan sonra kaldırıldığı … Hastanesi’nde basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı hususunda teşhis konulduğunu; sonrasında … Hastanesi’nde tedavi altına alındığını ve bu hastanede ameliyat olduğunu; sağ dizinde kemik kırığı ve tendon kopukluğu olması nedeniyle bacağına vidalar takıldığını; bu nedenle sağ dizinde büyük oranda hareket kısıtlılığı bulunduğunu; mevcut fiziksel engeli nedeniyle işgücü kaybı yaşadığı gibi bundan sonraki hayatında da gündelik işler için daha fazla efor sarfetmek zorunda kalacağını; kaza sonrasında bir süre hastanede yattığını, tedavi sonrasında da sık sık kontrol için özel araçla hastaneye gittiğini ve tedavisinin halen devam ettiğini; tedavi ve iyileşme süresi boyunca birçok harcama yaptığını; ayrıca başkalarının bakımına muhtaç hale geldiğini; müvekkilinin söz konusu zararlarının Yargıtay içtihatlarına uygun olarak mahkememizce tespit ve davalılarca tazmin edilmesi gerektiğini; müvekkilinin hem tedavi sürecinde hem de hayatının kalan dönemlerinde kaza nedeniyle maruz kaldığı fiziksel engelden dolayı yaşadığı endişe ve üzüntü nedeniyle manevi olarak da zarar gördüğünü; kazaya neden olan her iki tarafın sigorta şirketlerinin de poliçe teminat tutarları ile sınırlı olarak sorumluluklarının bulunduğunu; bu nedenle dava öncesinde 12/12/2016 tarihinde her iki sigorta şirketine de müvekkili adına başvuruda bulunduklarını beyanla, fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla, öncelikle hüküm altına alınacak alacağın tahsil edilememe riskine karşılık davalı araç sürücüsü ve işleteni …’in … plakalı aracı ile tüm diğer taşınır ve taşınmazlarının üçüncü şahıslara devrinin önlenmesi hususunda ihtiyati tedbir kararı verilmesini; gerçek zarar belirlendiğinde artırılmak üzere şimdilik 100,00 TL. geçici iş göremezlik, 100,00 TL. sürekli iş göremezlik, 100,00 TL. tedavi ve bakım giderleri olmak üzere toplam 300,00 TL. maddi tazminatın davalı … yönünden olay tarihinden, davalı sigorta şirketleri yönünden sigorta limitlerini aşmamak üzere temerrüt tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline; ayrıca 100.000,00 TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … 20/01/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; davaya konu kazada kendisinin kusuru olmadığını, kendisinin kurallara uygun bir şekilde park halindeyken motosikletin aşırı süratli olması nedeniyle kontrolü kaybederek kaza yaptığını ve bundan dolayı kendi aracını bahane ettiklerini; kaza sonrasında uzun süre beklemiş olmasına rağmen polisin gelmediğini; kaza tespit tutanağının kazanın oluş şekline uygun olarak tutulmadığını; aracını park ederken uyarı önlemi almadığı hususunun doğru olmadığını; kendisinin o gün miting alanına gitmekte olduğundan aracın üzerinde dev bir Türk bayrağı olduğunu; motosiklet sürücüsünün bunu görmemesinin mümkün olmadığını; kendisinin kaza yerini gösterir 5 adet fotoğraf çektiğini ve dosyaya sunduğunu; mahallinde uzman bilirkişilerle keşif yapılması halinde kendisinin olayda bir kusurunun olmadığının ortaya çıkacağını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta Şirketi vekili 02/02/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle, dava açılmadan önce müvekkili sigorta şirketine başvuru yapılmadığından açılan davanın öncelikle usulden reddine karar verilmesi gerektiğini; kazaya karışan … plaka sayılı aracın kaza tarihinde 29/04/2016 başlangıç tarihli ZMSS poliçesi ile müvekkili sigorta şirketi tarafından sigortalı olduğunu, ancak sigortalı araca atfedilen kusuru kabul etmediklerini; her halukarda davacının müterafik kusurunun dikkate alınması gerektiğini; davacının motosiklet kullanıcılarının giymesi zorunlu olan kask, eldiven ve dizlik gibi koruyucu giysileri giymemekle zararın oluşumunda ağır kusurlu olduğunu; davacının sigortalı araçta yolcu olduğunu; ceza dosyası kapsamındaki ifade tutanaklarından sigortalı araç sürücüsünün arkadaşı olduğunun açıkça anlaşıldığını; dava konusu olayda hatır taşıması olması nedeniyle hesaplanacak tazminattan bu nedenle uygun bir indirim yapılması gerektiğini; diğer taraftan 01/06/2015 tarihinde yürürlüğe giren Trafik Sigortası Genel Şartları uyarınca müvekkilinin tedavi giderlerinden sorumlu olmadığını; tedavi ve bakıcı giderlerinin SGK tarafından karşılanıp karşılanmadığına bakılmaksızın bu taleplerin reddi gerektiğini; tarafların kusur oranlarının ve davacının maluliyetinin usul ve yönetmeliklere uygun olarak tespitinden sonra yalnızca kazayla illiyet bağı olan maluliyet nedeniyle meydana gelen fiziki ve sürekli nitelik taşıyan arazlar dikkate alınarak aktüer siciline kayıtlı bir aktüerya uzmanından rapor alınması gerektiğini; davacıya SGK tarafından yapılan ödemelerin de tazminat hesabında dikkate alınması gerektiğini; müvekkili sigorta şirketinin sorumluluğunun hesaplamaya esas tüm belgelerin tarafına tesliminden sonraki 8. iş gününden sonra başlayacağını; davacı tarafın başvurusunda maluliyet raporu sunulmadığından müvekkili şirketin temerrüde düşmüş olmadığını; zararın haksız fiilden doğmuş olduğunu, müvekkili ile davacı arasında herhangi bir ticari ilişki olmadığını ve aracın da ticari bir araç olmadığını; bu nedenle ticari faiz talebinin de reddi gerektiğini beyanla başvuru şartının yerine getirilmemiş olması nedeniyle öncelikle davanın usulden reddine, her halde mesnetsiz açılan davanın reddine; yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yüklenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Diğer davalı … Sigorta Anonim Şirketi vekili 06/03/2017 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle, öncelikle davacının başvuru esnasında gerekli evrakları müvekkili şirkete vermemiş olması nedeniyle hesaplama ve dolayısıyla ödeme yapılamadığını; davacı tarafın Trafik Sigortası Genel Şartlarında belirtilen zorunlu belgelerden hiçbirini ibraz etmediği gibi bu hususta davacı vekiline bilgi verildiği halde belirtilen eksiklikleri gidermeden dava açma yoluna gittiklerini; dava açılmadan usulüne uygun başvuru yapılmadığından ve böylelikle dava şartı yerine getirilmemiş olduğundan açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğini; kazaya karışan … plaka sayılı aracın kaza tarihinde 04/03/2016 başlangıç tarihli ZMSS poliçesi ile müvekkili sigorta şirketi tarafından sigortalı olduğunu ve poliçe teminat limitinin kişi başı 310.000,00 TL. olduğunu; müvekkili sigorta şirketinin araç işleteni veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusuru oranında ve poliçe teminat limitleriyle sınırlı olarak zarardan sorumlu tutulabileceğini; tarafların kusur oranlarının usul ve yönetmeliklere uygun olarak tespit edilmesi gerektiğini; geçici işgöremezlik zararının poliçe teminatı kapsamında olmadığını ve aracın ticari araç olmaması nedeniyle avans faizi talep edilemeyeceğini beyanla öncelikle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesini; aksi halde müvekkili şirketin temerrüde düşmemiş olması göz önüne alınarak dava tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesini; aleyhlerine hüküm kurulmaması halinde yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili ile davalı … vekili katıldığı duruşmalarda dava ve cevap dilekçelerindeki iddia ve savunmalarını tekrar etmişler; davalı sigorta şirketleri tarafından ise duruşmalara katılan olmamıştır.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
İlk derece mahkemesinin 22/11/2019 tarihli gerekçeli kararı ile; “Mahkememizce tarafların iddia ve savunmaları ile dosya kapsamındaki tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, 17/07/2016 günü saat 20:41 sıralarında, davacı …’ın yolcu olarak bulunduğu, dava dışı sürücü … sevk ve idaresindeki … plakalı motosikletin … Caddesi istikametinden … Caddesi istikametine seyri sırasında … Caddesi köprülü kavşağı alt geçidi çıkışına geldiğinde, sürücüsü … tarafından yakıtı bittiği için yolun sağ tarafına önlem alınmadan bırakılmış … plakalı otomobile çarpmamak için ani fren yaparak bu araç ile yolun sağındaki bariyerler arasına kaçıp sağ tarafa devrilmesi ve çelik bariyerlere çarpmasıyla dava konusu kazanın meydana geldiği; kazanın oluşumunda aracını önlemsiz olarak olay yerine bırakan davalı …’in K.T.K’nun 59. maddesinde “Zorunlu hallerde gerekli önlemleri almadan duraklamak ve park etmek” olarak tanımlanan kural ihlali nedeniyle % 25 oranında, hızını yol şartlarına ve trafik kurallarına uygun ayarlamayan dava dışı motosiklet sürücüsü …’nin ise aynı kanunun 52/1-A maddesinde “Tünellere, altgeçitlere girerken hızını azaltmamak” şeklinde % 75 oranında kusurlu oldukları; davacının kask kullanmamak şeklindeki müterafik kusurunun yaralanmanın diz bölgesinde olması nedeniyle maruz kaldığı cismani zararın oluşmasında ve artmasına etkisinin olmadığı; davacının kaza nedeniyle dizinden ciddi şekilde yaralandığı, bu nedenle ameliyat geçirdiği; 2 ay boyunca bakıcıya muhtaç kaldığı; iyileşme süresinin 6 ayı bulduğu ve davaya neden olan kaza sonucunda %10 oranında sürekli sakatlığa maruz kaldığı; kazaya karışan … plakalı otomobilin kaza tarihinde geçerli zorunlu mali mesuliyet sigortasının davalı … Sigorta Anonim Şirketi tarafından, … plakalı motosikletin kaza tarihinde geçerli zorunlu mali mesuliyet sigortasının ise davalı … Sigorta şirketi tarafından düzenlenmiş olduğu; davacının 17/07/2016-17/01/2017 tarihleri arasındaki geçici iş göremezlik zararının 7.894,56 TL., 17/01/2017-31/05/2072 tarihleri arasındaki sürekli iş göremezlik zararının 91.878,08 TL., 17/07/2016-17/09/2016 tarihleri arasındaki 2 aylık bakıcı giderinin 3.348,90 TL. ve geçirdiği kaza nedeniyle yapmak zorunda kaldığı faturalandırılamayan tedavi giderlerinin ise yaklaşık 3.000,00 TL. olduğu; … plakalı araç sürücüsü ve işleteni davalı …’in TBK’nun 49. ve K.T.K.’nun 85. maddeleri uyarınca, diğer davalıların ise K.T.K.’nun 99. maddesi uyarınca söz konusu zararlardan sorumlu oldukları; davacının dava öncesinde davalı sigorta şirketlerine başvuru yapmış olmasına rağmen davalı sigorta şirketlerince yasal süreler içerisinde davacıya herhangi bir ödemede bulunulmadığı anlaşılmakla, davacının maddi tazminat davasının kabulü ile söz konusu maddi zararların davalı … Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 22/12/2016 tarihinden, davalı … Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 03/01/2017 tarihinden, diğer davalı … yönünden ise kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine; hayatın olağan akışına göre davacının kaza sırasında yaşadığı korku, tedavi sürecinde çektiği sıkıntılar, kaza nedeniyle maruz kaldığı kalıcı sakatlık, davacı ve dava dışı sürücülerin olaydaki kusur oranları, davacı ve davalı gerçek kişinin sosyal ve ekonomik durumları göz önüne alınarak davacının manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile uğradığı manevi zararlara karşılık takdiren 20.000,00 TL.’nin haksız fiil tarihi olan 17/07/2016’dan itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat davasının ise reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklinde davacının maddi tazminat davasının kabulü ile, 7.894,56 TL. geçici işgöremezlik tazminatı, 91.878,08 sürekli işgöremezlik tazminatı, 3.348,90 TL. bakıcı gideri ve 3.000,00 TL. faturalandırılamayan zorunlu tedavi giderleri olmak üzere toplam 106.121,54 TL. maddi tazminatın, davalı sigorta şirketi poliçe teminat limiti ile sorumlu olmak kaydıyla, davalı … Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 22/12/2016 tarihinden, davalı … Sigorta Şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 03/01/2017 tarihinden, diğer davalılar yönünden kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, davacının manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 20.000,00 TL. manevi tazminatın kaza tarihi olan 17/07/2016 tarihinden itibaren hesabedilecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine dair hükmün kurulduğu anlaşılmıştır.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :
Davalı … Sigorta A.Ş. vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; davacının kaza tarihinde 19 yaşında çocuk öğrenci olması nedeniyle geçici iş göremezlikten dolayı maddi zararının bulunmadığını, bir gelir elde etmediğini, bilirkişi raporunda hesaplanan geçici iş göremezlik zararı ve geçici bakıcı zararının poliçe teminat kapsamında olmamasına rağmen Yerel Mahkemece bu zararlardan müvekkili şirketi sorumlu tutulduğunu, bu giderlerin SGK kapsamında olduğunu ve bu kurum tarafından ödenilmesi gerektiğini, talep edilen tedavi giderlerinin de teminat kapsamında olmadığını ve her türlü tedavi bedellerinin SGK tarafından karşılanması gerektiğini, poliçe tanzim tarihindeki genel şartlara göre verilendirilmiş gelir belgesinin mevcut olmaması halinde asgari ücretin esas alınarak hesap yapılması gerektiğini, bu nedenle de verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, Yerel mahkemece verilen kararda 08/06/2017 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu ile kusur dağılımının tespit edilmişken davalılar yönünden müştereken ve müteselsilen hüküm kurulmasının da yasaya aykırı olduğunu, müvekkili şirketin poliçeden kaynaklanan sorumluluğunun sigortalı araç sürücüsünün kusuru oranında olduğunu ve %25 kusur oranı esas alınarak hüküm kurulması gerektiğini beyan ederek Yere lmahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; meydana gelen trafik kazasında davacının yolcu konumunda olduğunu, arkadaşına ait motosikletin süratli bir şekilde gelip müvekkilinin aracına çarparak kazaya sebebiyet verildiğini, kazada müvekkiline atfedilecek bir kusurun olmadığını, aracını arıza nedeniyle sağa çekip park etmesi nedeniyle kazanın meydana geldiğini, kendisinin alabileceği bir tedbirin de olmadığını, bu nedenle müvekkiline kusur yükletilmesinin doğru olmadığını, davacının ihbar olunanın arkadaşı olması hasebiyle ona dava açmadığını, mücbir sebeple arabasını sağa çeken müvekkiline dava açtığını, müvekkilinin hükmedilen manevi tazminatı ödeyebilmesinin mümkün olmadığını, belirlenen rakamın davacının zenginleşmesine sebebiyet verecek fahiş bir tutar olduğunu, davacının seyahatinin hatır taşıması niteliğinde olduğunu, yerleşik Yargıtay kararlarına göre hatır taşıması varsa belirlenecek tazminattan hatır taşıması indirimi uygulanması gerektiğini ancak Yerel Mahkemenin bu hususu göz ardı ettiğini beyan ederek manevi tazminatın kaldırılmasına, aksi halde makul düzeyde manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Sigorta Şirketi sunduğu istinaf başvuru dilekçesinde özetle; huzurdaki davada ancak sigortalının kusuru oranında sorumluluklarının bulunduğunu, kazada yalnızca %1 kusuru olan araç sürücüsünün ortaya çıkan zararın tümünden sorumlu tutulmasının hakkaniyetle bağdaşmadığını, 01/06/2015 tarihli ZMM Genel Şartları gereği geçici iş göremezlik tazminatı ve geçici iş göremezlik dönemine ilişkin bakıcı gideri ve tedavi gideri taleplerinin teminat dışı olduğunu, bu taleplerin SGK’nın sorumluluğunda olduğunu, maluliyetin niteliği gereği bakıcıya muhtaç olup olmadığının araştırılması gerektiğini, geçici iş göremezlik döneminin bilinen dönem zararı olduğunu, fiilen bakıcı tutulduğunun makbuz vs ile ispatlanması gerektiğini, ayrıca dava konusu olayda taşımanını niteliğinin hatır taşıması olması nedeniyle tazminatın hatır taşıması nedeniyle hakkaniyete uygun oranda indirilmesi gerektiğini beyan ederek Yerel Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılması ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 ve devamı maddeleri uyarınca ve özellikle istinaf incelemesinin kapsamının öngörüldüğü 355. maddeye göre re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Davalı … vekilinin kusur raporuna itirazı hakkında;
“Usuli kazanılmış hak” kavramı Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş usul hukukunun vazgeçilmez ana temellerinden olup, bir davada kesinleşen kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturduğu gibi, bu usul kuralı davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade eder.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 281.maddesinde bilirkişi raporuna itiraz düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde; “…Maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenlemeyle, tarafların tatmin olmamaları hâlinde, bilirkişi raporuna itirazda bulunabilme olanaklarının varlığı güvence altına alınmıştır. Bu düzenleme çerçevesinde, bilirkişi raporunda bazı hususlarda eksiklikler mevcutsa yahut raporda bazı hususlar belirsizlik arz ediyorsa, taraflar, raporda eksik gördükleri hususların bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik arz eden hususların ise bilirkişiye açıklattırılmasını yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasını temin için, raporun kendilerine tebliğinden itibaren onbeş günlük süre içinde, mahkemeye itirazda bulunabilirler. Bilirkişiye yöneltilecek olan sorular, tarafların da görüşü alınmak suretiyle somut olarak belirlenecek olursa, rapora itiraz olasılığı da önemli ölçüde azalır ve bu suretle yargılamanın uzamasının da önüne geçilmiş olur. Burada rapora itiraz için taraflara tanınmış bulunan onbeş günlük süre, kesin süredir; hak düşürücü bir nitelik taşır. Dolayısıyla, taraflar, bu süre içerisinde, itirazlarını dile getirmez ise bilirkişi raporu, onlar bakımından kesinleşir; yani taraflar rapora itiraz olanağını tümüyle kaybederler. Bu durum, zaten Tasarının 100 üncü maddesinde yer alan ve kesin sürelerle ilgili genel bir düzenleme öngören kuralın birinci ve üçüncü fıkralarının işlerlik kazanmasının doğal bir sonucudur…” şekilde düzenlenmiştir.
HMK’nun 280.maddesinde; “Bilirkişi, raporunu varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak Mahkemeye verir, verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir” düzenlemesinin, 281/1 maddesinde; “Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususları, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler” düzenlemesinin mevcut olduğu, buradaki amacın tarafların raporu okuyup değerlendirmeleri ve varsa itirazlarını bildirebilmeleri olduğu, bu durumda, yani taraflara raporun tebliğ edilmesi ve sonrasında taraflarca rapora itiraz edilmemesi halinde raporun itiraz etmeyen bakımından kesinleşeceği, artık rapora itiraz etme imkanının ortadan kalkacağı, bu hususun kesin sürelerle ilgili düzenlemelerin bir sonucu olduğu, Usulüne uygun biçimde raporun tebliği üzerine, rapora itiraz hakkı bulunan tarafların bu haklarını kullanmamış olması halinde ise, karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşacağı izahtan varestedir
(Nitekim yargıtay 17. hukuk dairesi’nin 2015/3253 esas, 2017/9419 karar; aynı daire 2015/10058 esas, 2018/4639 karar sayılı,2017/157 esas 2018/11631 karar sayılı ilamları)
Bu kapsamda hükme esas kusur raporunun davalıya 29/06/2017 tarihinde ihtaratlı olarak tebliğ edilmiş olmasına rağmen bilirkişi raporuna yazılı olarak herhangi bir itirazda bulunulmadığı ve hiçbir beyanın sunulmadığı, bu durumun davacı lehine usuli kazanılmış hak teşkil ettiği gözetilerek bu nedenle davalı vekilinin buna yönelik istinafı itirazı yerinde görülmemiştir.
Davalı … vekilinin Manevi tazminatın çok taktir edildiği istinafı yönünden
İlk derece mahkemesinin alınan raporda davacının % 10 oranında malul olması ve 6 aylık geçici iş göremezliğe uğradığı,olayda davacının yolcu olduğu anlaşılmaktadır.
Hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir.
O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması ve buna göre manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23/06/2004, 13/291-370)
Yukarıda belirtilen manevi tazminat kriterleri,davacının tespit edilen sosyal ve ekonomik durumuna, davacının kaza nedeniyle % 10 oranında meslekten kazanma gücünü kaybettiği ve iyileşmesinin 6 ay olduğu gözetilip olayın oluş şekli dikkate alındığında, takdir olunan manevi tazminatın bir miktar fazla olduğu,bir miktar daha alt düzeyde manevi tazminat taktirinin dosya kapsamına ve hakkaniyete uygun olacağı bu itibarla davalı … vekilinin istinaf itirazlarının yerinde olduğu, anlaşılmıştır.
Davalı … vekilinin hatır taşıması iddiası
Yapılacak hatır indiriminden de sadece hatır için taşıyan tarafın yararlanması gerekmektedir.Hatır taşıması ile ilgisi bulunmayan diğer araç sürücüsü, maliki ve sigortacısı olan davalılar hatır indiriminden yararlanamaz. Bu halde davalı hatır için taşıyan tarafın sürücüsü ve İşleteni olmadığından bu indirimden yararlanması mümkün olmayıp, keza olayda hatır taşımasının da bulunmadığı gözetildiğinde istinaflar yersizdir.
Davalı Anadolu vekilinin hatır taşıması iddiası yönünden;
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 87. Maddesine göre “Yaralanan veya ölen kişi, hatır için karşılıksız taşınmakta ise veya motorlu araç, yaralanan veya ölen kişiye hatır için karşılıksız verilmiş bulunuyorsa, işletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin sorumluluğu ve motorlu aracın maliki ile işleteni arasındaki ilişkide araca gelen zararlardan dolayı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.” esası kabul edilmiştir. Hatır için taşımanın söz konusu olabilmesi için, işletenin taşımak üzere araca aldığı yolcudan karşı edim alabilecekken yolcunun hatırı için veya iyilik yapma düşüncesi ile karşı edimi almayıp yolcuyu bedelsiz taşıması gerekmektedir.
Yani hatır için taşımada, taşımanın karşılıksız olması veya alınan karşılığın önemsiz olması gerekir. Taşıma, işletenin veya sürücünün değil taşınanın yararına olmalıdır. Ancak taşımada işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir çıkarı veya yararının bulunması halinde hatır taşımasından sözedilemeyecektir. Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığından, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 51. maddesinde; hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş, BK.nın 51. maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay içtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.
Hatır taşımasından sözedebilmek için, ölenin veya malul kalan kişinin karşılıksız taşınmış olması ve taşımanın taşınanın yararına olması gerekir. Bu bakımdan hatır taşıma ilişkisinin değerlendirilmesinde, taşımanın kimin çıkar ve yararına olduğunun saptanması önemlidir. Yarar ekonomik olabileceği gibi, ortak toplumsal değerleri de ilgilendirebilir.
Hatır taşımaları bir menfaat karşığı olmadığı cihetle bu gibi taşımalarda tazminattan uygun bir indirim yapılması gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır. Hakim tazminattan mutlaka indirim yapmak zorunda değilse de indirim yaptığı takdirde indirim oranını objektif ölçüler içinde takdir etmek zorundadır. Yapılacak hatır indiriminden de sadece hatır için taşıyan tarafın yararlanması gerekmektedir.Hatır taşıması ile ilgisi bulunmayan diğer araç sürücüsü, maliki ve sigortacısı olan davalılar hatır indiriminden yararlanamaz.
Ne varki somut olayda davalı motorsiklet sürücüsü ile davacı arasında kuzen ilişkisi şeklinde yakın akrabalık bağı bulunduğu anlaşılmış olup bu taşımada hatır taşımasında söz edilmesinin olanaklı bulunmadığı gözetildiğinde indirim yapılmaması yerinde olup itirazlar yersizdir
Davalı sigorta şirketlerinin tazminattan müteselsilen sorumlu tutulmalarının doğru olmadığı, kusurları oranında sorumlu oldukları, istinafı yönünden;
Mahkemece meydana gelen trafik kazasında davacının yolcu olarak içinde bulunduğu dava dışı motor sürücüsünün %75 oranında, davalı … sigorta şirketine sigortalı karşı aracın ise %25 oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş mahkemece davalı sigorta şirketlerinin tazminattan müteselsilen sorumlu olduğundan bahisle hüküm kurulmuştur.
Müteselsil sorumluluk, Kanundan doğan müteselsil borçluluğun bir türü olup aynı zararın oluşumunda rolü olan birden fazla kimsenin tazminatın tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu ve zarar görenin dilediği sorumludan tazminatın tamamını veya bir kısmını talep edebileceği sorumluluk türüdür.
Zarar gören, zararın tamamını veya bir kısmını dilediği sorumlu veya sorumlulardan talep edebilir.
Bu husus HGK’nın 24.6.1983 tarih 1981/9-533 Esas 1983/724 Karar sayılı kararı ile “Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen BK.’nun 61.maddesi ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen maddesi uyarınca ve aynı Yasanın 163.maddesi hükmüne dayanarak davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.
Ancak, aynı Yasanın 141.maddesi gereğince teselsül, ister yasadan, ister sözleşmeden doğmuş olsun, bu kuraldan yararlanma hakkı sadece zarara uğrayanın, daha geniş bir deyim ile alacaklınındır. Zarara uğrayan (alacaklı), bu hakkını kullanmadıkça, yani müteselsilen tahsil isteğinde bulunmadıkça, mahkeme re’sen onun yararına teselsül kuralını uygulayamaz. Çünkü Hakim istek ile bağlı olup, istek dışı karar veremez. HMK 26.maddesi buna engeldir” şeklinde kabul edilmiştir.
Birden fazla kimseyi müteselsil sorumlu tutmak isteyen zarar gören, bu kimselere karşı dava açarken bu niyetini göstermesi, dava dilekçesinden müteselsil sorumlu tutmak istediği kişiyi göstermesi gerekir. Hakim tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olup teselsülden yararlanma hakkı zarar görene ait olduğundan zarar gören bu hakkı kullanmadıkça mahkeme onun yararına teselsül kuralını kendiliğinden uygulayamaz
Müteselsil sorumluluk, (zincirleme sorumluluk, birlikte sorumluluk) sorumluluk hukukunda önemli bir yeri bulunmaktadır. Müteselsil sorumluluk, aynı zararın oluşmasında rolü olan ancak zararın hangi kısmından sorumlu olduğu tespit edilemeyen birden fazla kimsenin, niteliği itibariyle bölünmeye elverişli başka bir deyişle çoğunlukla para ediminden oluşan tazminat ediminin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklı zarar görenin de dilediği sorumludan edimin tamamını veya bir kısmını talep yetkisine sahip olduğu, sorumlulardan biri ödeme yaptığı oranda diğerlerinin de sorumluluktan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk türüdür. Sorumlulukta müteselsillik ilkesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilmiştir. Müteselsil sorumluluk gerek zarardan sorumlu olanların zarar görene karşı sorumluluğunda gerekse zarardan sorumluların birbirlerine rücu ilişkisinde bazı ilkeler getirmiştir. İşte bu ilkeleri bir bütün olarak müteselsil sorumluluk ilkesi olarak kavramlaştırılmıştır.
Birden çok kişinin aynı zarara birlikte sebep olmalarından doğan zarar aynı sebebe dayanan zarardır. Müteselsil sorumluluğu doğuran “aynı sebep” veya “birlikte sebep” kusur olabileceği gibi sözleşme veya kanundan doğabilir.
Müteselsil sorumluluk zarar görene karşı zarardan sorumlu olanların sorumluluğunun kapsamı ve niteliği yönünden kendine has ilkeler getirmiştir. Normal şartlarda bir zarar birden fazla kişinin fiili ve sorumluluğu ile doğuyorsa o kişilerin sorumluluğu kendi fiillerine yada kusurlarına isabet eden zarar miktarından sorumlu olmalarıdır. Ancak haksız fiilden zarar görenin zararını en kısa, en kolay yoldan tazminini sağlamak amacı ile müteselsillik ile kendine has sorumluluk ilkeleri benimsenmiştir.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 88. maddesinde “Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur” düzenlemesine yer verilmiş olup; motorlu araçların işletilmesi neticesi üçüncü kişinin zarar görmesi durumunda o aracın işleteni, aracın sürücüsü ve varsa teşebbüs sahibinin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu; ayrıca, birden fazla kişinin zararı tazmin ile yükümlü olması durumunda, zarar görene karşı müteselsil sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bu haliyle Karayolları Trafik Kanunu, trafik kazaları neticesi doğacak zarar sorumluluğunda müteselsillik esasını benimsemiştir.
Yine 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” demekle birden çok kişinin zarardan aynı sebeple ya da çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabileceği vurgulanmıştır.
Müteselsil sorumluluk, kanundan doğan bir sorumluluk türü olup müteselsil sorumluların birinden talepte bulunan hak sahibinin, tüm ilgililer bakımından müteselsil sorumluluğa dayandığını ifade etmesine de gerek yoktur. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, araçta yolcu olarak bulunan davacının kazanın oluşumunda kusurunun bulunmamasına göre, zararın tamamını, isterse sorumluların tamamından isterse bir kısmından isteyebilir. (YARGITAY 17. Hukuk Dairesi 2016/7214 E, 2019/2775K-2016/7805 E, 2019/3209 K )
Bu bilgiler ışığında somut olayı incelediğimizde;Davacı taraf, dava dilekçesi ve verdiği Islah dilekçelerinde açıkça davalıların kusuru oranında sorumlu tutulmasını istemediğine göre, davacının yolcu olarak bulunduğu ve karşı araç sürücüsünün de kusurunun bulunması halinde,bu durum davalıların müteselsil sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.Bu durumda mahkemece; davaya konu kazada davacının kusurlu olmadığı ve zarar gören kusursuz 3. kişi konumunda olduğu, talebinde kusur oranından da söz etmediğine ve açıkça teselsül hükümlerine dayanıp müteselsilen tahsilini istediğine göre zararın tümünü davalılardan talep etmesi TBK.’da öngörülen teselsül kurallarına açık bir şekilde dayandığının kanıtı olduğu (HGK 24.06.1983 gün 1981/533E.-1983/724K) hususları gözetilmek suretiyle, davacı için tazminatın belirlenmesinde herhangi bir kusur indirimi yapılmaması ve tüm tazminattan kusurları gözetilmeden davalıların müteselsilen sorumlu tutulması yukarıda belirtilen müteselsil sorumluluk ilkesine uygun olduğundan davalı sigorta vekillerinin buna yönelik istinafının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Davalı sigorta vekillerinin kabul edilen Bakıcı gideri,kaçınılmaz tedavi gideri ve Geçici iş göremezliğin teminat kapsamı dışında olduğuna ve bu nedenle bu alacak kalemlerinin kabul edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkin yapılan istinaf incelemesinde;
2918 sayılı Kanun’un 98.maddesinde değişiklik yapan 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesinde, “Trafik kazaları nedeniyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer resmi ve özel sağlık kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedellerinin kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı”, kanunun geçici 1.maddesi ile de “Bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle sunulan sağlık hizmet bedellerinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı, sözkonusu sağlık hizmet bedelleri için bu Kanunun 59’uncu maddesine göre belirlenen tutarın %20’sinden fazla olmamak üzere belirlenecek tutarın üç yıl süreyle ayrıca aktarılmasıyla anılan dönem için ilgili sigorta şirketleri ve … yükümlülüklerinin sona ereceği” öngörülmüştür.
Sigorta şirketinin, işleten ve sürücünün kanundan ve sözleşmeden doğan bu yükümlülüğü, 6111 sayılı Kanun ile getirilen düzenleme ile sona erdirilmiş bulunmaktadır. 2918 sayılı Kanun’un 98. maddesinde belirtilen tedavi giderleri yönünden sorumluluğun dava dışı Sosyal Güvenlik Kurumu’na geçtiğinin kabulü gerekir. Buna karşın belgesiz tedavi giderlerinden sigorta şirketinin, işleten ve sürücünün sorumlulukları devam etmektedir.
Genel olarak sağlık hizmeti giderleri, fatura ile ispat edilmelidir. Ancak bazı giderlerin belge ile ispatlanması zordur. Biz bunlara faturalandırılmayan giderler olarak adlandırıyoruz. Örneğin yol giderleri gibi. Bu gibi giderler için hakimin belgelendirilmediği gerekçesi ile reddedilmesi doğru değildir. Çünkü TBK 50/2 maddesi gereği uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyecektir. Bu nedenle kişinin haksız eylemden zarar gördüğünün ve bedensel zarara uğradığının ispatlaması yeterli olup, ayrıca iyileşme harcamaları için fatura ve makbuz gibi belgeler bulup getirmesi şart değildir. Hiçbir belge sunulmasa bile, hakim, görevlendireceği uzman bilirkişilere tedavi ve tüm iyileşme giderlerini hesaplatmakla ve hüküm altına almakla yükümlüdür. (HGK.26.04.1995, E. 1995/11-122 K.1995/430)
01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren Zorunlu Sigorta Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları A.5 maddesinin “Sağlık Giderleri teminatı” başlıklı (b) maddesinde ” Kaza nedeniyle mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya çıkan bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamındadır. Sağlık giderleri teminatı Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumluluğunda olup ilgili teminat dolayısıyla sigorta şirketinin ve … sorumluluğu 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98.maddesi hükmü gereğince sona ermiştir.” ifadesi ile mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya çıkanı bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamında saymıştır. Bir başka ifade ile mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar,
1-Tedavi süresince ortaya çıkan bakıcı giderleri,
2-Tedaviyle ilgili diğer giderler,
3-Çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler,
Sağlık giderleri kapsamında sayılarak Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumluluğunda olduğu düzenlenmiştir.
Oysa 6111 sayılı kanunun 59.maddesi ile değişik Karayolları Trafik Kanununun 98.maddesinde Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sorumluluğu üniversite hastaneleri ile resmi ve özel sağlık kurumları tarafından trafik kazası sonucu yaralanan kişilerin tıbbi tedavi ile sınırlı sağlık hizmeti giderleri ile sınırlandırılmıştır.
Bu düzenleme gereği ZMSS Genel Şartlar A.5 (b) maddesi ile yaralının tedavisine başlanmasından maluliyet raporu alınıncaya kadarki süre içindeki;
1-Bakıcı giderleri
2-Çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler (geçici iş göremezlik kayıpları)
3-Sağlık hizmeti giderleri kapsamında sayılarak 6111 sayılı torba Kanunun 59.maddesi ile değişik Karayolları Trafik Kanunu’nun 98.maddesi ile sınırları belirlenen sağlık giderleri teminatı kapsamını genişletmiştir.
Bu nedenle bir kanun maddesinin kapsamı idarenin bir düzenlemesi olan genel şartlar ile genişletmesi ve daraltması düşünülemez.
Böyle bir durum varsa kanuna aykırı genel şart maddesi, tebliğ vs uygulanması kanunun ilgili maddesine aykırılık teşkil eder.(Trafik kazalarından doğan cismani zararlar ve tazmini- Konya barosu yayınları. Shf 7-8 ,Yargıtay üyesi: Hüseyin TUZTAŞ)
Yine taraflar arasında düzenlenmiş olan 29/04/2016 ve 04/03/2016 başlangıç tarihli Zorunlu Sigorta Mali/Sorumluluk Sigortası poliçelerinin bir anlamda mütemmim cüzü olan eki niteliğindeki genel şartların, hazırlanma ve bağıtlanmada taraf olmayan Sosyal Güvenlik Kurumu’na İdari bir düzenleme ile kanuni düzenlemesinin aksine bir sorumluluk yüklenmesi de düşünülemez.
Bu halde davalı sigorta vekillerinin geçici iş görmezlik, kaçınılmaz tedavi gideri ve bakıcı giderlerinin sigorta teminatı kapsamı dışında olduğuna ilişkin istinaf itirazları yerinde değildir.
Davalı anadolu sigorta vekilinin Bakıcı giderlerinin istenemeyeceğine ilişkin istinaf itirazları yönünden;
İDM tarafından maluliyetin belirlenmesi için rapor alınmış olup,sunulan raporda davacının kaza nedeniyle geçici iş göremezlik süresi içinde bakıcıya ihtiyaç olduğu ve bu dönemde 2 aylık bakıcı giderinin geçici iş göremezlik süresinde %100 malul kabul edilerek bakıcı giderine hükmedilmesinde bu süre içerisinde davacının bir başkasının bakımına muhtaç olduğu ve kişiye bu süre zarfında bakıcı gideri oluşmasının açık olmasına ve raporunun dosya kapsamına uygun olunmasına göre
Davalı sigorta vekilinin buna ilişkin istinafı yerinde görülmemiştir.
Davalı … vekilinin davacının öğrenci olması ve bir işte çalışmaması nedeniyle geçici işgörmezlik zararının istenmesinin mümkün olmadığı istinafı
Davacı olay tarihinde 20 yaşında ünevirsite öğrencsi olup 6 ay geçici işgöremezlik süresi belirlenmiştir. Haksız fiil sorumluluğunda zarar verenin sorumlu tutulabilmesi için fiil, zarar ve uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Zararın ise haksız fiiller yönünden TBK.nın 54. Maddesinde belirtildiği şekilde kazanç kaybı olabileceği gibi çalışma gücünün azalması veya yitirilmesi de bir zarar olarak kabul edilmiştir. İş gücü kaybı sebebiyle uğranacak tek kalem zarar, gelir kaybına ilişkin olan değildir. Dava konusu olayda da davacı her ne kadar 20 yaşında ve gelir getiren bir işte çalışmıyor olsa da geçici iş göremezlik süresi yani %100 malul sayıldığı iyileşme süresi boyunca herhangi bir işte çalışmaması zararının olmadığı şeklinde yorumlanması haksız fiilin zarar ilkesi ile bağdaşmaz. Zarar gören geçici iş göremezlik süresi içinde günlük işlerini yerine getirememesi, öz bakımını sağlayamaması da bir zarardır. Geçici iş göremezlik süresi içinde davacının zararının bulunmadığı ve bu süre için tazminat hesabı yapılmaması zarar veren lehine olup zararın sadece maddi olarak gelir azalması ve kazanç kaybı olduğu sonucunu doğurur. Bu nedenle itirazın yerinde olmadığı anlaşılmıştır
Davalı sigorta vekillerinin hesaplamanın asgari ücretten yapılması gerektiği istinafı
Davacının üniversite mezunu olması halinde, asgari ücretin üzerinde gelir elde edeceği açık olsa da; eğitim aldığı alana göre iş bulma imkanı ve elde edilecek kazanç vs. konusunda yeterli araştırma yapılmadan hesaplamanın yapıldığı rapora göre karar verilmesi, eksik inceleme mahiyeti taşımaktadır.
Bu durumda mahkemece; davacının üniversite öğrencisi olduğu bildirildiğine göre, okuduğu ilgili üniversiteden öğrenim bilgilerinin istenmesi, halen kaçıncı sınıf öğrencisi olduğu,okul kaydının silinip silinmediğinin tespit edilmesi, mezun olacağı muhtemel tarihin ve mezun olması halinde eğitim aldığı alana göre yapabileceği işin ne olduğunun sorulması; gelen bilgilere göre, davacının mezun olduğunda yapacağı mesleğine göre elde edebileceği gelirin saptanması için emsal gelir araştırması yapılması,kişinin mezun olduktan bir müddet sonra iş bulabileceği değerlendirilerek ilgili meslek odaları ve meslek kuruluşlarından mezuniyetinden itibaren ne kadar sürede iş bulabileceği, emsal gelirinin ne kadar olacağı gibi hususların sorulması; bu tespitlerden sonra davacının belirlenen geliri üzerinden kazanılmış haklara da halel gelmemek kaydıyla, davacının tazminat alacağının belirlenmesi için başka bir aktüerya uzmanı bilirkişiden denetime elverişli, ayrıntılı rapor alınarak karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı biçimde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve davalıların bu istinaf sebebi belirtilen gerekçeyle yerinde bulunmuştur.
Kaldi ki düzenlenen aktüerya raporu da birbiri arasında çelişkilidir.Raporda TRH 2010 yaşam tablosu ve % 1,8 teknik faiz dikkate alınarak hesaplama yapılmış belirtilmiş olmasına rağmen hesaplamanın % 10 artırım ve eksiltim şeklinde PMF 1931 uygulamasına göre hesap edildiği görülmektedir
Bu halde karara esas alınan hesaplama, Hukuk Genel Kurulu’nun 1989/4-586 esas,1990/199 sayılı kararı ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına uygun değildir. Tarafların bilirkişi raporunda kullanılan yaşam tablosuna açık itirazları olmasa dahi TBK 51. maddesi uyarınca tazminatın kapsamı hakim tarafından belirleneceğinden, tazminat hesabında dikkate alınmalıdır.
Bu halde yeni genel şartlar uyarınca TRH 2010 yaşam tablosu, 1.8 teknik faiz hükümleri gözetilerek başka bir aktüerya bilirkişisinden rapor alınmalıdır.itirazlar bu bakımdan yerindedir
HMK nın 353/1-a maddesi 6. bendinde; mahkemece tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması, istinaf aşamasında duruşma yapılmadan değerlendirilmesi gereken bir istinaf sebebi olarak kabul edilmiştir.HMK da düzenlenen istinaf sisteminin, dar istinaf sistemi olduğu hususu düşünüldüğünde, işin esasının incelemesine geçilebilmesi için hüküm kurmaya yetecek esaslı bir delilin toplanmamış olması halinde bu maddenin uygulanması gerekeceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunun md. 353/1-a-6. bentte geçen “Tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması” ifadesini, yetersiz olmakla birlikte dosyada delillerin kısmen toplanıp kısmen değerlendirildiği ancak davanın esasıyla ilgi uyuşmazlığı tam olarak ortaya koyup çözecek derecede esaslı delillerin toplanmamış olması veya bu delillerin değerlendirilmemiş olması şeklinde amaçsal yorumlamak, istinaf incelemesinin denetime ilişkin işlevi de göz önüne alındığında maddenin düzenleme amacına daha uygun olacaktır.
İstinaf sistemimizde dar anlamda istinaf sisteminin benimsendiği düşünüldüğünde ilk derece mahkemesi tarafından dellillerin toplanıp değerlendirilmesi ve bu yargılamanın yanlış olduğu hususlarda tarafların ileri sürdüğü hususlarda inceleme yapılarak karar verilmesidir.İstinaf mahkemesi hem denetim hem de maddi vakıa incelemesi yapan mahkemeler olarak kurulmuş olması,denetim sonucu eksik bulduğu ,tahkikat işlemlerini tamamlayarak yargının gecikmeden karar verme amacına yönelik olup ilk derece mahkemesinin yapması gereken tahkikat işlemlerinin istinaf mahkemesince yapılmasını sağlamak olmadığı,aksinin kabulünün sistemi dar anlamda istinaftan çıkarıp geniş anlamda istinafa sürükleyeceği,bu durum da kanun koyucunun amacına ters bir durum oluşturacağı anlaşılmaktadır.
Yetersiz bir tahkikat ile tahkikatın hiç yapılmamış olması arasında sonuç bakımından bir fark yoktur. Her iki halde de taraflar ilk derece mahkemesindeki yargılamada hukuki dinlenilme hakkından mahrum bırakılmışlardır. Dolayısıyla, önemli olan kaç delilin toplanıp kaç tanesinin eksik bırakıldığından çok, uyuşmazlığın halli için önem arz eden delillerin toplanıp toplanmamasıdır.
Bu bakımdan Davanın esasıyla ilgili olarak gösterilen delillerin “hiçbirinin” toplanmaması ile anlaşılması gerekenin uyuşmazlığın çözülmesi için taraflarca gösterilen delillerden hiç birinin toplanmaması ya da deliller bütünü ile çözüme ulaşılabilecek hallerde bu bütünü oluşturan delillerden “birinin” toplanmamış olması halleri olduğu söylenebilir. Hakimin belirli bir yargıya vararak karar vermesinde etkili nitelikteki deliller söz edilmekte olup bu özellikte delillerden “birinin” toplanmamasını da 353/I-a-6. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinafa konu ilk derece mahkemesinin dosyası incelendiğinde, yukarıda belirtilen ve esasa etki eden hususlarda delillerin eksik toplandığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararının duruşma yapılmaksızın kaldırılması ve davanın sadece davalı tarafça istinaf edildiği davacının bir istinafının bulunmadığı gözetilerek kazanılmış haklara halel gelmemek suretiyle davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair aşağıdaki hükmün kurulmasına karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Taraf vekillerinin istinaf başvurusunun açıklanan sebeplerle KABULÜ ile Yerel Mahkeme kararının HMK.m.353/1-a/6 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, yukarıda gösterilen biçimde değerlendirme ve işlem yapılmak ve kazanılmış haklara halel gelmemek suretiyle değerlendirmek üzere mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

3-İstinaf yasa yoluna başvuran taraflarca peşin olarak yatırılan başvuru harcı dışında kalan istinaf karar harçlarının talep halinde ayrı ayrı istinaf yoluna başvuran taraflara iadesine,
4-Dosya üzerinde inceleme yapılması nedeniyle avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına,
5-İstinaf yasa yoluna başvuranlar tarafından istinaf aşamasında yapılan yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-Karar tebliği ve harç işlemlerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından yerine getirilmesine,
HMK’nın 353/1-a-6 maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi. 10/03/2020

Başkan Üye Üye Katip
… … … …