Emsal Mahkeme Kararı Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/249 E. 2022/537 K. 05.10.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. KONYA . ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ Esas – Karar No: … Esas – …
T.C.
KONYA
. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO :
KARAR NO :

HAKİM :
KATİP :
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
DAVA İHBAR OLUNAN :
DAVA : Alacak (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ :
KARAR TARİHİ :
GEREKÇELİ KARAR TARİHİ :
KARARIN MAHİYETİ : RED

Mahkememizde görülmekte bulunan ” Alacak ” davasının yapılan açık yargılamasının sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; “Davalı elektrik dağıtım şirketinin dağıtım sistemine bağlantısı yapılmış olan ve bağlantı bilgisi (Tesisat ya da Abone No) yukarıda verilen lisanssız güneş enerjisi üretim tesisi, Davacı tarafından kurulmuş ve işletilmiştir/işletilmektedir. (Delil 1) Söz konusu tesisle ilgili olarak, Davacı ile Davalı arasında “Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması” imzalanmıştır. Aşağıda açıklanan sebeplerle, tesisin işletildiği dönem boyunca haksız yere fazladan tahsil edilen sistem kullanım/dağıtım bedellerinin Davacıya iadesi gerekmektedir. Talebimiz üzerine başlatılan dava şartı arabuluculuk görüşmelerinde anlaşma olmaması üzerine işbu dava ikame edilmiştir. Doğrudan işbu uyuşmazlık konusu olayla (lisanssız üreticilerden tahsil edilen sistem kullanım bedellerinin iadesi konulu dava) ilgili olarak Ankara BAM HD’nin 18/11/2021 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararıyla işbu davalarda ticaret mahkemelerinin görevli olduğu kesin olarak hükme bağlanmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesinin birçok kararına yansıdığı üzere elektrik dağıtım şirketlerine karşı açılan alacak davalarında (ayrım yapılmasızın) tamamında adli yargı görevli ve yetkilidir. (Uyuşmazlık Mahkemesi’nin (HB) 14/03/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin (GK) 23/12/2019 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin (HB) 05/05/2014 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; Uyuşmazlık Mahkemesi (HB) 23.11.2020 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Husumet yönünden Huzurdaki davayla aynı talepli başka davalarda Elektrik Dağıtım Şirketleri, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (“EPDK”) kararlarını uyguladıklarını ve bu sebeple de huzurdaki davanın EPDK’ya ikame edilmesinin gerektiği yönünde savunma yapmaktadırlar. Böylesine bir olası savunma, istikrar kazanmış Yargıtay içtihadına aykırıdır. Zira sistem kullanım bedelinin istirdatı talebiyle elektrik dağıtım şirketi aleyhine açılan emsal davalarda Yargıtay; davanın pasif husumet yokluğundan reddini hukuka aykırı bulmuş ve davanın esastan görülmek üzere ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. (Yargıtay . Hukuk Dairesinin 16/05/2013 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Emsal içtihat nazara alınarak, Davalı tarafın olası husumet ve görev bağlamındaki savunmalarına itibar edilmemesi gerekir. Uyuşmazlık konusu tesisle ilgili olarak, Davacı ile Davalı arasında “Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması” imzalanmıştır (Delil 1). (Davalıdan celbi talep edilmiştir) Anılan Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşmasının 4 üncü maddesine göre;
“MADDE 4 – KARŞILIKLI YÜKÜMLÜLÜKLER:
A- Mali Yükümlülükler:
1. Dağıtım Sistemi Kullanım Fiyatı Üzerinden Hesaplanan Bedellerin Ödenmesi:
(1) a) Üretim ve tüketim tesislerinin aynı yerde olması halinde sisteme verdiği ve sistemden çektiği net enerji miktarları için ayrı ayrı,
b) Üretim ve tüketim tesislerinin aynı yerde olmaması halinde sisteme verdiği ve sistemden çektiği enerji miktarları için ayrı ayrı,
dağıtım sistemi kullanım bedeli öder.
(2) Sistem kullanım fiyatı bağlantı anlaşmasında belirlenen bağlantı anlaşma gücü esas alınarak hesaplanır”. Anılan maddede bahsedilen “sistem kullanım/dağıtım bedeli”, Davalı tarafından hazırlanarak EPDK tarafından yayımlanan tarifelere göre belirlenmektedir. İşbu davanın ikame edildiği tarih itibarıyla Davacının üreterek dağıtım sistemine verdiği her kWh elektrik enerjisine karşılık 28,2765 kuruş sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmaktadır (Delil 3). Son dönem faturası eklidir. Yukarıdaki tablodan görüleceği üzere, dağıtım hizmeti alan elektrik üreticileri arasında sistem kullanım/dağıtım bedelleri bakımından “üretici” ve “lisanssız üretici” şeklinde bir ayrım yapılmaktadır Bu bağlamda Davacıdan 28,2765 kuruş sistem kullanım/dağıtım bedeli alınırken buna karşın aynı hizmeti alan diğer üreticilerden sadece 3,8193 kuruş alınmaktadır. Tarife cetvellerindeki sistem kullanım/dağıtım bedellerinden derlenerek tarafımızdan hazırlanan ve aşağıda sunulan karşılaştırma tablosundan da açıkça görüleceği üzere, 2016 yılı sonuna kadar üreticiler arasında herhangi bir ayrım yapılmamıştır. Buna göre; lisanslı-lisanssız ayrımı yapılmaksızın tüm üreticilerden aynı bedel alınmış olup bu bedel (1 Ekim – 31 Aralık 2016 dönemi için) 0,7596 kuruştur. Ancak 1 Ocak 2017 itibarıyla üreticiler arasında ayrıma gidilerek, lisanssız üreticilerin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturduğu gerekçesine dayalı olarak, lisanssız üreticilerden daha fazla sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmaya başlanmıştır (Delil 2). Buna dayanak olacak şekilde Davacının ek maliyet oluşturmadığını aşağıda izah edeceğiz. Ayrıca celp edilecek bilgi ve belgeler yanında sayın Mahkemece yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle bu husus aydınlığa kavuşacaktır. Buna göre tamamen aynı hizmeti aldığı ve aralarında herhangi bir ayrım yapılmasına hukuken imkan olmadığı halde Davacıdan ürettiği her bir kWh elektrik enerjisi başına neredeyse 10 KAT oranında artırım yapılmak suretiyle sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmaktadır. Bu durum açıkça hukuka aykırıdır. Bu yöntemle Davacıdan haksız yere fazladan tahsil edilen tutarın 400.000,00 TL’nin üzerinde olduğunu düşünmekteyiz. Toplam alacağımız, yargılama aşamasında yapılacak bilirkişi incelemesiyle ortaya çıkacaktır. Uyuşmazlık konusu lisanssız elektrik üretim tesislerinin hukuki altyapısı 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre bu tesisler, yenilenebilir enerji kaynaklarının ülke ekonomisine kazandırılması amacıyla desteklenmiş ve bu kapsamda “lisans alma” ve “şirket kurma” yükümlülüklerinden de muaf tutulmuşlardır. Bunların dışında başkaca hiçbir konuda, lisanslı ve lisanssız elektrik üretim faaliyeti arasında ayrım yapılmamıştır. Nitekim 12/05/2019 tarihli ve 30772 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği”nin 1 inci maddesine göre; lisanssız elektrik üretimiyle “küçük ölçekli üretim tesislerinin ülke ekonomisine kazandırılması ve küçük ölçekli üretim kaynaklarının etkin kullanımının sağlanması” ile “elektrik şebekesinde meydana gelen kayıp miktarlarının düşürülmesi”nin amaçlandığı açıkça düzen altına alınmıştır. Diğer taraftan 6446 sayılı Kanunun “Dağıtım faaliyeti” başlıklı 9/2 maddesine göre; “Dağıtım şirketi, lisansında belirtilen bölgedeki dağıtım sistemini elektrik enerjisi üretimi ve satışında rekabet ortamına uygun şekilde işletmek, bu tesisleri yenilemek, kapasite ikame ve artırım yatırımlarını yapmak, dağıtım sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan tüm dağıtım sistemi kullanıcılarına ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin hizmet sunmakla yükümlüdür”. Önemle belirtmek gerekir ki; dağıtım bedellerinin nasıl belirleneceği 6446 sayılı Kanunun “Tarifeler ve tüketicilerin desteklenmesi” başlıklı 17/6-(ç) bendinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre;
“ç) Dağıtım tarifeleri: Dağıtım şirketleri tarafından hazırlanacak olan dağıtım tarifeleri, elektrik enerjisinin dağıtım sistemi üzerinden naklinden yararlanan tüm gerçek ve tüzel kişilere eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin uygulanacak hizmetlere ilişkin fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Dağıtım tarifeleri; dağıtım sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmet maliyeti, sayaç okuma maliyeti, reaktif enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur…” Nitekim bu bedelin nasıl belirleneceği ve tahsil edileceği yani uygulanması, 31/12/2015 tarihli ve 29579 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan “Dağıtım Lisansı Sahibi Tüzel Kişiler ve Görevli Tedarik Şirketlerinin Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esaslar”da düzen altına alınmış olup 16/2 maddesine göre;
“… Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının b bendi kapsamındaki lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturdukları ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabilir”. Açık düzenlemeden anlaşıldığı üzere, sistem kullanım/dağıtım bedelinin, farklı uygulanmasının YEGANE ŞARTI, lisanssız üretim tesisinin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmasıdır. Uyuşmazlık konusu olay bakımından diğer üreticiler yönünden 6446 sayılı Kanunun 17/6-(ç) maddesinde belirtilen yöntemle dağıtım bedeli uygulanmışsa da (ki öyle olduğunu tahmin ediyoruz), herhangi bir şekilde farklı veya fazla hizmet sunulmadığı halde (aşağıda izah edileceği üzere “ek maliyet oluşmadığı” halde) lisanssız üretici olan Davacı bakımından çok fahiş seviyede fiyat uygulaması yapılmıştır. Halbuki lisanssız üreticilerden alınan sistem kullanım/dağıtım bedeli bakımından diğer üreticilerden daha fazla bedel alınmasına sebep olacak herhangi bir ek maliyet ya da fazla hizmet yoktur. 6446 sayılı Kanunun 17 nci maddesine, 6719 sayılı Kanunla (2016 yılında) aşağıdaki fıkra eklenmiştir; “(10) Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” Anılan düzenlemeyle elektrik piyasasındaki tarifelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda mahkemelerin denetim yetkisi, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (“EPDK”) düzenleyici işlemlerine uygunluğun denetlenmesiyle sınırlandırılmıştır. Buna karşı açılan davada Anayasa Mahkemesi, 28/12/2017 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararıyla, mahkemelerin yargılama yetkisini sınırlandıran kanun hükmünü Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Karar gerekçesine göre; “293. Dava konusu kuralla, EPDK tarafından gelir ve tarife kapsamında düzenlenen … bedellerin tazmini talebiyle mahkemelerde dava açılması durumunda … mahkemelerin yetkisi sadece … bu bedellerin Kurumun düzenleyici işlemlerine uygun olarak tahsil edilip edilmediğinin denetlenmesiyle sınırlı tutulmak suretiyle hak arama hürriyetine sınırlama getirilmektedir. 294. Kuralın gerekçesinde düzenleyici işlemler yürürlükte iken düzenleyici işlemleri uygulamakla yükümlü bulunan kamu ve özel hukuk tüzel kişileri aleyhine yargı organları(na) … çok sayıda müracaatlarda bulunulduğu ve … yargı organlarının gereksiz iş yükü altında kaldığı, bu amaçla kuralla ürün veya hizmet bedeline ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda … mahkemelerin yetkisinin ürün veya hizmet bedellerinin Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlı tutulduğu belirtilmiştir. 295. Mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün bir gereği olmakla birlikte hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü için tek başına yeterli bulunmamaktadır. Kişilere yargı mercileri önünde dava açma hakkı tanıyan bir düzenlemenin aynı zamanda yargı mercilerinin etkili bir yargılama yapmasını engelleyen kurallar içermesi hâlinde bu düzenlemenin hak arama özgürlüğüne uygun olduğundan söz edilemez.
296. EPDK tarafından gelir ve tarife kapsamında düzenlenen ve tüketicilerden tahsil edilen bedellerin iadesi talebiyle … açılan davalarda … mahkemelerin söz konusu bedellerin kurumun düzenleyici işlemlerine uygun olup olmadığının yanı sıra uyuşmazlıkla ilgili diğer mevzuat hükümlerini de gözetmeleri adil yargılanma yapılmasının bir gereğidir.297. Bu itibarla EPDK tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda … mahkemelerin yetkisinin bu bedellerin sadece kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğunu öngören kural, hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahalede bulunmaktadır”. Buna göre, elektrik piyasasında tarifeler yoluyla tahsil edilen bedellerin genel hukuk kurallarına göre yargılamaya tabi tutulmaları ve bu surette işbu uyuşmazlık konusu olayın; 6446 sayılı Kanun yanında özellikle Anayasanın 124 üncü maddesindeki (normlar hiyerarşisi), yine Anayasanın 13 üncü maddesindeki (mülkiyet hakkı), TBK 20 vd (genel işlem koşulları), TTK 55/f (haksız rekabet) ve TMK 2 (dürüstlük kuralı) yönlerinden yargılamaya konu yapılması adil yargılanmanın en doğal gereğidir. Dava konusu tahsilat, Elektrik Piyasası Kanununa aykırıdır. Uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedeli, dağıtım sisteminin kullanılması (üretilen elektriğin sisteme verilmesi) karşılığı alınan bir bedeldir. Yani dağıtım şirketi tarafından sunulan bir hizmetin karşılığıdır. (Dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki maliyetleri karşılayacak bedellerden oluşması gerekmektedir) Dolayısıyla 6446 sayılı Kanunun 17/6-(ç) hükmüne göre belirlenecek sistem kullanım/dağıtım bedelinin (lisanslı-lisanssız ayrımı yapılmaksızın) tüm üreticiler yönünden eşit şekilde uygulanması gerekmektedir. Oysa üreticiler yönünden maddede belirtilen yöntemle belirlenen dağıtım bedelinin (ki öyle olduğunu tahmin ediyoruz), herhangi bir ayrım yapılmaksızın lisanslı-lisanssız tüm üreticiler yönünden de uygulanması (EN FAZLA VARSA, EK MALİYETLER EKLENMEK SURETİYLE uygulanması) zorunludur.
Nitekim Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esasların 16/2 maddesine göre; “… Elektrik Piyasası Kanunu’nun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının b bendi kapsamındaki lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturdukları ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabilir”.Açık düzenlemeden anlaşıldığı üzere, sistem kullanım/dağıtım bedelinin, farklı uygulanmasının YEGANE ŞARTI, Davacının üretim tesisinin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmasıdır. Halbuki lisanssız üreticilerden daha fazla sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmasına sebep olacak herhangi bir ek maliyet ya da farklı bir hizmet yoktur. Bu şartlar altında, uyuşmazlık konusu fazla tahsilatlar; 6446 sayılı Kanunun 17/6-(ç) maddesine aykırı olduğu gibi yapılan fazla tahsilatlar Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esasların 16/2 maddesindeki “ek maliyet” şartını karşılamamaktadır. Davacıdan fazla tahsilat yapılmasına gerekçe olacak herhangi bir sebep (ek maliyet/farklı hizmet) yoktur. Doğal tekel şirketin sahip olduğu tekel konumunu kötüye kullanarak kullanıcıları mağdur etmelerinin önüne geçilmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda doğal tekel alanında yatırım yapan yatırımcıların, yapmış oldukları yatırımları, almış oldukları risklerle uyumlu olarak, makul bir geri dönüş oranıyla geri alabilmelerinin sağlanmasının esas olduğu da nazara alınarak doğal tekel şirketlerinin şebeke yatırımları ve işletme giderlerinin risk/getiri ilişkisi göz önünde bulundurularak makul karlılık ölçüsünde dağıtım şebekesi kullanıcılarına yansıtılması noktasında temel unsurun, “her kullanıcının sistemde yarattığı maliyete katlanması” şeklinde olduğu açıktır. Nitekim elektrik dağıtım işi de doğal tekel niteliğinde olduğundan “her kullanıcının sistemde yarattığı maliyete katlanması” şeklindeki temel kuraldan hareketle 6446 sayılı Kanunun 17/6-(ç) maddesinde ayrı ayrı ve açıkça gösterilen maliyet kalemleri bakımından lisanslı ile lisanssız elektrik üretim tesisleri arasında; (a) dağıtım sistemi yatırım harcamaları bakımından: gerek lisanslı gerekse lisanssız üretim tesisleri için sisteme bağlantı esasları aynı olup sisteme bağlantı esasları, Elektrik Piyasası Bağlantı ve Sistem Kullanım Yönetmeliği ile Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması çerçevesinde aynı şartlarda uygulandığından eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde dağıtım sistemine bağlanma maliyetleri aynı olmakla lisanssız üreticilerin dağıtım sistemi üzerinde herhangi bir ek maliyeti yoktur, (b) sistem işletim maliyeti bakımından: dağıtım şirketi açısından eşdeğer lisanssız ve lisanslı üretim tesisinin dağıtım sistemi işletmesinin maliyeti açısından hiçbir farklılık olmadığı gibi lisanssız üretim tesisinin ek maliyet oluşturması da mümkün değildir, (c) teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti bakımından: eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde üretilen elektrik dağıtım sistemi bağlantı noktasında sisteme aktarıldığından dolayı aynı yere bağlanan lisanslı ve lisanssız üretim tesisi dağıtım sistemi üzerinde herhangi bir ek bir maliyet oluşturmaz, (d) kesme-bağlama hizmet maliyeti bakımından: eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde dağıtım şirketi tarafından verilen kesme-bağlama hizmeti açısından uygulanan işlem aynı olup hiçbir ek maliyet oluşturmaz, (e) sayaç okuma maliyeti bakımından: eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde dağıtım şirketi tarafından yapılan sayaç okuma maliyeti aynı olup, hiçbir ek maliyet oluşturmaz, (f) reaktif enerji maliyeti bakımından: eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde dağıtım şirketine reaktif enerji maliyeti açısından da hiçbir ek maliyet oluşturmaz. Bunların yanı sıra dağıtım şirketinin dağıtım bedeli maliyetlerinde; (a) yukarıda da belirtildiği üzere, ilk yatırım maliyetleri eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinde sisteme bağlantı esasları Elektrik Piyasası Bağlantı ve Sistem Kullanım Yönetmeliği ve Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması çerçevesinde aynı şartlarda uygulanmakta ve bir ek maliyet oluşturmamaktadır, (b) lisans ve benzeri işlemlere yönelik maliyetler, lisans sahibi tarafından karşılanır ve lisans da EPDK tarafından verilmekte olup, dağıtım şirketinin dağıtım bedeli ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır, (c) eşdeğer lisanslı ve lisanssız üretim tesislerinin işletme, bakım ve onarım maliyetleri ilgili üretici tarafından karşılanmakta olup buna dayalı olarak da dağıtım tesisinin işletme, bakım ve onarımında ise herhangi bir ek maliyet oluşturmamaktadır, (d) yük profili, dengesizlik miktarları ve dengesizlik maliyetleri, frekans ölçümleri ve talep tahmini dağıtım şirketini ve dağıtım bedeli maliyetlerini etkileyen/ilgilendiren unsurlar değildir. Yukarıda sıralanan sebeplerle eşdeğer lisanslı ve lisanssız elektrik üretimi yapan üretim tesislerinin dağıtım bedeli maliyetleri “ek maliyetler” yönüyle ayrışmamaktadırlar. Buna ilişkin olarak benzer davalarda mahkemelerce yapılan görevlendirmelere istinaden hazırlanıp da ayrıntılı ve kapsamlı tespitler içeren bilirkişi raporları eklidir. Maliyet kalemlerinin somut şekilde ortaya konulmaması, uyuşmazlık konusu fazla tahsilatlarının hukuka aykırılığını göstermektedir. 6446 sayılı Kanunun yukarıda anılan 17 nci maddesine dayalı olarak yürürlüğe konulan 19/06/2020 tarihli ve 31160 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliği”nin 20/ç maddesine göre Davalı dağıtım şirketi tarafından “fiyata dönüştürülmüş maliyet analizleri”nin hazırlanması zorunluluğu vardır. “FİYATA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ MALİYET ANALİZLERİ” sayesinde Tarife Uygulama Usul ve Esaslarının 16/2 maddesinde bahsi geçen ve Davalı tarafından varlığı iddia edilen “lisanssız üreticilerin dağıtım sistemi üzerinde oluşturduğu iddia olunan ek maliyet” somut şekilde ortaya çıkacak ve bu sayede denetime elverişli hale gelecektir. Halbuki uyuşmazlık konusu olay bağlamında Davalı tarafından, lisanssız üreticiler bakımından, hazırlanmış herhangi bir “fiyata dönüştürülmüş maliyet analizi”nin OLMADIĞI aşikardır. İddiamızın aksine amir mevzuat hükümleri uyarınca hazırlanmış bir “fiyata dönüştürülmüş maliyet analizi” varsa bile, ya hiçbir şekilde ek maliyet yoktur ya da iddia edildiği kadar maliyet yoktur. Dolayısıyla ek maliyet olmadığı yönündeki iddiamızın ıspatı için bahsi geçen “fiyata dönüştürülmüş maliyet analizlerinin” Davalıdan celbi gerekir. Somut olay bağlamında Davalı, mevzuatta açıkça belirlenen EK MALİYET sebebini ortaya koymadan sanki ek maliyet varmış gibi Davacıdan fazla ve fahiş miktarda tahsilat yapmaktadır. Hal böyle iken tüm üreticilerin dağıtım şirketinden aldığı hizmet tamamen aynı olduğu halde diğerlerine nazaran Davacıdan daha fazla sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmasının herhangi bir teknik veya mali/finansal sebebi yoktur. Bilim, sanat ve fen kurallarına göre objektif ve somut bir şekilde; Davacının diğer üreticilere nazaran dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturduğu ve bu sebeple de fazladan sistem kullanım/dağıtım bedeli alındığı iddia edilemez. Olayı somut hale getirmek gerekirse; “birbirine komşu parsellerde kurulu olan” ve “her ikisi de aynı trafo üzerinden dağıtım sistemine bağlanan” iki farklı güneş enerjisi santralinin (“GES'”) olduğu bir örnekte; her iki tesisin sistem üzerinde oluşturduğu maliyet tamamen AYNI olduğu halde; Davacıdan 400.568,35 TL (yıllık) sistem kullanım/dağıtım bedeli alınırken diğer üreticiden sadece 55.627,56 TL (yıllık) sistem kullanım/dağıtım bedeli alınmaktadır. Tek başına aşağıda ortaya konan tablo dahi, davamızdaki haklılığımızı ortaya koymaya yeterlidir. Diğer taraftan Davacıdan bu şekilde fazla bedel alınmasına taraflar arasındaki anlaşma dahi izin vermemektedir. Taraflar arasındaki Dağıtım Sistem Kullanım Anlaşması’nın 4/A/1/7 maddesine göre; (Celbi talep edilmiştir) “(7) Dağıtım sistemine bağlantı yapılmasının dağıtım şirketi tarafından ilave yatırım gerektirdiği hallerde veya sistem kullanımı açısından kapasitenin yetersiz olması nedeniyle genişleme yatırımı veya yeni yatırım yapılmasının gerekli olduğu hallerde yatırım dağıtım şirketince yapılır…”.Taraflar arasındaki sözleşmenin yukarıda zikredilen hükmüne göre, Davacının dağıtım sistemine bağlanması ve bu surette sistemi kullanması sebebiyle ortaya çıkan tüm maliyet her halükarda Davalıya aittir. Hatta bağlantı ve sistem kullanımı sebebiyle ilave yatırım yapılmasına gerek olması halinde dahi yapılacak yatırımın mali yükümlülüğü her koşulda Davalıya ait olacaktır. Buradan hareketle somut olay bakımından, Davacının dağıtım sistemini kullanması yukarıda belirtildiği şekilde Davalıya ek maliyet oluştursa dahi (ki böyle bir durum kesinlikle yoktur) bundan dolayı Davacıdan fazladan “sistem kullanım/dağıtım bedeli” alınmasına taraflar arasındaki anlaşma dahi imkan vermemektedir. Dolayısıyla uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin, genel işlem koşulları çerçevesinde tekel niteliğinde hizmet sunan Davalı elektrik dağıtım şirketinin, Davacı karşısındaki üstün ve ayrıcalıklı konumundan faydalanarak tahsil ettiği ve aslında herhangi bir şekilde de sunulan hizmetin karşılığı olmayan bir bedel olduğu açıktır. Bu sebeple de, Davacıdan fazladan ve fahiş miktarda sistem kullanım/dağıtım bedeli alınması normlar hiyerarşisine, dürüstlük kuralına, rekabete, mülkiyet hakkına ve tabii ki de hukuka açıkça aykırıdır. Uyuşmazlık konusu tahsilat, normlar hiyerarşisine aykırıdır. İlk aşamadan itibaren, uyuşmazlık konusu bedelin alınmasına dayanak olan tarifenin Davalı dağıtım şirketi tarafından hazırlandığını iddia ediyoruz. Ancak kabul anlamına gelmemekle birlikte söz konusu tarifenin EPDK’nın düzenleyici işlemi olduğunun düşünülmesi halinde; yargılama kapsamında uyuşmazlık konusu bedelin ek maliyet olmadan artırıldığının ortaya çıkması halinde yani uyuşmazlık konusu bedelin açıkça üst seviyedeki normlara aykırı olduğunun anlaşılması halinde üst seviyedeki hukuki düzenlemelere göre değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerekmektedir. İşte bu noktada şu soruya verilecek cevap işbu dava için oldukça önemlidir; adliye mahkemeleri, idarenin düzenleyici işlemlerinin hukuka uygunluğunu inceleyebilir mi? (Bu konu, … ve … , İdare Hukuku, CİLT II, Ankara 2008, Sayfa 835 vd. ile … , İdare Hukuku CİLT I, Bursa 2009, Sayfa 1281 vd.; aktarılmıştır) Adliye mahkemesinde açılmış bir davada, dava konusu uyuşmazlığın çözümü, idarenin düzenleyici işleminin uygulanmasına bağlı olabilir. Bu durumda, uygulanacak düzenleyici işlemin hukuka aykırılığı taraflarca iddia edilebilir. Böyle bir durumda acaba mahkeme, idarenin düzenleyici işleminin hukuka aykırılığı iddiasını inceleyebilir mi? Bu soruya 24/12/1964 tarihli ve 521 sayılı eski Danıştay Kanunu zamanında (1982’ye kadar) olumsuz cevap verilmiş; böyle bir durumda adli yargı yerinin bu iddiayı “bekletici mesele” (mesele-i müstehire) sayması ve bu iddiayı ileri süren tarafa idari yargıda dava açıp söz konusu düzenleyici işlemin iptali hakkında bir karar getirmesi için münasip bir süre vermesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Zira eski Danıştay Kanunu’nun 30 uncu maddesi “adalet mahkemelerinde bakılmakta olan bir davaya, bu dava ile ilgili idari işlemin manasını ve şümulünü tayin hususunda çıkacak uyuşmazlıkların halli için mahkeme kararı üzerine” Danıştay’da “yorum (tefsir) davası” denen bir davanın açılması öngörülmüştü. Eski Danıştay Kanununda yer alan bu hüküm, yeni Danıştay Kanununa ve keza İdari Yargılama Usulü Kanununa alınmamıştır. Yürürlükteki hukukumuzda adli yargı mahkemelerinin, idarenin düzenleyici işlemlerinin hukuka aykırılığı iddiası yolunda karşılaştıkları talepleri inceleyemeyeceklerini öngören bir yasa kuralı yoktur. Nitekim tam da somut uyuşmazlık konusu olayla ilgili olarak; elektrik piyasasında tarifeler yoluyla tahsil edilen dağıtım bedellerine karşı açılan davalarda adliye mahkemelerinin bu yetkisini sınırlayan düzenleme (6446 sayılı Kanunun 17/10 maddesi) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Buna ilişkin izahat, yukarıda yapıldığından burada tekrar bahsetmeyeceğiz. Aşağıda da izah edileceği üzere Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarıyla hükme bağlandığı üzere; adliye mahkemeleri karşılaştıkları bu tür iddiaları “davanın hakimi def’in de hakimidir” ilkesi uyarınca kendileri çözmektedirler. Dolayısıyla hukukumuzda, adliye mahkemeleri bakmakta oldukları dava dolayısıyla bir düzenleyici işlemin hukuka aykırılığı sorunuyla karşı karşıya kalırlarsa, düzenleyici işlemin hukuka uygun olup olmadığını inceleyebilirler ve bu konuda karar verebilirler. Ancak burada belirtelim ki, adli yargı organları hukuka aykırı olduğu sonucuna vardığı düzenleyici işlemi iptal edemez; bu yetki münhasıran görevli ve yetkili adli yargı yerine aittir. Adliye mahkemesi, hukuka aykırı bulduğu düzenleyici işlemi, önündeki davaya konu teşkil eden olaya uygulamaz. Böylece hukuka aykırı düzenleyici işlem “iptal” değil “ihmal” edilmiş olur. Nitekim Yargıtay Kanunu’nun 45/5 maddesi gereği sayın mahkemeyi de bağlayıcı nitelikteki YİBBGK kararında konu çok açık şekilde hükme bağlanmıştır. YİBBGK’nun 22/03/1996 tarihli ve E: … , K: … sayılı içtihadları birleştirme kararına göre; “Anayasa’da kanun çıkarma yetkisi yasama organına verilmiştir. Yasama organı Anayasa çerçevesinde konu ile sınırlı olmaksızın kanun çıkarabilir. Bir başka deyimle kanun, Yasama Organı tarafından yapılan bağımsız bir hukuksal düzenlemedir. Buna karşılık yönetmelik, kanunu açıklayan, kanunun uygulanmasını sağlayan ve kanunu tamamlayan bir idari tasarruftur. Yönetmelikle kanun arasında organik bağ mevcut olup, yönetmelik kanuna bağımlıdır. Bu sebeple öncelikle üstün norm olan kanunun, kanuna aykırı olmayan hallerde ise yönetmelik hükümlerinin uygulanması gerekir. Bir başka anlatımla; kanunla yönetmeliğin çatışması halinde üstün norm durumunda bulunan kanuna değer verilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi zorunludur. Öğretide bazı hukukçular yönetmeliklerin kanuna aykırı olmasının adli yargıda incelenemeyeceği, bu gibi hallerde ilgili tarafa idari yargıya başvurarak yönetmeliğin iptalini sağlamak üzere önel verilmesi ve bunun bekletici sorun yapılması gerektiği konusunda görüş bildirmektedirler. Gerek Anayasa’da ve gerekse kanunlarımızda yönetmelikle kanunun çatışması halinde bunun bekletici sorun sayılması gerektiği hususunda bir hüküm bulunmamaktadır. Ayrıca, adli yargı içinde ceza ve hukuk ayırımı yapılarak sonuca varılması da isabetli değildir. Yorum yaparken yargı yolunu bir bütün olarak kabul zorunludur. Yargıtay’ın süregelen uygulamalarında ayırım yapılmaksızın yönetmeliğin kanuna aykırı olması halinde, kanuna değer verilerek uyuşmazlıkların çözümlenmesi ilkesi benimsenmiştir. Yönetmeliğin kanuna bağımlı olması açıklanan şekilde yorum ve uygulama yapılmasını gerektirmektedir.”(Aynı yöndeki diğer karar: YİBBGK’nun 30/04/2010 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Doğrudan dava konusu olayla (sistem kullanım/dağıtım bedellerinin de dava konusu edildiği davalarla) ilgili olarak tesis edilen YHGK’nun 21/05/2014 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararında bu husus açıkça tartışılmıştır. Kararda neticeden “EPDK’nın tarifeler üzerinden sınırsız bir fiyat belirleme yetkisinin olmadığı kabul edilerek idari tasarruf ve/veya tarife iptal edilmese dahi yargılama konusu olabileceği ve fazladan alınan bedellerin iadesinin gerekli olduğuna” karar verilmiştir. Ayrıca ve önemle belirtmek gerekirse; yine yukarıda dayandığımız (6446 sayılı Kanunun 17/10 maddesini iptal eden kararında) Anayasa Mahkemesi aynı anlayışla hareket ederek Anayasanın 124 üncü maddesindeki normlar hiyerarşisine ve yine Anayasa’nın yargı yetkisini düzenleyen 138 inci maddesine göre hüküm kurmuştur. Anılan içtihadları birleştirme kararıyla ve Anayasa Mahkemesi kararıyla uyumlu şekilde neredeyse binlerce HGK, özel daire ve BAM kararları mevcuttur. YHGK’nun 15/10/2019 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre;
“… kanuna aykırı düzenlenen genelgenin Kurum tarafından farklı uygulamalara sebebiyet verilmemesi amacıyla, somut olayda uygulanması gerektiği belirtilmiş ise de, genelge ile kanuna aykırı kural konulamayacağından mevcut hukuk sistemimizde bu hususu kabul etmek mümkün değildir. … Normlar hiyerarşisinin benimsendiği sistemimizde, kanuna aykırı düzenlenen genelgenin uygulanma alanı bulması hukuki değildir”. YHD’nin 24/10/2013 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “Her ne kadar mahkemece, … tebliğ hükümlerinin iptal edilmeyip yürürlükte bulunduğu gerekçeleriyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de yukarıda anılan tebliğ hükmü 5510 sayılı yasanın 81/… (…) maddesinin lafzına ve amacına aykırı olduğundan ve de normlar hiyerarşisi uyarınca kanunun amacına aykırı biçimde düzenleyici işlem yapılamayacağından hükmün bozulması gerekmiştir”. YHD’nin 06/03/2017 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “normlar hiyerarşisinde üst kademede yer alan yasal kurallara aykırı düzenleyici tasarrufların idare tarafından yürürlüğe konulması durumunda idari tasarruf yerine yasal düzenlemenin uygulanması gerektiği şüphesizdir”. YHD’nin 23/05/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere; … Düzenleme Kurumu’na tüketicilere yapılacak elektrik satışlarında uygulanacak fiyatlandırmaya esas unsurları tespit etme görevi verilmiştir. Bu maddede de anlatılmak istenilen hususun 1 kw elektrik enerjisinin tüketicilere ulaşıncaya kadar ki maliyet ve kar payı olup, yoksa … Düzenleme Kurumu’na sınırsız bir fiyatlandırma unsuru belirleme yetkisi ve görevi vermediği açıktır. … Düzenleme Kurumu bu maddeye dayanarak 11.08.2002 gün ve 24843 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Perakende Satış Hizmet Geliri ile Perakende … Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ”i yayımlamış ve lisans sahibi şirketlerde bu tebliğe uygun olarak tüketiciden kayıp-kaçak bedeli adı altında bedel tahsil etmişlerdir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere tebliğin dayanağı olan 4628 sayılı… Kanunu’nun 4.maddesinde, Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’na sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisi verilmemiştir. Elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile başka kişiler tarafından hırsızlanmak suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin (kaçak) kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmek hukuk devleti ve … düşünceleri ile bağdaşmamaktadır”. YHD’nin 27/04/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “… normlar hiyerarşisi göz önüne alındığında kanunla düzenlenen bir hususun yönetmelik ile geçersiz hale getirilmesinin mümkün olamayacağının anlaşılmasına göre …” YHD’nin 17/09/2013 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “Anayasa’nın 138. maddesinde de yer alan, “Normlar hiyerarşisi” ilkesi uyarınca, hukuk kuralları yukarıdan aşağıya doğru “Anayasa”, “Kanun”, “Kanun Hükmünde Kararname”, “Tüzük”, “Yönetmelik” ve “Diğer alt düzenleyici işlemler (Yönerge, Genelge vb.)” şeklinde sıralanmakta olup, alt kademe yer alan bir normun üst kademedeki norma aykırı olması ya da onun kapsamını aşan düzenlemeler içermesi mümkün bulunmamaktadır. … Bu ilkenin doğal sonucu olarak, normlar hiyerarşisinde üst kademede yer alan yasal kurallara aykırı düzenleyici tasarrufların idare tarafından yürürlüğe konulmasının hukuka aykırı olacağı şüphesizdir. Öğretide türevsel bir yetki olarak kabul edilen idarelerin yasa kurallarını uygulama ve bu kapsamda idari düzenleme yapma yetkisinin yasama organının çizdiği sınırlar içinde ve üst hukuk normlarına aykırı olmamak kayıt ve şartına bağlı olarak gerçekleşebileceği belirtilmektedir”. Diğer taraftan normlar hiyerarşisine dayalı düzenleyici işlemin ihmal edilmesi durumu, öğretide de ittifakla kabul edilmiştir. …’a göre; 1982 Anayasası sonrası dönemde idari yargılama usulündeki yorum davası kaldırıldıktan sonra “adalet mahkemeleri, bundan böyle, her türlü idari karar, sözleşme ve düzenleyici işlemleri doğrudan doğruya ve kendi anlayışları uyarınca yorumlayıp değerlendirebilecekler ve hatta hükümsüz ve geçersiz bırakabileceklerdir”. (…, “İdari Yargı Adlileşti”, … , İHİD, yıl:3, Sayı:1-3, 1982, sayfa79). Kemal Gözler de, yorum davası usulü kaldırıldıktan sonra artık adliye mahkemelerinin önlerindeki olayda uygulanacak düzenleyici işlemin yasaya aykırılığı iddiasını incelemesinin ve çözmesinin önünde yasal bir engel bulunmadığını, uygulamada bu yöndeki iddiaların usul hukukundaki “davanın hakimi, def’inin de hakimidir” ilkesi uyarınca adliye mahkemelerince çözümlendiğini, bununla birlikte adliye mahkemesinin düzenleyici işlemi iptal etmesinin söz konusu olamayacağı ancak yasa karşısında ihmal edebileceğini ifade etmektedir. (… , İdare Hukuku (I Cilt), Bursa, Ekin Kitabevi, 2000, sayfa1146). … da; yorum davası usulünün kaldırılmasından sonra adliye mahkemelerinin artık idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadıklarını da değerlendirebileceklerini ve böylece bu hususta “idari yargının görev alanına, yargısal denetimin olanaklarına” sahip olduklarını ifade etmektedir. (… /… /… /… , “İdari Yargılama İle İlgili Konular, (Yorum ve Tesbit Davaları Alt Bölümü)”, Danıştay ve İdari Yargı Günü, 135. Yıl Sempozyum Kitabı, Ankara, Danıştay Tasnif ve Yayın Bürosu Yayınları, 2004, sayfa126). Sedat Ayanoğlu ve Turan Yıldırım da, Anayasanın 138/1. maddesindeki hükme istinaden adli yargı merciinin önündeki uyuşmazlıkta yasaya aykırı olduğunu saptadığı düzenleyici işlemi -özellikle bu durum birey hak ve özgürlüklerinin lehine bir durum ortaya çıkaracaksa- ihmâl ederek hüküm kurabileceğini belirtmektedirler. (… /… , “… Alanalar Hakkında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının Değerlendirmesi”, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Seri: B, cilt: 43, sayı: 3-4, 1993, sayfa 121-123) Hatta İdari Yargılama Usulü Kanununun 7/4 maddesinini son cümle gereğince, idarii düzenlemeye karşı dava açılmaması durumunda normlar hiyerarşisine aykırı düzenlemelerin mahkemelerce ihmal edilmesinin gerekli olduğu düzen altına alınmıştır. Aşağıda zikredilen güncel BAM kararında da açıkça işaret edildiği üzere, normlar hiyerarşisi uyarınca Anayasa’nın 13 üncü maddesindeki mülkiyet hakkının açıkça ihlali niteliğindeki tarifeye dayalı olarak yapılan uyuşmazlık konu tahsilatın hukuken korunması mümkün olmadığı gibi anılan tarife işlemine karşı idari yargıda dava açılıp-açılmamasının ya da iptal edilip-edilmemesinin önemi de yoktur. Zira Anayasanın 138 inci maddesine rağmen aksi yöndeki düşünce, mahkemelerin sahip olduğu yargılama yetkisinin ihlali anlamındadır. İstanbul BAM, HD’nin 12/03/2020 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararına göre; “… yönetmelik, dayandığı kanuna aykırı olmamalıdır. … Normlar hiyerarşisi karşısında, Kanuna aykırı olan bu yönetmeliğin uygulanması mümkün değildir. Bu durumda, kanuna aykırı bir yönetmeliğin iptal edilip edilmemesinin önemi de yoktur”. Gerçekten de açıkça normlar hiyerarşisine aykırı olan idarenin düzenleyici işlemleriyle mahkemelerin bağlı olduğunun düşünülmesi, Anayasanın 138 inci maddesine aykırı olduğu gibi erkler ayrılığı ilkesinin de ihlali sonucu doğuracaktır. Yukarıda gösterilen içtihadlar ve öğretideki görüşler de nazara alınarak, üst seviyedeki normlara aykırı olarak herhangi bir ek maliyet oluşturmayan Davacıdan fazladan yere ve fahiş oranda yapılan tahsilatın hukuka aykırı olduğu açıktır. Uyuşmazlıkta adli yargı görevli olduğuna göre, uyuşmazlık konusu tahsilatlara sebep olan tarifenin de işbu davada hukuki denetime tabi tutulması zorunludur. Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere işbu davada görevli yargı kolu adli yargıdır. Zira taraflar arasındaki sözleşme, özel hukuk sözleşmesidir. Bütün bu şartlar dahilinde, uyuşmazlığa uygulanan tarifenin işbu davada tartışılması zorunludur. Aksine kabul Anayasanın 138 inci maddesine aykırı olduğu gibi Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22/03/1996 tarihli ve E: … , K: … sayılı içtihadları birleştirme kararına da açıkça aykırı olacaktır. “…Yorum yaparken yargı yolunu bir bütün olarak kabul zorunludur. Yargıtay’ın süregelen uygulamalarında ayırım yapılmaksızın yönetmeliğin kanuna aykırı olması halinde, kanuna değer verilerek uyuşmazlıkların çözümlenmesi ilkesi benimsenmiştir.” Kararda geçen “yönetmelik”, idarenin düzenleyici işlemini ifade etmekle “tarife” de bu kapsamdadır. Bu bağlamda, ek maliyet oluşturmadığı halde lisanssız üreticiye uygulanan farklı tarifenin üst seviyedeki normlara aykırı olacağı aşikardır. Böylesine açık hukuka aykırılık karşısında, adli yargı yerinin suskun kalması düşünülemez. Nitekim anılan içtihadı birleştirme kararında da bu husus doğrudan dile getirilmiştir. Düzenleyici işlemin iptali için idari yargıya gidilmesi için davacıya önel verilmesi gibi bir seçeneğin usul hukukuna aykırı olduğu açıkça vurgulanmıştır. Gerçekten de, eğer uyuşmazlık konusu fatura tahsilatları (temel işlem) idare hukukuna tabi olsaydı; o takdirde işbu dava idari yargı ilk derece mahkemesinde (idare mahkemesi) ikame edildiğinde (İYUK 7/4 son cümle gereğince) söz konusu tarifenin hukuka aykırılığı yolundaki iddia ve talepler, görülmekte olan davada (tarifenin iptali talep konusu edilmese dahi) görülebilir ve tarifenin hukuka aykırı olduğunun tespiti halinde (ki aykırı olduğu bu davada ortaya çıkacaktır) üst seviyedeki norma değer verilmek suretiyle dava kabulle sonuçlanırdı. Ancak ne var ki, uyuşmazlık konusu tahsilatlar özel hukuk işlemi olduğu için Davacı; Uyuşmazlık Mahkemesinin, Yargıtayın ve BAM’ın istikrarlı kararları sebebiyle alacak talebini adli yargıda ileri sürmek durumunda kalmıştır. Bu şartlar dahilinde artık Davacıdan, tarifenin iptali için Danıştayda iptal davası açması beklenemez. Hatta Davacı, böylesine bir davayı açmaya da zorlanamaz. Artık yapılması gereken, uyuşmazlığa sebep olan tarifenin hukuki denetiminin, Anayasanın 138 inci maddesinden aldığı yetkiyle adli yargı tarafından yine Anayasanın 124 üncü maddesi uyarınca yukarıda belirtilen içtihadı birleştirme kararı ve Anayasa Mahkemesi kararı çerçevesinde yapılmasıdır. İdarenin düzenleyici işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden (iptal edilinciye kadar hukuka uygun olduğunun kabulüyle bağlayıcı olması kuralı) yararlanıyor olması; uygulanması bakımından sonuç doğurur. Ancak hukuka uygunluk karinesi durum, yargılama açısından sonuç doğurmaz. YHGK’nun 21/05/2014 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararında, hukuka uygunluk karinesi tartışılmış olup haksız tarifelere dair açılan alacak davalarında söz konusu tarifelerin hukuka uygunluk karinesinden yararlanmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir. Gerçekten de, iptal edilinceye kadar mahkemelerin de düzenleyici işlemlerle bağlı olduğunun düşünülmesi, bu işlemlere kanun seviyesinde değer verilmesi anlamına gelir ki, bu durum; yasama yetkisinin devri yanında yargı yetkisinin de ihlali sonucunu doğuracaktır. Diğer yandan uyuşmazlık konusu olaya uygulanacak kanun kuralının Anayasaya aykırı olması halinde somut norm denetimi için Anayasa Mahkemesine başvurma hakkı olan hakimin; yasaya aykırı olan düzenleyici işlem karşısında hareketsiz kalması düşünülemez. Dolayısıyla hakim, önüne gelen uyuşmazlığa uygulanacak idari düzenleyici işlemin hukuka aykırı olduğunu tespit ettiği anda; düzenleyici işlemin norm denetimine tabi tutulması için Danıştada yorum davası açma yapma imkanı 1982 Anayasası döneminde kaldırıldığına göre; düzenleyici işlemi doğrudan normlar hiyerarşisi denetimine tabi tutmalıdır ki, bu husus yargı yetki ve görevinin doğal gereğidir. Anayasanın yargı yetkisini düzenleyen 138 inci maddesine göre;
“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler”. Anayasanın açık hükmü gereği, yargı yetkisini kullanan hakimler; Anayasaya ve kanunlara göre karar verirler. Bunun sonucu olarak, idarenin düzenleyici işlemleri yapılacak yargılamalarda hakimler için doğrudan bağlayıcı nitelikte değildirler. Gerçekten de hukuka aykırı idari düzenleyici işlemlerle hakimleri bağlamak Anayasamıza göre mümkün değildir. Aksinin kabulü erkler ayrılığının ihlali anlamına gelir. O sebeple, hukuka aykırı olduğu açıkça tespit edilen bir düzenleyici işlem sebebiyle ortaya çıkan özel hukuk uyuşmazlığında adli yargı hakiminin, kanuna aykırılık bariz şekilde ortadayken yargılamadan kaçınması doğrudan “erkler ayrılığı” yanında Anayasanın 9 uncu maddesindeki “yargı yetkisi” ile 138 inci maddesindeki “mahkemelerin bağımsızlığı” kurallarına aykırı olacaktır. Bu çerçevede somut olayda, tarife açıkça üst seviyedeki normlara aykırı olduğundan yapılacak yargılamaya esas alınamayacak nitelikte olduğundan üst seviyedeki normlara değer verilmek suretiyle yargılama yapılması gerekir. Genel işlem koşulları ve dürüstlük kuralı ile haksız rekabet hükümleri çerçevesinde olayın değerlendirilmesi Genel olarak kişiler, özel hukuk alanında diğer kişilerle olan ilişkilerini hukuk düzeni içinde kalmak şartıyla diledikleri gibi düzenlerler, diledikleri konuda diledikleri kişiler ile sözleşme yapabilirler. Bu olanak, TBK’da öngörülen sözleşme özgürlüğü (akit serbestliği) ilkesinin bir sonucudur ve bu hak irade özerkliği (sözleşme hürriyeti) prensibi ile Anayasa (m.48) tarafından teminat altına alınmıştır. Bu sözleşme özgürlüğü çerçevesinde kişiler kanun tarafından düzenlenmiş olan sözleşme tiplerinden ayrı karma veya nev’i şahsına münhasır (kendine özgü) sözleşmeler yapmak ve bunların koşullarını diledikleri gibi tespit etmek, buyurucu ve yasak koyan kurallara, ahlâk ve âdaba aykırı olmamak şartıyla kanun tarafından düzenlenmiş olan sözleşme tipini değiştirmek ve konusunu yasal sınırlar içinde tayin etmek hakkını haizdirler. Borçlar hukukunun temelini oluşturan bireysel sözleşme, öneri, karşı öneri ve kabul gibi irade açıklamalarının uygunluğu ve uyuşmasının sağlanması, sözleşme hükümlerinin tartışma ve pazarlık konusu yapıldığı sözleşmedir. Ancak sosyal ve ekonomik gelişmeler kitlelere yönelik hizmet gereksinimini yaratmış ve bireysel sözleşmenin kurulmasından önce bankalar, sigorta şirketleri, üretim ve pazarlama girişimcileri tek yanlı olarak sözleşme koşulları hazırlamakta, bu şekilde gelecekte kurulacak belirsiz sayıda, aynı şekil ve tipteki hukuki işlemleri düzenlemektedirler. İşte önceden hazırlanan tipik sözleşme koşulları için “genel işlem koşulları” terimi kullanılmaktadır. Türk Borçlar Kanunundaki genel işlem koşulları ile ilgili hükümler, genel işlem koşulları içeren bütün sözleşmeleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca genel işlem koşullarını düzenleyen maddeler emredici hükümlerdir. (YHD’nin 16/12/2019 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Bu tip sözleşmelerde yani genel işlem koşullarını ihtiva eden sözleşmelerde pazarlık yapılması söz konusu olmadığı gibi, çoğu kez fiyat konusu bile tarifelerle belirlenmekte ve pazarlık dışı bırakılmaktadır. İşte kitlelere yönelik bu sözleşmelerde girişimci karşısındaki diğer taraf; ya kendisine sunulan sözleşmeyi kabul edecek ya da sözleşmeye konu edim veya hizmetten yoksun kalacaktır. Elektrik ve su dağıtım hizmetlerinin, “tekel niteliğinde” yürütülen hizmetler olduğu yargı kararları ile de kabul görmüştür. (YHGK’nun 15/03/2006 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; YHGK’nun 22/03/2006 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; YHGK’nun 09/04/2008 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; YHGK’nun 25/09/2013 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; YHD’nin 29/03/2012 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) 6098 sayılı TBK’nın uygulanması ile ilgili olarak kişi açısından bir sınırlama yapılmamıştır. Yani genel işlem koşullarına ilişkin düzenlemeler, tacirler hakkında da uygulanabilecektir. (YHD’nin 18/12/2014 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı)
Dava konusu olayda; Davalı’nın sunduğu elektrik dağıtım hizmetinin tekel niteliğinde olduğu tartışmasızdır. (Delil 1). Zira 12/05/2019 tarihli ve 30772 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulan “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği”nin 5/5 maddesiyle; lisanssız üretim tesisi kuracak gerçek veya tüzel kişilerin üretim tesisleri ile tüketim tesislerinin aynı dağıtım bölgesi içerisinde olması zorunlu tutulmuştur. Aynı Yönetmeliğin 7/9 maddesine göre; lisanssız üretim tesisinin kurulacağı dağıtım bölgesi dışında başka bir dağıtım sistemine bağlanmasına imkan yoktur. Yine Yönetmeliğin 36/3 maddesine göre ise; lisanssız elektrik üretimi yapan gerçek ve tüzel kişiler sistem kullanım/dağıtım bedeli ödemek zorunda olup bu bedellerinin faturada belirlenen son tarihe kadar ödenmemesi halinde herhangi bir bildirime gerek kalmaksızın ilgili şebeke işletmecisi tarafından üretim tesisi, durumu uygun hale getirilinceye kadar şebekeden ayrılacağı düzen altına alınmıştır. Anlatılan çerçevede Davacının; “sistem kullanım/dağıtım bedelinin diğer üreticilerle eşit şekilde fatura edilmesi” yönünde Davalıya karşı alternatif bir sözleşme yapma imkân ve olanağı yoktur. Gaziantep BAM HD’nin 13/02/2020 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararında belirtildiği üzere; “(TBK) 25. maddede amaçlanan husus, karşı taraf açıkça bilgilendirilmiş, içeriğini öğrenme imkânı sağlanmış olsa bile hükmün dürüstlük kuralına aykırı şekilde konulamayacağı amaçlanmıştır. TBK’nun 25. maddesi, karşı taraf sözleşmeyi rızası ile imzalasa da, özellikle sözleşmeyi reddetme imkânının olmadığı bir başka deyişle alternatif sözleşme hükümleriyle ihtiyacın giderilemeyeceği durumlarda TBK’nunun 25. maddesi devreye girecektir”. Yargıtayın birçok kararında belirtildiği üzere, hizmet alan tarafın alternatif bir sözleşme yapmasına imkan olması halinde, taraflar arasındaki sözleşmenin TBK 20-25 bağlamında genel işlem koşulu olarak kabul edilmesine imkan yoktur. Ancak dava konusu olayda olduğu gibi hizmeti alan tarafın, sözleşmenin karşı tarafını özgürce seçme imkanının olmaması halinde sözleşmedeki hükümlerin TBK 20-25 bağlamında genel işlem koşulu olduğu kabul edilmektedir. (YHD’nin 17/03/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; Y3HD’nin 02/06/2015 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı; YHD’nin 28/04/2015 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Diğer taraftan YHD’nin 04/10/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararında da belirtildiği üzere; “Sözleşme hükümlerinin genel işlem koşulları olarak kabul edilebilmesi için bu hükümlerin; sözleşme hükmü olması, önceden tek taraflı olarak hazırlanması, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanılmak amacıyla düzenlenmiş olması ve belirtilen nitelikteki sözleşme hükümlerinin kullanan tarafından sözleşme yapılırken karşı tarafa sunulması gerekir. Ancak bu dört unsurun tamamını taşıyan sözleşme hükümleri genel işlem koşulu olarak nitelendirilir. Bu unsurlardan birinin dahi eksik olması, sözleşme hükümlerinin genel işlem koşulu olarak nitelendirilmesine engel olur”. Bu bağlamda uyuşmazlık konusu olay sözleşmeden doğmuş olup bu sözleşme önceden tek taraflı olarak hazırlanmış ve tüm benzer olaylarda standart olarak kullanılmaktadır ve sisteme bağlantı yapılması öncesinde Davacıya dayatılmıştır. Bütün bunlar, uyuşmazlık konusu sözleşme kuralının genel işlem koşulu olduğunu ortaya koymaktadır. b) Uyuşmazlık konusu bedelin fazladan tahsili, açıkça dürüstlük kuralına aykırıdır. Uyuşmazlık konusu bedelin, herhangi bir şekilde taraflarca müzakeresine açılmaksızın Davalının tarifelerine göre, aynı konumdaki üreticilerden farklı miktar ve oranlarda alınmasına imkan yoktur. Böylesine bir farklılaşma yapılması ancak Anayasanın 73 üncü maddesindeki esas ve ilkeleri karşılayan bir kanun hükmüyle yapılabilir (Örneğin, %2’lik TRT payında olduğu gibi). Bu konuya ilişkin ayrıntılı açıklama -EŞİT TARAFLAR ARASINDA AYRIM YAPMAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ- yukarıda yapılmıştır. Dolayısıyla uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin tekel niteliğinde yürütülen bir faaliyete binaen genel işlem koşulları dahilinde taraflarca müzakere edilmeksizin Davacıdan fazla ve fahiş surette tahsilinin TMK 2, TBK 25 ve TTK 55/f’de açıkça tarif edilen, dürüstlük kurallarıyla bağdaşdığı kabul edilemez. Diğer taraftan aşağıda açıklanacağı üzere, (kabul anlamına gelmemekle birlikte) tarifelerde farklılaşma yapılmasına imkan tanıyan hukuki bir dayanak olduğu kabul edilse dahi (yukarıda anılan Usul ve Esaslar) Davacı, dağıtım sistemi üzerinde herhangi bir şekilde ek maliyet oluşturmadığından (Delil 7 ve 8) uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin fahiş oranda artırılması dürüstlük kuralına aykırıdır. Kaldı ki Davacının, “Davalı şirketin katlanmak zorunda olmadığı” bir ek maliyet oluşturması söz konusu olsa bile oluşan ek maliyet somut ve objektif bir şekilde ortaya konulmadan afaki şekilde sistem kullanım/dağıtım bedelinde artış yapılması her halükarda dürüstlük kuralına aykırıdır (Delil 7 ve 8). (c) Uyuşmazlık konusu bedel, genel tarife üzerinden tahsil edilmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere; elektrik piyasasındaki tarifelerde hem EPDK’nın hem de dağıtım şirketlerinin, sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisi yoktur (YHGK’nun 24/03/2013 tarihli ve E: … , K: … ; 21/05/2014 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararları). Bu bağlamda somut olay bakımından da, Davacı sebebiyle sistem kullanım/dağıtım bedelinin artırılmasına sebep olan ek maliyetin hangi miktarda olduğunun açıkça denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında böylesine bir bedelin ödendiğinin somut olarak ortaya konulması yani şeffaflık hukuk devletinin vazgeçilmez gereğidir. Elektrik dağıtım şirketleri tarafından uygulanacak tarifelere ilişkin Uygulama Usul ve Esaslarının yukarıda anılan 16/2 maddesiyle lisanssız elektrik üretim tesisleri için yapılan düzenlemeye göre; lisanssız üreticilere uygulanan dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, üretim tesislerinin sistem üzerinde oluşturdukları ek maliyetler dikkate alınarak farklılaştırılabilir. Buna göre; Lisanssız üretim tesisinin dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturmaması halinde fiyat farklılaşması yapılamaz. (01/01/2022 itibarıyla genel tarife olan “3,8193 kr/kWh” uygulanmalıdır) Eğer bu tesis, sistem üzerinde Davalı şirketin katlanmak zorunda olmadığı bir ek maliyet oluşturuyorsa, bu ek maliyet somut ve objektif olarak hesaplanarak oluşan ek maliyeti karşılayacak şekilde genel tarife olan “3,8193 kr/kWh” üzerinden ek maliyet oranında artışa gidilecektir. “Mülkiyet hakkı”na müdahale niteliğindeki uyuşmazlık konusu fazla bedel tahsilatı hukuken korunamaz. Huzurdaki davada,
Davacıya oldukça yüksek miktarda uygulanan sistem kullanım/dağıtım bedelinin gerçekte ne kadar olması gerektiğinin ve bu kapsamda Davacıdan fazladan yere tahsil edilen bedellerin bu aşamada tarafımızdan hesaplanması objektif şartlar dahilinde mümkün değildir. Zira uyuşmazlık konusu dağıtım sistem kullanım bedelinin belirlenmesine ilişkin hususlar 22/8/2015 tarihli ve 29453 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliği” ile bu Yönetmeliğe dayalı olarak 19/12/2015 tarihli ve 29567 sayılı “Dağıtım Tarifesinin Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ”de düzen altına alınmıştır. Uyuşmazlık konusu sistem kullanım/dağıtım bedelinin anılan Yönetmeliğin 24 üncü maddesine göre; Davalı şirket tarafından hazırlanmaktadır. Diğer taraftan bahsi geçen Tebliğ’in 5 inci maddesine göre dava konusu bedelin Davalı tarafından yapılan hesabında; “Dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedeller, dağıtım şirketlerinin dağıtım faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli olan maliyetlerden hareketle belirlenir. Bu kapsamda dağıtım sisteminin kullanımına ilişkin bedellerin belirlenmesinde, dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamında gerekli olan yatırım harcamaları ile yatırım harcamalarına ilişkin makul bir getiri, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti, kesme- bağlama hizmet maliyeti, sayaç okuma maliyeti, reaktif enerji maliyeti ve iletim tarifesi kapsamında ödenen tutarlar gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetler dikkate alınır”. Dolayısıyla “elektrik dağıtım sistemi üzerinde ek maliyet oluşturduğu” gerekçesiyle Davacıdan daha fazla miktarda sistem kullanım bedeli alınmasına sebep olan giderlerin tamamı bu aşamada tarafımızca bilinmemektedir. Zira yukarıdaki Tebliğ hükmünde belirtilen kriterlerin tamamının Davalının ticari sırrı olması sebebiyle bahsedilen verilerin huzudaki davadan önce elde edilmesi mümkün değildir. Bu hususlar mahkemece yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle ortaya çıkacak ve böylece varsa “dava konusu edilen ek maliyetler” tarafımızdan bilinir hale gelecektir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına göre; “Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek alacak davası açabilmesi belirsiz alacak davası ile mümkündür.” (YHGK’nun 02/03/2016 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Diğer taraftan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında belirsiz alacak davası açılabilmesi için 3 temel kıstas belirlenmiştir; “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacının kendisinden beklenememesi, Bunun olanaksız olması, – Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak ifade edilebilir.” (YİBBGK’nun 15/12/2017 tarihli ve E: … , K: … sayılı kararı) Dolayısıyla Davacının elektrik dağıtım sistemi üzerinde ne kadar ek maliyet oluşturduğu afaki dahi olsa tarafımızca hesaplanamadığından ve buna bağlı olarak da Davacıdan haksız yere fazladan tahsil edilen (dava konusu) bedellerin miktarı bu aşamada ortaya konamadığından işbu davadaki talebimiz belirsiz alacak olarak kabul edilmelidir. Yapılan tüm bu izahata rağmen sayın Mahkeme aksi kanaatte ise, konuya ilişkin itiraz ve temyiz hakkımız saklı kalmak kaydıyla, huzurdaki davanın kısmi dava olarak görülmesini talep ediyoruz. DAVALI VE EPDK’DAN CELBİ TALEP EDİLEN BELGELER HAKKINDA Tüm dilekçe kapsamında yaptığımız izahatlardan da anlaşılacağı üzere, huzurdaki davanın esas çözüm noktası, lisanssız üretici olan Davacının sistem üzerinde diğer üreticilere nazaran oluşturduğu iddia edilen ek maliyetin somutlaştırılmasıdır. İddia edilen ek maliyetlerin ne olduğu ya da olup-olmadığı ve varsa bunun hakkaniyet ölçüsünde hesaplanıp-hesaplanmadığına ya da bir başka ifadeyle ne kadar olması gerektiğine yönelik olarak hesaplama yapılabilmesi için hem Davalı dağıtım şirketinden hem de sektörel düzenleyici kurum olan EPDK tarafından ilgili bilgi ve belgelerin işbu dava dosyasına kazandırılmasının gerekliği olduğu izahtan varestedir. Nitekim 6446 sayılı Kanunun 17/1 maddesine göre; “Bu Kanun kapsamında düzenlenen ve bir sonraki dönem uygulanması önerilen tarifeler, ilgili tüzel kişi tarafından Kurulca belirlenen usul ve esaslara göre, tarife konusu faaliyete ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedellerini içerecek şekilde hazırlanır ve onaylanmak üzere Kuruma sunulur. Kurul, mevzuat çerçevesinde uygun bulmadığı tarife tekliflerinin revize edilmesini ister veya gerekmesi hâlinde resen revize ederek onaylar…” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre; “Onaylanan tarifeler içinde, söz konusu tüzel kişinin tarife konusu faaliyetine ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedelleri dışında piyasa faaliyetleri ile doğrudan ilişkili olmayan hiçbir unsur yer alamaz…” Yine aynı maddenin altıncı fıkrasının (ç) bendine göre ise; “ç) Dağıtım tarifeleri: Dağıtım şirketleri tarafından hazırlanacak olan dağıtım tarifeleri, elektrik enerjisinin dağıtım sistemi üzerinden naklinden yararlanan tüm gerçek ve tüzel kişilere eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin uygulanacak hizmetlere ilişkin fiyatları, hükümleri ve şartları içerir. Dağıtım tarifeleri; dağıtım sistemi yatırım harcamaları, sistem işletim maliyeti, teknik ve teknik olmayan kayıp maliyeti, kesme-bağlama hizmet maliyeti, sayaç okuma maliyeti, reaktif enerji maliyeti gibi dağıtım faaliyetinin yürütülmesi kapsamındaki tüm maliyet ve hizmetleri karşılayacak bedellerden oluşur…” Yukarıda zikredilen emredici nitelikteki kanun hükümleri nazara alınarak, (ek maliyetin olmadığına ilişkin yukarıda yaptığımız izahatlarımız saklı kalmak kaydıyla) yapılacak bilirkişi incelemesine esas olmak üzere Davalı ve dava dışı EPDK’dan dilekçenin son kısmında belirtilen bilgi ve belgelerin dosyaya kazandırılması kaçınılmazdır. Ancak ne var ki; somutlaştırma bağlamında benzer davalarda mahkemelerce ısrarla talepte bulunulmasına rağmen EPDK ve elektrik dağıtım şirketleri, yukarıda belirtilen bilgi ve belgeleri mahkemelere göndermemekte ve bu kapsamdaki sorulara da somut, denetime elverişli cevaplar vermemektedirler. Bu sebeple sayın mahkemece HMK 220 ve 221 uyarınca düzenlenecek müzekkerelerle, dilekçemizin son kısmında yer verilen bilgi ve belgelerin ilgili yerlerden celbini talep etmek zarureti hasıl olmuştur. ” şeklinde dava açmıştır.
Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle; Davacı dava dilekçesindeki talebinin uyuşmazlık konusu tahsilatların tarifeye uygunluk denetimi olmadığını açıkça ifade etmiştir. Davacı tarafından davanın dayanağı olarak lisanslı üreticilere uygulanan tarife ile lisanssız üreticilere uygulanan tarifenin farklı olması gösterilmiştir. Tarifeler, üstün kamu iradesi tarafından herkes için bağlayıcı nitelikte olmak üzere EPDK tarafından belirlenmekte olup idari birer işlem niteliğindedir. Şirketlerin tarifeleri uygulamama yönünde bir takdir yetkisi yoktur. Müvekkilimize ait yanlış bir uygulama sebebiyle değil EPDK tarafından yapılan bir idari düzenleme sebebiyle oluştuğu iddia edilen fark talep edilmektedir. Bu nedenle davada idari yargı görevlidir, pasif husumet ehliyetine ve dava şartına ilişkin itirazları olduğu, davanın belirsiz alacak davası olarak görülmesinin mümkün olmayacağı, dava konusu uyuşmazlığın temeli niteliğindeki idari işlemin iptali için açılan davada Danıştay . Dairesinin verdiği kararın davanın reddine ilişkin olduğunu, lisanslı ve lisanssız elektrik üretimi ayrımının yapılması gerektiğini, dağıtım şirketlerinin faaliyetleri ve bu faaliyetleri finansmanı tarife ve dağıtım şirketleri için gelir tavanı kavramı olması gerektiğini, bağlantı anlaşmalarının genel işlem şartı içerdiği değerlendirmesinin hukuki bir dayanağının olmadığını, davaya konu talebin hukuki öngörülebilirlik ve hukuk güvenliği yönüyle de kabulünün mümkün olmayacağını, açılan davanın reddini talep ettikleri görülmektedir.
Davacı vekilinin mahkememizin 05/10/2022 tarihli duruşmasındaki beyanında ” Uyuşmazlık tespitine ilişkin bir diyeceğimiz yoktur. Davalı tarafla sulh olmamız mümkün değildir, dilekçemizde belirttiğimiz delillerin toplanmasını, tahkikata geçilmesini talep ederiz, sayın mahkemenin müzekkeresi üzerine davalı tarafından verilen 24/05/2022 tarihli müzekkere cevabının 2. Sayfasında lisanssız elektrik üreticilerinin herhangi bir ek maliyet oluşturmadığı açıkça kabul edilmiştir, bu bahisten taraflar arasında çekişme kalmamıştır, bu hususun sayın mahkemece dikkate alınmasını talep ederiz, idari işlemlerle ilişkin hali hazırda derdest bir davamız yoktur.” demiştir.
Tüm dosya kapsamı ve deliller birlikte değerlendirildiğinde; Davacı vekili davalı aleyhine Alacak (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davası açmış, davalı yan yasal süresi içerisinde cevap dilekçesini ibraz etmiştir.
HMK’nın 33. Maddesinde; ” – (1) Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.
” hükmü bulunmaktadır.
Konu ile alakalı olarak HMK 114/1-h maddesinde :
” (1) Dava şartları şunlardır:
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.” hükmü bulunmaktadır.
Somut olayımızda; dava konusu olayın özünde idarenin yaptığı işlemlere (yönetmelik ve kararlara) yönelik bir nevi idari işlemin yerindelik denetimi talep edilmektedir. Böyle bir durumun, yargılamasının yapılmasının mümkün olmadığından başka bir ifade ile idarenin işlem yapmadaki takdir hakkını kısıtlayıcı karar verilemeyeceğinden (zira dava konusuna yönelik yönetmelik ve kararlara ilişkin bir iptal kararı da olmadığından bu durumda karine olarak idari işlem hukuka uygundur. Velev ki hukuka aykırı olsa bile iptal edilmediğinden hukuka uygun olduğunun kabulü karşısında) davacı yan iş bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmadığından ( hukuki yarar yokluğu nedeniyle ret kararı verildiğinden uyuşmazlık tespitindeki hususların yargılamasına geçilmemiştir) mahkememizde oluşan vicdani kanaate göre aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
HÜKÜM: GEREKÇESİ YUKARIDA AÇIKLANDIĞI ÜZERE
1-Davacının, davalı aleyhine açtığı davanın HMK 114/1-h maddesi gereği dava şartı yokluğu nedeniyle REDDİNE,
2-Alınması gerekli harç peşin ve yeteri kadar alındığından yeniden harç alınmasına YER OLMADIĞINA,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerine BIRAKILMASINA,
4-Davalı tarafından yapılan yargılama gideri olmadığından bu konuda hüküm kurulmasına YER OLMADIĞINA,
5-Davacı tarafça depo edilip kullanılmayan gider avansının bulunması halinde karar kesinleştiğinde davacıya İADESİNE,
6- AAÜT’ye göre hesaplanan 1000 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya VERİLMESİNE,
Dair, davacı vekilinin ve davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde mahkememize veya başka bir yer Asliye Ticaret Mahkemesi’ne verilecek dilekçe ile Konya Bölge Adliye Mahkemesi’ne İstinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 10/10/2022

Katip Hakim

* Bu evrak UYAP-DYS üzerinden elektronik imza ile imzalanmıştır.