Emsal Mahkeme Kararı Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2022/2309 E. 2022/2345 K. 02.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
KAYSERİ
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2022/2309
KARAR NO: 2022/2345
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: KAYSERİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 13/06/2022
ESAS NO: 2021/257
KARAR NO: 2022/476
DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
İSTİNAF KARAR TARİHİ:02/11/2022
İSTİNAF KARAR YAZIM TARİHİ:16/11/2022
Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 13/06/2022 tarih ve 2021/257 Esas 2022/476 Karar sayılı ilamına karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya dairemize gelmekle dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ: Davacılar vekilinin dava dilekçesinde özetle; davalı tarafından müvekkilleri aleyhine; 1 nolu müvekkili şirketin keşidecisi olduğu, şirketin yetkilisi olan 2 nolu müvekkilinin kefili olduğu 23/03/2020 tanzim tarihli ve 01/04/2020 vade tarihli, 700.000,00-TL, 23/03/2020 tanzim tarihli ve 01/05/2020 vade tarihli 2.500.000,00TL, 23/03/2020 tanzim tarihli ve 01/06/2020 vade tarihli 3.020.000,00-TL olmak üzere toplam 6.220.000,00-TL bedelli üç adet bonoya dayanarak Kayseri Genel İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, müvekkillerinin bu takibe dayanak olan bonolar ile ilgili davalıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davalı alacaklının 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan hain darbe girişimi nedeniyle çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname ile kayyıma devredilen şirketlerden olduğunu, şirketin yönetiminin devlet eli ile gerçekleştirildiğini, müvekkili şirket ile davalı şirket arasında ticari ilişki mevcut olup bu ilişkinin uzun yıllara dayandığını, müvekkili şirketin davalı şirketin tedarikçisi konumunda olduğunu, takip ve dava konusu bonolar incelendiğinde görüleceği üzere takip ve dava konusu bonoların hepsinin tanzim tarihi 23/03/2020 olduğunu, bu bonolardan birincisi olan 23/03/2020 tanzim 01/04/2020 vade tarihli 700.000,00-TL değerindeki bononun bedel kaydında nakten ibaresinin yer aldığını, bilindiği üzere bedel kaydının varlığı veya yokluğunun senedin bono niteliğini etkilemeyecek ancak keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşıyacak olduğunu, sözü edilen kayıtların özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı nitelikte olduğunu, bedel kaydı içeren bononun lehdarı artık senedin “kayıtsız şartsız bir borç ikrarı” yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacağını, bu nedenledir ki söz konusu “nakden” kaydının davalı şirketin müvekkili şirkete 700.000,00-TL nakit olarak elden ödendiği anlamına geldiğini, böyle bir ödemenin davalı şirket tarafından yapılmadığını, bu hususun davalı şirketin devlet eli ile yönetilmesi, yapılacak ödemelerin banka yolu ile yapılması gerekliği, ödemelerin şirket kayıtlarına geçirilmesi gibi faktörler göz önüne alındığında bu tür bir borcun olmadığının ortaya çıkacağını, müvekkili şirkete davalı şirketten bononun tanzim tarihinde 700.000,00-TL’lık bir ödeme yapılmasının mümkün olmadığının aşikar olduğunu, bonodaki “nakden” ibaresine göre hukuki durumu belli olan davalı şirketin müvekkili şirkete bu miktarda bir para çıkışı yapmasının mümkün bulunmadığını, dava konusu 23/03/2020 tanzim tarihli 01/05/2020 vadeli 2.500.000,00-TL ve 23/03/2020 tanzim tarihli 01/06/2020 vade tarihli 3.020.000,00-TL’lık bonolara dayalı da müvekkili şirketin davalı şirkete herhangi bir borcunun bulunmadığını, bu hususun bonalar incelendiğinde görüleceği üzere tanzim tarihi ve vade tarihi arasında miktar yönünden çok kısa vadeleri içermesi, bonoların düzenlendiği tarihte taraflar arasında herhangi bir ticari alışverişin olmadığı, dahası tüm dünyanın ve ülkemizin yaşadığı pandemi dönemine denk gelmesi, bu dönemde taraflar arasında ticari yönden bir alışverişin olmadığı gibi hususlar göz önüne alındığında böyle bir borç ilişkisinin mevcul olmadığının anlaşılacağını, ayrıca dünya genelinde ticari faaliyet gösteren büyük bir şirketin doğum nedenini belirtmeden bir bonoyu almasının da mümkün bulunmadığını, bu itibarla müvekkili şirket tarafından davalı şirket lehine düzenlenen bu bonoların mevcut borç ilişkisinden kaynaklanmadığının açık olduğunu, müvekkili şirketin ve yetkilisinin davalı şirkete borcunun bulunmadığını, takip ve dava konusu bonoların, müvekkili şirket yetkilisi oları 2 no’lu müvekkilinin davalı şirketin gerek maddi gücünü ve gerekse devlet eliyle yönetilmesini kullanılarak şirkete davet edilerek alınmış bonolar olduğunu, yapılan görüşmede bir takım usulsüzlüklerin tespit edildiği, bu tespit sonucunda ortaya çıkan zarar nedeni ile anlaşma yapılması gerektiği, bu anlaşmanın şirketin yönetim kuruluna sunularak hayata geçirilmesi gerektiği, bu nedenle ortaya çıkan zarar nedeni ile bono imzalaması gerektiğinin müvekkili şirket yetkilisine bildirildiğini, bunun üzerine müvekkili kayyım sıfatı ile devlet eliyle yönetilen şirketin yetkililerine güvenerek bu bonoları imzaladığını, ancak oldu bittiye getirilen ve devlete olan güveni nedeni ile bonoyu imzalamakta sakınca görmeyen müvekkilinin güvenini boşa çıkartıp bu bonolara dayanılarak müvekkilleri aleyhine icra takibi başlatıldığını, bu bonoların gerçekte var olmayan bir nedenle alındığının gerek dava dilekçesi ekinde örneğini sunduğu açık kaynaklardan olan gazete haberlerinden gerek tarafların ticari defterlerinden ve gerekse soruşturma dosyasından açıkça anlaşıldığını, tarafların statüsü göz önüne alındığında devlet gücünü kullanarak müvekkiline güven aşılayıp bono imzalattırılması ve bu bononun takibe konulmasında hukuka uygunluk bulunmadığını, bu açıklamalar ışığında müvekkili şirket yetkilisi aleyhine davalı şirket tarafından dolandırıcılık yapıldığı yönünde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayette bulunulduğunu ve müvekkili şirketin yöneticileri hakkında 2020/15418 Soruşturma sayılı dosyası ile soruşturma başlatıldığını, bu şikayet dilekçesinde gerek ticari hayatın ve gerekse normal hayatın akışına aykırı bir şekilde bir takım iddialarda bulunulduğunu, yapılan soruşturma sonucunda alınan bilirkişi raporunda incelenen şirket kayıtlarına göre davalı şirketin iddia ettiği gibi bir usulsüzlük olmadığının ortaya çıktığını, yapılan ve usulsüz olduğu iddia edilen tüm ticari işlemlerin usulüne uygun olduğunun bilirkişi raporu ile sabit olduğunu, yukarıda açıkladığı hususlar ışığında tarafların usulüne uygun bir şekilde ticari defterlerinde bulunmayan, senet metnine göre de doğması mümkün bulunmayan ve olmayan bir borç ilişkişi nedeni ile müvekkilleri hakkında davalı şirket tarafından icra takibi başlatıldığını, bu takibin kötüniyetli ve müvekkillerini zor duruma düşürerek icra baskısı altında gerçekte olmayan bir borcun ödenmesi nedeni ile yapılan takip olduğunu, yapılacak yargılama sırasında özellikle ticari defterlerin ve banka kayıtlarının incelenmesi ile ortaya çıkacağı üzere müvekkilleri ile davalı şirket arasında bir borç ilişkisi bulunmadığını, müvekkillerinin davalı şirkete hiçbir borcu olmadığı halde kötüniyetli olarak icra takibi yapılmasında hukuka uygunluk olmadığını beyanla Kayseri Genel İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyası ile müvekkilleri aleyhine takibe konulan 6.220.000,00-TL’lık bonolar ve fer’ileri nedeniyle borçlu olmadıklarının tespitine, davalı alacaklı aleyhine asıl alacağın %20’sinden az olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DAVALI VEKİLİ’NİN İLK DERECE MAHKEMESİNE SUNMUŞ OLDUĞU CEVAP DİLEKÇESİNDE ÖZETLE: Davacılardan 1. no’lu davacının keşidecisi olduğu, 2 no’lu davacının kefil (avalist) olduğu 23/03/2020 tanzim tarihli 01/04/2020 vade tarihli 700.000,00-TL bedelli, 23/03/2020 tanzim tarihli 01/05/2020 vade tarihli 2.500.000,00-TL bedelli ve 23/03/2020 tanzim tarihli 01/06/2020 vade tarihli 3.020.900-TL bedelli toplam 6.220.000,00-TL bedelli senetlere istinaden, davalı lehdar şirketin Kayseri Genel İcra Dairesi’nin … Esas sayılı dosyasından yaptığı icra takibine konu senetler nedeniyle borçlu olmadıklarının tespiti ile asıl alacağın %20 sinden az olmamak üzere kötüniyet tazminatı talep ettiklerini, davanın haksız ve hukuki dayanaktan yoksun iddia ve ithamlarla açılmış bir dava olup Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay kararları doğrultusunda reddinin gerektiğini, şöyle ki; müvekkili şirketin Kayseri Organize Sanayi Bölgesi’nde … grup şirketlerinden olduğunu, fabrikalarında yatak kumaşı ve döşemelik kumaşları üreterek 100’den fazla ülkeye ihracat yaptığını, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında müvekkili şirketin yönetimine Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2016/342 Esas sayılı kararı ile kayyım ataması yapıldığını, daha sonra kayyımlık görevi ile şirket yönetiminin TMSF’na devredildiğini, yani yönetim, davacının ima ettiği gibi devlet gücünü arkasına alan bir yönetim kurulu ile değil aksine, ülkenin sayılı işletmelerinden olan, yurtiçi ve yurtdışında kalitesi ile tanınan, bilinen üretim fabrikasına, devlet ekonomisine katkısını da göz önünde bulundurarak en iyi şekilde sahip çıkan, sorumluluğunun bilincinde, her daim en üst birimlerce denetim ve gözetime açık, profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmekte olduğunu, müvekkili şirketin davacı şirket ile ilişkisinin müvekkili şirketin ürettiği kumaşların sarıldığı ve rolik olarak tanımlanan ve yaklaşık günlük 2,5-3 ton civarında ihtiyaç duyulan yuvarlak kağıt makaraların tedariki amacıyla 2015 yılından bu yana devam eden ticari ilişki olduğunu, bilindiği üzere bonoda şekil şartları TTK’nun 688. maddesinde sayılduğunu, bunların; “Bono” ya da “Emre Muharrer Senet” ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi ile keşidecinin imzası olduğunu, zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliğinin kaybolacağını, bunlardan vade ve ödeme yerinin esaslı şekil şartlarından olmadığını, davaya konu 3 adet senet bulunduğunu, bu senetler incelendiğinde görüleceği üzere zorunlu unsurların tamamının mevcut ve usüle uygun olduğunu, bizzat davacı şirket yetkilisi olarak ve kefil (avalist) sıfatı ile imzası bulunan … tarafından, kendi el yazısı ile doldurulup imzalandığını, yasada kambiyo senetlerinin geçersiz olduğu koşulların düzenlendiğini ve bunların sınırlı sayıda olduğunu, işbu dava özelinde, gerek senetlerin hazırlanış süreci, gerek senetlerde zorunlu unsurlar ve şekil şartları, gerekse dava dilekçelerinde iş bu senetlerin bedelsizliğine dair herhangi makul bir gerekçe sunulmadığını, delil belge ibraz edilmediğini, davacı vekilinin her ne kadar dava dilekçesinde senet üzerinde 2. imza olarak …’ın imzasının kefil sıfatı ile bulunduğunu beyan etmekte ise de yerleşik Yargıtay kararları ve TTK’nun 701. maddesinde belirtildiği gibi; fıkra (3) “Muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır.” huzurdaki dava konusu sentlerdeki imzaların da kefil olarak değil avalist olarak atılmış bir imza olduğunu, aval komusunda düzenlemenin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 700. ve devamı maddelerinde yer aldığnı ve kefalet hükümlerinden çok farklı olduğunu, işbu dava için önemli olan temel farklardan bir kaçını belirtmek gerekirse; aval verenin, lehine aval verdiği kişinin borcun geçerliliği ile ilgili kişisel defilerini ileri süremeyeceğini; ona sadece şekil eksikliğini, borcun aval veren tarafından ödendiğini veya takas edildiğini ileri sürme hakkının tanındığını, kefilin ise asıl borcun geçerliliği ile ilgili def’ilerle birlikte asıl borçluya ait şahsi defileri de ileri sürebileceğini, aval verenin kambiyo senetlerinde borçlu olan kişiler için verildiğini, garantör kapsamında sebepten mücerret olarak borçlarınden sorumlu olduğunu, dolayısıyla işbu davada davacı sıfatı ile yer alan …’ın, şekil eksikliği olmayan ve senetlerin ödendiğine dair belge sunmak dışında itiraz şansı bulunmayan …’ın davasının hukuki yarar yokluğundan usulden reddinin gerektiği, zira asla kabul etmemekle beraber, velev ki dava davacı şirket lehine sonuçlansa dahi, …’ın avalist sıfatı nedeniyle işbu senet bedellerinden dolayı yasal olarak sorumluluğu ve borcunun devam edeceğini, dava dilekçelerinde görüleceği üzere kendilerinin de senedin geçerliliğine, imzalara dair bir beyan ve itirazlarının söz konusu olmadığını, sadece tanzim tarihi ve vade tarihinin yakınlığı gibi hukuki olarak hiçbir anlam ve önemi olmayan beyan ve iddialarının mevcut olduğunu, dolayısıyla usulüne uygun kambiyo senedi ile açılan bir takibe yönelik işbu davanın usul ve esas yönünden geçerli sebebe dayanmadığını, dava konusu senetler incelendiğinde görüleceği üzere; davacı ve yetkilisi tarafından düzenlenen; 23/03/2020 tanzim tarihli 01/05/2020 vade tarihli 2.500.000,00-TL bedelli, 23/03/2020 tanzim tarihli 01/06/2020 vade tarihli 3.020.000,00-TL bedelli senetlerde ihtiyari unsurlardan olan bedel kaydına dair bir beyan ve ibare olmadığını, bonnun ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bağımsız borç ikrarını içerdiğini, Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 776/1-b uyarınca bononun kayıtsız ve şartsız bir bedel ödemek vaadini içerdiğini, bonoda yer alan taahhüdün herhangi bir kayda ve şarta bağlanamaması nedeniyle bononun bir kambiyo senedi olduğunu, dolayısıyla kambiyo senedi hamilinin alacak talebini sadece senede dayandırabileceğini yoksa taahhüdün sebebini açıklamak ve bunu ispatlamak zorunda olmadığını, tam aksine borçlunun böyle bir alacağın var olmadığını iddia ediyorsa bu durumu ispatlamak zorunda olduğunu, bu durumun kambiyo senetlerinde yer alan soyutluk ilkesinin bir sonucu olduğunu, bu durumda soyutluğun biçimsel olarak kambiyo senedinde bulunduğunu, mücerret kıymetli evrakın, doğumuna sebep olan ilişkiden bağımsız ve soyut olduğunu, kıymetli evrakın bir defa doğduktan sonra doğumuna sebep olan ilişkideki bir aksaklık veya bozukluğun kıymetli evrakın geçerliliğine etkili olmayacağını, kıymetli evrakta mücerretlik ilkesi denilen bu ilke gereği, senette yer alan hak ile bu hakkın oluşumuna neden olan temel borç ilişkisinin arasındaki bağın ortadan kalktığını, senedin temel borç ilişkisinden soyutlanmış ve bağımsız bir varlık kazanmış olduğunu, kıymetli evrakın soyut (mücerret) oluşunun Ticaret Hukuku’nun kendine özgü bir kavramı olduğunu, senet düzenleyenin düzenlediği senetle borçlanmasının doğal sonucu olan temel borç ilişkisindeki sakatlığı ileri sürememe hali yani soyutluk ilkesinin, yalnızca kıymetli evrakta mevcut bulunduğunu, senedin mücerretliği esasına kanun yapıcının özel önem verdiğini, bonoya ilişkin TTK’nun 688/2. maddesinde “kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadinden” söz edildiğini, davacının sadece ilamsız takibe itiraz eder gibi, böyle bir borç yoktur beyanının yeterli olmadığını, HUMK’ nun 290 ve müteakip maddelerine göre senedin karşılıksız olduğunu, aynı nitelikteki belge ile kanıtlamakla yükümlü olduğunu, usul hukukumuzda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesinin kabul edildiğini, senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin, 290. maddedeki meblağdan az bir miktara ilişkinse bile tanıkla ispat olunamayacağını; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebileceğini, Kanun’un 290. maddesinde (6100 sayılı HMK m. 201); senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def ‘i olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler … liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamayacağını, bu sebeple müvekkil şirketin elinde bulunan kıymetli evrak ile alacağını talep etmesinin yeterli olup temelde yatanı asıl borç ilişkisinin varlığını ve mahiyetini ispat zorunda olmadığını, geçerli bir temel münasebetin bulunmadığını ispat yükü ve bundan doğacak defilerin dermeyanın davacı borçluya ait olduğunu, davacının müvekkili şirket defter ve kayıtlarını işaret ederek böyle bir ödeme yapılmasının, para çıkışının mümkün olmadığını ve tanzim tarihi ile vade tarihlerinin yakın olmasının ve pandemi sürecinin etkisi de gözetildiğinde böyle bir alışverişin olmadığının açık olduğu yönündeki itirazlarının, hukuki dayanaktan yoksun iyi niyetten uzak ve borçtan kurtulma çabalarının bir göstergesi olduğunu, yerleşik Yargıtay İnançlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan birinin de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik bedel kaydı olduğunu, yinelemek gerekirse bedel kaydının kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarından olduğunu, bu kaydın keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yaradığını, aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve öneminin olmadığını, çünkü kambiyo senedinin düzenlenmesiyle mücerrel bir borç ilişkisinin yaratıldığını, bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemiin bulunmadığını, temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılmasının, şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğunun senedin bono niteliğini etkilemeyeceğini, bedel kayıtlarının daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşıdığını, kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırdığını, bu durumun senedin geçerliliğine, hukuki vasfına hiçbir olumsuz etki yapmadığını, ancak işbu bedel kaydının bulunması nedeni ile davacı borçlunun, borçlu olmadıklarına dair bir def’ileri varsa sunmaları için fırsat verdiğini, fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükünün, davacıya (borçluya) düştüğünü, bunun gibi davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükünün de davacı borçluya düştüğünü, davaya konu bonoların nakden kaydını içermekte olup; bu kayıt karşısında bedelsizlik bakımından açılan menfi tespit davasında da ispat yükünün davacı borçluda bulunduğunu, davalı tarafça belirtilen açıklamaların senedin talili niteliğinde olmadığını, bu nedenle ispat yükünün yer değiştirdiğinden söz edilemeyeceğini (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Esas No: 2017/19-832 Karar No: 2019/459 karar tarihi: 16/04/2019), eldeki davanın kambiyo senedinden dolayı borçlu olunmadığının saptanması istemine ilişkin olduğuna göre, konunun kambiyo, ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınmasının gerektiğini, davacıların senetteki imzayı inkar etmediğini; davacıların, takibe konu yapılan bono nedeniyle davalıya borçlu bulunmadığını iddia ederek, borçlu olmadığının tespitini istediklerini, işbu 700.000,00-TL bedelli senet incelendiğinde görüleceği üzere bedel kaydının “Nakden” beyanının bizzat davacı şirket yetkilisi olarak ve kendi adına imza atan … tarafından yazıldığını, zira taraflar arasında yapılan görüşme ve mutabakata dair düzenlenen 23/03/2020 tarihli protokolde de belirlildiği üzere işbu senedin davacı şirket taralından muvekkili şirketten fazladan tahsil edilen nakdin iadesi amacıyla davacı tarafından düzenlendiğini, protokole konu olayın 2020 yılı Şubat ayı sonunda atık maddeler için düzenlenmek zorunda olan GEKAP (geri kazanım katılım payı) beyannamesi düzenlenmesi aşamasında, davacılar tarafından mükerrer fiş ve faturalar düzenlenerek fazla tahsilat yapıldığı süreçte orlaya çıktığını ve davacılara durumun iletildiğini, bu esnada 2020 Şubat dönemi için mükerrer düzenlenen faturaların da olduğu tespit edildiğini 25.320 kg miktar 29/02/2020 tarih ve …nolu fatura ile Şubat ayı için düzeltme yapılarak ve davacı şirkete fatura edildiğini, iade fatura ile Şubat 2020 düzenlenmiş ise de geçmişe dönük fazla tahsilata dair protokol imzalanarak işbu senedin verildiğini, burada görüldüğü gibi senetteki tanzim tarihi ile vadenin yakın olması, müvekkili şirket defterlerinde işbu kayıtların bulunmaması ve benzeri iddialar ile borçlu olmadığının beyanının hukuken hiçbir anlam ifade etmediği gibi geçerli de olmadığını, davacı vekilinin 700,000,00-TL bono için dilekçesinde belirtliği ve yaptığı talili kabul etmediklerini, müvekkili şirketin doğrudan davacıya nakit borç vermediğini ancak davacı şirketin müvekkili şirketten fazladan yaptığı nakit tahsilatına karşılık bu bonoyu verdiğini, dolayısıyla nakit tahsilat hususunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığını, davacılar vekilinin, dava dilekçesinde yukarıda açıklanan tüm hususları dikkate almayarak, 700.000,00-TL bedelli nakden kaydı bulunan senet üzerinden hareketle, müvekkili şirketin kayıtlarında senetlerin ve nakit ödeme kayıtlarının olmadığını iddia edildiğini ve delil olarak müvekkili şirketin defter ve kayıtlarına dayandığını, yukarıda senetleki nakden kaydına dair yapılan açıklamaları burada yenilenmemekle beraber, Yargıtay’ın birçok kararında ve Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin E. 2008/38747 K. 2010/31655 T. 04/11/2010 tarihli kararında da belirtildiği gibi; “Davacılar, davalı yanın ticari defterlerine dayanmıştır. İspat yükü kendisine düşen taraf, H.U.M.K.’na göre caiz olan diğer deliller ile birlikle karşı tarafın ticari defterlerine de dayanırsa, karşı tarafın ticari defterlerinin ibrazı ve bunun sonuçları H.U.M.K. m 330-332 hükümlerine tabidir. Bunun yanında ispat yükü kendisine düşen tarafın delillerini karşı tarafın ticari defterlerine hasrederse, bu halde artık T.T.K.’nun 83/ II maddesindeki özel hükümler uygulanarak sonuca gidilir. Bunun yanında, yukarıda belirtilen iki halde de ticari defterlerim ibrazında, davalının ticari defterlerinde savunması doğrultusunda bir kavdın bulunmaması bonoyu hukuki değerden düşürmez.” olduğunu, yine Yargıtay Başkanlığı 19. Hukuk Dairesi’nin Esas No: 2014/7789 Karar No: 2014/10052 karar tarihi: 29/05/2014 olan kararında; “Mahkemece, davacı tarafın senedin herhangi bir alacak içermediğini, bedelsiz olduğunu belirterek mentfi tespit isteğinde bulunduğu, davalı tarafın senedin nakden düzenlendiğini ve mal karşılığı verilmediğini şirkete borç olarak verildiğini savunduğu, senedin nakden kaydını içermesi nedeni ile kanıt yükünün borçlu olmadığını iddia eden davacıda olduğu, incelenen davacı taraf ticari defterlerinde senetle ilgili kayda tastlanmamış olmasının ve taraftar arasında herhangi bir ticari ilişkiye ilişkin kaydın bulunmamış olmasının borçlu olmadığının kanıtı sayılamayacağı, davacının dosya kapsamına göre iddiasını ispat edemediği, davacı tarafın yemin deliline dayanmayacağını bildirdiği, İİK’nun 72/3. maddesi kapsamında tedbir kararı verildiği ve uygulandığı gerekçesiyle davanın reddine, 70.000,00 TL’nın %20’si oranında hesaplanan 14.000,00-TL tazminatın davacıdan alınarak davalıya verilmesine dair verilen hüküm süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına, 29/05/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.” şeklinde olduğunu, eğer borçlu bononun düzenlenme sebebine ilişkin yer alan kayıttan farklı bir beyanda bulunursa (bonoyu talil ederse) ispat yükünün borçluda olacağını, bu sebebi ispatlayamazsa borcu ödemek zorunda kalacağını, Yargıtay kararlarıyla da sabit olduğu üzere; bono (emre muharrer senet), mücetrel borç ikrarını havi bir belge olup, lehtarının ticari defterlerinde kaydının bulunmamasın, bono ile alacaklı olunmadığını göstermeyeceği gibi, bonodan dolayı bir alacağın varlığını ispat külfetini lehtara yükleme sonucunu da doğurmadığını, yukarıda açıklanan hususlar değerlendirildiğinde görüleceği üzere, davacıların bizzat kendi el yazısı ile düzenlediklerini beyan ettiklerini, geçerliliği yönünde herhangi bir beyan ve itirazlarının olmadığı senetleri vadesinde ödemedikleri gibi, yapılan icra takibine dair de ” kayyım eliyle yönetilen davalı şirkete güvenerek verdikleri senetleri, davalı tarafça güvenlerini boşa çıkartarak icra takibine konduğunu beyan ve iddia ederek %20’den az olmamak üzere kötüniyet tazminatı talep ettiklerini, taraflar arasında 2015 yılından bu yana devam eden ticari ilişkinin olduğunu ve davacılarin basiretli tacir olarak, kendi el yazısı ile şirket yetkilisi olarak senet düzenlediği gibi, 2. imza olarak gerçek kişi ile isim ve imza atıp avalist olarak bizzat borca bir nevi garantör olduğunu, kambiyo taahhüdünde bulunduğunu, reşit olmayan bir kişinin dahi senet imzalamanın ne anlama geldiğini bilebilecek iken, basiretli tacir olarak kabul edilen davacıların, senet imzalamanın sanuçlarını hiç bilme imkanı yokmuş gibi, kayyım eliyle yönetilen şirkete güvenerek senet imzaladığını beyan etmesinin haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu gibi, hayatın olağan akışına da aykırı olduğunu, “Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, dava konusu bononun nakden kaydı taşıdığı, davacının dava dilekçesindeki beyanı ile senetteki ihdas nedenini ta’lili ettiği, ispat yükü üzerinde olan davacının iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın ve davalının kötü niyet tazminatı isteminin teddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usut ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına, aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 12/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi” Yargıtay 19. Hukuk Dairesi Esas: 2016 / 19350 Karar: 2018 / 4080 Karar Tarihi: 12/09/2018 davacının kötüniyet tazminatı red edilmesi gerektiği gibi, yukarıda Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin Esas No: 2014/7789 Karar No: 2014/10052 Karar tarihi: 29/05/2014 olan kararında belirtildiği şekilde, %20 icra inkar tazminatı davacıdan alınarak davalıya verilmesi bir zorunluluk olduğunu, zira davacıların bizzat, pandemi koşulları, icra takiplerine yönelik fiili durma süreleri ve benzeri süreçleri fırsat bilerek adlarına kayıtlı, menkul, gayrimenkul ne varsa devrettiklerini, kötü niyetli olarak senetlerin tanzim tarihinden sonra tüm bu işlemleri yaparak mal kaçırdıklarını, tüm bu hususlara dair şikayet ve dava hakları saklı tutulmakla beraber işbu dava özelinde davacıların davalarının reddi ile müvekkili lehine kötüniyet tazminatına hükmedilmesinin bir zorunluluk olduğunu beyanla davacıların açmış oldukları davanın reddi ile, müvekkili lehine %20’den az olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: İlk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda “…Somut uyuşmazlıkta davacılar yukarıda sözü edilen protokolün ve dava konusu bonoların hata, hile ve ikrah altında düzenlendiğini ileri sürmemişlerdir. Sadece dava konusu bonoların kayyım sıfatı ile devlet eliyle yönetilen davalı şirketin yetkililerine güvenerek imzaladıklarını ileri sürmüşlerdir. İrade sakatlığını nedeniyle dava konusu bonoların geçersizliği de davacılar tarafından ispat edilmiş değildir. Tarafların ticari defter ve kayıtları üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu alınan rapor, taraflar arasında düzenlenen 23/03/2020 tarihli protokol içeriğini doğrulamaktadır. Savcılık soruşturması sırasında alınmış olan bilirkişi raporunda bildirilen kanaat ise başlı başına davacıların bu bonolardan sorumlu olmamasını gerektirici değildir. Davacılar dava konusu 23/03/2020 tanzim tarihli ve 01/04/2020 vade tarihli, 700.000,00-TL bedelli bonoda “nakden” kaydı olduğunu, davalıdan nakit ödeme almadıklarını ileri sürmüşse de bonoların düzenlenme nedeninin taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmadığı, 23/03/2020 tarihli protokol içeriğinde yazılı nedenlerle düzenlendiği açıktır. Bu halde ispat yükü değişmez, davacıların üzerindedir. Şu durumda, uyuşmazlığa ve takibe konu yapılan bonoların hukuken geçerli olduğunun kabulü gerekir. Mahkememizce, davacıların, takibe konu bonolar nedeniyle borçlu olmadığının, bonoları hükümsüz kılacak nitelikte yasal delillerle ispatlanamadığı görüş ve kanaatine varılmıştır. Bu nedenlerle davacıların ispatlanamayan menfi tespit davasının reddine karar vermek gerekmiştir. İİK’nun 72/3-4. maddesinde icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında borçlunun gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın %15’inden aşağı olmamak üzere göstereceği tazminat karşılığında mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebileceği, dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararının kalkacağı, buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklının ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış olmaktan dolayı doğan zararını gösterilen teminattan alacağı, alacaklının uğradığı zararın aynı davada takdir olunarak karara bağlanacağı, bu zararın herhalde yüzde %40’tan aşağı tayin edilemeyeceği hüküm altına alınmış, 6352 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle 05/07/2012 tarihinden itibaren %40 oranı %20 olarak değiştirilmiştir. Bu yasal düzenleme doğrultusunda davalı alacaklı lehine tazminata hükmedilebilmesi için alacaklı aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilmesi gerekir. Somut olayda, takibin durdurulması veya icra veznesine girecek paranın alacaklıya ödenmemesi hususunda ihtiyati tedbir talep edilmediği gibi mahkememizce de ihtiyati tedbir kararı verilmemiştir. Bu nedenle ihtiyati tedbir dolayısıyla davalıların alacağını geç almış olmaktan dolayı doğan zararı bulunmadığından İİK’nun 72/4. maddesinin yasal koşulları bulunmadığından davalının %20’den az olmamak üzere tazminat isteminin reddine karar verilmelidir. 1-Davanın REDDİNE, 2-Koşulları bulunmadığından İİK’nun 72/4. maddesi uyarınca asıl alacağın %20’sinden az olmamak üzere davalının tazminat isteminin reddine…” dair karar verilmiştir.
İş bu kararı davacı vekili süresinde istinaf etmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Yapılan yargılama sonucunda yerel mahkemece davanın reddine karar verildiğini, yerel mahkemenin red kararının gerekçesinde davanın 2004 sayılı İ.İ.K nun 72 maddesi uyarınca açılan menfi tespit davası olduğunu, ispat külfetinin müvekkillerde olduğunu, senede bağlanmış olan her çeşit iddiaya karşı savunma olarak ileri sürülen hususların yazılı delile ispat edilmesi gerektiğini, yazılı belge ile ispat edilmediğinin belirtildiğini, bononun bağımsız borç ikrarını içeren bir senet olduğunu, bu nedenle bir illete bağlı olmasının gerekmediğini, kural olarak ispat yükünün senedin bedelsiz olduğunu savlayan tarafa ait olduğunu, somut olayda davalı tarafın dava konusu bonoların taraflar arasında imzalanan protokol ile ilgili olarak düzenlendiği konusunda tereddüt bulunmadığını, eldeki davada çözümlenmesi gereken hususun takip dayanağı bonoların kambiyo vasfını taşımadığını, doğrudan kambiyo senetlerine özgü takip yoluna başvurulup başvurulmayacağı, bu bonoların dayanak olduğu 23/03/2020 tarihli protokolde geçen hususların gerçeği yansıtmadığını, mahkemece yapılan yargılama sırasında dava konusu bonoların 23/03/2020 tarihli protokolün teminatı olarak alındığında herhangi bir şüphe bulunmadığını, dava konusu bonolarda düzenlenen protokole ilişkin olduğu konusunda herhangi bir tartışma bulunmadığını, protokol içeriğindeki rakamların incelendiğinde protokol ile bono tutarlarının birbirini tutmadığının görüleceğini, tüm bu nedenlerle yerel mahkeme kararının müvekkiller yönünden ortadan kaldırılmasını, yapılacak inceleme sonunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekilinin istinafa cevap dilekçesinden özetle; yerel mahkeme kararına karşı yapılan davacının istinaf talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLERİN VE İSTİNAF SEBEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda; Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, bilirkişi raporundaki tespit ve değerlendirmelere, taraflar arasında yapılan 23.03.2020 tarihli protokole ve bu protokolde davalı tarafından davacı tarafa fazladan ödeme yapıldığının tespitinin yapılmasına, davalının da işbu bonoların fazladan tahsil edilen nakdin iadesi amacıyla (yani borca karşılık) düzenlendiğini savunmasına ve böyle bir durumda mahkemece davalı şirketin talilde bulunmadığının kabul edilmesinde (delillerin taktirinde) bir isabetsizlik bulunmamasına göre ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından davacı taraf vekilince yapılan istinaf itirazları yerinde görülmemiştir.
Bu itibarla; yerel mahkemece verilen kararda yazılı açıklamalara,yasal sebep ve gerekçelere binaen kararda usul,yasa ve dosya kapsamı yönlerinden herhangi bir aykırılığın bulunmadığı,kararın hukuka uygun olduğu,bu nedenlerle usul ve yasaya uygun mahkeme kararına karşı davacı taraf vekilince yapılan istinaf itirazlarının reddi gerektiği değerlendirilmiştir.
Belirtilen nedenlerle, davacı taraf vekilinin yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Kayseri 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 13/06/2022 tarih ve 2021/257 Esas 2022/476 Karar sayılı ilamına karşı, davacı taraf vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
2-İstinaf eden Davacıdan alınması gerekli olan 80,70 TL istinaf karar harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına,
3-İstinaf eden davacı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin ve istinaf yoluna başvurma harcının kendileri üzerinde bırakılmasına,
4-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK’nın 361/1 maddesi uyarınca kararın taraflara tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde Yargıtay’a temyiz yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 02/11/2022