Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C. KAYSERİ 1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ Esas-Karar No: *** Esas – ***
T.C.
KAYSERİ
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : ***
KARAR NO : ***
HAKİM : ***
KATİP : ***
DAVACILAR : 1- ***
2- ***
VEKİLİ : Av.
DAVALI : ***
VEKİLİ : Av.
DAVA : Alacak
DAVA TARİHİ :***
KARAR TARİHİ : ***
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : ***
Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; Tasfiye Halindeki *** Anonim Şirketi nezdinde bulunan kar ve zarar katılım akdi, cari hesaplar ve hesapların eklerinde müvekkillerine ait bulunan 25.160,00-Euro’nun bütün hakları ile birlikte davalı şirkete temlik edildiğini, müvekkillerinin ise temlik alan şirket ile *** tarihinde “alacağın temliki, sulh ibra ve feragat sözleşmesi” isimli sözleşmeyi akdederek temliki kabul ettiklerini, söz konusu sözleşmenin imzalı aslının davalının uhdesinde bulunduğunu, müvekkillerinin elinde bulunan imzasız örneğini ise işbu dava dilekçesi ekinde sunduklarını, davalı şirketin *** tarihinde alacağın temliki, sulh, feragat sözleşmesi ile müvekkillerinin toplam alacağı olan 25.160,00-Euro’yu temlik aldığını ve aynı sözleşme gereğince alacağı taksitler halinde ödemeyi kabul ve taahhüt ettiğini, ancak; müvekkilerin toplam alacak miktarı olan 25.160,00-Euro alacağından; ***tarihinde 300,00-Euro karşılığı 636,00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 661,00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 655,00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 660,00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 673.00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 693,00-TL, *** tarihinde 300,00-Euro karşılığı 720,00-TL, 30/08/2011 tarihinde 310,00-Euro karşılığı 793,00-TL, *** tarihinde 350,00-Euro karşılığı 875,00-TL, *** tarihinde 350,00-Euro karşılığı 859,00-TL, *** tarihinde 350,00-Euro karşılığı olan ancak eksik ödeme ile 185,00-TL, *** tarihinde 350,00-Euro karşılığı olan ancak eksik ödeme ile 185,00-TL *** tarihinde 350,00-Euro karşılığı olan ödeme ile 175,00-TL ödenerek başkaca ödeme yapılmadığını, bu şekilde davalı şirketin ödemesi gereken meblağları tam ve gereği gibi ifa etmediğini belirterek müvekkillerin toplam alacağı 25.160,-Euro’dan bilirkişi marifetiyle ödenen miktarlar mahsup edildikten sonra bakiye alacağın öncelikle Euro olarak tahsiline, aksi durumda her bir taksitin vade tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte alacağın ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP : Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; dava dilekçesinde harca esas değerin 6.000,00-TL olarak gösterdiği, ancak dilekçenin sonuç bölümünde 25.160,-Euro’dan ödenen tutarların mahsup edildikten sonra bakiyesinin tahsilinin talep edildiğini, bu hali ile davacıların yatırdığı harcın eksik olduğunu ve tamamlatılması gerektiğini, davacıların arabuluculuk son tutanağını dosyaya sunmadığını, davacı taraf ile müvekkil şirket arasında akdedilen sözleşmeyle taraflar iş bu sözleşmeden doğabilecek tüm olan ihtilafların çözümünde İstanbul Mahkemeleri ve icra Müdürlükleri yetkili olduğu ve görevli olduğu hususunda mutabakata vardıklarını, her ne kadar davacı tarafça yetki sözleşmesinin geçersiz olduğunu ileri sürmüşse de davanın dayanağı olan sözleşmenin ***tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı yasadan önce *** tarihinde imzalanmış olduğundan o tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı yasa hükümlerince yetki şartının geçerli olup her iki tarafı da bağladığını, bu davanın yetkisiz mahkemede açıldığını belirterek koşulları oluşmayan davanın reddine karar verilmesini talep ettiklerini, zaman aşımı itirazında bulunduklarını, dava konusu alacağın hukuken henüz talep edilebilir olmadığını beyanla davanın reddine, davacılar aleyhine %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER : Mahkememizce taraf teşkili sağlanmış davanın taraflarına delillerini ibraz etme olanağı tanınmış uyuşmazlığın çözümü için gereken bütün deliller toplanmıştır.
Davacılar tarafından *** tarihli alacağın temliki, sulh ibra ve feragat sözleşmesine, davacılara ait Halk Bankası Kayseri Şubesi’nde bulunan hesaba davalı şirket tarafından yapılan ödemeleri gösterir hesap dökümlerine, Kayseri 13. Noterliği’nin *** tarihli ve *** yevmiye nolu ihtarname ve tebliğ mazbatası örneğine delil olarak dayanılmıştır.
Davalı tarafından davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarına, Tasfiye Halindeki *** Anonim Şirketi kayıtlarına, bilirkişi incelemesine ve emsal yargı kararlarına delil olarak dayanılmıştır.
Taraflarca delil olarak dayanılan bir kısım belge örnekleri dava dosyasına sunulmuştur.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, YARGILAMA VE GEREKÇE: Dava, taraflar arasında düzenlenen alacağın temliki sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Taraflar arasında *** tarihli “alacağın temliki, sulh, ibra ve feragat sözleşmesinin” düzenlendiği tarafların kabulündedir.
Taraflar arasında uyuşmazlık konuları; peşin dava harcı eksikliğinin olup olmadığı, mahkememizin yetkili olup olmadığı, davalının zaman aşımı def’inin haklı olup olmadığı, taraflar arasında düzenlenen *** tarihli sözleşme kapsamında davacıların davalıdan alacak talep edip edemeyeceği, davanın erken açılan (zamansız) bir dava olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Mahkemelerin görevi dava şatı olduğundan, uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle alacağın temliki kavramı ve göreve ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.
Borcun kaynağı ne olursa olsun, alacaklının, alacağını bir başkasına (üçüncü kişiye) temlik etmesi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkabilir (Kılıçoğlu, M.A.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16. Baskı, Ankara 2012, s. 784). Alacağın temliki, mevcut bir alacağın alacaklısının değişmesi işlemidir. Alacaklının bir borç ilişkisinden doğan alacağını borçlunun rızasına gerek olmadan bir sözleşmeye dayanarak üçüncü bir kişiye devretmesine alacağın temliki adı verilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Baskı, Ankara 2018, s.1252).
Alacağın temliki, sözleşme tarihinde uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 162 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir (6098 sayılı TBK m.183 vd.). 818 sayılı Kanun’un rızai temliki düzenleyen 162. maddesinde; “Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir. Borçlu, alacağın temlik edilmemesi şart edilmiş olduğunu, bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat ile alacağını temellük eden üçüncü bir şahsa karşı iddia edemez”, Akdin Şekli başlıklı 163. maddesinde ise; “Tahriri şekilde yapılmış olmadıkça alacağın temliki muteber olmaz. Bir alacağın temlikini va’detmek, hususi şekle tabi değildir” hükümleri mevcuttur.
Şu hâle göre 818 sayılı BK’nun 163. maddesinde alacağın temliki sözleşmesinin geçerliliği sadece yazılı şekle tabi tutulmuş olup resmî şekle bağlanmamıştır. Dolayısıyla yazılı şekilde düzenlenmiş olması şartıyla, bir kimse bir başkasından olan alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir, böyle bir sözleşme alacağın temliki hükmünde olup, hukuken geçerlidir.
Aynı Kanun’un 164. maddesinde; “alacağın temliki kanun veya mahkeme kararı mucibince vuku bulduğu hâlde, bir güna merasime tabi olmaksızın ve evvelki alacaklı tarafından rıza izhar edilmesine bile ihtiyaç bulunmaksızın üçüncü şahıslara karşı dermeyan edilebilir.”
Hüsnüniyetle Yapılan Ödeme başlıklı 165. maddesinde de; “Temlik veya temellük eden tarafından alacağın temlik olunduğu kendisine bildirilmezden mukaddem evvelki alacaklıya ve mütevali temlikler vaki olmuş ise alacağı temellük edenlerden tercihi lazım gelen biri var iken diğerine hüsnü niyetle tediyede bulunan borçlu, beri olur.” Borçluya ait def’iler başlıklı 167. maddesi ise; “Borçlu, temlike vakıf olduğu zaman; temlik edene karşı haiz olduğu defileri, temellük edene karşı dahi dermeyan edebilir. Borçlunun matlubu temlik eden zimmetinde temlike vakıf olduğu zaman müeccel bir alacağı var idiyse bu alacağın temlik edilen matluptan sonra muacceliyet iktisap etmiş olmaması şartıyla borç ile takas edilmesini talep edebilir” hükmünü içermektedir.
Bu hükümlerden de açıkça anlaşılacağı üzere, alacağın temliki; bir alacağın alacaklı tarafından bir başka kimseye devredilmesidir. Bu suretle borç münasebetinde alacaklının şahsında bir değişiklik vuku bulmakta, eski alacaklının (temlik edenin) yerini yeni alacaklı (temellük eden) almaktadır. Aynı zamanda, temlik edilen alacak eski alacaklının malvarlığından çıkarak yeni alacaklının mamelekine dâhil olmakta, alacağı talep etmek hakkı da yeni alacaklıya intikal etmektedir.
Eğer alacaklı, alacağını bir başkası vasıtasıyla tahsil ettirmek isterse, bu kimseye tahsil yetkisi verecek yerde alacağını ona temlik eder ki, bu hâlde alacağın temliki tahsil maksadıyla yapılmış olmaktadır. Alacaklı, mevcut bir borcu için teminat olmak üzere alacağını kendi alacaklısına rehnedeceği yerde ona temlik ederse, bu hâlde alacağın temliki teminat maksadıyla yapılmış olur.
Alacağın temlikinin rızai, kazai ve kanuni olmak üzere başlıca üç çeşidi vardır:
Rızaî temlik; alacağın temlik eden ile temellük eden arasında yapılan bir anlaşmayla temlik edilmesidir ki 818 sayılı BK’nın 162-172. maddelerinde düzenlenmiş olan temlik nev’i de budur.
Kanunî temlik; alacağın muayyen vakıaların gerçekleşmesi üzerine kanundan ötürü bir başkasına temlik edilmesidir ki, bunun en tipik misalini ölüm vakıasının gerçekleşmesi hâlinde ölen kimseye (murise) ait alacakların kanundan ötürü mirasçılara intikâl etmesi teşkil eder. Burada alacaklar, rızaî temlikteki gibi bir hukukî muameleyle değil, kendiliğinden intikâl etmektedirler.
Kazaî temlik ise; alacağın bir mahkeme hükmüyle temlik edilmesidir. Meselâ mirasçılar mirasın taksiminde anlaşamadıkları için mahkemeye başvurarak taksimin hâkim tarafından yapılmasını talep ettikleri takdirde hâkim, bu talep üzerine hisseleri teşkil edip mirasçılara tahsis eder. İşte hâkimin tahsis ettiği bu hisseler içinde bulunan alacaklar mirasçıya mahkeme hükmüyle intikal etmiş olurlar.
Alacağın temlikin söz konusu olabilmesi için, evvelemirde temlik edilecek bir alacağın mevcut olması gerekir. Kural olarak, bütün alacaklar temlik edilebilir. Böylece hâlen iktisap edilmiş (kazanılmış) bir alacak kadar ileride iktisap olunacak bir alacak da; keza muaccel bir alacak kadar bir vadeye veya şarta bağlanmış olan alacaklar da temlik olunabilir. Alacağın hukukî muameleden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya doğrudan doğruya kanundan doğmuş olmasının da bir önemi yoktur.
Alacağın temliki bir tasarruf işlemi olduğu için bunun geçerli olması, her şeyden önce alacaklının temlik ettiği alacak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olmasına bağlıdır. Alacaklının tasarruf yetkisi, ilke olarak temlik işleminin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Alacaklının temlike konu olan alacak üzerinde tasarruf yetkisi yoksa temlik işlemi de hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu bakımdan devredilen alacağın birden çok alacaklısı varsa, hepsinin tasarruf yetkisine sahip olması gerekir. Alacaklı adına temlike yetkili iradî veya kanunî temsilcinin de alacak üzerinde tasarruf etmesi mümkündür. Yetkisiz temsilcinin yaptığı devir ancak alacaklının sonradan vereceği onay ile etkili olur. Onay geçmişe etkili sonuç doğurur (Eren, s.1256).
Alacağın temliki soyut (mücerret) sözleşmedir. Binaenaleyh geçerliliği bir hukuki nedene dayanmasına veya dayandığı hukuki nedenin gerçekleşmesine yahut geçerli olmasına bağlı değildir. Fakat, temlikin geçerli bir nedeni bulunmazsa, temlik edilen kimse sebepsiz zenginleşmiş olacağından, temlik eden ona karşı sebepsiz zenginleşme davası açabilir (Von Tuhr, A.: Borçlar Hukuku, C. 1-2, Ankara 1983, C. Edege çev., s.829 vd.; Tunçomağ, K.: Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, İstanbul 1976, s.1091).
Alacak, temlik edilmekle temlik edenin malvarlığından çıkarak temellük edenin mamelekine dahil olur; buna karşılık temlik edenin «alacaklı» sıfatı da artık son bulur, onun yerini temellük eden alır. Böylece temlik eden, borçludan edimini ifa etmesini talep edemeyeceği gibi, borçlu tarafından vâki olan ifayı da kabul edemez. Borçlu, edimini bundan böyle «temellük edene», yani «yeni alacaklı»sına ifa etmekle mükelleftir. Ancak, alacağın temliki borçlunun muvafakatini gerektirmediğinden, borçlunun bu temlikten haberi bulunmayabilir. Temlikten habersiz olan borçlu, hüsnüniyetle borcunu temlik edene, yani eski alacaklısına ifa ederse, borcundan kurtulur.
Eğer borçlu, alacağın temlik edilmiş olduğundan haberdar edilmiş bulunuyorsa, borcunu ancak temellük edene ifa edebilir; temlik edene ifada bulunmuş olduğu takdirde, temellük edene karşı da ikinci bir ifada bulunmakla mükellef olur. Borçluya alacağın temlik edilmiş olduğunu temlik eden de, temellük eden de bildirebilir; bu ihbar herhangi bir şekle de bağlı değildir.
Göreve ilişkin yasal düzenlemelere gelince;
Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) yürürlüğe girdiği 01/11/2011 tarihinden sonra 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 5. maddesinde 6335 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ve ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkarılıp görev ilişkisine dönüştürülmüştür. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olmasının yanında HMK’nun 114. maddesinde açıkça dava şartı olarak düzenlenmiş olduğundan, mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay’ca re’sen dikkate alınması gerekir. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanunun 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı TTK’nun 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.
Ticaret mahkemelerinin görevi TTK’nun 5. maddesinde düzenlenmiş ve maddenin 1. bendinde “Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.” denilmiştir.
Bir davanın ticari dava olup olmadığı ise TTK’nun 4. maddesinde gösterilen ilkelere göre belirlenmekte olup bu maddeye göre:
“(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,
d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.”
Bu düzenlemeye göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için tarafların her ikisinin tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması veya ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi olması veyahut da açılan davanın maddede altı bent hâlinde sayılan davalardan olması gerekir. Taraflardan biri tacir değilse veya tacir olmasına rağmen uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgisi yoksa ticari davanın varlığından söz edilemez.
Ticari davalar, mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın sırf dava konusunun TTK’da düzenlenmesi nedeniyle ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar TTK’nun 4/1. maddesinde bentler hâlinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra ve İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama Kanunu (m.31) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da bulunmaktadır. Bu gruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. TTK’nun 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer alması veya özel kanunlarda ticari dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.
Nispi ticari davalar ise, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması hâlinde ticari nitelikte sayılan davalardır. TTK’nun 4/1. maddesine göre her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirmesi hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olması için yeterli değildir. Ticari iş karinesinin düzenlendiği TTK’nun 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmez. TTK, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava hâline getirmez.
Bu genel kuralın yanında TTK’nun 4. maddesinin son cümlesindeki düzenleme nedeniyle yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale ve vedia gibi sözleşmelerden doğan davalarla fikri ve sınai haklara ilişkin davalar da ticari davadır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken, burada sayılan davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari işletmesiyle ilgili olması yeterli görülmüştür.
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler karşısında somut olay incelendiğinde; davacılar ile davalı şirket arasında 03/02/2010 tarihli alacağın temliki, sulh, ibra ve feragat sözleşmesi imzalandığı, bu sözleşmeye göre davalı şirketin sözleşmede kararlaştırılan tarihlerde ve miktarlardaki taksitlerle davacılara toplam 25.160,00-Euro ödeme yapmayı taahhüt ettiği, davalı şirketin edimlerini yerine getirmemesi üzerine davacılar tarafından davalıya hitaben noterden ihtarname keşide edilip eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Davacılar ile davalı şirket arasında imzalanan alacağın temliki sözleşmesi bağımsız mahiyette bir sözleşmedir ve taraflar açısından kendi başına hüküm ifade eder. Davacılar anılan sözleşmeye dayanarak sözleşmenin karşı tarafı olan davalı *** Ve Pazarlama Ticaret A.Ş. aleyhine alacaklarının tahsili istemiyle dava açmıştır. Davacıların temlik sözleşmesine konu yaptığı alacağın borçlusu durumundaki Tasfiye Halindeki *** A.Ş. bu davada taraf değildir. Eldeki dava TTK’nda düzenlenen mutlak ticari davalardan olmadığı gibi davacıların tacir olmadıkları da gözetildiğinde her iki tarafın ticari işletmesiyle ilişkili değildir. Bu nedenlerle davaya bakmakla görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi değil, 6100 sayılı HMK’nun 2. maddesi gereğince genel görevli asliye hukuk mahkemesidir.
Benzer uyuşmazlıklara konu davalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21/03/2019 tarihli, 2017/11-2630 Esas ve 2019/328 Karar sayılı Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2015/14950 Esas, 2016/3539 Karar; 2017/1069 Esas, 2018/5194 Karar, 2015/771 Esas, 201510326 Karar sayılı, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2015/15096 Esas, 2017/2181; 2017/8010 Esas, 2017/9945 Karar; 2015/39733 Esas, 2018/4765 Karar sayılı, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 43. Hukuk Dairesi’nin 2021/2046 Esas, 2021/1633 Karar, 2021/1595 Esas, 2021/1306 Karar sayılı, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nin 2020/1960 Esas, 2020/1986 Karar, 2021/930 Esas, 2021/1220 Karar sayılı emsal kararlarında dava konusu türden uyuşmazlığın ticari dava niteliği taşımadığına ve yargılamasının genel görevli asliye hukuk mahkemesi olduğuna karar verilmiştir.
*** tarihinde yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanunun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair 6335 Sayılı Kanunun 2. Maddesi ile değişik TTK’nun 5. maddesinin 3. fıkrası ile Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü itirazından çıkarılmış, görev ilişkisine dönüştürülmüştür.
HMK’nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendine göre, görev dava şartıdır. Aynı Kanunun 115/1. maddesi gereği mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. HMK’nun 138. maddesine göre, mahkeme dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebilir.
Dosya kapsamına göre; davacılar ile davalı şirket arasında imzalanan alacağın temliki sözleşmesi bağımsız mahiyette bir sözleşmedir ve taraflar açısından kendi başına hüküm ifade eder. Davacıların temlik sözleşmesine konu yaptığı alacağın borçlusu durumundaki Tasfiye Halindeki İhlas Finans Kurumu A.Ş. bu davada taraf değildir ve uyuşmazlık taraflar arasındaki temlik sözleşmesinde, davalının üzerine düşen edimlerini yerine getirmediği iddiasından kaynaklanmıştır. Somut uyuşmazlıkta 6098 sayılı TBK’nun 183. ve devamı maddeleri hükümlerinin dikkate alınması gerekir. Eldeki dava, TTK’da düzenlenen mutlak ticari davalardan olmadığı gibi davacının tacir olmadığı da gözetildiğinde, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilişkili değildir. Bu nedenle, davaya bakmakla görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi değil, 6100 sayılı HMK’nun 2. maddesi gereğince genel görevli Asliye Hukuk Mahkemesidir. 6335 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra mahkememiz ile Asliye Hukuk Mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi haline getirildiği, görev ilişkin usul hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, görevin kamu düzeniyle ilgili olduğu, HMK’nun 115. ve 138. maddeleri gereği mahkemenin görev hususunu kendiliğinden araştırmakla yükümlü olduğu ve davanın her aşamasında görevsizlik kararı verilebileceği dikkate alındığında aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-HMK’nun 114/1-c maddesi uyarınca göreve ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle HMK’nun 115/2. maddesi gereğince davanın usulden reddine,
2-Hüküm kesinleştiğinde ve istek halinde dava dosyasının görevli Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,
3-HMK’nun 20. maddesi uyarınca işbu kararın kesinleştiği tarihten veya kanun yoluna başvurulursa başvurunun reddi kararının tebliği tarihinden 2 hafta içinde taraflardan birinin mahkememize başvurarak dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesini istememesi halinde dava dosyasının ele alınarak davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesine,
4-Davaya görevli mahkemede devam edilmesi halinde yargılama gideri harç ve vekalet ücretinin görevli mahkemede hüküm altına alınmasına,
Dair, davacılar vekilinin yüzüne karşı davalı tarafın yokluğunda gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.
18/04/2022
Katip ***
E-imzalıdır
Hakim ***
E-imzalıdır