Emsal Mahkeme Kararı Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 2021/1258 E. 2022/444 K. 09.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T. C.
K A Y S E R İ
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
3. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2021/1258
KARAR NO: 2022/444
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: KAYSERİ 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ: 26/01/2021
NUMARASI: 2020/21 Esas, 2021/56 Karar
DAVANIN KONUSU: Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Maddi Tazminat
DAVA TARİHİ: 07.01.2020
İSTİNAF KARARININ
VERİLDİĞİ TARİH: 09.03.2022
YAZILDIĞI TARİH: 09.03.2022
Yukarıda ayrıntılı bilgileri yazılı Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2020/21 Esas, 2021/56 Karar sayılı kararına karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize tevzi edilmiş olmakla dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Tarafların İddia ve Savunmalarının Özeti: Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle: 14/08/2010 tarihinde sürücü davalı …’in sevk ve idaresindeki ve mülkiyeti diğer davalı… A.Ş’ya ait olan … plakalı aracıyla … Bulvarından seyir ile … Caddesi istikametinden gelip … istikametine doğru seyir halinde iken … Caddesi … Belediyesi’ndeki yaya geçidinden karşıdan karşıya geçmekte olan yaya müvekkili … ile kucağındaki …’a aracın çarpması sonucu yaralamalı trafik kazasının meydana geldiğini, kazada davalının tam kusurlu olduğunu, bu kazaya ilişkin Kayseri 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2010/740 Esas sayılı dosyasında davalının yargılandığını, ayrıca Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/216 Esas sayılı dosyası üzerinden maddi ve manevi tazminat davası açıldığını, mahkemece aldırılan bilirkişi raporuna görev davanın ıslah edildiğini ve bunun üzerine karar verildiğini, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay’ca kararın kaldırıldığını ve bozma ilamı doğrultusunda tekrar rapor aldırıldığını, raporda meslekte kazanma gücü tazminat bedeli 260.322,00-TL, bakıcı gideri ise 402.940,09-TL olarak hesaplanmış, ancak davada bir kez ıslah yapılabileceğinden bu miktarlar üzerinden yeniden ıslah yapılamadığını bildirerek davanın kabulü ile 260.322,00-TL meslekte kazanma gücü tazminatı ile 402.940,09-TL bakıma muhtaçlık tazminatı olmak üzere 663.262,09-TL maddi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar… A.Ş ile … vekili, cevap dilekçesinde özetle; Kazaya karışan … plakalı aracın kaza tarihinde kasko sigortacısı olan … Sigorta’ya davanın ihbar edildiğini, ayrıca dava konusu taleplerin zamanaşımına uğradığını, bu nedenle davanın zamanaşımından reddinin gerektiğini, bu davanın Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/216 Esas sayılı dosyasına ek dava olarak değerlendirilemeyeceğini, davacının bakıcı parası talebinin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, ayrıca davacının bakıcı bedeli talebine dayanak gösterdiği özel bilirkişi raporunu da kabul etmediklerini, mahkemece yeni bir bilirkişi raporu alınması gerektiğini bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Davalı…Sigorta A.Ş vekili cevap dilekçesinde özetle; Zamanaşımı itirazlarının bulunduğunu, ayrıca zarar görenlerin dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapmasının zorunlu olduğunu ve davacılar tarafından başvuru yapılmadığını, dava tarafın da ikrar ettiği üzere aynı konu ve talebe ilişkin olarak önceden Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/216 Esas sayılı dosyası üzerinden görülen davada karar verildiğini ve kesinleştiğini, davacının maluliyet oranının değiştiği iddiası il yeni bir dava açma hakkı bulunmadığını, bu davanın ek dava olarak nitelendirilemeyeceğini, sigorta şirketi tarafından 08/07/2014 tarihinde 33.885,58-TL ve 02/11/2010 tarihinde 226,80-TL ödeme yapıldığını, davacının taleplerinin fahiş olduğunu, mahkemece yeniden kusur raporu ve hesap raporu alınması gerektiğini, sigorta şirketinin bakıcı giderlerinden sorumlu olmadığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda;Açılan davanın kısmen kabul kısmen reddi ile; davacının bakıcı giderine yönelik tazminat talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine, davacı çocuk … için; 338.070,69-TL sürekli iş göremezlik tazminatın davalılar … ve… A.Ş’den kaza tarihi olan 14/08/2010 tarihinden itibaren, (Davalı…Sigorta A.Ş. yönünden ise; ilk dava tarihi olan 18/01/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve poliçe teminat bedeli de gözetilerek 144.114,42-TL ile sınırlı olmak üzere) davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı …’a (velayeten … ve …’a) ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.21/05/2021 tarihli tavzih kararı ile; mahkemenin 26/01/2021 tarih, 2020/21 Esas ve 2021/56 Karar sayılı ilamın 10 nolu bendinin; “davacı taraf kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden davacı lehine AAÜT 13/1 maddesi uyarınca 32.114,95 TL nispi vekalet ücreti takdirine, takdir edilen vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,( davalı…Sigorta A.Ş’nin sorumluluğunun 17.640,87 TL ile sınırlı tutulmasına) ” şeklinde tavzihine karar verilmiştir.Taraflarca İleri Sürülen İstinaf Sebepleri: Davacı vekili, süresi içinde verdiği istinaf dilekçesinde özetle; İlk derece mahkemesince bakıma muhtaçlık tazminatlarının zamanaşımı nedeniyle reddedildiğini, kendilerinin Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talepli dava açıldığını ve davada rapora göre ıslah edilmiş olan sonrasında temyiz kanun yoluna müracaat edildiğini ve mahkemece raporlar arasındaki çelişki giderilmediğinden bozulduğunu, 02/01/2019 tarihli rapor ile müvekkilinin bakıma muhtaç olduğunun bildirildiğini, davacı küçüğün kesin ve son durumu Adli Tıp Kurumu raporu ile açıklığa kavuştuğunu, buna göre bu raporun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık zaman aşımı süresinin hesaplanması gerektiğini, her ne kadar davacı küçüğün maluliyet oranı ve son durumu 28/09/2021 tarihli rapor ile belirlenmiş ise de bölgede yaşanan deprem felaketi nedeniyle ilgili raporun davacı dosyası içerisine 12/11/2012 tarihli havale ile girdiğini ve davacı tarafa 27/02/2013 tarihinde öğrendiğini ve bu tarihten itibaren 1 yıl içerisinde (17/06/2013) maddi ve manevi zararlarının tazminini isteyebileceğinin açık olduğunu, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir.Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe: Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin değerlendirilerek incelemeye alınabilmesi için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarının gerçekleşmiş olması zorunludur. Bu maddede sayılan koşullardan birinin mevcut olmaması halinde istinaf başvurusunun usulden reddedilmesi gerekir. Bu şartlar kamu düzeninden olup yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınmaktadır. İstinaf talebine konu eldeki dosya kapsamı incelendiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarında herhangi bir eksiklik bulunmadığı, davacı vekilinin istinaf başvurusunun ön inceleme bakımından kabul edilebilir olduğu tespit edilmiştir.Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesinde 6 bent halinde belirtilen koşulların varlığı durumunda ise davanın esası incelenmeden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verileceği aynı maddede düzenlenmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesi 6. bendinde, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli deliller toplanmadan veya değerlendirilmeden ilk derece mahkemesince karar verilmiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması istinaf aşamasında duruşma yapılmadan istinaf başvurusunun kabulüne dair karar verilecek usul hatası olarak kabul edilmiştir.6100 sayılı HMK’nın 355. maddesinde, Bölge Adliye Mahkemesinin, incelemesini kamu düzenine ilişkin hususlar hariç olmak üzere istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplere bağlı olarak yapması gerektiği hususu düzenlenmiştir. (Aynı yönde Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 2018/9860 Esas ve 2018/14781 Karar sayılı ilamında da Bölge Adliye Mahkemelerinin istinaf sebepleri ile bağlı olduğu vurgulanmıştır.)Yukarıda yapılan genel açıklamalar ışığında, istinaf başvurusuna konu ilk derece mahkemesinin dosyası 6100 sayılı HMK 355. maddesindeki düzenleme gereğince davacının istinaf sebepleri ve kamu düzenine ilişkin hususlar ile bağlı kalınarak incelendiğinde, aşağıda belirtilen ve esasa etki eden hususlarda delillerin eksik toplandığı ve ayrıca ilk derece mahkemesi kararında bu sayılan sebeplere ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığı, bir başka anlatımla sayılan sebeplere ilişkin hiçbir gerekçe bulunmadığı görülmüştür. Şöyle ki;İstinaf incelemesine konu dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeniyle maluliyet tazminatı ve bakıcı gideri istemlerine ilişkindir.İlk derece mahkemesince, davacının maluliyet tazminatı talebinin kabulüne, bakıcı gideri nedeniyle tazminat talebinin ise zamanaşımı nedeniyle reddine dair karar verilmiş, bu karara karşı sadece davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurularak bakıcı gideri nedeniyle tazminat talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine dair karar verilmesinin hatalı olduğu istinaf itirazı olarak ileri sürülmüştür.Aynı taraflar arasında daha önce görülen davaya ilişkin Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/216 Esas, 2019/334 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde; davacının …, davalıların…Sigorta A.Ş., … ve… A.Ş. olduğu, davanın trafik kazasından kaynaklanan maluliyet tazminatı ve manevi tazminat davası olduğu, yapılan yargılama sonucu davalı…Sigorta A.Ş. hakkındaki manevi tazminat talebinin reddine, diğer davalılar hakkındaki manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verildiği, davacının hakettiği maluliyet tazminatının toplamda 260.322,00 TL olarak tespit edildiği ancak bozmadan sonra ıslah yapılmadığı için taleple bağlı kalınarak 30.885,58 TL maluliyet tazminatı üzerinden maddi tazminat davasının kabulüne karar verildiği, kararın 25/12/2019 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.Dava konusu kazanın, 14/08/2010 günü gerçekleştiği, eylemin aynı zamanda taksirle yaralama suçunu oluşturması nedeniyle uzamış (ceza) zamanaşımı süresinin 8 yıl olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur. İlk derece mahkemesince, bakıcı gideri talebi bakımından 8 yıllık uzamış (ceza) zamanaşımı süresinin dava tarihi olan 07/01/2020 tarihinde dolduğu ve davalıların yasal cevap süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunduğu gerekçesiyle bakıcı gideri bakımından davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Maddi ve manevi tazminat istemlerinin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 72. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.) maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Ayrıca trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları bakımından 2918 sayılı KTK.nun 109/1.maddesi “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” hükmünü öngörmektedir. Aynı Kanunun 109/2. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK’nın 146 ve devamı hükümlerinden ayırmıştır. Ancak, bu ayırma yalnız süreler ve bunların başlangıç anı yönünden olup, zamanaşımının durması, kesilmesi gibi konularda genel hükümler uygulanır (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, Ankara 2017, s.852).TBK’nın 72/1. maddesinde “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek mülga 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür. 2918 sayılı KTK.nun 109. maddesinde de paralel bir düzenleme mevcuttur.Görüleceği üzere, kanunda düzenlenen bu üç çeşit zamanaşımı süresi, sübjektif/nispi nitelikteki iki yıllık “kısa zamanaşımı süresi”, objektif /mutlak nitelikteki on yıllık “uzun zamanaşımı süresi” ile olağanüstü nitelikteki “ceza zamanaşımı süresi”dir. Mülga BK’da zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren bir yıl olarak düzenlenen kısa süreli zamanaşımı, yeni TBK’da iki yıl olarak hüküm altına alınmıştır. Haksız eylemden kaynaklanan tazminat davalarında, özel kanunlarda başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça uygulanacak olan zamanaşımı süreleri bu süreler olup, bunlar hem maddi hem de manevi tazminat istemi ile açılan davalar hakkında uygulanır.2918 sayılı KTK.nun 109/1.maddesi ve TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/1.) maddesi, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür. Mutlak nitelikteki “uzun süreli zamanaşımı”nın başlangıç tarihi ise zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır. Bu noktada kısa zamanaşımı süresi ile uzun/mutlak zamanaşımı süresi arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Olağan zamanaşımı süresi iki yıllık olan kısa zamanaşımı süresidir. Diğer bir anlatımla iki yıllık zamanaşımı süresi on yıllık süre ile sınırlıdır. Zarar ve zararın sorumlusu olan kişi öğrenildiği takdirde davanın kısa zamanaşımı süresi içerisinde açılması gerekir. Zarar veren eylemin işlenmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra zarar ve zararı veren kişi öğrenilmiş olsa bile tazminat istemi, zamanaşımı def’î ile karşılaştığında reddedilir.2918 sayılı KTK.nun 109/1.maddesi ve TBK’nın 72/1. (BK’nın 60/2.) maddesinde düzenlenen üçüncü süre ise “ceza zamanaşımı süresi”dir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Somut olaya gelindiğinde, zarar verici eylem 14.08.2010 tarihinde gerçekleşmiş, eldeki dava ise ceza zamanaşımı süresi içerisinde olmamakla birlikte, mutlak zamanaşımı süresi olan on yıllık süre dolmadan 07.01.2020 tarihinde açılmıştır.Ne var ki, bazı durumlarda zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihe göre ceza zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile davacının zararını tam anlamıyla öğrenememesi söz konusu olabilir. Uyuşmazlığın üzerinde toplandığı bu yön nedeniyle zararı öğrenme ile amaçlanan şeyin ne olduğu ve buna göre zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.Az yukarıda değinildiği gibi kısa süreli zamanaşımının başlaması için zarar görenin zarar ile birlikte zararın sorumlusunu da öğrenmesi gerekir. Zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması, bu iki koşulun da gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi hâlinde zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Zarar ve tazminat sorumlusundan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı süresi son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.Uyuşmazlıkta önem taşıyan, davacının zararın varlığını öğrenmesi koşuludur. Belirtilmek gerekir ki, kısa süreli zamanaşımının işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir. Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir (Eren, F.; s 852-853). Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır. Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır. Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık “gelişen durum” ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.11.2002 gün ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar kabul edilmiştir.Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı, uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Eş söyleyişle gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder.Özellikle somut olayda olduğu gibi bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Yukarıda anlatılan şekilde gelişen durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımının zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacağı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir çok kararında (21.03.2001 gün ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 gün ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 gün ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K.) belirtilmiştir.Kaldı ki, henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine (Eşim/Türkiye, Başvuru Numarası: 59601/09, Karar Tarihi:17.09.2013) hükmetmiştir.Anayasa Mahkemesi de, itfaiye eri olarak çalışan ve yangına müdahale sırasında yaralanan bir başvurucunun, sağlık durumunda meydana gelen değişikliklerin ve buna ilişkin sağlık raporlarının dava açma süresine etkisi hakkında bir gerekçeye yer verilmeksizin, salt zararı doğuran eylemin meydana geldiği tarih baz alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin, mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna vararak, başvurucunun mahkemeye erişim ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine (H.K. Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/7400, Karar Tarihi: 05.11.2015) karar vermiştir.Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; Aynı taraflar arasında daha önce görülen davaya ilişkin Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/216 Esas, 2019/334 Karar sayılı dosyasında bozma öncesi verilen 29/05/2014 tarihli karar Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2014/19341 Esas, 2017/2511 Karar sayılı kararıyla “Dosyada bulunan ATK 3. ihtisas Dairesince düzenlenen 17.08.2012, taraihli raporda davcı küçük …’ın beyin travmasına bağlı postarvmatik beyin hasarı, desteksiz oturmadığı, çevreye ilgisi az olduğu, beyin cerrahi, nöroloji ortaopedi ve göz uzanlarınca tedavisinin devam ettiği ve %28 malül olduğu belirtilmiş, … hastahanesinin 15.05.2014 tarihli raporunda ise küçük …’un desteksiz oturabildiği ancak yürümediği, bilişsel düzeyde orta seviyede gerilme olduğu, epilepsi nöbet ihtimali bulunduğu, ellerini kullanamadığı, %100 özürlü olduğu rapor edilmiştir. Dosya içinde davacı küçük …’un maluliyetine ilişkin birbirine oransal olarak çok farklı, çelişkili iki rapor bulunmakta olup, ATK tarafından hazırlanan raporda tedavisinin halen devam ettiği de belirtilmektedir. Hal böyle olunca Mahkemece, kaza tarihinde yürürlükte bulunan Çalışma Gücü Kaybı ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine uygun şekilde davacının maluliyet oranının tespitine ilişkin ve önceki iki rapor arasındaki çelişkiyi giderecek şekilde ve kurumca düzenlenen 17.08.2012 taraihli raporu da tartışıp değerlendirecek şekilde İstanbul Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Dairesinden usulüne uygun, denetime ve hüküm kurmaya elverişli, davacı küçüğün maluliyet (geçici ve sürekli) derecesi ve oranının, iyileşme süresinin belirlenmesi amacıyla rapor alınıp sonucuna göre göre hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı sonrası İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinden alınan 21/12/2018 tarihli raporda olay tarihinden başlamak üzere davacının sağlık durumundaki tüm evreler ve gelişen durumu ayrıntılı olarak irdelenerek malûliyet oranının kesin bir şekilde belirlenip davacı Serra’nın kaza nedeniyle %100 malul olduğu ve bakıcı ihtiyacı bulunduğu belirtilmiştir. Bu rapor dava dosyasına 02/01/2019 tarihinde gönderilmiş, davacı vekiline ise 24/01/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davacının beden gücündeki kaybın oranını, diğer bir anlatımla zararın kapsamını 24/01/2019 tarihinde öğrendiği sabittir. Somut olaya ilişkin Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2014/19341 Esas, 2017/2511 Karar sayılı bozma kararındaki kabul ve bozma gerekçesi ve İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinden alınan 21/12/2018 tarihli rapordaki açıklamalar bir bütün olarak nazara alındığında davacının kazadan sonra tam olarak iyileşemediği, tedavisinin devam ettiği, tedavi sürecinde yaralanma nedeniyle gelişen durum olduğu, maluliyetin (zararın) öğrenildiği tarihin İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinden alınan 21/12/2018 tarihli raporun tebliğ tarihi olan 24/01/2019 tarihi olduğu konusunda bir tereddüt bulunmadığından bu hususta ayrıca yeni bir rapor alınmasına gerek bulunmadığı açıktır. (Benzer hukuki uyuşmazlıklarda Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin E:2021/3150, K:2021/2478 sayılı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E:2017/3-2786, K:2017/2016 sayılı kararlarında da aynı yönde kabul ve açıklamalara yer verilmiştir.)O hâlde, davacının yaralanmadan kaynaklanan zararın nihai sonucunu Adli Tıp Kurumu raporu ile öğrendiği, eldeki tazminat istemine ilişkin davanın da öğrenme tarihinden itibaren iki yıllık ve kaza tarihinden itibaren 10 yıllık süre içerisinde açıldığı gözetilerek, davalıların zamanaşımı itirazının reddi ile davanın esasının incelenmesi gerektiği halde eksik inceleme ve değerlendirme sonucunda karar verilmesi doğru bulunmamıştır.Yukarıda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere davanın çözümünü sağlayacak ve esasına etki edecek nitelikteki deliller usulünce ve tam manasıyla toplanmadan dolayısıyla değerlendirilmeden ilk derece mahkemesince hüküm kurulmuş olduğundan, davacının istinaf talebi kabul edilerek, ilk derece mahkemesi olan Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2020/21 Esas, 2021/56 Karar sayılı kararının, duruşma yapılmaksızın, kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Bu nedenle; ilk derece mahkemesi kararının kaldırılıp davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesine dair 6100 sayılı HMK md. 353/1-a-6 gereğince duruşma açılmaksızın aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : (Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere)
1-) Davacı tarafından yapılan istinaf başvurusunun, gerekçe bölümünde ayrıntılı olarak belirtilen sebep yönünden KABULÜ İLE; 6100 sayılı HMK’nın 353/1-a-6 maddesi gereğince Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 26.01.2021 tarihli, 2020/21 Esas, 2021/56 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-) Davanın yukarıda gerekçe bölümünde belirtilen hususlar değerlendirilerek yeniden görülmesi için dosyanın MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2/2 maddesi ve Dairemizce dosya hakkında duruşma yapılmaksızın karar verildiği gözetilerek; taraflar lehine vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
4-) Davacı tarafından peşin olarak yatırılan maktu istinaf karar ve ilam harcının talep halinde ilgilisine İADESİNE, davacı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvuru harçlarının ise Hazineye gelir kaydına,
5-) Davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden yapılacak yargılama sonucu verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,
6-) Davacı tarafından istinaf yargılaması bakımından yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının HMK’nun 333. maddesi, Yönetmeliğin 207/1. maddesi ve HMK Gider Avansı Tarifesi’nin 5. maddesi hükümlerine göre yatırana İADESİNE,
7-) Kararın kesin olması nedeniyle taraflara tebliği, harç ve gider avansı iadesi işlemlerinin 6100 sayılı HMK md. 302/5 ve 359/3 uyarınca ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
Dair; tarafların yokluğunda, 6100 sayılı HMK md. 353/1-a-6 gereğince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK md. 353/1-a, 362/1-g uyarınca kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi.09/03/2022