Emsal Mahkeme Kararı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 2020/579 E. 2021/454 K. 16.04.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
22. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2020/579
KARAR NO : 2021/454

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KARŞIYAKA ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2017/344
KARAR NO : 2018/516
KARAR TARİHİ : 15.11.2018

DAVANIN KONUSU : Eser Sözleşmesinden Kaynaklanan İtirazın İptali

KARAR TARİHİ : 16.04.2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 16.05.2021

Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15.11.2018 tarih ve 2017/344 Esas, 2018/516 Karar sayılı kararın Dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, raportör üye … tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA:
Davacı vekili, davalının müvekkiline 26.12.2013 tarihli 59.070,80 TL bedelli faturadan ve 24.10.2014 tarihli 66.672,36 TL bedelli faturadan doğan 28.743,16 TL bakiye cari hesap borcunun ödememesi üzerine Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2016/3633 Esas sayılı dosya ile icra takibi yapıldığını, davalının gönderilen ödeme emrine itiraz ettiğini, takibin durduğunu, müvekkilinin davalıya iş yaptığını ancak bu işlerin bedelinin 28.743,16 TL’lik kısmını davalının ödememekte direndiğini, davalının borcunu geciktirmekle kötü niyetle hareket ettiğini, söz konusu alacağın ticari ilişki sonucu doğduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, Aliağa İcra Müdürlüğü’nün 2016/3633 Esas sayılı icra dosyasına yapılan itirazın iptaline ve takibin devamına, %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.
CEVAP :
Davalı vekili, müvekkili şirketin davacıya hiçbir borcu bulunmadığını, bilakis davacının yaptığı eksik ve ayıplı işler dolayısıyla ve işlerin çok geç tesliminden dolayı müvekkili şirketin alacaklı olduğunu, bununla ilgili Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/52 D. iş sayılı dosyası ile tespit yaptırıldığını, bilirkişi raporuna göre 17.424,15 TL davacının eksik ve hatalı imalat yaptığının tespit edildiğini, davacının eksik bıraktığı, ayıplı yaptığı işlerin müvekkili tarafından 3. kişilere yaptırıldığını, davacının davalıya yaptığı işler için düzenlediği fatura bedelinin toplam 125.743,16 TL olup, davalının ödediği toplam bedelin ise 115.500,00 TL olduğunu, aradaki farkın 10.243.00 TL olduğunu, taraflar arasında davaya konu eser sözleşmesi haricinde başkaca bir ticari alışveriş bulunmadığını, davacının davalıdan herhangi bir bedel talep etme hakkı bulunmadığını, davacının davalıya gönderdiği faturalara karşılık da eksik ve ayıplı iş bedeli tutarı olan 17.430,00 TL + 3.137,00 TL KDV = toplam 20.567,00 TL bedelli ve 06.06.2015 tarihli iade faturası düzenleyerek davacıya gönderildiğini, kağıt üzerinde şekli olarak davalının 10.243,00 TL borcu görünse de 20.567,00 TL eksik ve ayıplı iş bedeli mahsup edildiğinde gerçekte 10.324,00 TL müvekkilinin davacıdan alacaklı olduğunu savunarak, açılan davanın reddine, %20’den az olmamak üzere kötüniyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, “…2013 yılının son ayı ve 2014 yılının ilk aylarında yapılan ödemelerin tamamlandığı ve mobilya işleri faturasının kesildiği, yılının sonuna doğru bindirme cephe faturasının da kesildiği ve sözleşme tarihinden itibaren 1 yılı aşkın sürenin geçtiği, işin her durumda bitmiş olması gerektiği, nitekim son faturadan bir buçuk ay geçmesi üzerine iş sahibi davalının Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/52 D.İş delil tespiti dosyasında 15.12.2014 havale tarihli bilirkişi raporunun alındığı, bu çerçevede dava konusu işlerin bitirilmesi süresinden sonra eksik ve hataların giderilmesi için teknik olarak makul bir süre eklendiğinde olması gereken iş bitim tarihinin tespit rapor tarihi 15.12.2014 tarihi olması gerektiği,
Davacı tarafından icra takip talebi ile istenilen asıl borç tutarının 28.743,16 TL olduğu, ancak davalı tarafından banka aracılığıyla 01.04.2013 tarih 1.500,00 TL; 14.06.2013 tarih 1.000,00 TL; 23.08.2013 tarih 12.000,00 TL; 17.01.2014 tarih 4.000,00 TL olmak üzere toplam 18.500,00 TL’nin davacıya ödendiği, bu ödemelerin davalı ticari defterlerinde kayıtlı olmadığı,
Dış cephede uygulanan alüminyum kompozit levhaların tüm ek bindirme yerlerinde bindirme hataları olduğu, macunlama işleminde de eksik ve hatalar bulunduğu, eksik ve hataların giderilme bedelinin 2.700,00 TL olduğu,
Dava konusu mobilya imalatının ile ilgili olarak gönyesiz ve ayarsız olduğu, bu imalatların gönyelenmesi, ray ve menteşeler ile kapak ayarlarının yapılması ile eksiğin tamamlanması ve yanlış imalatın giderilmesi için gerekli tutarın 2.550,00 TL olduğu,
Alüminyum kompozit levhalar ile giydirme cephe yapılması işlerinde yerinde uygulanan metraj ile davacının düzenlediği faturada belirtilen metraj ve bedelleri hususunda fark olduğu, bu farkın 7.176,91 TL olduğu,
Davalının davacıya 115.500,00 TL nakit ve çek yoluyla ödemeler yaptığı, davalının kestiği faturaların toplam bedellerinin 125.743,26 TL olduğu kanaatine varılmıştır.
Bakiye davacı alacağı 10.243,16 (=125.743,26 – 115.500,00) TL’sından eksik ve ayıplı işlerin giderilme bedelleri ile fazla metraj bedeli düşüldüğünde 10.243,16 TL – 2.550,00 TL – 2.700,00 TL – 7.176,91 TL = – 2.183,75 TL ortaya çıkmaktadır ki bu durum davacının icra takip tarihi itibariyle ve halen dava konusu sözleşme nedeni ile davalıda alacağının kalmadığını, aksine davalının davacıdan alacaklı olduğunu göstermektedir.
Her ne kadar ikinci bilirkişi kurulu raporunda davacının davalıdan 10.243,26 TL alacağı olduğu, mobilya imalatı, kompozit levha metrajı ve imalatının sözleşmeye ve fenne uygun olduğu belirtilmiş ise de, tespit dosyasında alınan inşaat mühendisi … imzalı 12.12.2014 tanzim tarihli bilirkişi raporu ile bu hususların eksik ve ayıplı olduğunun belirlenmesine, aradan 2-3 yıl geçtikten sonra rapor düzenlenmiş olmasına, dolayısıyla bu eksik ve ayıplı işlerin davacı tarafından tamamlandığının ispatlanamamasına göre, 22.10.2018 havale tarihli bilirkişi kurulu raporunun bu konulardaki görüşüne itibar edilmemiştir.
Bu açıklamalar ışığında, sözleşme konusu işlerin kapsamı ve mahiyeti, davacının kötüniyetli şekilde icra takibi yaptığının ispatlanamaması hususları da dikkate alınarak…” şeklindeki gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
İSTİNAF NEDENLERİ:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; dosyada çelişkili iki rapor olmasına rağmen mahkemece dayanak olarak sadece tek bir raporun gösterildiğini, raporlar arasındaki çelişki giderilmeden hüküm kurulduğunu, HMK hükümlerine göre çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren konularda bilirkişi oy ve görüşünün alınmasının zorunlu olduğu gibi bilirkişilerin raporlarını hazırlarken raporun dayanağı somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorunda olduğunu, mahkemece bilirkişilerden 24.01.2018 tarihinde rapor alındığını, ilgili rapora itiraz etmeleri üzerine aynı bilirkişilerden ek rapor alındığını, bilirkişiler raporlarında ayıp konusunda uzun zaman geçtiği için inceleme yapılamadığını, metraj çalışmalarının da dosyadaki belgeler üzerinde yapıldığını belirttiklerini, keşif mahalinde yerinde ölçüm yapmayan ve sürekli tespit raporuna atıfta bulunarak hukuki değerlendirme yapan bilirkişilerin 24.01.2018 tarihli raporuna itirazları sonrasında dosya aynı bilirkişilere ek rapora gönderildiğini, bu kez de bilirkişilerce ek rapor talebinde bulunmaları nedeni ile mektup yazarcasına rapor tanzim edildiğini, ek rapora itirazları sonrasında dosyanın başka bilirkişilere tevdii edildiğini, yerinde ölçüm yapıldığını ve metrajlar konusunda haklılıklarının ortaya çıktığını, fakat bu sefer de yerel mahkemece 22.10.2018 tarihli raporun itiraz ettikleri delil niteliği taşımayan tespit dosyasındaki rapor dayananak gösterilerek değerlendirmeye alınmadığını, 22.10.2018 tarihli bilirkişi raporunun mahkemece açıkça görmezden gelindiğini, dosyadaki raporlarda daha önceki tespit raporuna atıfta bulunularak hesaplama yapıldığını, delilleri değerlendirmek hakimin görevi iken bilirkişilerin görev sınırlarını aşarak değerlendirmelerde bulunduklarını, raporlara yaptıkları tüm itirazlarının dosyada bulunduğunu, kural olarak bilirkişi raporları arasında çelişki var ise hakimin çelişkiyi gidermeden karar veremeyeceğini, hal böyle iken somut olayda yerel mahkeme raporlar arasındaki çelişkiyi gidermeden, tarafların iddiaları hususunda şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit yapmadan, usulsüz gerekçe ile birinci rapora dönüp karar vererek, hatalı hüküm kurduğunu, sadece bu eksiklikten dahi mahkeme kararının ortadan kaldırılması gerektiğini, davalının kanuna uygun şekilde ayıp ihbarında bulunmadığını, davalıya yapılan iş karşılığı faturalar kesildiğini, davalının faturalara itiraz etmediğini, faturadaki ürünlerin kendisine teslim edildiğini, işin yapıldığını kabul ettiğini, davalıya yapılan işin 2014 yılının Haziran ayında teslim edildiğini, davalının ise 26.11.2014 havale tarihli dilekçesi ile tespit talebinde bulunduğunu, davalının iddia ettiği ve taraflarınca kabul edilmeyen varsa eksik ve hatalı imalatları 2014 Haziran ayında öğrenmesine rağmen aylar sonra müvekkiline hiçbir ihbarda bulunmadan tespit yaptırdığını, davalının tacir olup kanunda tanınan süre içerisinde iddia ettiği açık ayıplar yönünden müvekkiline hiçbir ihbarda bulunmadığını, yasal süre içinde ayıp ihbarının yapılmamasının davalının kanundan doğan seçimlik haklarına başvuramaması sonucu doğuracağını, somut olayda süresinde kanuna uygun yapılan bir ayıp ihbarı mevcut değil iken, müvekkilince eksik ve hatalı imalat yapılmış olduğunun kabulünün hukukun temel ilkelerine açıkça aykırılık teşkil ettiğini, hesap bilirkişisi tarafından yapılan incelemede üçüncü kişi tarafından müvekkiline yapılan ödemelerin davalının borcundan düşüldüğünü, dosyadaki tarafların defter ve belgelerinde yapılan incelemede davalı şirketin yetkilisi … tarafından müvekkilinin şahsi hesabına gönderilen borç ödemesine ilişkin paralar alacaktan mahsup edildiğini, dava dışı bir şahıs tarafından işbu ticari ilişkiye konu olmayan havale vasıtası ile yapılan ödemelerin davalının borcundan düşülmüş olmasının hiçbir hukuk ilkesi ile bağdaşmayacağı herkesin kabulünde olduğunu, davalı şirketin hesabından çıkmayan ödemelerin şirketin borcundan düşülmesi hukuken mümkün olmadığını, müvekkilihe fatura bedellerinin karşılığı olarak sadece çek ile ödeme yapıldığı, başkaca hiçbir ödeme yapılmadığını, defterler ve kayıtlarda da bu durumun sabit olduğunu, banka hesabı ile yapılan ödemelerin müvekkilinin ticari hesabına değil kişisel hesabına yapıldığını, hal böyle iken toplam 18.500,00 TL’lik 4 adet ödemenin bilirkişi tarafından alacaktan mahsup edilmesinin kabulünün mümkün olmadığını, davalının yapmış olduğu giderlere ilişkin sunduğu faturaların kabulünün mümkün olmadığını, davalının bu yöndeki iddialarını ispatlayamadığını, yerel mahkemenin kararında, itiraz ettikleri tespit dosyasındaki 12.12.2014 tarihli raporu dayanak göstermesinin hukuka aykırı olduğunu, tüm bu nedenlerle istinaf başvurularının kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek, ilk derece mahkemesi kararın kaldırılmasına karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.
Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; davacı tarafın, dosyada birden çok bilirkişi raporu olduğu ve son olarak alınan rapora göre karar verilmesinin hatalı olduğundan bahisle karara itiraz ettiğini, 24.01.2018 tarihli bilirkişi raporunda davacının müvekkilinden alacağının olmadığını, tam tersine müvekkilinin davacıdan alacaklı olduğu yönünde tespit ve değerlendirme yapıldığını, 05.10.2018 tarihli bilirkişi raporunda ise alternatifli rapor sunulduğunu, ancak tespit yapılamayan konularda birinci raporun hesaplamalarının dikkate alınması gerektiğini, bilirkişi tarafından yapılamayan hesaplamaların birinci rapordaki tespitlerine göre hesaba katılması ile müvekkilinin davacıdan alacaklı olduğunu ortaya çıkardığını, dolayısıyla davacının bu yöndeki itirazlarının reddi gerektiğini, davacı tarafın kanuna uygun olarak ayıp ihbarında bulunulmadığı, bu sebeple yapılan ayıplı ve eksik işlerin iş bu davada dikkate alınmasının hatalı olduğundan bahisle itirazda bulunduğunu, bu hususun doğru olmadığını, Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/52 D. İş, 2014/51 Karar sayılı kararında yapılan eksik ve ayıplı işlerin tespitinin yapıldığını, buna göre 22.12.2014 tarihli tespitte eksik ve hatalı işlerin bedelinin 17.424,15 TL olarak hesaplandığını, sözleşme bedelinin 122.600,00 TL olarak kararlaştırıldığını, davacının yapmış olduğu işler tutarının 105.175,85 TL olduğunu, müvekkili tarafından davacıya ödenen tutarın ise 115.500,00 TL olduğunu, müvekkilinin eksik ve ayıplı yapılan iş bedeli olan 17.430,00 TL+3.137,00 TL KDV=toplam 20.567,00 TL bedelli iade faturası düzenleyerek davacıya gönderdiğini, süresi içinde gerekli tespit ve itirazların davacı tarafa yapıldığını, davacının usulüne uygun ihbarda bulunulmadığı yönündeki itirazlarının yerinde olmadığını, davacı tarafın bilirkişi tarafından yapılan incelemede üçüncü kişi tarafından yapılan ödemelerin dikkate alınarak yapılan hesaplamadan düşülmesi konusunda itirazda bulunduğunu, müvekkili şirket yetkilisinin … olduğunu, şahsi olarak yapmış olduğu ödemelerin yazılı delil ile ispatlandığını, müvekkili şirket ya da yetkilisinin davacı şirketle arasında dava konusu iş dışında bir ticari ilişkinin söz konusu olmadığını, bu aşamaya kadar davacının ödemeler konusunda da bir itirazının bulunmadığını, müvekkil şirket yetkilisi tarafından davacıya yapılan ödemenin alacaktan düşülmesinin hukuken doğru olduğunu, yapılan ödemelerin müvekkil şirket adına yetkilisi tarafından borca karşılık olarak yapıldığından ve bu konuda süresi içinde bir itirazları da olmadığından kötü niyetli olarak böyle bir iddia ortaya atıldığını, davacı tarafın müvekkili tarafından tamamlatılan eksik işlere ve söz konusu işlere yönelik faturalara itiraz ettiğini, Aliağa Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından eksik ve ayıplı işler tespit edildiğini, müvekkilinin … firması ve …’ya eksik kalan işleri yaptırıp faturaları dosyaya sunduğunu, bu konuda mahkemece söz konusu firma sahipleri dinlendiğini ve ticari defterlerin incelendiğini, yapılan bilirkişi incelemelerinde de söz konusu yapılan işlerin teyit edildiğini, müvekkilinin eksik ve hatalı yapılan işleri başka şirketlerle anlaşıp ücretlerini ödeyerek tamamlattığını, bu konuda yapılan itirazların hukuken geçersiz olduğunu, davacı tarafın 24.01.2018 tarihli raporu dayanak göstererek hüküm kurulmasına hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle itirazda bulunduğunu, mahkeme gerekçesinde de belirtildiği üzere ikinci bilirkişi raporunda davacının müvekkilinden 10.243,26 TL alacağı olduğu, mobilya imalatı, kompozit levha metrajı ve imalatının sözleşmeye ve fenne uygun olduğu tespit edilmişse de tespit dosyasında alınan inşaat mühendisi …’in 12.12.2014 tarihli bilirkişi raporu ile eksik ve ayıplı yapılan işlerin tespit edildiğini, bilirkişi raporunda bu eksik ve ayıplı işlerin davacı tarafından tamamlandığının kanıtlanamadığını, eksik ve ayıplı işlerin müvekkili tarafından tamamlatıldığını ve yazılı delille kanıtlandığını, bu nedenle 22.10.2018 tarihli bilirkişi raporuna itibar edilmemesinin hukuka ve yasaya uygun olup, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
GEREKÇE:
İstinaf kanun yolu başvurusuna konu edilen karar hakkında; HMK’nın 355. maddesindeki düzenleme uyarınca, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine ilişkin aykırılık bulunup bulunmadığı yönü gözetilerek inceleme yapılmıştır.
Dava eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili istemi ile yapılan icra takibine itirazın iptali isteğine ilişkindir.
Eser sözleşmesi, karşılıklı edimleri içerir bir iş görme akdidir. Yüklenicinin edimi, eseri meydana getirmek ve iş sahibine teslim etmek, iş sahibinin karşı edimi ise, teslim edilen eserin bedelini ödemektir.
Kural olarak, eser sözleşmesi, zorunlu şekil koşuluna bağlı değildir. Sözleşmenin kurulması için yazılı şekil şartı yok ise de davalı tarafından sözleşme ilişkisi inkâr edildiği takdirde yazılı delille ispata ilişkin kuralların gözetilmesi gerekir. 6100 sayılı HMK 200. maddesine göre bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. Yazılı sözleşme olmasa da sözleşmenin varlığını ortaya koyan davalının veya onun adına hareket eden kişinin imzasını taşıyan teslim belgesi, irsaliyeli fatura, ile de sözleşme ilişkisinin ispatı mümkündür. Yazılı delil niteliğinde olmayan ancak kesin delil niteliğindeki ticari defterler, ikrar veya yemin delilleri ile de sözleşme ilişkisi ispatlanabilir.
Tüm bu delillerle de sözleşme ilişkisi ispatlanmış değilse HMK 200. maddedeki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. Açık muvafakat olmazsa tanıkla sözleşme ilişkisi ispatlanamaz. Bunun da istisnası olan HMK 202. maddeye göre senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.
Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre fatura emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır (229. md.). Fatura malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami “yedi gün” içinde düzenlenir. Bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır (231/5. md.). 6102 sayılı TTK’da da fatura konusunda hükümler vardır. Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.” (6102 Sayılı TTK 21/1) Bir fatura alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde, faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu içeriği kabul etmiş sayılır (6102 Sayılı TTK 21/2).
Faturanın delil olması ile ticari defterlerin delil olması birbirinden farklıdır. 6102 sayılı TTK’nın 21/2. maddeye göre faturaya itiraz edilmemiş ise içeriği kesinleşir ise de akdî ilişkinin yazılı delillerle ispatı gerekir. Fatura ticari defterlere kayıt edilmiş ise artık faturanın delil olmasıyla ilgili bu maddeye değil ticari defterlerin delil olmasıyla ilgili TTK’nın 222. maddeye bakmak gerekir. Bu nedenle ticari defterlere kaydedilmiş fatura akdi ilişkinin varlığını da kanıtlar. Faturayı teslim aldıktan sonra süresi içinde itiraz ve iade etmeyerek ticari defterlerine kaydeden kimse, bu faturanın mal veya hizmet aldığı için geçerli bir sözleşme ilişkisine göre düzenlendiğini kabul etmiş sayılır ve fatura nedeniyle mal veya hizmet almadığını, bu faturadan dolayı borçlu olmadığını yazılı veya kesin delillerle ispatlaması gerekir.
Faturanın onu teslim alan kişiyi borç altına sokabilmesi için taraflar arasında borç doğurucu bir ilişkinin varlığı ve faturanın da bu ilişki nedeniyle düzenlenmiş olması gerekir. Borç münasebeti olmaksızın düzenlenen ve muhatap tarafından her nasılsa teslim alınan faturaya sekiz günde itiraz edilmemiş olması onu borç altına sokmaz (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1978/11-1147 Esas sayılı kararı.)
Taraflar arasında geçerli bir eser sözleşmesi ilişkisi kurulması durumunda işi üstlenen yüklenicinin işe hiç başlamadığı ya da işi terk ederek yarım bıraktığı iş sahibi tarafından yasal delillerle kanıtlanmadıkça sözleşmeye uygun olarak gerçekleştirilen imalatın bu işi üstlenmiş olan yüklenici tarafından yapılmış olduğunun karine olarak kabul edilmesi gerekir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddeleri uyarınca taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Yine, gerek doktrinde gerekse Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere; ispat yükü, hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kişiye düşer. Bu kabul, adi karine niteliğindedir. Nitekim; Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında kabul edildiği üzere, bir sözleşme fesih ya da başka bir nedenle ortadan kaldırılmadıkça, o sözleşme kapsamında kalan işlerin, o sözleşmenin yüklenicisi tarafından yapıldığı kabul edilir. Ancak, sözleşme feshedilmiş ve işin üçüncü kişiye yaptırıldığı ileri sürülmüşse, bu kez karine, üçüncü kişi yararına oluşmaktadır. Elbette, her iki durumda da, bu karinelerin aksini ileri süren tarafın, bu savunmasını kanıtlanması mümkündür.
Somut olaya gelince; taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisinin kurulduğu, gerçekleşen imalat ile ilgili olarak bir kısım ödemenin yapıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, işin dosyaya sunulan teklif-sözleşme kapsamına uygun olarak yapılıp yapılmadığı, yüklenicinin bakiye alacağının bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Her ne kadar mahkemece gerekçede belirtilen hesaplama sonucu davanın reddine karar verilmiş ise de, yerleşik içtihat ve uygulamalarda, iş bedelinin tamamının iş sahibi tarafından yükleniciye ödenmesi halinde eksik ve kusurların giderim bedeli hüküm altına alınabilir ise de iş bedelinin ödenmemiş olması halinde eksik ve kusurların giderim bedeli değil, davanın niteliğine göre varsa fazla ödenen bedelinin iadesine veya sözleşmenin niteliğine veya gerçekleşen imalattaki eksik ve ayıplı işe göre yüklenicinin hak ettiği iş bedelinin belirlenmesi gerekir.
Götürü bedel sözleşmelerde, eksik ve kusurlar gözetilerek yapılan işin fiziki oranı belirlenip iş bedeline uygulanarak mukayese edilmesi sonucu eksik veya fazla ödemenin belirlenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Dosyaya sunulan teklif-sözleşmeye göre iş bedelinin götürü bedel olarak kabul edilmesi gerektiğinden ve mevcut raporlar ile eksik ve ayıplı işler belirlenmiş olduğundan, bu raporlarda saptanan eksik ve ayıplı işlere göre son heyetten ek rapor alınarak, öncelikle gerçekleştirilen imalâtın eksik ve kusurlar da dikkate alınarak tüm işe oranının tespiti ile bulunacak oranın kararlaştırılan imalât bedeline oranlanarak yüklenicinin hak ettiği bedelin bulunması, iş sahibi tarafından yapılan ödemelerin mahsubu ile varsa bakiye bedelin tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması dairemizce doğru görülmemiştir.
6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-a-6. maddesinde de; “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” halinde, HMK’nın 353/(1)-a bendi uyarınca bölge adliye mahkemesinin, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği yönünde düzenleme getirilmiştir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış ve değerlendirilmemiş olması nedeniyle, istinaf istemine konu karara yönelik denetim yapılması mümkün değildir. O halde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6. maddesi uyarınca davacı vekilinin istinaf başvurusunun esasa ilişkin hususlar incelenmeksizin kabulüne ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,
2-Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 15.11.2018 tarih ve 2017/344 Esas, 2018/516 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a-6. maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,
3-HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince Dairemizin kararına uygun şekilde yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahal mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
4-Davacı vekili tarafından yatırılan 35,90 TL istinaf karar harcının istek halinde davacıya iadesine,
5-İstinaf yoluna başvuran davacı tarafından yatırılan 98,10 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile yapılan istinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesi tarafından kurulacak esasa ilişkin hükümde dikkate alınmasına,
6-HMK’nın 359/4. maddesi gereğince, temyizi kabil olmayan kararın ilk derece mahkemesi tarafından resen tebliğe çıkarılmasına,
Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere 16.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.