Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. KAYSERİ 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
T.C.
KAYSERİ TÜRK MİLLETİ ADINA
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : .
KARAR NO : .
HAKİM : … …
KATİP : … …
DAVACI : …
VEKİLİ : .
DAVALI : … – … …
VEKİLİ : .
DAVA : Menfi Tespit (Kooperatif Aidat Borcundan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : .
KARAR TARİHİ :.
KARAR YAZIM TARİHİ : .
Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kooperatif Aidat Borcundan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekilinin dava dilekçesinden özetle;müvekkilin davalı kooperatifin üyesi olduğunu, davalı kooperatifin etaplar halinde inşaat yaparak konutları teslim ettiğini, yapımı tamamlanan etaplarda müvekkile kesin maliyet hesabı sonrası tahakkuk ettirilen bedeli davalı kooperatife ödemiş, ferdileşme yolu ile de dairesinin tapusunu aldığını, daha sonra yönetim tarafından alınan kararlarla müvekkile bir takım ödemelerin daha çıktığını, bu taleplerin hukuka aykırı olduğunu, 15 Haziran 2022 tarih ve 31867 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ve 1163 Sayılı Koopearatifler kanununa eklenen geçici 11. Madde hükümleri dikkate alındığında müvekkilin davalı kooperatife herhangi bir borcu bulunmadığının, müvekkil davalı kooperatifin geçmişte üyesi olduğunu, kanun maddesinin şartlarını da sonut olayda birebir taşıdığını, davalı kooperatif tarafından tapu tevrinin yapıldığını, çıkarılan kesin maliyet hesabının müvekkili tarafından ödendiğini, söz konusu kanun değişikliği de dikkate alınarak müvekkilin borcunun bulunmadığının tespitine ve davalı kooperatifin takip konusu alacağın %20 sinden aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ödemeye mahkum edilmesine ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekilinin cevap dilekçesinden özetle; davacının davasını kooperatifler kanununa eklenen geçici 11. Madde düzenlemesine dayandırdığını, dava konusu genel kurul kararının 15/05/2022 de alınmış olduğunu, davaya dayanak yapılan yasa değişikliğinin ise 15/06/2022 tarihinde yürürlüğe girdiğini, müvekkil kooperatif tarafından 15/05/2022 tarihli genel kurulda üyelerden ödeme alınmasına karar verilmiş ise de bugüne değin ne davacıya ne de diğer kooperatif üyelerine genel kurul kararı gereğince ödeme yapılması için herhangi bir dava veya icra takibi yapılmadığını, müvekkil kooperatifin unvanından anlaşılacağı üzere müvekkil kooperatif toplu konut kooperatifi olup konut imalatlarını etap etap yaptığını, kooperatife kayıtlı üyelerden bir bütün halinde aidat alacakları tahsil edilerek toplanan aidatların kooperatif uhdesinde yapılmakta olan inşaatlara herhangi bir bölge ada, parsel veya üyelik ayrımı yapılmaksızın kullanıldığını, müvekkil kooperatifin ana sözleşmesinde konutların etaplar halinde yapılarak ortaklara dağıltılması yönünde herhangi bir ana sözleşme değişikliğinin söz konusu olmadığını ayrıca kooperatif genel kurul kararı ile müvekkil kooperatifin uhdesinde bulunan inşaatların etaplar halinde yapılıp teslim edileceğine dair alınmış bir genel kurul kararının da bulunmadığını, geçici 11.madde de sayılan şartları sağlamayan davacının açtığı davanın bu yönü ile reddinin gerektiğini, söz konusu düzenlemenin açıkça Anayasaya aykırılık teşkil ettiğini, Sadece Kayseri iline özgü uygulama kanunun şahsa yönelik olduğunu gösterdiğini, kesinleşmiş mahkeme kararlarına dahi müdahalede bulunarak kanunların geriye yürümezliği ilkesi ihlal edildiğini, davanın açılmasında müvekkil kooperatifin kusurunun olmayıp devletin kusuru ile iş bu dava ikame edildiğinden müvekkil kooperatifin talep edilen masraf ve vekalet ücreti taleplerinden ve kötüniyet tazminatından herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, tüm bu nedenlerle yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir.
DELİLLER: Kooperatif Genel Kurul Kararları, geçici 11. Madde, tapu kayıt örneği, bilirkişi incelemesi, tanık.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, davalı kooperatif tarafından alınan genel kurul kararı uyarınca doğan borç nedeniyle davacı kooperatif üyesinin davalı yapı kooperatifine borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davalı tarafça kooperatif üyeliği dolayısıyla ana sözleşme ve genel kurul kararları gereği etaplar halinde konutları yapıp, kesin maliyet bedeli çıkarıp, üyelere tebliğ edip, kesin maliyet bedelini ödeyen üyelere tapularını devrettiğini ve fakat daha sonra, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na eklenen geçici 11. madde çerçevesinde borçlandırmaların hükümsüz olduğunu, davalı kooperatife hiç bir borcu bulunmadığını ileri sürerek bu davayı açmıştır.
Davacı taraf bu davayı 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 10/09/2022 tarih ve 7410 sayılı Kanunun 2. maddesiyle eklenen geçici 11. maddesine dayalı olarak açtığını ileri sürmüştür. Anılan yasal düzenleme şu şekildedir;
“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, Kayseri ilinde aşağıdaki şartları taşıyan yapı kooperatifleriyle sınırlı olmak üzere bu madde hükmü uygulanır.
a) İnşaatların etaplar halinde yapılarak teslim edilmesi,
b) Terkin edilmemiş olması,
c) Yapımı tamamlanan etapta bağımsız bölüm malikine kooperatifçe tahakkuk ettirilen
bedelin ödenmiş olması,
ç) Kooperatif tarafından üyeye konutunun tapu devrinin yapılmış olması,
şartlarının birlikte sağlanması halinde; konutun tapu devrinin yapılmasından sonraki dönemler için yapı kooperatifi tarafından yönetim giderleri hariç olmak üzere her ne ad altında olursa olsun yapılmış borçlandırmalar veya bu kapsamda üçüncü şahıslara kooperatif tarafından yapılan alacağın devrine ilişkin işlemler hükümsüzdür.
Birinci fıkra kapsamındaki şartları birlikte sağlayan kişilere karşı yapı kooperatifinin veya bu alacağı devralan üçüncü kişilerin yapı kooperatifi nedeniyle açmış oldukları her türlü alacak veya tazminat davaları ile bu kapsamda yapılan ilamsız icra takipleriyle ilgili olarak; ilgilinin talebi halinde bu davalarda verilen ve henüz kesinleşmemiş mahkeme kararları ile kesinleşen dava ve takiplere dayanılarak başlatılan icra işlemleri, haciz, satış ve tahliye uygulamaları durdurulur. Bu alacaklar kapsamında kesinleşen ilamlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için birinci fıkra uyarınca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde borcun bulunmadığına dair davanın açıldığına ilişkin belgenin ibraz edilmesi zorunludur; borcun bulunmadığına ilişkin kesinleşen ilamın icra dairesine ibraz edilmesi halinde takip sonlandırılır.”
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na eklenen bu maddeye ilişkin Komisyon gerekçesi şu şekildedir:
“Etap kooperatifçiliğinde uygulamada bazı sorunlar bulunması sebebiyle Kooperatifler Kanunu’na geçici madde eklenmesi gereği hasıl olmuştur. Uygulamada yaşanan sorunlara örnek vermek gerekirse, tapu alındıktan yıllar sonra kira, ek ödeme, ek kesin maliyet, çıkma payı, kesin maliyet bedelinin yüzde %10’u, tasfiye masrafları gibi hususlarla yeniden borçlandırmalar yapılmaktadır. Bu çerçevede madde ile tapusunu devralan ortağa, sonraki dönemlerde kooperatif tarafından çıkarılan borçlandırmaların hükümsüz hale gelmesi amaçlanmaktadır. Yine, yapılan düzenlemede, yapı kooperatiflerinin ortaklarından olan alacaklarını, üçüncü şahıslara temlik edemeyeceği belirtilmiş olup, kooperatifin ve kooperatif müteahhitleri de dahil olmak üzere üçüncü kişilerin, kooperatif ortaklarına karşı açtıkları davalarda verilen alacak ve tazminat kararlarının kesinleşmeden icra takibine konulamayacağı ve haciz uygulaması yapılamayacağı ifade edilmektedir. Düzenlemeyle belirtilen mağduriyetlere son verilmesi amacıyla, kooperatif veya müteahhitler tarafından ortaklar aleyhine açılmış ve halen devam eden davalar nedeniyle verilen mahkeme kararlarına dayanılarak başlatılan icra takiplerinin, haciz, satış ve tahliye uygulamalarının durdurulacağı ve konulmuş hacizlerin kaldırılması hususları da düzenlenmektedir.”
Düzenleme ile kanun koyucu, konut yapı kooperatiflerinden düzenlemedeki şartları taşıyanlarla ilgili söz konusu kooperatiflerde konutun tapu devrinin yapılmasından sonraki dönemleri için yapılmış borçlandırmalar veya alacağın devri işlemleri bakımından Kayseri ilinde bulunan konut yapı kooperatiflerinin ve dolayısıyla bu kooperatiflerin üyelerinin borç ve yükümlülükleri yönünden farklı bir uygulamayı benimsemiştir.
Yukarıda anılan yasal düzenleme dikkate alındığında; davacı tarafın, bu yasal düzenleme kapsamında menfi tespit davası açabilmesi için, hakkında başlatılmış olan icra takibinin durması üzerine davalı kooperatifin itirazın iptali davası açmış olması, bu davayı kazanmış olması, hükmün kesinleşmiş olması, yahut hüküm kesinleşmemiş olsa dahi verilen mahkeme hükmü ile birlikte icra takibinin kesinleşmesi halinde, borçlu olmadığının tespitine ilişkin, yasanın yürürlük tarihinden itibaren 6 aylık süre içerisinde açılacak bir dava olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Davalı kooperatifin, davacı hakkında icra takibi başlattığı, yahut alacak yahut itirazın iptali davası açtığı, takibin veya davanın kesinleştiği ileri sürülmemiştir. Davacı yalnızca “konutun tapu devrinin yapılmasından sonraki dönemler için yapı kooperatifi tarafından yönetim giderleri hariç olmak üzere her ne ad altında olursa olsun yapılmış borçlandırmalar … Hükümsüzdür.” şeklindeki yasal düzenleme çerçevesinde borçsuz olduğunun tespitini (menfi tespit) talep etmektedir. Bir hukukî durumun varlığı yahut yokluğu, ilgilinin hukukî konumunu, alacaklı yahut borçlu olup olmamasını etkileyecek ise tespit davası açmakta davacının hukukî yararı vardır denebilir. Her ne kadar davacı hakkında kesinleşmiş bir ilâm yahut kesinleşen bir icra takibi bulunmasa dahi, dava kesinleşen ilamlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için açılmamış olsa dahi yönetim giderleri hariç olmak üzere davalı kooperatif tarafından farklı adlar altında borçlandırmalar yapıldığı, sonuç olarak; davacının, dava tarihi itibariyle, anılan geçici 11. madde kapsamında korunmaya değer güncel bir hukukî menfaati bulunduğu, dava şartlarının noksansız olduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan; 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na eklenen geçici 11. maddedeki yasal düzenleme, yargılama devam ederken Anayasa Mahkemesinin 16/02/2023 tarih, 2022/126 Esas, 2023/29 Karar sayılı iptal kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı 09/03/2023 gün ve 32127 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve fakat Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı ile iptal edilen yasal düzenleme çerçevesinde davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunduğu, hatta davacının davasının dayanağını, bizatihi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen yasal düzenlemenin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Zira davacıyı, maddî hukuktan kaynaklı haklarının kullanılmasına iten saik, iptal edilen yasama tasarrufudur. Bizzat kanun koyucu tarafından davacı ve onunla eşdeğer hukukî statüdeki (Kayseri ilindeki) yapı kooperatifi üyelerine “kesinleşen ilamlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için” 6 aylık hak düşürücü süre içerisinde, üyesi olduğu yapı kooperatifi aleyhine dava açma olanağı getirilmiş ve fakat itiraz üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından anılan yasal düzenleme iptal edilmiştir. Dolayısıyla davacının, dava tarihinde yürürlükte bulunan Anayasaya aykırı kanun hükmüne dayalı olarak dava açmakta hukukî yararı bulunmakla birlikte, yargılama sırasında davanın dayanağını teşkil eden yasa hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sonucu davaya bakan mahkemece nasıl bir karar verilmesi gerektiği, ayrıca yargılama giderlerinin (ve bu kapsamda bulunan avukatlık ücretinin) kime, hangi oranda yükletileceğinin çözümlenmesi gerekmektedir.
Öncelikle ele alınması gereken sorun, davanın dayanağını teşkil eden yasa hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sonucu davaya bakan mahkemece nasıl bir karar verilmesi gerektiği noktasındadır.
Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu iptal kararları kesinleşen ilâmlar dışında tüm yargı organlarını bağlayıcı olduğundan (Anayasa m.153), davacının iptal edilen yasa hükmüne göre davasının kabulüne karar verilebilecek iken yargılama sırasında yasal düzenlemenin iptali sonucu artık mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi mümkün değildir. Bir kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi halinde, bu iptal kararının görülmekte olan ve henüz kesinleşmemiş bütün dava ve kararlara uygulanması gerekir. Aksi taktirde; Anayasanın üstünlüğü ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayıcılığı ilkesinden sapılmış olurdu. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse, somut norm denetimine başvurunun bir anlamı da olmayacaktır (Türk Hukukunda Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürümezliği Sorunu, Mustafa BABAYİĞİT, TBB Dergisi (2016), Sayı 124, s.191). Anayasa’nın 153. maddesindeki “İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır (BABAYİĞİT, agm, s.216)
Anayasa m. 152/III’e göre görülmekte olan bir davada ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası hakkındaki iptal kararı, davanın esası hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır. Bu nedenle anılan yasal düzenleme (Geçici 11. madde) uyarınca açılan ve görülmekte olan davaların, iptal kararından sonra, söz konusu hüküm yokmuş gibi değerlendirilip karara bağlanması gerekecektir.
Bu yönde olmak üzere Yargıtay’ın ve Bölge Adliye Mahkemelerinin kararları bulunmaktadır:
“Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usûli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E, 2004/19 K. ile 20.12.2017 tarihli 2017/5-2575 E., 2017/1906 K.)” (Yargıtay HGK’nun 21.12.2021 tarih, 2019/9-8 Esas, 2021/1720 Karar sayılı kararı)
“Bilindiği üzere Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrasına göre iptal kararları geriye yürümez. İptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin hükmün temel amacı iptal edilen kanuna veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmüne dayanılarak daha önce yapılan işlemlerin geçerliliklerinin korunmasını sağlamaktır. Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 E., 1989/48 K. sayılı kararında da iptal kararların geriye yürümezliği “Türk Anayasal sisteminde, “Devlete güven” ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” şeklinde açıklanmıştır. Bununla birlikte, bu ilkenin mutlak olarak kabul edilemeyeceği ortadadır. Zira yukarıda da değinildiği üzere somut norm denetiminde, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse itiraz yoluna başvuran mahkeme iptal kararını uygulamak zorunda olup bu durumda iptal kararı geriye yürüyecektir; aksinin kabulü hâlinde ise mahkemeler açısından itiraz yoluna başvurulmasının bir anlamı olmayacaktır. Diğer taraftan, Anayasanın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” düzenlemesi; “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinin 1. fıkrasında “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.” ve 153. maddesinin 6. fıkrasında “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” hükümleri ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 33. maddesinde ise “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke yer almaktadır. Belirtmek gerekir ki, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almış yargı ve idare kararları saklı kalmak şartıyla geriye yürüdüğünü kabul etmek gerekmektedir. İptal kararlarının geriye yürümemesi “hukuk güvenliğini sağlamak” amacı ile konmuş olduğuna göre, bu ilke yalnızca kesin hüküm hâllerinde ifade eder (Teziç, Erdoğan: Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), 23. Bası, İstanbul 2019, s. 264, 265;). Yapılan bu açıklamalara göre, somut norm denetimi yoluyla verilen Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.” (Yargıtay 6. HD’nin 31.10.2022 tarih, 2021/4390 Esas, 2022/5047 Karar sayılı kararı)
Yargıtay usulü müktesep hak kavramına ilişkin tanımı ve ilkeleri belirlediği bir başka kararında, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının müktesep hak esasının istisnasını teşkil ettiğini ifade etmiş olup, karar şu yöndedir:
“Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunludur ve mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
O halde, yerel mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak karar verilmek üzere ve – diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin- salt bu değişik neden ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.)” (Yargıtay HGK’nun 08.02.2012 tarih, 2011/1-724 Esas, 2012/52 Karar sayılı kararı)
Konya Bölge Adliye Mahkemesi de iptal kararından sonra oluşan yeni hukuki duruma göre karar verilmesi gerektiği yönünde benzer bir karar vermiştir:
“Anayasa m. 152/III’e Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır. Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararında;“Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa’nın, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” yolundaki 153. Maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur.” (Konya BAM, 3. HD’nin 16.02.2021 tarih, 2020/1260 Esas, 2021/194 Karar sayılı kararı)
Buna karşılık iptal kararından önce verilmiş ve kesinleşmiş mahkeme kararları, söz konusu iptal kararından etkilenmeyecektir.
“Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kural olarak Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki dairenin görüşünün aksine Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeyeceği açıktır. Daha açık anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.” (Yargıtay HGK’nun 31.03.2004 tarih, 2004/156 Esas, 2004/194 Karar sayılı kararı)
“Anayasa Mahkemesi kararlarının mahkemeleri bağlayıcı niteliği açıktır. Ne var ki bu etki yukarıda da açıklandığı üzere, hem kararın yayımlanması ile ortaya çıkar hem de yayımlandığı sırada derdest olan davalar açısından etkiye sahip olabilir. Zira, Anayasamızın 153. maddesinde iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı ve geriye yürümeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Yayımlanmış kararın dahi geçmişe etkili olamayacağı açıkken yayımlanmamış iptal kararından önce kesinleşen bir hükmün varlığı halinde bu kesin hükme etkisinin olabileceğini düşünmek hukuk sistemimiz açısından olanaklı değildir.” (Yargıtay HGK’nun 05.02.2003 tarih, 2003/30 Esas, 2003/57 Karar sayılı kararı)
Açıklanan nedenlerle; Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra Geçici 11. madde uyarınca açılan bu davanın artık bu madde hükmüne göre kabul edilip sonuçlandırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi olanaklı değildir.
Geriye, davanın esastan reddi, usulden reddi yahut esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm verilmesi seçenekleri kalmaktadır.
Esasen davanın usulden reddine karar verilebilmesi için, davacının açmış olduğu davada, dava şartlarından birinin eksik olması gerekir. Dava şartları (örneğin davacının dava açmakta korunmaya değer güncel bir hukukî menfaati bulunması), davanın her aşamasında gözetilir.
“Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp incelemek durumunda olup, bu konuda tarafların talep ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı tarihte bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı dinlenebilir olmadığından reddetmesi gerekir.” (Yargıtay HGK’nun 02.11.2022 tarih, 2020/1-465 Esas, 2022/1416 Karar; 28.06.2022 tarih, 2022/10-542 Esas, 2022/1047 Karar sayılı kararları)
Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra Geçici 11. madde uyarınca açılan bu davanın, tek başına iptal kararı ile birlikte dava şartlarını kaybettiğinden bahsetmek mümkün değildir. Ancak davanın dava açılış tarihi itibariyle iptal edilen yasal düzenleme yürürlükte olsaydı dahi dava şartları eksikti, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddi gerekirdi diyebiliyorsak, bu taktirde iptal kararı sonrası da davanın usulden reddine karar vermek gerekecektir. Somut olayda; davacının davasının dava şartları bakımından noksansız olduğu, dava açmakta hukuki yararı bulunduğu sabittir. Dolayısıyla davanın, sırf Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu dava şartlarını yitirdiğinden bahsetmek ve bu gerekçeyle davanın usulden reddine karar vermek yerinde olmayacaktır.
Ancak uygulamada sıklıkla iptal edilen kanun hükmüne dayalı olarak açılan davanın konusuz kaldığı ve bu nedenle davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği ya da davanın esastan reddedildiği görülmektedir.
Davanın Konusuz Kaldığı Yönündeki Görüş:
Uygulamada Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, davaya dayanak oluşturan ve açıldığı sırada haklı bulunan davanın, dayanak yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi halinde konusuz kaldığı görüşündedir:
“Mahkemece tüm dosya kapsamına göre, 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, konusuz kalan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir. Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesince, tüm dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebeplerine göre, mülga 556 sayılı KHK’nın kullanmama nedeniyle markanın iptaline ilişkin 14. maddesinin, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi ve bu iptal kararının, yargılama sırasında 06.01.2017 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle, davanın yasal dayanağının ortadan kalktığı, “esasa dair karar verilmesine yer olmadığına” değil, “davanın reddine” karar verilmesi gerektiği, bunun yanında ispat yükü kendisinde bulunan davalının dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık sürede markayı, pazar payı yaratacak ya da mevcut pazar payını koruyacak ölçüde ve ciddi biçimde kullandığını ispat edememesi nedeniyle dava tarih itibariyle davacının haklı olduğu, bu doğrultuda davanın reddi gerekirken esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesince verilen kararın 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince kaldırılmasına ve davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. … İlk derece mahkemesince 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 gün ve 2016/148 Esas ve 2016/189 Karar sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin iptaline karar verildiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına ve yargılama giderlerinin dava açılışındaki haklılık durumu nazara alınarak davalıya yükletilmesine karar verilmiş; kararın istinaf edilmesiyle inceleme yapan bölge adliye mahkemesi tarafından davanın yasal dayanağı ortadan kalktığından esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına değil reddine karar verilmesi gerektiği ancak, yine de davanın açılış anındaki haklılık durumu gözetildiğinde yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesi gerektiğine karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK 326/1 maddesinde “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği” düzenlenmiş olup, somut uyuşmazlıkta olduğu gibi davanın reddine karar verilmesi durumunda yargı giderlerinin davalıdan tahsil edileceğine ilişkin ayrıksı bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, dava tarihi itibariyle yürürlükteki yasal düzenlemelere güvenerek açılan ve haklı bulunan davada, dayanak yasal düzenlemenin Anayasa mahkemesince iptali nedeniyle hukuki dayanak kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğu halde İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı taraf yararına bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 11. HD’nin 04.11.2019 tarih, 2018/5846 Esas, 2019/6803 Karar sayılı kararı)
“Dava, kullanmama nedeniyle marka hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Davacı vekili, davalı adına tescilli “Koç+şekil”, “Koç Tüketiciye En yakın topluluk +şekil”, “Koç”, markalarının 4. ve 39. sınıflar bakımından kullanılmadığını ileri sürerek, söz konusu sınıflar yönünden markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiş, ilk derece mahkemesince yapılan yargılamanın sonunda, özetlenen gerekçe ile davanın reddi yönünde hüküm kurulmuştur. Eldeki davanın açılmasından sonra, 06.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 14.12.2016 gün ve 2016/148 esas ve 2016/189 karar sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptaline karar verilmiştir. Dava açıldıktan sonra ortaya çıkan bir olay nedeniyle artık dava konusu edilen talep hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesine gerek ya da neden kalmıyorsa, burada davanın konusuz kalmasından söz edilebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda mahkemenin yargılamaya devam etmesine gerek yoktur. Bu durumda mahkemenin bir tespit hükmü niteliğinde olmak üzere esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermesi gerekir. Dava konusu hakkın davacıya ödenmesi, verilmesi ya da müdahalenin kaldırılması, davacı ve davalı sıfatının birleşmesi, yeni çıkan bir kanun ya da Anayasa Mahkemesi kararı ile ya da kişiye sıkı sıkıya bağlı ve mirasçılara geçmeyen bir hakka ilişkin davalarda taraflardan birinin ölümü gibi nedenlerle dava konusuz kalabilir. (Hukuk Genel Kurulunun 2013/10-1860 Esas, 2015/1451 Karar ve 27.05.2015 tarihli kararı) Somut olayda mahkemece, davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığı şeklinde karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yönünde hüküm kurulması isabetli değildir.” (Yargıtay 11. HD’nin 27/11/2019 tarih, 2019/414 Esas, 2019/7584 Karar sayılı kararı)
Yine buna benzer nitelikte olmak üzere Yargıtay, yeni bir yasal düzenleme ile açılmış ve devam etmekte olan, konusu elektrik abonelerinden tahsil edilen kayıp – kaçak bedeli vb. haksız kesinti ve tahsilatlar olan ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında düzenleme öngören, devam eden dava ve icra takiplerine etkili, bir anlamda kanunların geriye yürümezliği ilkesinden ayrılarak geçmişe etkili olarak yapılan yasal düzenleme sonucu davacının dava açma hakkını kaybetmesi ve dolayısıyla davanın dinlenebilir olmaktan çıkması halinde de davanın konusuz kaldığı ve davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre bir karar verilmesi gerektiği görüşündedir:
“Dava, elektrik abonelerinden tahsil edilen kayıp-kaçak, dağıtım, iletim, perakende satış hizmeti ve sayaç okuma bedellerinin istirdatı istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.05.2014 günlü ve 2013/7-2454 Esas 2014/679 Karar Sayılı ilamıyla; 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 4. maddesi ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na tüketicilere yapılacak elektrik satışlarında uygulanacak fiyatlandırmaya esas unsurları tespit etme görevi verildiği, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun bu maddeye dayanarak 11.08.2002 gün ve 24843 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Perakende Satış Hizmet Geliri ile Perakende Enerji Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliği” yayımladığı, lisans sahibi şirketlerinde bu tebliğe uygun olarak tüketiciden kayıp-kaçak bedeli adı altında bedel tahsil ettikleri, ancak anılan madde ile Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’na sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisinin verilmediği, özellikle kaçak (elektrik enerjisinin hırsızlanması) bedelinin kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmenin hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmadığı, bu faturalara yansıtılan bedel miktarlarının şeffaflık ilkesi ile denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödendiğinin bilinmesininde hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olduğu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kararları ile bu bedelin mevcut mevzuat kapsamında tüketicilerden alınmasının hukuka uygun olmadığı kabul edilmiştir.
Anayasanın Vergi ödevi Başlıklı 73. maddesindeki “… Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır…” şeklindeki düzenleme ve yukarıda açıklanan Hukuk Genel Kurulu kararı doğrultusunda, Dairemizce; kayıp-kaçak bedeli gibi dağıtım şirketleri tarafından faturalara yansıtılan dağıtım bedeli, sayaç okuma bedeli, parekende satış hizmeti bedeli ve iletim bedelinin, tüketicilerden tahsil edilemeyeceği kabul edilmiştir.
Ne var ki, 17.06.2016 tarih ve 29745 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı kanunun 21. maddesi ile 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu Kanunu’nun 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (a), (ç), (d) ve (f) bentleri değiştirilmiş ve aynı maddeye eklenen 10. bend ile; “Kurum tarafından gelir ve tarife düzenlemeleri kapsamında belirlenen bedellere ilişkin olarak yapılan başvurularda ve açılan davalarda; tüketici hakem heyetleri ile mahkemelerin yetkisi, bu bedellerin, Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” hükmü getirilerek,Tüketici Hakem Heyetlerinin ve Mahkemelerin bu konularda açılacak davalarda inceleme ve araştırma yetkileri sadece bu dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedellerinin Kurumun bu konulardaki düzenleyici işlemlerine uygunluğunun denetimi ile sınırlanmış, bu bedellerin alınmasında esas olan ilgili tarifelerin düzenlenmesinde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun Kanundaki yetkileri genişletilerek, yukarıda sözü edilen bedeller maliyet unsuru kapsamına dahil edilmiştir.
Yine, 6719 sayılı kanunun 26. maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenen;
Geçici madde 19; “Bu maddeyi ihdas eden Kanunla öngörülen düzenlemeler yürürlüğe konuluncaya kadar, Kurul tarafından yürürlüğe konulan mevcut yönetmelik, tebliğ ve Kurul kararlarının bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmünü,
Geçici madde 20; “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir.
Yukarıda açıklanan bu yasa değişiklikleri birlikte değerlendirildiğinde; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kararlarına dayanılarak alınmış olan ve dava konusu yapılan bedeller ile ilgili olarak açılan (ve halen derdest olan) davalar, (açıklanan yasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesiyle birlikte) konusuz kalmıştır.
Bu noktada uyuşmazlık; davalının, davanın açılmasına sebebiyet verip vermediği, bu bağlamda davacı yararına vekalet ücretine hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Yargılama harç ve giderleri, kural olarak davada haksız çıkan tarafa, eş söyleyişle aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir (HMK m. 326/I). Bu cümleden olarak, davayı kazanan taraf, davayı bir vekil aracılığı ile takip etmişse, haksız çıkan taraf, yargılama gideri olarak vekalet ücreti ödemeye de mahkum edilir (HMK m. 323/1-ğ).
Bir tarafın, dava açıldığı andaki mevzuata veya içtihat durumuna göre davasında veya savunmasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren yeni bir kanun hükmü veya yeni bir içtihadı birleştirme kararı gereğince davada haksız çıkmış olması halinde, yargılama giderlerine mahkum edilemeyeceği kuşkusuzdur.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, bir kimseye diğer tarafın dava giderlerinin yükletilmesinin nedeni, o kimsenin diğer tarafın gider yapmasına haksız olarak sebebiyet vermiş olmasıdır. İşte bu nedenledir ki, dava açıldığı anda haklı durumda bulunan tarafın, yargılama sırasında meydana gelen mevzuat değişikliği sonucu haksız duruma düşmesi halinde yargılama giderlerinden sorumlu tutulması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.2009 günlü ve 2009/18-421 E.-2009/526 K. sayılı ilamında da aynı ilkeye yer verilmiştir.).
Somut olayda; davacı, davanın açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre dava açmakta haklıdır. Eş söyleyişle, davaya konu bedelleri tahsil eden davalı, davanın açılmasına sebebiyet vermiştir. Davacı tarafından, davalıdan kayıp-kaçak, dağıtım, iletim, perakende satış hizmeti ve sayaç okuma bedellerinin tahsilinin talep edildiği davada, “karar verilmesine yer olmadığına” dair verilen karar, yargılama sırasında yürürlüge giren yasa değişikliğinin bir sonucudur. Bu itibarla, dava açıldığı tarihte, yapılan yasa değişikliği henüz ortada bulunmadığından, dava tarihi itibariyle davacının dava açmakta haklı olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu durumda; dava açıldıktan sonra hasıl olan yasa değişikliği nedeniyle, davacının dava açmasında haksız sayılamayacağı cihetle; davacı yararına maktu vekalet ücreti takdir edilmesi ve yapmış olduğu diğer yargılama giderlerinin davalıdan tahsiline karar verilmiş olması, usul ve yasaya uygundur.” (Yargıtay 3. HD’nin 28.03.2017 tarih, 2017/2534 Esas, 2017/3956 Karar sayılı kararı)
Yargılama Giderleri Hakkında Görüş:
Uygulamada Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, davaya dayanak oluşturan yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi halinde, davanın konusuz kaldığı görüşü ile beraber 6100 sayılı HMK m.331 çerçevesinde yargılama giderlerinin davadaki haklılık durumuna göre taraflara yükletilmesi gerektiği görüşündedir:
“Dava, 556 sayılı KHK’nın yürürlükte olduğu dönemde açılmış olan kullanmama nedeniyle markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup, mahkemece Dairemizin 2016/8579 E.-2018/2062 K. sayılı bozma ilamı doğrultusunda 554 sayılı KHK’nın 42. ve 556 sayılı KHK’nın 14. maddelerinin Anayasa Mahkemesinin kararları ile iptaline karar verildiği, davanın yasal dayanağı kalmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan bir olay nedeniyle artık dava konusu edilen talep hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesine gerek ya da neden kalmıyorsa, burada davanın konusuz kalmasından söz edilebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda mahkemenin yargılamaya devam etmesine gerek yoktur. Bu durumda mahkemenin bir tespit hükmü niteliğinde olmak üzere esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermesi gerekir. Hal böyle olunca mahkemece, davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığı şeklinde karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yönünde hüküm kurulması isabetli değildir. Öte yandan yargılama giderleri yönünden, mahkemece davanın açılış tarihi esas alınarak tarafların haklılık durumunun belirlenmesi gerekirken, davacının yargılama giderlerinden sorumlu tutulması da doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davacı yararına belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 11. HD’nin 03/12/2019 tarih, 2019/1044 Esas, 2019/7779 Karar sayılı kararı) (Benzer mahiyette bkz. Yargıtay 11. HD’nin 31.03.2021 tarih, 2020/6068 Esas, 2021/3113 Karar sayılı kararı)
“6100 sayılı HMK’nın 331/1. maddesi gereğince hâkim, davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir eder. Bu durumda, davanın konusuz kaldığı anlaşılmakla, mahkemece dava tarihi esas alınarak tarafların haklılık durumu değerlendirilerek sonucuna göre yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumluluğun tayini için kararın temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 11. HD’nin 27/11/2019 tarih, 2019/414 Esas, 2019/7584 Karar sayılı kararı)
“Yargılama harç ve giderleri, kural olarak davada haksız çıkan tarafa, eş söyleyişle aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir (HUMK m.417/I). Bu cümleden olarak, davayı kazanan taraf, davayı bir vekil aracılığı ile takip etmişse, haksız çıkan taraf, yargılama gideri olarak vekalet ücreti ödemeye de mahkum edilir (HUMK m.423/6).
Bir tarafın, dava açıldığı andaki mevzuata veya içtihat durumuna göre davasında veya savunmasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren yeni bir kanun hükmü veya yeni bir içtihadı birleştirme kararı gereğince davada haksız çıkmış olması halinde, yargılama giderlerine mahkum edilemeyeceği kuşkusuzdur.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, bir kimseye diğer tarafın dava giderlerinin yükletilmesinin nedeni, o kimsenin diğer tarafın gider yapmasına haksız olarak sebebiyet vermiş olmasıdır. İşte bu nedenledir ki, dava açıldığı anda haklı durumda bulunan tarafın, yargılama sırasında meydana gelen mevzuat değişikliği sonucu haksız duruma düşmesi halinde yargılama giderlerinden, dolayısıyla karşı tarafın vekalet ücretinden sorumlu tutulması olanaklı değildir.” (Yargıtay HGK’nun 18.11.2009 tarih, 2009/18-421 Esas, 2009/526 Karar sayılı kararı)
Sonuç olarak; Geçici 11. Maddenin iptali nedeniyle davanın konusuz kaldığı görüşüne itibar edilmesi halinde, Geçici 11. madde uyarınca açılan davanın, iptal kararı nedeniyle konusuz kaldığına ve esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek; yargılama giderleri konusunda da davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre bir dağılım yapılması gerekecektir.
Yapılan yargılama, sunulan delil ve belgeler ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının davasının dava şartları bakımından noksansız olduğu, davacının dava açmakta korunmaya değer güncel bir hukukî menfaati bulunduğu, davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan mevzuata göre davanın yasal dayanağı olduğu, yukarıda yapılan genel açıklamalar ve emsal nitelikte kararlar gereğince davanın konusuz kaldığı ve konusuz kalan dava hakkında esasa dair bir karar verilmesinin yerinde olmadığı kanaatine varılmakla esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.
Yargılama giderleri bakımından yapılan değerlendirmede; esas hakkında bir karar verilmeyen hallerde, tarafların, davanın açıldığı tarihteki haklılık durumuna göre bir karar verilmesi gerektiği fikri mahkememizce de benimsenmiş olup; Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce ve iptal edilen yasal düzenleme dayanak gösterilerek eldeki davanın açıldığı ve fakat anılan yasal düzenleme dikkate alındığında, davacı tarafın, Geçici 11. maddenin 2. fıkrası kapsamında menfi tespit davası açabilmesi için, hakkında başlatılmış olan icra takibinin durması üzerine davalı kooperatifin itirazın iptali davası açmış olması, bu davayı kazanmış olması, hükmün kesinleşmiş olması, yahut hüküm kesinleşmemiş olsa dahi verilen mahkeme hükmü ile birlikte icra takibinin kesinleşmesi halinde, borçlu olmadığının tespitine ilişkin, yasanın yürürlük tarihinden itibaren 6 aylık süre içerisinde açılacak bir dava olması gerektiği, oysa ki davacının davasının anılan yasal düzenlemede belirtilen şeklî koşulları taşımadığı anlaşılmaktadır. Esasen anılan yasal düzenlemenin şeklî koşulları sağlayan kooperatif üyesi davacılara davada haklılık sağlayacağı kuşkusuzdur. Zira, yasal düzenlemede bizatihi kesinleşen ilamlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için menfi tespit davası açma hakkı tanınmaktadır. Oysa ki davacı, iptal edilen 1163 sayılı Koop. Kanunu’nun Geçici 11. maddesindeki bir kısım hukukî işlemlerin hükümsüz olduğunu öngören 1. fıkradaki emredici hükme dayalı olarak hükümsüzlüğün (ve bu kapsamda borçsuzluğunun) tespiti için bu davayı açmış bulunmaktadır. Dava açmakta korunmaya değer güncel bir hukukî menfaati bulunan davacın, yasal düzenlemede aranan dava açmaya ilişkin şekli şartları taşımadığından davanın esası yönünden haklı olmadığından bahsedilemez. Kanun koyucu 2. fıkradaki düzenlemede ile kesinleşen ilâmlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için bir formül geliştirerek, bu durumda olan Kayseri ilindeki yapı kooperatifi üyelerine menfi tespit davası açarak ve davayı açtığına dair belgeyi icra dairesine sunarak icra takiplerini durdurma imkânı getirmektedir. Bununla beraber Kayseri ilindeki bir yapı kooperatifi, yönetim giderleri dışında her ne ad altında olursa olsun üyelerini borçlandırıcı bir işlem yaptıklarında (yetkili organlarında bu konuda karar aldıklarında), henüz icra takibi başlatmamış dahi olsalar, üyelerin hukukî durumunu değiştirecek bu işlemlere karşı üyenin, mevcut hukukî durumunun korunması maksadıyla mahkemeye başvuruda bulunmasını haklı saymak gerekir. Aksi taktirde Geçici 11. maddedeki düzenlemenin yalnız kesinleşen ilamlara dayanılarak devam eden takipler ile kesinleşen icra takiplerine son verilmesi için ihdas edildiği gibi dar bir anlam ortaya çıkacak, hükümsüzlüğe ilişkin ilk fıkra hükmü, ikinci fıkra hükmüne bağlı olmak kaydıyla bir anlam taşıyacaktır. Oysa ki yasanın lafzından yahut maddenin gerekçesinden böylesine dar bir anlam çıkarılamaz. Sonuç olarak; davacıya konutun tapuda devrinin yapılmasından sonraki dönemler için davalı yapı kooperatifi tarafından yönetim giderleri hariç olmak üzere borçlandırmalar yapıldığı, her ne kadar davacı hakkında ilamsız icra takibi başlatılmamış, dava açılmamış, dava, davalı yapı kooperatifi lehine sonuçlanmamış olsa dahi; Geçici 11. madde çerçevesinde hukuksal korunma talep eden davacının, yasal süresi içerisinde bu davayı maddenin birinci fıkrasında ifade edilen emredici hükme dayalı olarak hükümsüzlüğün ve borçsuzluğun tespiti (menfi tespit) için açtığı ve fakat dava devam ederken davaya dayanak teşkil eden yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edildiği, davanın bu suretle konusuz kaldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle davacının dava açmakta haklı olduğu, dolayısıyla iptal edilen yasal düzenleme gereğince hukuksal koruma talep eden davacının yapmış olduğu yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmiş, kendisini vekil ile temsil ettiren davacı lehine yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince maktu vekâlet ücreti taktir olunarak aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenler ile;
1-Davanın konusuz kalması nedeniyle esas hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
2-Alınması gereken 179,90-TL karar ve ilam harcının, davacının dava başında peşin olarak yatırdığı 512,33-TL harçtan mahsubu ile artan 332,43-TL’nin karar kesinleştiğinde ve talebi halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yargılama boyunca yapılan; ilk dava açma gideri (iadesi gerekli peşin harç düşüldükten sonra) 272,10-TL, posta ve tebligat gideri 157,50-TL olmak üzere toplam 429,60-TL’ nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davacı taraf kendisini bir vekilli temsil ettirdiğinden AAÜT uyarınca hesap ve takdir olunan 9.200-TL maktu vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Davacının yatırmış olduğu gider avansın artan kısmının karar kesinleştiğinde davacı tarafa tarafa iadesine,
Dair, davacı vekili ve davalı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içerisinde Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi’nde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı….
Katip …
¸E-imzalıdır
Hakim …
¸E-imzalıdır